bugün bi oyun oynadım blogumla...
yıllar önce bugün ne yazmışım....
http://dortyaprakliyonca.blogspot.com.tr/2007/11/i-bankas-reklamndaki-atatrk.html
http://dortyaprakliyonca.blogspot.com.tr/2007/11/oturup-sorunun-zerinde-dnmek-lazm.html
http://dortyaprakliyonca.blogspot.com.tr/2007/11/blog-yorumlar.html
Pazartesi, Kasım 09, 2015
Perşembe, Kasım 05, 2015
Gokyuzu
Bugun twitterda bir anket vardi, "her gun gokyuzune bakar misiniz?" Diye...
Son baktigimda % 34 hayir cevabini vermisti...
Nasil yaaaa?!?
Nasil olur da bir insan kafasini kaldirip gokyuzune bakmaz, gercekten nefes aliyor mu diye bir bakmak lazim...
Gokyuzune bakmiyor ama ekrana bakip bu ankete cevap veriyor >:
Gokyuzunu bakmadan, gordugume sukretmeden gecen gun bilin ki ben hayatta degilim demektir...
Saatlerin ayarlariyla oynandigi su iki haftalik surecin en mutlu anlari, sabahlari giderken gunesin dogusunu gorebilmemdir...
Bu mevsimde -nem olmadigindan olsa gerek, eee yagmurlu olmamasi da buyuk sans- o kadar guzel ki kizil, mavi, bulutlar...
Sukur, cok sukur....
Her gun gokyuzune bakabildigim, bakabilmenin farkinda oldugum icin...
Kesin Sonuçlar...
İz- Koku - "Unutulmuş Notlar"
Kokusu olmasa yasadiklarimizin, hissettiklerimizin...
Bi yani hep eksik kalirdi...
O bi koku, butun cocuklugunu alir getirir koyar onune
bazen
Akan gozyaslarini zaman buzlugunda donmus buz kupleri
olarak getiriverir bazen de
Askin yuzunde biraktigi o anlamsiz kocaman gulumseyisi
tekrar getirir oturtur yuzune
Hatiralar, anilar odasinin kilitli kapisini kolayca acan
sihirli bir anahtardir o
Ozeldir koku...
Her birinde biraktigi iz farklidir
21 Kasım 2013
**************************************
yazan insanın olmazsa olmazıdır...
geliş güzel kağıtlara yazılmış, unutulmuş notlar...
ya da telefonun notlar kısmına yazılmış yayınlanmamış cümleler...
iki yıl rötarla da olsa, artık yayında...
Çarşamba, Kasım 04, 2015
İşaretler - Kozalak - 7
Ben Jung'u keşfettikten sonra işaretler, daha doğrusu karşıma çıkan semboller, rüyalar, sayılar farkında olmadan ağzımdan çıkan sözler, bilinçsizce yaptıklarım daha bir anlamlı gelmeye başladı hayatımda...
Hayatta hiç bir şey tesadüf değil...
Günlük yaşantımızda eğer açık olursak; aslında açık olursak demeyelim dış uyaranlara kapılmadan içimizle bağı koparmadan yaşarsak ona da söz hakkı verirsek; iyiyi de kötüyü de, güzel haberleri de, sevgiyi de yakalarsın...
Geçenlerde yaptığım seyahatte benim için beklediğimden daha anlamlıydı...
Bir tepenin ortasında etrafında yakınında hiç bir şey olmayan, nefesinden başka ses duymadığın, yıldızların gökyüzünü silme doldurduğu çok güzel duygular hissettiren o yerde şimdilik ifade edemediğim bir şeyler var...
Bir şeylere gebe, boşuna değil...
Seyahatim boyunca kaldığım bütün odaların 7 rakamına çıkması da dikkatimi çeken başka bir şey.
7 ve 304
ve 7'nin ne kadar özel bir rakam olduğu düşünülürse bu da boşuna değil ama ben çözemiyorum hikmetini...
Miladını seçti hayatım...
Başlasın ya da bitsin dedi...
Göze alarak bitmenin acısını...
Bekliyor...
Rüzgarın esmesini...
Sonra bir kozalak çıktı karşıma...
Keçeden minik bir şapkası olan...
Beni alıp olmam gerekene götürmelisin dedi...
Neden diye sormadım, niçin sen, niçin o diye de sormadım...
İçimdeki sesi dinledim sadece....
Öğle tatilinin dar vaktinde, teknolojinin bizi bizden aldığı robot yaptığı bir iş gününde...
Sonra neden kozalak dedim?
Bunun bir anlamı olmalı...
Öyle çok derin araştırmadım, google'a sordum
"Hayat, üretkenlik, bereket" dedi
Yeni bir hayat başlıyor dedim ...
Hayatta hiç bir şey tesadüf değil...
Günlük yaşantımızda eğer açık olursak; aslında açık olursak demeyelim dış uyaranlara kapılmadan içimizle bağı koparmadan yaşarsak ona da söz hakkı verirsek; iyiyi de kötüyü de, güzel haberleri de, sevgiyi de yakalarsın...
Geçenlerde yaptığım seyahatte benim için beklediğimden daha anlamlıydı...
Bir tepenin ortasında etrafında yakınında hiç bir şey olmayan, nefesinden başka ses duymadığın, yıldızların gökyüzünü silme doldurduğu çok güzel duygular hissettiren o yerde şimdilik ifade edemediğim bir şeyler var...
Bir şeylere gebe, boşuna değil...
Seyahatim boyunca kaldığım bütün odaların 7 rakamına çıkması da dikkatimi çeken başka bir şey.
7 ve 304
ve 7'nin ne kadar özel bir rakam olduğu düşünülürse bu da boşuna değil ama ben çözemiyorum hikmetini...
Miladını seçti hayatım...
Başlasın ya da bitsin dedi...
Göze alarak bitmenin acısını...
Bekliyor...
Rüzgarın esmesini...
Sonra bir kozalak çıktı karşıma...
Keçeden minik bir şapkası olan...
Beni alıp olmam gerekene götürmelisin dedi...
Neden diye sormadım, niçin sen, niçin o diye de sormadım...
İçimdeki sesi dinledim sadece....
Öğle tatilinin dar vaktinde, teknolojinin bizi bizden aldığı robot yaptığı bir iş gününde...
Sonra neden kozalak dedim?
Bunun bir anlamı olmalı...
Öyle çok derin araştırmadım, google'a sordum
"Hayat, üretkenlik, bereket" dedi
Yeni bir hayat başlıyor dedim ...
Eskilerden...
Yazamayınca eskisi kadar, eski yazdıklarım çıkınca karşıma tekrar hatırlayalım o günleri...
http://dortyaprakliyonca.blogspot.com.tr/2007/06/la-fontaine.html
http://dortyaprakliyonca.blogspot.com.tr/2007/06/la-fontaine.html
Cumartesi, Ekim 24, 2015
Taslaklarda Kalanlardan -1
Allah Allah...
Yazacak bi'şi bulamıyo musun sen?
Vardır da içinde seslendirme yapmıyosun, yine büyük harflerle susmayı seçiyosun...
Etrafında olup biterken her şey sen tamamen dışındaymışcasına bi parçası di'il de o sırada tesadüfen ordan geçiyormuş gibi yapıyosun.
Taslaklarda buldum, 6 Şubat 2013'de yazmışım yayınlamamışım, hadi yayınlayalım :)
Yazacak bi'şi bulamıyo musun sen?
Vardır da içinde seslendirme yapmıyosun, yine büyük harflerle susmayı seçiyosun...
Etrafında olup biterken her şey sen tamamen dışındaymışcasına bi parçası di'il de o sırada tesadüfen ordan geçiyormuş gibi yapıyosun.
Taslaklarda buldum, 6 Şubat 2013'de yazmışım yayınlamamışım, hadi yayınlayalım :)
Hatırlamak
Ne kadar eskiyi hatırlayabilir insan?
Ben en erken neyi hatırlıyorum hayatımdaki?
Kardeşimin doğduğu haberini alışımız...
19 haziran 1980...
Karanlık bir akşamdı, erkek kardeşimizin doğduğunu kuzenimin söylediğini, hatta erkek oldu sizi dövecek dediğini hatırlıyorum...
Ya da çocukluk hatıralarımla kendi kendime oluşturduğum bir kurgu bu...
Kardeşimin akşam ezanı saatinde doğduğu gerçeği, o doğuma gittiğinde ananemlerde ve onun alt katında oturan teyzemde kaldığımız gerçekleri hatıralarımı doğruluyor.
Ve sadece 2,5 yaşındaydım...
Sonra başka bir hatıram var...
Bir sonbahar günü, aynı bahçe içinde ki diğer binada oturan teyzeme gidiyoruz. Annemin kucağında bebek kardeşim var. Sokak kapısından girdiğimizde soba külünün döküldüğü kutunun içten içe yandığını hatırlıyorum. Ve o sırada dışarıdan gelen büyük bir gürültüyle korktuğumuzu...
Fener Sancaktar yokuşunun başlangıcında, bahçe duvarının hemen dışında yolun karşısında yüksek bir bahçeyi taşıyan taş duvarın önünde kayık yapanların üzerine akan taşın ve toprağın sesiymiş o duyduğumuz...
Taş ve toprak yığını altından sağ çıkan olmadı sanırım :(
O zamanlar tüm mahalle birbirini tanırdı. Çok katlı binalarda hep aynı ailenin üyeleri otururdu. Ananemlerin yan binasında tüm mahallenin Ece diye seslendiği ama asıl adının Safiye olduğu bir teyzenin kocasıydı orada hayatını kaybeden...
Haftalar sürmüştü yola akan taşın toprağın kaldırılması, oraya yeniden duvar örülmesi...
Ben en erken neyi hatırlıyorum hayatımdaki?
Kardeşimin doğduğu haberini alışımız...
19 haziran 1980...
Karanlık bir akşamdı, erkek kardeşimizin doğduğunu kuzenimin söylediğini, hatta erkek oldu sizi dövecek dediğini hatırlıyorum...
Ya da çocukluk hatıralarımla kendi kendime oluşturduğum bir kurgu bu...
Kardeşimin akşam ezanı saatinde doğduğu gerçeği, o doğuma gittiğinde ananemlerde ve onun alt katında oturan teyzemde kaldığımız gerçekleri hatıralarımı doğruluyor.
Ve sadece 2,5 yaşındaydım...
Sonra başka bir hatıram var...
Bir sonbahar günü, aynı bahçe içinde ki diğer binada oturan teyzeme gidiyoruz. Annemin kucağında bebek kardeşim var. Sokak kapısından girdiğimizde soba külünün döküldüğü kutunun içten içe yandığını hatırlıyorum. Ve o sırada dışarıdan gelen büyük bir gürültüyle korktuğumuzu...
Fener Sancaktar yokuşunun başlangıcında, bahçe duvarının hemen dışında yolun karşısında yüksek bir bahçeyi taşıyan taş duvarın önünde kayık yapanların üzerine akan taşın ve toprağın sesiymiş o duyduğumuz...
Taş ve toprak yığını altından sağ çıkan olmadı sanırım :(
O zamanlar tüm mahalle birbirini tanırdı. Çok katlı binalarda hep aynı ailenin üyeleri otururdu. Ananemlerin yan binasında tüm mahallenin Ece diye seslendiği ama asıl adının Safiye olduğu bir teyzenin kocasıydı orada hayatını kaybeden...
Haftalar sürmüştü yola akan taşın toprağın kaldırılması, oraya yeniden duvar örülmesi...
O duvarın üstüne şimdilerde bir kondu var |
Çarşamba, Ekim 21, 2015
Bayburt'ta Başka Bir Dünya - Baksı Müzesi
Baksı Müzesi, 2014 Avrupa Konseyi müze ödülünü aldığında gazete ve dergilere haber oluşundan ben de haberdar oldum varlığından...
Sonrasında instagramda takip etttiğim kişilerin paylaşımlarından...
Sonrasında instagramda takip etttiğim kişilerin paylaşımlarından...
Etkilendim...
Görülesi bir yer olduğu kesindi. İstanbul’da pek çok sergi ve sanatın kalbinde doğru dürüst birine bile gidemezken Bayburt’a gitmek hayal ötesiydi.
Ama bazı anlar vardır ki çok üstünde durmadan olsun diye ısrar etmediğiniz ama gerçekten istediğiniz şeyler öyle kolayca sizin olur ki...
Şaşar kalırsınız, şükredersiniz sadece ilahi düzene...
Sacred 7 turun ilk defa düzenlediği Baksı Müzesi ve Rize yaylalarını kapsayan Erzurum’dan Trabzon’a Bir Derin Nefes programı beni de çekti içine...
Ve 16 Ekim sabaha karşı Erzurum’a giden uçakta buluverdim kendimi...
Baksı öyle kolay ulaşılası bir yer değil. (kırmızı daire içinde) Erzurum’dan Bayburt merkezine ulaştıktan sonra 45 dakika daha köy yollarında Baksı Müzesi ve İspir tabelalarını takip ederek uçsuz bucaksız coğrafyada yol aldıktan sonra bir tepenin üstünde kurulu, yer aldığı coğrafyada uzaylıların yaşadığını düşünebileceğiniz kadar farklı mimarisiyle karşınıza çıkıyor.
Baksı öyle kolay ulaşılası bir yer değil. (kırmızı daire içinde) Erzurum’dan Bayburt merkezine ulaştıktan sonra 45 dakika daha köy yollarında Baksı Müzesi ve İspir tabelalarını takip ederek uçsuz bucaksız coğrafyada yol aldıktan sonra bir tepenin üstünde kurulu, yer aldığı coğrafyada uzaylıların yaşadığını düşünebileceğiniz kadar farklı mimarisiyle karşınıza çıkıyor.
Gün doğarken ana müze binası |
Kendi nefes alışınızdan başka hiç bir sesin olmadığı -öten kuşları ve mutfak bölümünün önündeki terasta rüzgarla sallanan çanın sesi dışında-
Müzenin kurucusu, bir hayali-rüyayı gerçek kılan Hüsamettin Koçan hoca...
Bu köyde doğmuş, gurbete giden babasının yolunu beklemiş, aba'sına bir ev yapma sözünü artık o yaşayamayacak göremiyecek de olsa yerine getirmiş hayırlı bir evlat, vatansever, doğduğu topraklara varını yoğunu veren biri.
Gerçek bir sanatçı...
Gözlerinde dahilikle, deliliğin pırıltıları dolaşan 69 yaşında genç bir adam...
Hüsamettin Koçan kendi eserleri önünde |
Deli... Çünkü böyle bir hayali gerçeği dönüştürmek akıllı birinin yapabileceği, karşısına çıkan imkansızlıklardan pes etmeyerek durmadan devam edebileceği bir iş değil.
Dahi... Çünkü kimsenin bir araya getirmeyi düşünemeyeceği muhteşem bir karışımla bambaşka bir dünya yaratmış.
Bu ülkenin Hüsamettin Hoca gibi insanlara o kadar çok ihtiyacı var ki aslında...
Baksi'yi yaratıcısıyla dolaşmak, her bir eserin nerden nasıl geldiğini, hikayesini ondan dinlemek müthiş bir deneyimdi.
Yani müze ayrı, Hüsamettin hoca ayrı, bulunduğunuz coğrafya ayrı etkiliyor sizi.
Çoruh Nehri ayaklarınızın altında kıvrıla kıvrıla akarken, karşınızda dumanlı dağlar...
Gece olunca çıkan sonsuz yıldızlar, mevsim sonbahar olmasa gece çökünce soğuk kendini hissettirmese bütün geceyi yıldızları izleyerek geçirebilirdim.
sabah 6:30'da Baksı'da doğan gün... |
Müzenin "ON" sergisini görmek nasipti bize... Kuratörü Marcus Graf'a teşekkürler
Gelenekselle modernin müthiş bir uyumla bir araya geldiği bu yer, insana aslında ben nerdeyim ne yapıyorum, rakamlardan hedeflerden, birbirinin aynı tekrarlayan günlerden hayata, sanata, tutkuya, inanca dair neler kaçırdığını sorgulatan...
Dünyanın dışında başka bir gezegende küçük prens gibi hissediyorsun kendini...
Sanatı seven ama öyle sergi, etkinlik, bienal gezen biri olmadığım için bu kadar çok etkilendim belki de...
Depo Müze'de sergilenen "Kadınlık Halleri" eseri |
Belki de mekanın, coğrafyanın farklı enerjisi...
Belki de ruhu, misyonu, taşıdığı yüce değerleri...
Hoca'nin müze maketi üzerinde mekanları anlatırken, "aba'm için -anneye aba denirmis yörede- yaptığımm ev. Göremedi ama hemen karşı tepede yattığı mezarından görüyordur" sözleri...
Ruhu, gördükleri karşısında karmakarışık olan biri için öldürücü darbeydi.
Dağıldım...
Hatırladıkça, halen dağılıyorum...
Müzeyi, konferans salonunu, kütüphaneyi, müze depoyu gezdik...
Her bir eserin hikayesini tek tek anlattı, kendi deyimiyle ne kadar parası olduğunu bilmeyen ama satın aldığı her bir parçanın fiyatını çok net hatırlayan çok özel bir insan Hüsamettin Koçan...
Aynı zamanda karısına, Oya Koçan'a aşık...
Müze dediğime bakmayın, dört duvar bir bina içerisindeki eserler değil kastettiğim çok daha geniş. Soluduğum hava, karşıda sıralanan dağlar, aşağıda akan Çoruh Nehri, konuk evi binaları, gurbete bakan çocuklar, bastığım toprak...
Atölyeler...
Kök boyaların hazırlanıp ipliklerin boyandığı, tezgahta kumaşların kilimlerin dokunduğu...
Çocukların yaratıcı çalışmaları...
Ve hocanın çalışma atölyesi...
Aslında Baksı'yı anlatmanın bir yolu gerçekten var mı bilmiyorum.
Anlatılmaz yaşanır klişe bir cümle gibi gelse de, Baksı'nın tam karşılığı bu...
Ancak yaşarsanız gerçekten ne kaçırdığınızı anlayabilirsiniz.
Uzun lafın kısası, bu Baksı adamı umutlandırır, gururlandırır, duygulandırır, ağlatır, aşık eder, hayatını sorgulatır, yaşama sevinci verir...
Ve o makasla yüreğinizi ortadan ikiye böler bir parçasını orada bırakır gidersiniz...
Etiketler:
anadolu,
Anne,
Baksı müzesi,
Bayburt,
Çocuk,
dağ,
dahi,
Deli,
Fotoğraf,
geleneksel el sanatları,
gurbet,
hüsamettin koçan,
inanç,
mimari,
Müze,
ödül,
Sanat
Pazartesi, Eylül 28, 2015
Ay Dolunay
Boyle bir gecede yazmak lazim...
Yazmam lazim...
Odamin balkonunda karsilikli oturmusuz, uzun zamandir gorusmemis ama birbirini cok ozleyen iki sevgilinin karsilikli susmasi gibi susuyoruz...
Ama ben susmaya dayanamiyorum anlatmak, yazmak istiyorum...
O kadar berrak, temiz ve net ki...
O kadar alimli ve vakur ki alamiyorum gozlerimi ondan...
İki kelime yazip kaldiriyorum kafami, goz goze geliyoruz, sonra yine ben yaziyorum...
Her ne kadar ufukta biriken bulutlar dogusunu gostermediyse de, elbet bir gun onda da bulusucaz...
Sabaha kadar otursak karsilikli, hatta batarken kizila donerken de ugurlasam onu...
Ama onu da yapicaz bi gun...
Soz...
Burayi doguya baktigi icin bu kadar cok seviyorum belki de...
Her sabah gunesin ufuktan dogusunu gorebilmeyi, nazli ayi denk getirip dolunay halini...
Gunese dogarken bakabiliyorsun da yukseldikce yakiyor, acitiyor canini...
Oysa ki nazli ay hep bi mahcup, hep bi utangac hep bi sessiz ama gecenin karanligini aydinlatan puruzsuz yumusak isigiyla bir o kadar da guclu...
28 gunde bir kac gun sadece...
Her istediginde bulamadigin her gun goremedigin, kendini agirdan satan...
Sevgili ay sanirim bu gecelik bu kadar yeter aramizdaki tutkulu iliskiyi anlatmak icin ;-)
Pazartesi, Temmuz 20, 2015
10. Yıl
19 Temmuz 2005'de ilk cümlelerini yazdığım sevgili blogum ara vermeden, kendini kapatmadan ama arada bir ağırdan alarak hayatı; 10. yılını devirdi bu alemde...
Sanal alem suya yazılan yazı gibi olsa da, zaman akışında çabucak gerilere düşse de en nihayetinde yazı...
140 karakterden fazla, serverlar çökmedikçe birileri hacklemedikçe orda bir köy var uzakta misali, açmasak da bakmasak da hep orda duran bizim köyümüz...
Bir ara bütün yazılarımın bir kopyasını alıp bilgisayarıma yedeklemiştim ama nerde kaldım hatırlamıyorum :( Her blog sahibinin yapması gereken bir yedekleme bence bu...
Yani neymiş, blogumun yeni yaşındaki planlarında ilk sırada yedeklenmek ve her zaman ki gibi daha sık yazmak temennisi var.
Doğum günümüz kutlu olsun :))
Salı, Nisan 28, 2015
Kayıp Zamanlarda Yakaladıklarım
Akşam üzeri instagramda paylaştığım fotoğrafın devamı...
elimizdeki bu oyuncak, bi yandan hayati yakalatirken bize bi yandan da kacirtiyor ciddi ciddi... mesela bu guzel erguvan agaci
levent'te her aksam servisimin yol almaya basladigi ilk bi kac metre otemdeymis, ama ben tum gun bakamadigim #insta larima bakmaya basladigim icin o sirada gormuyomusum onu ama bugun n'olduysa "bana seslenmis olabilir " bi anda kafami kaldirdim ve goz goze geldik
soz verdim kendime yol boyunca etrafi seyredicem diye 👍 Allahim neler kaciriyomusum ben 😱😱 Levent'in sokaklarindaki her bahar yaptigim geziler, sen ki kalk git japon bahcelerine... cok kizdim kendime
Levent'te Şakayıklı sokağın başında karşılıklı açan erguvan ve mor salkımlar inanılmaz bir manzara yaratıyor. Dahası bir erguvana sarılarak yükselmiş mor salkımlar, yarın öğlen gidip görmek için inanılmaz bir istek yarattı içimde.
Biraz daha ilerde Venge'nin sokağında bir binaya yaslanıp salkımlarını göstere göstere büyüyen bir başka mor salkım :)))
O da ne Movenpick otelin karşısında Ziraat'in yanından anayola bağlanırken Ziraat'in hemen arkasında yükselen bina...
Hep üzerinde reklam brandalarının olduğu...
Aman Allah'ım o da ne???
Levent'in bu bölgesindeki evlerin dış cephesini süsleyen o güzel mozaiklerden biri yıllardır o çirkin brandaların arkasında saklanıyormuş :(((
Tem'e çıktığımızdaysa gökyüzü ve bulutlar şekilden şekile girerek eşlik etti bana...
Yol kenarındaki laleler, şu güneşi gördüğünde pembe pembe açan yerden yayıla yayıla giden çiçekler taşların üstünden taşarak yola akmaya çalışır gibiler...
Acaba bir gün aniden hızla büyüyüp tüm yolu kaplarlar mı ki?
Kaplasa ne güzel olurdu :)))
Bütün bu güzelliklere rağmen, insanoğlunun pisliği ve düşüncesizliği çarpıyor yüzüme...
Otoban kenarında piknik yaptıkları yetmiyormuş gibi çöpleri her yerde, pet şişeler, poşetler...
Korkunç :(((
Ama her şeye rağmen baharın güzelliği metro hattını çevreleyen teller üzerinde açan -yine mor salkımlar ;)- unutturuyor çirkinlikleri
Dipnot: Bu kadar anlattığımı bu kadar az fotoğrafla sunmak bana yakışmasa da; servis şoförümüzün -önceki hayatında minibüsçü olduğunu tahmin ediyorum- di'il fotoğraf çekmek bi gün kafayı ön koltuğa vurmazsam iyidir :))
Pazar, Nisan 19, 2015
Terrarium - Benim Dünyam
Terra, toprak; rium da akvaryumdan çağrıştıracağı üzere toprak dunyası diyebileceğimiz minik bir dünya...
Kendi kendine yetmeye çalışan nefes alıp veren gerçek bir dünya...
Bugün ben de kendime böyle bir dünya yarattım :-)))
Terrarium House'un yaratıcısı Burçin terrariumların doğuşundan başlayıp, nasıl yapıldığı, nasıl yaşadığı hakkında bilgilerle kendi dünyalarımızı yaratmayı öğretti bize...
Çakıl, üzerine aktif karbon yani kömür, üstüne bitkiye uygun bir toprak, sukulent, tropik bitkiler, liken, yosunlar, biraz kum ve maket dünyasından minik figürlerle yaratılıyor bu dünya...
Sadece bitkilere yuva olmanın ötesinde hikayesi olan dünyalar yaşıyor terrariumlarda.
Benim elimdeki malzemeden beynimin yarattığı hikaye, psikiyatristlerin hastalarına resim çizdirerek bilinçaltına ulaşma çabalarının ne kadar haklı olduğunun ispatı :-))
Öyle oturmaya devam edersen alır başımı giderim ;-))
Detaylar için klibi izleyebilirsiniz ;-)
Dipnot: Dünkü yazımın üstüne çatı, duvar bahçeleri derken kavanoz bahçeleri de eklendi listeye. Ama aynı kefeye koyamayız onlarla haksızlık olur...
Kendi kendine yetmeye çalışan nefes alıp veren gerçek bir dünya...
Bugün ben de kendime böyle bir dünya yarattım :-)))
Terrarium House'un yaratıcısı Burçin terrariumların doğuşundan başlayıp, nasıl yapıldığı, nasıl yaşadığı hakkında bilgilerle kendi dünyalarımızı yaratmayı öğretti bize...
Çakıl, üzerine aktif karbon yani kömür, üstüne bitkiye uygun bir toprak, sukulent, tropik bitkiler, liken, yosunlar, biraz kum ve maket dünyasından minik figürlerle yaratılıyor bu dünya...
Sadece bitkilere yuva olmanın ötesinde hikayesi olan dünyalar yaşıyor terrariumlarda.
Benim elimdeki malzemeden beynimin yarattığı hikaye, psikiyatristlerin hastalarına resim çizdirerek bilinçaltına ulaşma çabalarının ne kadar haklı olduğunun ispatı :-))
Öyle oturmaya devam edersen alır başımı giderim ;-))
Detaylar için klibi izleyebilirsiniz ;-)
http://flipagram.com/f/UGysRGoooH |
Cumartesi, Nisan 18, 2015
Doğa Nerde?
İstanbul için her geçen gün bu sorunun cevabı doğa ile hiç bağdaşmayacak bir yere çıkıyor...
Duvarda
Çatıda
Önce yeşili yok edip üstüne beton dökülüyor, sonra o beton üzerinde yüzlerce daireden oluşan bloklar dikiliyor.
Eee hani bunun yeşili deyince de, eee çatı bahçesi var...
Yol kenarlarında beton duvarlar, milyonlar harcanarak üst üste asılan desenler verilen duvar bahçeleri...
Aman da ne estetik bahçelerimiz var :(((
Son günlerde afişlerini gördüğüm Zorlu Center Raffles otelde yapılacak uluslararası çatı bahçeleri konferansı da hislerimi yazıya döküp tarihe not düşmem gerektiğini hatırlattı bana.
İstanbul'da ne kaldı yeşil adına doğa adına???
Doğayı keşfetmek için çatıya çıkmamız gerekiyormuş onu öğrendik sayelerinde
Duvarda
Çatıda
Önce yeşili yok edip üstüne beton dökülüyor, sonra o beton üzerinde yüzlerce daireden oluşan bloklar dikiliyor.
Eee hani bunun yeşili deyince de, eee çatı bahçesi var...
Yol kenarlarında beton duvarlar, milyonlar harcanarak üst üste asılan desenler verilen duvar bahçeleri...
Aman da ne estetik bahçelerimiz var :(((
Son günlerde afişlerini gördüğüm Zorlu Center Raffles otelde yapılacak uluslararası çatı bahçeleri konferansı da hislerimi yazıya döküp tarihe not düşmem gerektiğini hatırlattı bana.
İstanbul'da ne kaldı yeşil adına doğa adına???
Doğayı keşfetmek için çatıya çıkmamız gerekiyormuş onu öğrendik sayelerinde
Perşembe, Nisan 16, 2015
Mekanik
bu sabah ic sesimi yaziyim diye basladigim yazi, notlar kisminda kaldi :-(
su ana kadar da tamamen aklimdan cikmisti...
offff iste :-((
is iste :-((
kosturmacadan sana ait hic bir seyi hatirlamaya zamanin olmuyo :-((
neyse notlarima yazik olmasin, sabah son derece insani duygulara sahip bir insan olarak su an tamamen mekanik ve ruhsuzum...
BU SABAH 08:00
sis - sistanbul
havada asili duran buhar buyulu bir hava yaratiyor bende, farkli bi yerde yeni bir masalda gibi. ne kadar cok sis o kadar suprizli bir masal. kimbilir nerelerde ne manzaralar vardir.
kar bi de sis havada sesin dagilmasina farkli bir hal getirdigi icin her zamankinden farkli bir sesi var gunun...
al sana dakka 1 gol 1...
daha once bi kere yaptigim gibi butun gun ic sesimin soylediklerinden satir baslarini yazmaya karar verdim. iki sey vardi simdilik, ama birini unuttum :-((
tmm hatirladim :-))
leylaklar acmis, leylak zamani...
ne guzel...
mimoza, meyve agaclari, erguvan, leylak, hanimeli, aksam sefasi actiklarini gordugumde kalbim bi farkli carpar benim
Salı, Nisan 14, 2015
Öğle Kaçamağı- Japon Bahçesi
Başka bir dünya diyorum çünkü öyle bir hiç yokmuş rüya görmüşüm de uyanmış gibiyim. Fotoğraflar dışında delilimiz yok.
Fazla dolandırmadan lafı, Baltalimanı Kemik Hastanesinin çaprazındaki Japon Bahçesi burası...
İstanbul Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğüne bağlı, her gün açık ücretsiz girip dolaşabileceğiniz minik bir cennet. Minik diyorum çünkü gerçekten içine girip biraz yürüdükten sonra bu kadar mı diyorsunuz?
Evet o kadar :)
Ama baharda açan japon kirazları, japon gülleri ve şırıl şırıl akan yapay şelalesiyle dar alandan maksimum verim alınmış kimse inkar edemez.
Güzel fotoğraf kareleri yakalayabileceğiniz malzemesi bol bir yer.
Yaptığımız bir saatlik kısa ziyaret sırasında ziyaretçi kitlesinin hasta refaketçileri ve doktorları olduğu yönünde bir izlenim oluşturduysa da, arada bir bizim gibi plaza kaçkınlarına da rastlanabilir.
Uzun lafın kısası öğle tatilinde 10 dakika yürümek yerine, 10 dakikalık taksi yolculuğu ve çantaya atılan sandviçler başka bir dünyada keyifle geçirebileceğiniz bir saatin bileti...
Etiketler:
Bahar,
bahçe,
Baltalimanı,
Boğaziçi,
öğle tatili,
plaza
Pazartesi, Nisan 06, 2015
Yagmur
Baharin keyfi bi baska...
Yagmuru daha bi baska...
Ansizin islatsa da, sudan cikmis baliga dondurse de isterim ki hep olsun...
Mesela su an, o kadar cok isterdim ki agaclarin, otlarin arasinda yurumek...
Yeni surgun veren agaclar, cicek acan dallar, taze yesil yapraklar...
Hayat devam ediyor...
Projeler, planlar, toplantilar, sunumlar...
Oysa hayat dogal akisinda sessiz sakin usulca ve huzurla bir kez daha yeniden basliyor...
Eee yuru, kim tutuyor seni???
Ve geliyor sentetik hayatin cevaplari,
servissiz bu trafikte zor
topuklu ayakkabi giyiyorum
kiyafetim hic musait degil
Eh iste o zaman ancak oturur yazarsin
Sonra neden tadini cikaramiyoruz bu baharin, yagmurun, gunesin....
Perşembe, Nisan 02, 2015
Alternatif Çocuk Eğitimleri
Çocuğum olmasa da çocuklarla iletişim kurmayı ve onlarla oynamayı çok sevdiğim için, hiç lazım olmasa da çocuk eğitim yöntemlerine merakım var.
Geçen senelerde nerden aklıma düştüğünü bilmiyorum ama Waldorf modeliyle ilgili bayağı bir araştırma yapmıştım.
Bugün de sadece Waldorf değil diğer alternatiflerle ilgili bir konferans olduğunu öğrendim ve başta anne babalar olmak üzere benim gibi meraklılara iyi bir kaynak olduğunu düşündüğüm etkinliği paylaşmak istedim.
http://www.alternatifokullar.com/alternatif-egitim/
Ayrıca etkinlik dışında da iyi bir kaynak site, hele Waldorf oyuncaklarına bayıldım :))
http://www.alternatifokullar.com/waldorf-okullari/waldorf-oyuncaklari/
http://playfullearning.net/2013/10/crafts-for-kids-needle-felted-acorns/
Salı, Mart 31, 2015
Burada Elektrik Yok
İnsanoğlu ateşi bularak, kendine yepyeni bir dünya yarattı
Ama elektriği bularak da kendini en büyük mahkumiyete bağladı...
Artık elektriksiz bir hiçiz
İnternet yok, telefon yok, su yok, sıcak yok, soğuk yok, yemek yok, yok, yok, yok...
Niyetim bu irdelemeye girmek değil,
Sosyal medyada markaların elektrik kesintisini etkin bir iletişime dönüştürdükleri tweetlerinden haberdar etmek sizi.
Krizi fırsata çevirenler yani ;))
ve diğerleri...
sosyalmedya.co
Ama elektriği bularak da kendini en büyük mahkumiyete bağladı...
Artık elektriksiz bir hiçiz
İnternet yok, telefon yok, su yok, sıcak yok, soğuk yok, yemek yok, yok, yok, yok...
Niyetim bu irdelemeye girmek değil,
Sosyal medyada markaların elektrik kesintisini etkin bir iletişime dönüştürdükleri tweetlerinden haberdar etmek sizi.
Krizi fırsata çevirenler yani ;))
ve diğerleri...
sosyalmedya.co
Pazartesi, Mart 30, 2015
Balkabaklı Cheesecake
Yenilenmiş Balkabaklı Cheesecake tarifim...
Kabaklar...
500 gr kabak (küp küp doğranacak ama çok küçük değil)
400 gr toz şeker
1/2 kg su
25 dakika orta ateşte pişirip, çatalla kontrol ederek altını kapatıyoruz.
Taban...
1,5 paket burçak yada sultani bisküvi (rondodan geçirilerek toz halinde)
80 gr eritilmiş tereyağ
80 gr ince çekilmiş ceviz
3 çay kaşığı tarçın
iyice harmanlanarak kelepçeli kalıp tabanına sıkıştırılarak döşenir. Hazırlanan taban dinlenmek üzere buzdolabında 15-20 dk. bekletilir.
Hamur- Cheese bölümü...
500 gr labne peyniri (fazla suyu süzülmeli)
1 paket krema (bu ikili çırpılarak karıştırılır)
1 su bardağı toz şeker (krema ve labne karışımına eklenip çırpılır)
3 yumurta (tek tek kırılarak hamura eklenir)
1 yemek kaşığı tepeleme un
1 paket vanilya (elenerek hamura karıştırılır ve son halini alır)
Fırına vermeden önce
Buzdolabında dinlenen taban döşenmiş kelepçeli kalıbın dışı alüminyum folyoyla kaplanır.
Hazırlanan hamur tabanın üzerine dökülür
Daha önce pişirilen kabakların 2/3'ü şerbet kısmı alınmadan hamurun içine karıştırılır. (eşit dağıtmaya özen gösterin)
Folyoyla sardığımız kalıbı daha büyük bir tepsinin içine oturtup büyük olan tepsinin içine de su koyarak fırına veriyoruz.
150 derecede 1 saat pişen cheesecake'imiz fırın kapandığında halen biraz gevşek gibi dursa da fırında yarım saat sonrasında dışarda 3-4 saat dinlendiğinde kendini bulacaktır. (tercihen 1 gece)
Sosu...
Chesecake adını veren üstündeki sosudur, gerisi teferruattır :)
daha önce pişirdiğimiz bir kısmını hamura eklediğimiz kabakların kalanını 3-4 yemek kaşığı şerbetinden de ekleyerek kıvamlı bir püre haline getirip üzerini güzelce kaplıyoruz.
Yarım cevizlerle süslediğimiz cheesecake sunuma hazır hale gelir.
Afiyet olsun
Kabaklar...
500 gr kabak (küp küp doğranacak ama çok küçük değil)
400 gr toz şeker
1/2 kg su
25 dakika orta ateşte pişirip, çatalla kontrol ederek altını kapatıyoruz.
Taban...
1,5 paket burçak yada sultani bisküvi (rondodan geçirilerek toz halinde)
80 gr eritilmiş tereyağ
80 gr ince çekilmiş ceviz
3 çay kaşığı tarçın
iyice harmanlanarak kelepçeli kalıp tabanına sıkıştırılarak döşenir. Hazırlanan taban dinlenmek üzere buzdolabında 15-20 dk. bekletilir.
Hamur- Cheese bölümü...
500 gr labne peyniri (fazla suyu süzülmeli)
1 paket krema (bu ikili çırpılarak karıştırılır)
1 su bardağı toz şeker (krema ve labne karışımına eklenip çırpılır)
3 yumurta (tek tek kırılarak hamura eklenir)
1 yemek kaşığı tepeleme un
1 paket vanilya (elenerek hamura karıştırılır ve son halini alır)
Fırına vermeden önce
Buzdolabında dinlenen taban döşenmiş kelepçeli kalıbın dışı alüminyum folyoyla kaplanır.
Hazırlanan hamur tabanın üzerine dökülür
Daha önce pişirilen kabakların 2/3'ü şerbet kısmı alınmadan hamurun içine karıştırılır. (eşit dağıtmaya özen gösterin)
Folyoyla sardığımız kalıbı daha büyük bir tepsinin içine oturtup büyük olan tepsinin içine de su koyarak fırına veriyoruz.
150 derecede 1 saat pişen cheesecake'imiz fırın kapandığında halen biraz gevşek gibi dursa da fırında yarım saat sonrasında dışarda 3-4 saat dinlendiğinde kendini bulacaktır. (tercihen 1 gece)
Sosu...
Chesecake adını veren üstündeki sosudur, gerisi teferruattır :)
daha önce pişirdiğimiz bir kısmını hamura eklediğimiz kabakların kalanını 3-4 yemek kaşığı şerbetinden de ekleyerek kıvamlı bir püre haline getirip üzerini güzelce kaplıyoruz.
Yarım cevizlerle süslediğimiz cheesecake sunuma hazır hale gelir.
Afiyet olsun
Pazar, Mart 29, 2015
Performans Grafiği
Hayatımız sürekli olarak bir şeyleri karşılaştırarak, sunumlar hazırlayarak geçiyor. Ve o grafiğin hep yukarı daha yukarı çıkması hedefleniyor.
Ben de 10 yıllık blog performansımı şöyle bir grafiğe dökeyim, içler acısı performansımı gözler önüne sereyim dedim.
Bu blogu yazanı 2011 yılından beri istikrarla düşen performansından ötürü nasıl değerlendirmek gerekirdi bilmiyorum.
Ama ben kendisini günahlarıyla sevaplarıyla sevdiğim, iyi günde kötü günde hep birlikte olduğumuz için, yazmamak için geçerli nedenlerine hak verdiğim için istediğini yapmak da serbest :))
Diğer yandan 10 yıl önce yayına hayatına başlayan blog yazarlığını istikrarla sürdürebilmek de takdir edilesi kabul edelim.
Siz de desteğinizi esirgemeyin lütfen ;)
Etiketler:
Blog,
blogger,
grafik,
performans
Sarı Işık
Benelux seyahat notlarımın bir kısmı halen defterimde duruyor...
Seyahatimiz sırasında günlerin de kısa olması nedeniyle şehirlerin akşamlarını da fazlasıyla görme imkanı bulduk. Yüksek tavanlı, geniş pencereli evlerde güneş battıktan sonra yanan tüm lambaların yumuşak sarı bir ışık verdiğini gördüm. Hollanda'da bir tek evde bile beyaz ışık yoktu.
İstanbul'a baktığımızda durum tam bir karmaşa...
Tek renk ışıkları olan bir binaya rastlamadım, Beyaz, sarı karışık, hatta bazen çok daha ilginç gece kulubü aydınlatmasına sahip evler de görmek mümkün.
Yıllarca kristal avizelerde kullandığımız klasik şeffaf camlı ampüllerin yerini daha çok ışık verdiği için tasarruflu beyaz ampüllerle değiştirmeye başladık. Ve hayatımız beyaz ışık oldu.
Hastane gibi, beyaz, bembeyaz...
Ancak sarı ışığın yumuşak ve huzur verici atmosferini gördükten sonra, evdeki ampüllerin hepsinin sapasağlam olmasına aldırmadan, sarı ampüllerle değiştirdim.
Öncesinde ev halkını uyardım, şimdikinden daha karanlık olabilir belki ama sarı ışığın gözlerimize ruhumuza daha iyi geleceğini düşünerek hazırladım onları.
Gel gör ki, sarı ışık veren ampülleri taktığım ilk akşam beklentinin aksine çok daha iyi bir ışık yakaladığımızı farkettim.
Aslında gözün de istediği buymuş demek ki...
Güneş ışığı sarıdır, sıcaktır,
Alev sarıdır, ısıtır.
Mum alevi, elektrik yokken hayatımızı aydınlatandır.
Eeeee, hangisi beyaz ışık verir???
Demek ki doğalı sarı ışık...
Hayatınızda küçük bi değişiklik arıyorsanız ve ampülleriniz beyaz ışıksa, değiştirin bence ;))
Cuma, Mart 27, 2015
Goge Acik Yurekler
Gece yatmadan disardan gelen pit pit seslerine baktigimda inceden, tek tuk atistirdigini gordum. ilik bir hava ve yagmur sesleri...
huzur iste bu kadar basit bir sey benim icin...
atistiran taneleri duymak yerine hissetmek icin camdan kolumu uzattim, sonra avuclarimi actim gokyuzune...
gokten yagmur inerken yere, dualar dilekler daha bi cabuk cikarmis, daha bi kabul olurmus derler...
ben de avuclarim gokyuzunde dileklerimi dualarimi soyledim rabbime, o sirada avucuma dusen her bir damla sanki cevapti bana...
sonra acik ellerime degen su taneciklerini amin diyerek surdum yuzume...
huzurdu bana tek verdigi...
Çarşamba, Mart 25, 2015
Yazmak
her yerden notlarim cikar, gunluk niyetine tuttugum onlarca defter gecmistir hayatimdan. Blogum olsa bile her zaman hayatimda yazdigim bir defter olmustur.
Duygulardir yazdiran, icinden gecen dalgalar, firtinalar, asklar, heyecanlar...
Ama hayati etrafinda olup bitenleri bosladikca, umursamadikca, aska bile sirtini donmussen, olmayani oldugu gibi kabullenip sorgulamiyorsan duygularin da
"ne hissedicem, niye hissedicem ki?"
diyorsa o kelimeler de yan yana gelip cumle olmuyor.
o cok sevdigin, her firsatta cok ozledim valla bu sefer gelicem diye soz verip verip de gitmedigin, gitmedigin icin vicdan azabi duydugun arkadasin gibi oluyor bir zamanlar dans ettigin kelimeler.
Salı, Mart 24, 2015
Zamansiz Uykular
Günümüz insani diye başlıycaktım ki cümleye ne gerek var bu kadar genellemeye dedim...
Istanbul'da yaşayan evinden işine gitmesi saatlerle ölçülebilen özel servisleri olan insanlar konumuz...
Kurumsal sirketlerinin Istanbul'un iki yakasi degil iki en ucu arasında gidip gelebilecek servis luksune sahip olanlar...
Yataktan kalkip, ayilmak ve giyinmek, sokaga cikmak vucudun uyanip yeni gune başlaması normal olarak, bünye diyor ki "günaydın, hadi başlasın gün"
Buraya kadar her şey tamam...
Sokağa çıkıyorsun, soğuğu da yedin mi ayılıyorsun.
Gel gör ki, servise binip yola koyulduğunda tatlı bir uyku bastırıyor...
Hadi başlasın ikinci uyku dalgası...
Eee hani ayılmış güne başlamıştın...
Servisten indiğinde uykunun mahmurluğu bilip bilmediği bütün küfürleri ettiriyor insana,
Vee yeniden ayılmanın dikenli yolları
Demem o ki, bu zamansız uykular çalışan insanın ruh ve beden sağlığını olumsuz etkiliyor. Hatta araştırma yapsalar depresyonu tetikleyen bir unsur bile olabilir.
Peki çözüm nedir derseniz?
Hareket halindeki arabada okuma problemi olmayanlar bir şeyler okuyabilir. Hatta çok iyi bir seçenek. ama benim gibiler için zor :(((
Henüz kendime bir çözüm bulamadım ama araştırmaya devam ediyorum.
Buraya kadar her şey tamam...
Sokağa çıkıyorsun, soğuğu da yedin mi ayılıyorsun.
Gel gör ki, servise binip yola koyulduğunda tatlı bir uyku bastırıyor...
Hadi başlasın ikinci uyku dalgası...
Eee hani ayılmış güne başlamıştın...
Servisten indiğinde uykunun mahmurluğu bilip bilmediği bütün küfürleri ettiriyor insana,
Vee yeniden ayılmanın dikenli yolları
Demem o ki, bu zamansız uykular çalışan insanın ruh ve beden sağlığını olumsuz etkiliyor. Hatta araştırma yapsalar depresyonu tetikleyen bir unsur bile olabilir.
Peki çözüm nedir derseniz?
Hareket halindeki arabada okuma problemi olmayanlar bir şeyler okuyabilir. Hatta çok iyi bir seçenek. ama benim gibiler için zor :(((
Henüz kendime bir çözüm bulamadım ama araştırmaya devam ediyorum.
Perşembe, Mart 19, 2015
Aksam Mutfagi
Uzun zamandir kek pasta islerinden elimi ayagimi cekmistim. Fit hayatin kosullarindan sekeri ve unu, tatliyi olabildigince uzak tutmaya calistim kendimden...
yememek icin evdekilere de yapmiyordum :-)
ama bu aksam bi heves bi arzu bi istek, sofradan kalkar kalkmaz mutfaga kostum...
radyoyu actim, radyo alaturka hem de...
kendimi gecmis zaman mutfaklarinda ki anneler gibi hissettim, keyiflendim farkli bi zamana boyuta gecmis gibiydim...
cikolatali kekim icin tam portakali rendelemeye baslamistim ki, en sevdigim benim icn en suprizli olan sarki calmaya baslamasin mi ;-)))
nalan altinors, nazende sevgili...
vardir ya hani bi'sey yaparken aniden sizi mutlu eden seyler cikiverir karsiniza, o isin o seyin cok guzel olcagina bi isarettir...
iste oyle...
mutfakta bi keyif aksami boyle gecti iste...
Pazartesi, Şubat 02, 2015
Yaz Bakalim
instagramdan beri resimlerle yazilari birlestirip 3-5 dakikada servis ediyorsun, tepkileri yorumlari bir kac saat icinde alip motive oluyorsun...
Hizla yasama hizli cozumler...
Blog yazmak nerden baksan daha uzun uzadiya bi is...
Bi de yazdiklarin senin degil, sen yazdiklarinin esiri oluyorsun agizdan cikan soz gibi...
Aslinda eskisi gibi bloguma yazmadigim icin vicdanen cok rahatsizim, bu nedenle her yazi da bir gunah cikarma halindeyim...
bu sene biraz daha farkli bi'seyler yapiyorum aslinda kendime yaziyorum. yazdiklarimin hala benim esirim oldugu...
Klasik gunluk tutmaya basladim 3 ocak itibariyle ama 1 ve 2'sine de notlar dustugum...
aksamlari yatmadan bir iki sayfa tarihe not dustugum, gunluk yasananlardan cok ruhumda yarattiklari hissettirdiklerine dair... bir makine olmadigimi hayatin mobil cihazlarla donmedigini ispata calisan ruhuma gunluk...
ruh gunlugu...
henuz bir ayi tamamladi ama 2,5 formayi tuketmisim :-))
boyle giderse 3 ayda bir yeni bir defter almam gerekicek...
az once yazdim son bir kac gunun ozetini ama doyamadim yazmalara bi de bloguma yazayim dedim ;-)
yarin gece kovada aslan dolunayi var, yaraticilik falan cosacakmis sanirim bende ki bu yazma coskusunu da dolunaya borcluyuz...
dolunayin astrolojik etkileri icin
juno ve dincer guner'in solarlunarx'ini tavsiye ederim ;-)
http://junoastrology.com
http://solarlunarx.blogspot.com.tr/?m=1
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)