Cuma, Haziran 29, 2007
La Fontaine
Küçükler yaşamadan daha aldatmayı, kandırılmayı, masal gibi geliyor masalsa anlatılanlar. Ama okudukça görüyorum ki aslında masallar en gerçek olanmış.
Şimdi de La Fontaine'den masalları okumaya başladım. İş Bankası yayınlarından Sabahattin Eyüboğlu'nun Fransızca aslından çevirisiyle. Yani en doğru haliyle. Farkettim ki masalları orjinal çevirisinden okumak gerek, çünkü aksi takdirde yazan kendine göre mutlu sonlar farklı yollar çizebiliyor.
Eminim kitabın sayfalarında ilerledikçe, buraya yazmak isteyeceğim pek çok masal çıkacak. Ama şimdilik Çok Başlı Ejderha'yla, Çok Kuyruklu Ejderha'nın masalını anlatacağım size.
Türk padişahının bir elçisi
Alman imparatoruna gelmiş bir ara
Tarihlerin yazdığına göre bu elçi
Kendi padişahını övmüş Almanlara
-Bizim sultan, demiş;
Çok daha kudretlidir sizin imparatordan
Alman'ın biri üstelemiş:
-Bizimkinin öyle beyleri var ki, demiş;
Her biri bir devletin başıdır,
Her bey ayrı bir odu çıkarır.
Türk elçisi uyanık adammış,
Lafın altında kalmamış:
-Evet, demiş; duymuşluğum var
Başlarına buyrukmuş sizin beyler
Ama bakın bu durum ne getirdi aklıma
Olmayacak bir şey, ama oldu, ben gördüm.
Çitle çevrili bir yerde oturuyordum,
Bir de baktım yüz başlı bir ejderha,
Yüz başını birden
Geçirmiş çitin deliklerinden.
Sen gel de korkma,
Kanım donacaktı neredeyse.
Ama korktuğumla kaldım, o başka.
Ejderhanın başları girdi,
Gövdesi giremedi çitten içeri.
Bitti derken bu korkulu rüya,
Birde baktım bir başka ejderha;
Bu seferki tek başlı, yüz kuyruklu,
Geldi çitin önünde durdu.
Ben başladım yine
Ecel terleri dökmeye.
Bu ejderhanın tek başı
Giriverince bir delikten,
Gövdesi, kuyrukları, muyrukları
Süzülüp geldi ardından,
Deliği açtıkça açaraktan.
Anladınız mı ne oluyor
Bu iki ejderha?
Biri sizin imparator,
Biri bizim padişah
Hisseli Harikalar
3 saatlik muhteşem bir gösteriydi. Bugüne ait esprilerin de yer aldığı müzikal her şeyiyle mükemmeldi. Hikaye ve müzikler zaten bildiğiniz gibi, fazla bir şey söylemeye gerek yok. Ancak seçilen yeni oyuncular mükemmel.
Özellikle Süheyla Deniz rolünde Ayça Varlıer'in performansı inanılmazdı. O ne ses, ne nefes, ne gırtlak. Hande'nin de dediği gibi herhalde nefes alınca diyaframa kadar değil, parmak ucuna kadar içine hava doluyor. Mehlika Cafer'i de unutmamak lazım.
Gerçekten bu müzikal için daha iyileri olamazdı bana göre.
Finalde Haldun Dormen sahneye çıkıp, oyunun hayatta olmayan oyuncularını ve müzisyenlerini de andı. Çiğdem Talu, Melih Kibar'ı alkışladı herkes. Ama en çok alkışı Adile Naşit aldı.
Şimdi Anadolu turnesine çıkıyor, Ege-Akdeniz sahillerinde denk gelirseniz seyredin. Yoksa İstanbul'a dönünce kaçırmayın derim.
Çarşamba, Haziran 27, 2007
Mizah Zekanın Zekatıdır
Aile doktorumuz Opr. Dr. Asım Taşer hep derdi ki doktor olan uykuyu sevmeyecek, rahatına düşkün olmayacak. Yaptığı basit bir muayeneyle hastalığı tespit eder, en pratik tedavi yöntemiyle sonuca ulaşırdı. Ne ultrasonlar, ne MR'lar. Şimdi 80'lerin üzerinde olduğu için hasta bakmıyor. Ama yine de geçen sene beni Amerikan Hastanesi'nde gereksiz bir apandisit ameliyatı olmaktan o kurtarmıştı.
Eskiler bir başka canım.
Prof. Dr. Tarık Minkari'nin kitabını okurken hem kendi doktorumuza hem de Tarık Bey'e olan inancım ve sevgim öyle arttı ki. Şu an hiç tereddüt etmeden genç bir doktora gitmektense Tarık Bey'e koşulsuz teslim olabilirim.
Daha çok şey öğrenebilmek için ücret almadan hastanede yatıp, nöbetten nöbete ameliyattan ameliyata koşan süper kahraman.
Kitabını okumanızı tavsiye ederim. Yayınlanmış daha pek çok kitabı var ama benim ilk okuduğum "Mizah Zekanın Zekatıdır"
Kitaptan hoşuma giden bölümler...
"Neşenizi böylesine korumanızda unutma yeteneğinizin etkisi büyük olsa gerek.
- Kesin
Ama sanki unutmaktan çok unutmaya çalışmak
-İkinci plana koyup üstüne ağırlık koyuyorum. 'sen çıkma buradan' diyorum. Görmüyorum. Mümkün değil unutmak, ama tazelemiyorum ve üstüne gitmiyorum. Büyütmüyorum. Yeşertmiyorum ve intikam diye bir hedef koymuyorum. 'Gömülü kalsın çürür o' diyorum."
Mal bıraktın, mülk bıraktın, üşüştük
Kavga ile niza ile bölüştük
Üç karış toprak için dövüştük
Sen mezarda huzur ile yat baba
Evlatların etsin diye rahat
Sen geçinirdin hep kıt kanaat
Evladından sana olsun nasihat
Orada da mal aldıysan, sat baba
Nasıl hoşuna gitti anlatamam, sarıldık birbirimize keyifle çıktık hastaneden
Pengueni seviyorum; yavrusu için katlandığı zorluklara, harcadığı emeğe, yavrusu için yaşamasına. (Bu bölümü detaylı ve güzel anlatmış Tarık Hoca, kitaptan okuyun diye tamamını koymuyorum)
Kaplumbağayı sevmiyorum; İztuzu'nun en güzel kumsalına gelir.Yürür gider bir çukur kazar yumurtalarını bırakır sonra örter ve def olur gider. Yumurta çatladığı zaman doğan yavru enkaz altında kalmış gibidir. O minicik yavru annesinin hiç yardımı olmadan kumları eşeler yukarıya çıkar ama nereye gideceğini bilemez. Yavruların çok azı suya gidebilir. Suya gittiği zaman belki annemi görürüm diye etrafa bakar. Ama annesini hiç bir zaman göremez. Çok sonra günün birinde annesiyle karşılaşırsa ne o anneciğim diye ona sarılır, ne de anne yavrusuna yavrucuğum der. Aralarında hiç bir ilişki yoktur.
Salı, Haziran 26, 2007
Gelibolu
Hava sıcaklığının 37 derece civarlarında olması çok fazla gezme olanağı tanımasa da; Gelibolu'nun mutlaka görülmesi gereken bir yer olduğunu söyleyebilirim. Havalar serinleyince şehitlikleri de kapsayan bir ziyaret planlıyorum. İnşallah.
Diğer adı Azebler Cami olan Namazgah 1407'de deniz askerleri (Azepler) için inşaa edilmiş ilk açık hava camii. Yaz aylarına denk gelen ramazanlarda burada halen teravih kılınıyormuş.
Namazgah'ın hem sağ tarafında yamaçtan aşağı baktığınızda gördüğünüz manzara.
Denizaltı Şehitleri Parkı hemen Fener'in altında.
Boğaz'ı geçen gemiler o an sanırım bana özel bir jest yapıp bu kadar yakınlaştılar.
Bayraklı Baba Türbesi fenerden aşağıya doğru yürüyünce. Hikayesine gelince; 1400'lü yıllarda savaşta sancağı taşıyan asker bayrağı düşmana teslim etmemek için parçalayıp yutmuş. Öldükten sonra da mezarımın üstünden bayrak eksik olmasın dilemiş. Ziyaret edip niyet tutanların niyetleri olunca gelip bayrak bırakıyorlarmış türbeye.
Deniz fenerini gece seyretmek ayrı bir keyif. İlk defa bir feneri bu kadar yakından gördüm. Ve fenerle bir hatıra pozum olsun istedim.
Yine fener parkından gece Hamzakoy ışıkları
Resimlerden de anlaşıldığı üzere çok dar bir alanda dolaşabildik. Ancak gezilecek pek çok tarihi yerin önünden geçtim ve bi dahaki seferde ziyaret etmek için not aldım. Mevlevihane gibi.
Ha bu arada küçük bir not; Çanakkale yada Gelibolu'ya gitmek için sakın Metro Turizm'i tercih etmeyin. Hem giderken hem gelirken yaşadıklarımdan sonra otobüs yolculuğu fobisi oluştu desem yalan olmaz. Zaten uzun bir dilekçeyle kendilerini uyardım, belki aynı şeyler bir daha olmaz ama benim cesaretim kalmadı.
Perşembe, Haziran 14, 2007
Seyyah
Kanuni döneminde Osmanlı'da dönen entrikalar; kadınların inanılmaz gücü ve imparatorluğun durumu. Piri Reis'ten Mimar Sinan'a tarihin önemli isimleriyle ders kitapların dışında bir romanın içinde karşılaşmak belki de beni bu kadar cezbetti. Anlatılanlarla gerçek tarihin ne kadar örtüştüğünü kıyaslayabilecek kadar iyi bir tarih hafızam yok, ama gerçek tarihin de ders kitaplarındaki olduğu düşünülürse, hangisi daha doğru kimse bilemez.
Roman'ın sonundaki "Esere Dair" bölümü de en az roman kadar ilginç.
"1960'larda New York Times'ın en çok satanlar listesinde Mika Waltari adında meçhul bir yazarın "The Wanderer" (Seyyah) romanı boy gösteriyordu...
Kapağı çevirir çevirmez iki sahifeyi kaplayan Osmanlıların Kanuni devri imparatorluğun haritası...
Finlandiyalı yazarın asıl adı "Michael el-Hakim" olan "Seyyah" romanı 17 dile çevrilmiş. Ama Türkçe bu dillerden biri değil...
1980'lerde kitabın İngilizce çevirisini zorluklarla buldurdum...
Kafama takmıştım, bu roman da "The Egyptian" gibi Hollywood'da bir film veya dizi halinde çekilmeliydi... Senaryo özeti hazırlayıp Fin yayıncılarla temasa geçtim. Waltari geçen yıl vefat etti. İyi olurdu. Ama büyük savaş sahneleri var, çok para lazım, bizim gücümüz yetmez. Ortak yapımcı bulursanız belki olur. Mesela tarihin taraflarından biri. Almanlar... dedi.
Alman ZDF "şiddete karşıyız çok kanlı sahneler gerekecek" diye kaçamaklarda bulundular... "Osmanlı Türkleri'nin Viyana önlerine kadar gelişini ekranda göstermek hoşunuza gitmedi, değil mi?" deyip işi orada kapattım...
Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz'dan medet umdum...
Bir kitap sohbetinde tarihimizin şanlı anını -hem de yabancı kaleminden- bu kadar güzel yazan bir romanın hala çevirisinin yapılmamış oluşuna üzüldüğümü anlatırken ...
Aylar sonra Gülşah adlı bir genç kız telefon etti, o kitap sohbetinde bulunduğunu kitabı Amerika'dan getirtip tercümeye başladığını bildirdi...
"Ekonomist" dergisinin 12 Şubat 2006 tarihli sayısında; "Kurtlar Vadisi-Irak filminin yapımcısı Mehmet Çelebi, Türkiye'de işlendiğinde ses getireceğini düşündüğü projeleri değerlendiriyor. Bunların başında da Osmanlı ve Atatürk geliyor" haberi yer alıyordu ...
Birden ayağa fırladım. Kanuni'nin Viyana Muhasarası'nı anlatan Waltari'nin romanı tam biçilmiş kaftan! Mehmet Çelebi'yle temas yollarını başladım aramaya. Sonra durup düşündüm. Bu yaşta bana mı düşer bu işler? Var mı kolları sıvayacak başkaları?
Hikayenin sonu.
Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan "
Perşembe, Haziran 07, 2007
Semt Pazarları
İstanbul’un en eski semt pazarlarından olan Fatih Çarşamba semtinde kurulan; pazarın kurulduğu günden mi semtin adını aldığı yoksa semtin adı diye o günde mi pazar kurulduğunu merak ediyorum.
Çocukluğum, ilkokulum, ortaokul, lisem ve orada oturduğum sürece pazarımız hep Çarşamba’da geçti.
İki gündür eve giderken sağa sola asılmış bez afişlerdeki duyuru dikkatimi çekti.
“Akpınar ve Altay sokaklarında Perşembe günü kurulan Pazar bilmem kaçıncı idare mahkemesi kararıyla kurulmayacaktır”
Haritaya baktım, Perşembe günleri kurulan Merter pazarını kapsayan sokaklar. Çok gitmesem de içim bi garip oldu. Bu sabah eskiden pazarın kurulduğu sokaktan geçerken, alışılmış pazar kurma telaşı yerine demir zabıta korkuluklarıyla sokak girişlerinin kapatıldığı, zabıta araçlarının yol kenarlarında beklediğini ve bir kaç pazarcının yağmur altında toplandığını gördüm.
Neden artık kurulmayacağını, insanlara olumlu olumsuz etkilerini düşündüm. Evet pazar kurulduğu günlerde bu sokaktaki evlere ulaşım ciddi bir sorun. Allah korusun hastalığı, felaketi var. Pazar sonrası pisliği var. –ama Pazar sonrası sokakların tazyikli suyla yıkandığını görmüştüm- Ancak bu sorunlar önceden de var olan ve hep var olacaklar. Ancak pazarın kurdurulmaması nedeni olarak kafamda başka bir şüphe var. Pazar sokağı içinde süper lüx bir bina yapılmaktaydı. Bugünlerde bitmiş yada bitmek üzeredir. Evin değerini olumsuz etkileyebilir Pazar.
Bir de bu pazardan yaşamlarını sürdürenler var. Acaba bu insanlar napıyor çalıştıkları Pazar kapanınca? Bugün Perşembe günü gittikleri, yarın Salı günü gittikleri. Ya sonra?...
Pazarda bulduğum tazelik, kalite, çeşitlilik ve uygun fiyatı hiç bir süpermarkette bulamadım şimdiye kadar.
Zaten birer birer manavlar kapandı, kasaplar, bakkallar tekip etti birbirini. Sonra da insanlar arasındaki iletişim kanalları tıkandı, içimize kapandık.
Çocukluğumda alışveriş listesi verilirdi elimize. Hasan Bakkal Camcı Çeşme Yokuşu üzerinde bizim sokaktan çıkınca hemen solda, karşı çaprazında da Ahmet Bakkal. Küçük alışverişler içindi. Yokuşun başında Çukurbostan’ın karşısında; kapısında ve içinde kedilerin eksik olmadığı ve benim sürekli kedilerden kaçtığım; geveze sahibinin bütün kız çocuklarına –evde kalacaksın, kimse almayacak seni- diye takıldığı kasap. Yukarıya doğru biraz daha yürüdüğünde tuhafiyesi, kuruyemişçisiyle yolu ortadan ikiye bölen polis karakolu ve onun bitişiğindeki manav. Karakolun karşısında Sultan Selim Eczanesi. Bir yanında fırın, diğer yanında şarküteri, ciğerci, saatçi ve Şanlar Pastanesi..
Pazartesi, Haziran 04, 2007
Kısa Tatil Sonrası
Sadece cumartesi günü bir kaç saatlik kısa bir toplantının dışında denizin ve güneşin tadını çıkarttık. Cumartesi akşamı şık bir gala yemeğinde Betül Demir'in şarkılarıyla coştuk, dans ettik.
Aynı anda iki farklı şehirde olamayacağımdan İstanbul'u, Red Bull Air Race'i Aysun'a bırakmıştım. Yorumu sayfada, resimleri de bi kaç güne kadar eklemeye çalışacağız.
Bugün, yorgunum, uykusuzum ve işteyim.
Ama keyifliyim
Eski adıyla Altın Boynuz
Eski İstanbul...
Tarihi,bütün dinleri bütün ırklardan insan çeşitlerini birarada bulabileceğiniz çok eski bir yerleşim yeri. İki yıldır çok büyük bir organizasyona mekan oluyor. Altın Boynuz belki de o heybeti günlerine geri dönüyor yavaş yavaş.
RED BULL AİR RACE
Nereden nasıl başlayıp ne anlatabilirim bilmiyorum ama tek kelimeyle rüya gibiydi.
Evim Haliç’i ayaklarının altına aldığı için herşeyi saniye.saniye.çok rahat bir şekilde izleme imkanım oldu.Geçen seneki Red Bull yöneticilerinin yaptığı konuşmalar çok olumluydu.İstanbul’a özellikle Haliç’e hayran kaldıklarını ve pilotların bu parkuru çok sevdiklerini söylemişti.Tarihi açıdan, camilerin ve kiliselerin bir arada olması, ezan sesleriyle çan seslerinin karışması onları hayran bırakan bir diğer taraf.
Hazırlıklar 10 gün önce başladı. Hem Taş Kızak Tersanesi hazırlandı hem de açık olan eski Galata Köprüsü’nün Balat kanadı. Bu sene protokol için oldukça gösterişli ve geçen senenin 2 katı büyüklüğünde bir alan seçildi. Sahilde belirli noktalara büyük ekranlar konuldu.
Perşembe gecesi saat 3.00’de hataneden dönerken insanlar sahilde hummalı bir çalışma içerisindeydi. Cumartesi günü 11.00 gibi kapılar (hava kuleleri) şişirildi konuklar gelmeye sesler yükselmeye başladı ve İstiklal Marşımız okundu, start verildi. Başımı gökyüzüne kaldırdığımda bir kere daha Türk olmakla gururlandım ve tüylerimi diken diken eden Türk Hava Kurumu paraşütçüsünün Türk bayrağını Haliç semalarında dalgalandıra dalgalandıra indirmesiydi.Tek tek pilotlar hünerlerini sergilemeye başladılar. Bu sene kapı sayısı sanırım geçen seneden daha fazlaydı. Oldukça zorlandılar. Aralarda gösteriler yapıldı. İşte onlar bence yarıştan daha çok ilgi gördü. En üst zirveye çıkıp başını aşağıya verip döne döne inmek acayip bir adrenalin.
Bir ara gümbür gümbür bir ses geldi evlerin arasından gri parlak renkte heybetli bir uçak.
Heybetinden ve büyüklüğünden dolayı çok kıvrak değildi ama geçişi bile “vaav” demeye yetiyordu.Evlerin arasından çatıların üzerinden o kadar yakın geçiyordu ki elimi uzatsam dokunacaktım sanki.
Bence bir gösteriyi daha alnımızın akıyla güzel bir şekilde ağırladığımıza inanıyorum.Umarım
önümüzdeki sene yine tercih ediliriz.Türkiye’mizi İstanbul’umuzu tanıtmak açısından oldukça güzel bir fırsat.
Yoncacım o gün seninle birlikte izlemek isterdim.Umarım önümüzdeki sene böyle bir fırsatımız olur.
Aysun