Cumartesi, Şubat 26, 2011
Tatlı Krizinin Doğurdukları
Kekim oldukça başarılı ve lezzetli
Piştikten sonra;
Ve ilk cheesecake'im
daha iyi bir tarif bulmam gerekiyo :)))
ama kötü di'il sadece üst kremasının daha katı olacağı bir karışım olmalı ama tadı yerinde :)))
Dipnot: Cheesecake'in kendini bulması için bir gece beklemesi gerekiyormuş :)) yeni tarife gerek yok sadece bir tutam sabır o da kremaya di'il bana :)))
Hamarat Tatlıcı
Dün gece tatlı yemediğimizi geç saatlerde farkettim -halbuki kahve dünyasının fondüsü süper giderdi- , yarın mozaik pasta yaparım diye düşünürken evde bulduğum Browni intense'le nefsimi köreltmeyi başardım. Ama rüyamda bırakmadılar peşimi.
Starbucks'ın brownili cheesecakeydi rüyamda yemek istediğim.
Ben de n'apıyorum şimdi?
İnternette güzel bir cheesecake tarifi arıyorum -bu arada ilk cheesecake deneyimim olacak-
Alnımın akıyla çıkarsam bu çalışmadan, günün ilerleyen saatlerinde tekrar görüşürüz :)))
Bana şimdilik müsade hamarat kızınız iş başında :)))
Perşembe, Şubat 24, 2011
Satrançta At
At yerinden kıpırdadığında oyun başlıyor gibi gelir bana.
Diğerlerin aksine sağa sola, öne arkaya, çapraz di'il sadece L şeklinde hareket etmesidir ruhunu veren.
Ve oyun şimdi başladı...
Çarşamba, Şubat 23, 2011
Özel telefon görüşmesi
Telefonla tercihen yalnızken konuşurum, şartlar konuşmayı gerektirirse alçak sesle konuşurum.
Fakat topluluk halinde yaşadığımız için birlikte seyahat etmek durumunda oldugum bir bayan arkadaşın kendisinden ne kadar uzakta oturursanı oturun hayatının gündeminden habersiz olamıyorsunuz.
Bu akşam telefondakine kurduğu cümle aynen şu:
"Rafi yokken konuşuyim istedim bunlar çok özelimiz"
Anlattığı da müstakbel kaynanasına nasıl davranacağı...
Rafi'de damat...
Yandın sen Rafi yandın!
Bütün özelinizi biliyoruz :))
Ben kulaklığımı taktım müzik dinliyorum bi yandan da yazıyorum ama hala arada bir sesi geliyor kulağıma...
Salı, Şubat 22, 2011
Hayatın Tuzu Biberi
Hatta oturup bi de bilgisayar başına yazı bile yazabiliyorum. Derinlerden sapığın hain kahkahaları çalınıyor kulağıma ama onun beni tekrar ele geçirmesine fırsat vermeden yazımı yazıp yatmayı planlıyorum.
Efendim konumuz alışveriş.
Market alışverişi...
Hiç kuşkusuz Macro en sevdiğim süpermarket. Reyonlarında her üründe o kadar fazla seçenek var ki, sıradan olmayan bir şeyler yada piyasaya en yeni ne çıkmış takip etmek istiyorsanız arada sırada zevk olsun diye gidilmesi gereken bir yer.
Şimdi objektifimizi yazma sebebime doğrultalım.
Tata taaaaa!
Tuz ve Biber...
Blogumu ilk defa gelen birine saçma sapan gelebilir şu an okudukları ama sürekli takipçelerim zaten bekliyordur benden bu tür haberleri :)))
Efendim son yıllarda moda olduğu üzere her şeyin daha sağlıklısı daha az işlem görmüşü makbul. Uğur Dündar'ın -bizim kuşak ve daha eskiler hatırlar- ortaya çıkarttığı, haber merkezlerinde haber kalmayınca zeytine ayakkabı boyası, kırmızı bibere tuğla tozu katıyorlar diye flaş flaş verdikleri, sağlıklı yaşam koçlarının önerdikleriyle hoşuma da gittiği için soframızda bu ikilinin en saf halini bulundurmaya özen gösteriyorum.
Karabiber değirmenine alıştırdıysam da ev ahalisini tuz değirmenine hala mesafeliler. İlla ki tuzlukla tuz olacak.
Macro benim değirmen ihtiyacımı karşılamaktaydı karşılamasına da hep ithal ürünlerle hem de tek kullanımlık şişelerde.
Ama bugün yerli malı yurdun malı, doldurulabilir cam şişelerde tuz ve biberi görünce nasıl sevindim anlatamam.
Üstelik kapaklarını o kadar fonksiyonlu yapmışlar ki tuzunuzu 3 farklı boyda öğütebiliyorsunuz.
Tabi işin bi de fiyat yönü var ki; tuz 7,20 biber de 6 lira civarı. Oysa eski ismiyle züccaciye, şimdilerde Esse ve türevleri mağazalarda satılan değirmenlerin içi boş ve en sıradanı bile 15 liradan başlıyor.
Benden söylemesi ;))
Bıçak saplı
Sağ yanım uyuşmuş, sol yanım tek başına...
Sinsi bir hamleyle onu da ele gecirmeden acı, eve bi atabilsem kendimi :-((
Puslu akşam
Pazartesi, Şubat 21, 2011
Çok üşüyorum çok...
Çocukken kalabalık grup oyunlarında kişi sayısı fazla gelip de n'apacaklarını düşürken ben kendimi gönüllü feda ederdim. Kahramanlık di'il di yaptığım, kendi kendine acımak, bak sen olmasan da ne güzel oluyor, varlığınla yokluğun arasında yok bi fark diyip için için ağlamak.
Oyun yoksa bile fazla gelen oyuncu, kendime kendim oluyorum. Acaba öyle mi oldu, böyle mi oldu, sevmiyomu beni, kırıldı mı, yanlış mı yaptım???
Bazen ne kadar savunmasız, kırılgan, yalnız, terk edilmiş hissediyor insan kendini.
Uçurtmamı yine tam havalandırıyorum derken, ipin ucu elimde uçurtma beni bırakıp gitmiş kala kalıyorum sanki.
Üşüyorum işte çok üşüyorum...
Pazar, Şubat 20, 2011
Cumartesi, Şubat 19, 2011
Kadıköy'ün Çarşısı
Beyaz Fırın, Şekerci Cafer Erol, Baylan...
Cafer Erol'un her biri sanat eseri badem ezmeleri gerçekten baştan çıkarıcı, favorim karnıbahar...
Beyaz Fırın'ın hangi birini sayıyim?
Enfes görünümlü pastalar, kurabiyeler, sandviçler ve paskalya çöreği...
Bugün rotamı Kadıköy çarşıya çevirmemdeki niyet perşembe akşamı tiyatroya giderken vakit darlığından yiyemediğim tatlı için Baylan'ı ziyaret etmekti. Ama Beyaz Fırın mıhladı beni olduğum yere.
Bir gelinlik provası arasında gittiğimiz sınırlı zamanda yine Baylan yalan oldu. Bu da demek oluyor ki Baylan için bir Kadıköy ziyareti daha şart bana :))
Cuma, Şubat 18, 2011
Perşembe, Şubat 17, 2011
Vapurdan...
Şehrin ışıkları yanmış havada soğuksa, tıpkı bu akşam gibi...
En sonki randevumuzda Usküdar motorunun üst katında kulağımda 'nazende sevgilim' paltoma sıkı sıkı sarılarak boğaz köprüsüne karşı mutlu mutlu sırıtıyordum. O zaman yarın yazarım diyip yazamadım. Bu sefer bir vapurda hissederek yazmanın keyfini çıkarıyorum.
oh pek de güzel yapmışlar bu yeni vapurları :) en arkaya denize bakan sıralar çok başarılı. Tam seyirlik...
Stad da yakmış ışıklarını...
gerçi pervanelerin tam üzerinde olduğunuz için fazlaca bi titreşiyosunuz ama,
Aaa Galata Kulesi'nin ışıklandırması da değişmiş, gidip yakından görüle...
Çarşamba, Şubat 16, 2011
Hareketli yazar...
Şimdi de dişçiden bildiriyorum...
Sıkıntılı bi durum :((
Yok dişçiden korktuğum için di'il, beklemekten yana sıkıntım. Gerçi onu da şu an itibariyle verimli bir hale getiriyorum :)
Siz siz olun beyaz leblebi yerken sert gelen leblebiyi çatır çutur çiğnemeye kalkmayın çünkü çiğnemeye çalışıp çiğneyemediğiniz, yutuyim gitsin dediğiniz leblebi dişinizin kırılan bir parçası olabilir :)))
Posting time
Blogumu cep telefonumdan göndereceğim mailleri yeni bir yazı olarak yayınlamak için düzenlemeler yaptım.
Yani şu an bu satırları serviste telefonumun ekranında yazıyorum :))
Tabiki biraz daha meşakkatli ve sarsıntılı oluyo ama olsun...
Hoop! Şoför bey fazla sarsmayın. Arabada bebek var, pardon :-) yazar var
Artık böylece her zaman her yerden canlı yayın yapabilirim. Canlı yayın demişken bugün Grupanya'da 20 Tl'ye Zeyrekhane'de kahvaltı vardı. Sanırım bu gece yarısına kadar siz de alabilirsiniz. Kesinlikle kaçırılmayacak bi fırsat. Ama dikkat edin diğer kampanyaların aksine bu iki ay geçerli, satın alırken gösteriyor.
ilk hareketli yazıma burada son verirken, küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden, bunların dışında kalanların yanaklarından öperim.
Ahh!
Çukura girdik :-D
Salı, Şubat 15, 2011
Doğum günümü kutlayan, arayan, mesaj gönderen, facebook duvarımı dolduran, bloguma yorum bırakan, çiçek gönderen, hediye getiren, hediye gönderen, beni seven herkese...
herkese kocaman teşekkürler...
Ben de sizi çok seviyorum, iyi ki varsınız
Pazartesi, Şubat 14, 2011
Aşkın Gözü Kördür
Bayılıyorum bu Google'un görsellerine...
Renk körü olanların bu resmi nasıl gördüğünü gerçekten çok merak ediyorum :))))
Pazar, Şubat 13, 2011
Sevgililer Günü Dalgası
Bugün de eğlence ve dalga geçme konseptiyle karşınızdayım :)))
Karikatür kaynağımız Erdil Yaşaroğlu derlemelerinin İlişkiler başlığında toplandığı küçük bir cep kitabı. Gülay'a teşekkürler, bana böyle bir malzeme hediye ettiği için -İlişkiler konusunda anlayışımı zayıf bulmuş olsa gerek, "eğitim şart"-
Pazar Keyfi
Önce gazetelerin pazar ekleri itinayla okunur...
Ve evdekiler seçimi anlasın diye itinayla sayfanın üzerine oturulur :)))
Perşembe, Şubat 10, 2011
Allahım ne kadar mesudum...
Aşk olsun AŞK...
Artık sevgililer gününün suyu çıktığı için romantizmden çok gülme, dalga geçme, oyun günüymüş gibi geliyor bana.
Oyuncaklarımı sizinle de paylaşıyim mi, ister misiniz???
Salı, Şubat 08, 2011
S-i-stanbul
Her zamankinden erken bir saatte yola koyulduğumda güneş hala kırmızı yuvarlak bir şekerken; yeşil çimenlerin üstüne atılmış beyaz örtüleri, o beyaz örtüyü yırtıp çıkan zayıf çelimsiz ağaçları, boğaz sırtlarındaki koruluklarda bir kaç perinin geçerken bıraktığı beyaz iz alıp götürdü beni.
Masal bu ya;
Ben bir periyim, geceleri dolaşıp çiçeklerle arkadaşlık eden canları sıkılmasın diye;
Ancak sabah güneş doğmadan bütün çiçeklerimle görüşüp bitirmem gerekli görevimi.
Gel gör ki bazı geceler sohbete dalıp unutuyorum sabah olacağını, daha diğer çiçeklerimi ziyaret etmediğimi,
Hal böyleyken güneşin ilk ışıklarında ben bir çiçekten diğerine koştururken beyaz bir iz bırakıyorum ardımda.
Yaramaz peri yine oyuna, lafa dalmış herkes anlasın diye...
Zamansız Zamanlar
Yazmaya hevesli bir blogger olarak internet bağlantısıdır, iş yoğunluğudur engellerini aşıp da yazmak 100 metre engelli koşmaya benziyor.
Engellere meydan okuyup kaleme kağıda döktüklerimi sonra oturup bi de bilgisayar başında yazmak, yazımın ruhunu öldürüyor.
İnternet mi yazmayı öldürüyor, kağıda yazılanlar tuşlara basarken mi ruhunu teslim ediyor bilmiyorum.
Belki siz fark etmiyorsunuz kağıttan bilgisayara geçenlerle doğrudan bilgisayarda yazdıklarımı ama ben yazarken farkediyorum. Vermek istediğim heyecanı, tutkuyu paylaşamıyormuşum gibi geliyor.
Perşembe gecesi yazmayı istediğim sevgiyi, çoşkuyu, heyecanı; internetti kalemdi kağıttı derken cumartesi yazınca duygunun şekli şemali değişip yapamadıklarıma kızgınlığıma dönüşüverdi...
Yani yazmak da temel ihtiyaçlar yemek yemek, su içmek, tuvalete gitmek gibi bünye ihtiyaç duyduğunda olmalı ki susuzluğu gidersin, rahatlatsın.
Yine nerden nereye getirdim konuyu...
İşte kalem kağıtla yazarken daha oturaklı daha edebi şeyler yazmak dürtüsüyle yayılmadan konunun yan yollarına sapmadan zarif cümleler kurmaya çalışıyorum. Ama tuşlar elimin altında olunca beynime üşüşen her kelime her konu, amacından sapmak pahasına huzurlarınıza düşüyor.
Sürçü lisan ediyorsam affola :)))
Pazar, Şubat 06, 2011
Karlı Yaylam
Otelimiz, Ayder'deki evimiz Nature Lodge karlarla kaplı şimdi...
Yürüdüğümüz yollar
Çatımızdan sarkan buzlar, camdan uzanıp tutulacak uzunluğa gelmiş de geçiyor...
Otelin karşısındaki Orman Müdürlüğü'nün binasıydı sanırsam orası da karlar içinde şimdi
Merdivenlerimiz karlarla kaplı şimdi...
Gidemedik, İstanbul'dayız facebooktan bakıp bakıp resimlerine iç geçiriyoruz sadece...
Cumartesi, Şubat 05, 2011
Huysuzum ve de huzursuzum...
doğru zamanda doğru kelimeler neden olmuyor yanımda?
Kalınca bir başına kendinle "sersem, neden söylemedin içinden geçenleri" diye kızıyorsun kendine...
Halbuki hazırcevap, çok bilmiş, altta kalmayan, bazen ukala; ne oluyor da söylenemiyor, yapılamıyor içinden geçen onca şey...
Uzatıp elini dokunabilecekken neden kolun bedenine bitişik kalıveriyor hala, neyi kaybetmekten korkuyorsun?
Hayat almak isteyip de yanımıza kadar getirdiği şeyleri almak için uzanmazsak, kucağına atıp "hadi al, mutlu ol" demez ki...
O orda, sen orda...
Sen uzatıp elini almazsan, uzatan başka birisi almaz mı onu?
Kimbilir kaç bahar; burnunun ucuna kadar gelip sadece elini uzatmadığın, o gelip seni alsın diye beklediğin için daha uyanık biri tarafından kapılmış olabilir, biliyor musun????
Salı, Şubat 01, 2011
elini uzatıp yakalayabilecek kadar yakın, dar ve karanlık sokaklarıyla bir o kadar uzak..
kapısından girerken bugün, içerdeyken çok eski zamanlarda bir gün...
her cephesi İstanbul'un farklı bir güzelliğine dayamış yüzünü...
beyaz sabun kokusu, kalın kadife perdeleri, ahşabın yumuşaklığı, mumun ışığı, pembe sıvayla bir araya getirilmiş taşların çekiciliği, narların bereketi...
lezzetli yemekleri, zarif hizmeti...
tek olduğunuz sadece size özel bir yer...