Pazartesi, Temmuz 31, 2006
Haftasonu Tatili
Hiç yapmayı düşünmediğim şeyleri yaptım bu haftasonu. Benim gibi derinlik korkusu olan birisinin küçük bir kayıkla balığa çıkması; derinlerde olta sallayıp balık beklemesi ve hiç bir şey tutamaması zamanlama hatası olsa gerek. Saat 10'da balığa çıkıldığında bir kaç balıkla dönmeye şükretmek gerek galiba.
Aslında balık tutmadım desem yalan olur; çünkü kuzenlerim oltalarındaki balıkları çıkarıp kucağıma attıklarından hepsini yakalayıp kovaya atarken tutmak zorunda kaldım.
İki tekerlek üzerinde süratle gitmek, motora binmek hiç düşünmediğim, heveslenmediğim şeydi. Ama gel gör ki; onu da yaptım. Motorla gitmek evet keyifli. Ancak otomobilden daha tehlikeli olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Havuz, güneş, deniz, yemek, manzara ve sevdiklerin olunca; yaşadığın an yaşanmaya değer oluyor.
NOT:İstanbul dışında olduğum için Red Bull Air Race'e gidemedim. Üstelik Aysun'dan güzel bir davet almışken. Ama yine de yarış saatinde televizyonun karşısına geçip izledim. Ve yarışmayı Haliç'te seyredenlerin gerçekten çok şanslı olduğunu düşünmeden edemedim.
Cuma, Temmuz 28, 2006
Acil Alarm Haritası
Acil Alarm Haritası
Oyunlar
Türkiye gerçeği hiç bir zaman değişmiyor.
Çocukken oynadığımız oyunlar hayallerimizde istediklerimiz, keyif aldıklarımızdı aslında. Bugün yaşadığımız gerçek; ne kadar yakın oynadıklarımıza?
Bulduğum her fırsatta dans ettiğimi kuzenlerim ve arkadaşlarımla dans kareografileri oluşturduğumuzu hatırlıyorum. Dirty Dancing filminin şarkısı en favori parçamızdı. (Özlem, Elif, Aysun hatırlıyor musunuz?) Bi dönemde şarkı söylemek. Eurovision Türkiye elemelerini banda kaydedip, sonra da o şarkılardan en beğendiğimi ezberleyip söylemek ciddi bir azim olsa gerek. Hala unutmadıklarımdan biri Emel-Erdal’ın söylediği “Pardon”.
“Mil pardon, bin pardon,
Pardon bütün olanlara.
Kırdıysam, üzdüysem özür dilerim senden”
Hatta bir “Halley” maceramız var ki; hatırladıkça hala gülüyorum. Kendimiz söyleyip banda kayıt etmiş, kayıt esnasında dış mihrakların saldırısına uğramıştık. -Yanılmıyorsam erkek kardeşimiz ve erkek kuzenim vardı işin içinde-. Kaydımızı dinlediğimizde şarkıyla başlayan, bağırtı ve kavga sesleriyle süren komik bi’şey bulmuştuk.
İlkokulda da en çok kavga ettiğimiz; birlikte de ayrı da yapamadığımız arkadaşım Özge’yle okulun arka bahçesinde bir kaç sınıf arkadaşımıza tek şarkılık bir konser bile vermiştik. Bildiğim kadarıyla Özge şu an gitar çalıyor ve şarkı söylüyor. Hatta 4-5 sene önce Star’da öğle saatlerinde yayınlanan bir şarkı yarışmasında da seyrettim onu.
Şarkıcı yada dansçı olamasam da; finans sektöründe olabileceğim o zaman düşündüğüm en son şey bile değildi.
Perşembe, Temmuz 27, 2006
Air Race İstanbul'da
29 Temmuz cumartesi günü Haliç'te Red Bull Air Race gerçekleştirilecek. Bir nevi Formula 1'in havada yapılanı. Zorlu parkurlar, kritik dönüşler saatte 400 km üzerinde hız ve adrenalin.
Atatürk Köprüsü ile Galata Kulesi arasında Haliç'in üzerine kurulan bu yarışmaya özgü hava kapılarından kurallara göre geçiş yapıp en kısa sürede rotayı tamamlayan İstanbul ayağının birincisi olacak.
www.redbullairrace.com sitesinde yarışın tarihçesi, kuralları, geçmiş yarışlar hakkında pek çok detayı bulabilir, videolar seyredebilir; neredeyse iddialı bir air race yorumcusu olabilirsiniz. Oldukça keyifle dolaştığınız sitede air race'cilik bile oynayabilirsiniz.
Bence izlemesi çok keyifli ve heyecanlı olacak yarış hakkında biraz daha detay vermek gerekirse...
Hava gösterileri 14:30' da ve Red Bull Air Race' in ilk turu 16:30' da başlayacak.
Pilotlar bir slalom rotası dahilinde zamanla yarışarak şişme hava kapılarının arasından uçarak ve bir takım akrobatik manevralar sergileyecekler.
Şişme hava kapıları ultra hafif spinnaker materyalinden yapılmış iki adet koniden oluşmaktadır. Bu materyal uçak kendisine değdiği anda yırtılmaktadır. Hava kapıları 20 metre yüksekliğindedir ve her bir koni arasında 10 ila 14 metre mesafe bulunmaktadır. Bir uçağın hava kapısına çarpması halinde kapı derhal dağılmaktadır. Kapılar pilotlar açısından hiç bir şekilde tehlike arz etmemekte ve birkaç dakikada yeniden şişirilebilmektedir. Quadro ise, dört adet kapıdan oluşmaktadır.
Pilotların kapılardan, farklı şekillerde, doğru yüksekliklerde ve belirtilen yatay veya dikey açılarda geçmeleri gerekmektedir. Kapıda bulunan mavi şerit yatay geçişi, kırmızı şerit ise dikey geçişi belirtmektedir. Pilotlar, doğru geçişleri gerçekleştirmemeleri halinde saniye cezası almaktadırlar.
Bu heyecanlı yarışı izlemek ücretsiz. Sadece kendinize Haliç sahillerinde uygun bir yer yada Haliç manzaralı evi olan bir tanıdık bulmak kafi.
Hayırlı Kandiller
Ne acı ki masum insanlar ve çocuklar göz göre göre öldürülüyor. Lütfen dualarımızda savaşın sona ermesini ve iyiliklerin kötülüklerden daha çok olduğu bir dünya dileyelim.
Çarşamba, Temmuz 26, 2006
Fonksiyonel Gıda Ürünleri
Bağırsak problemleri için yoğurt, bağışıklık sistemini güçlendirici süt ve benzerleri. Son olarak bu gruba kolesterol düşürücü ürünler eklendi. Bugün itibariyle fonksiyonel sütlü ürünler pazarının 20 milyon dolar büyüklüğünde olması ve bir yıl gibi kısa bir sürede %50 oranında büyüme beklentisi pazarı cazip kılıyor. Pazardaki ürünlerin de yaz kampanyası adı altında fiyat düşürme yarışıysa rekabetin artmaya başladığının göstergesi.
Bir süredir Danacol diye bir şeyin piyasaya çıkacağını duyduk ama kimdir nedir anlayamamışken; Ülker'den Kalbim Benecol filmlerin ortasında ekranlara flu görüntüsüyle yerleşmeye başladı. Tahminlerime göre Danacol'de Danone'nin icadıydı.
Yanılmadığımı bugün okuduğum bir haberle gördüm. "Az yağlı sütlü bir ürün olan Danacol, içerisindeki bitkisel sterollerle kolesterolün bağırsakta emilimini azaltarak, kolesterol seviyesinin düşmesini sağlıyor."
Önceleri katı margarini allayıp pullayıp (yaşınız yetmese bile forward maillerle gelen 70'lerdeki sana yağ reklamlarını görmüşsünüzdür) o dönemdeki genç, yaşlı kim varsa yedirip kolesterollü bir nesil yarattılar. Sonra katı yağ kalbinizin düşmanıdır; doymamış yağ oranı düşük yeni ürünlerimizi tüketin dediler. Şimdi de çıkan kolesterolünüzü bizim ürünümüzle düşürün diyorlar.
Ne çelişki ama
Fillerin Savaşında Çimenler Ezilir
Onların defterinde ölenler, yaralananlar, yıkılanlar sadece bir sayıdır. Sayısal değeri dışında bir anlamı olmayan. Çocukmuş, gençmiş, insanmış, canmış, yaşammış hiç farketmez.
Neden kozlarını bir satranç tahtası başında paylaşmayıp da; silahlarla adice oyunlarla masumları sırtından vurarak zafer çığlıkları atarlar.
"Tüfek icat olundu mertlik bozuldu" sözünün ne kadar doğru olduğunu her atılan kurşunla, her patlayan bombayla bir kez daha düşünür oldum.
Barut hiç icat edilmeseydi...
Daha huzurlu olur muydu dünya?
Ama bu kez de masumları öldürmek için başka şeyler üretirlerdi mutlaka, salgın hastalıklar, genleriyle oynanmış yok edici canlılar.
Her geçen gün kötülerin güç kazanır, iyilerin biraz daha güçsüz düştüğünü görmek yarınlarda ne olacağımızı düşündürüyor insana.
Pazartesi, Temmuz 24, 2006
Can Dündar yazılarına düzeltme
Ancak bu hafta sonu bir yazıma bırakılan notla; maalesef bir emeğe saygısızlığa benim de istemeyerek sebep olduğumu üzülerek öğrendim.
Can Dündar Yazıları başlığı altında yayınladığım aslında Can Dündar'a ait değilmiş. Ömerlütfi Küçükosman'ın yorumunu okuyunca Can Dündar'ın sitesinde hemen bir araştırma yaptım. O da kendisine ait olmayan yazıların, kendisinin imzasıyla internette dolaştığını ve bu yazıları
Sahte Yazılar bölümü altında topladığını gördüm.
Önce sitemdeki; Can Dündar'a ait olmadığından emin olduğum yazıyı kaldırmayı düşündüm ama bu çözüm değildi. Herkesin bu yanlışı bilmesi ve benimle aynı hataya düşmemesi için bu düzeltmeyi yapmayı uygun gördüm.
Ve bundan sonra internetten gelen; yazarından yüzde yüz emin olmadığım hiç bir yazıyı yayınlamamaya karar verdim.
Çarşamba, Temmuz 19, 2006
1 yıl oldu
Yola çıkıp yürümeye başladıysan eğer...
Ve hala yürüyorsan eğer...
Tam bir sene önce başladığım internet günlüğümde hala yazıyor olmak; bazen bırakmayı düşünsem de sevdiklerimin, arkadaşlarımın, yazılarımı takip edenlerin desteğiyle küçük molalar versem de devam etmemin en büyük nedenidir.
Çocukken büyük bir hevesle başladıklarımdan; çabucak sıkılıp vazgeçmem nedeniyle "maymun iştahlı" olarak tanınsam da. Olgunlaştıkça sabrım ve azmimle herkesi şaşırtıp, utandırdığımı bir kez daha gururla söyleyebilirim. İşte blogum da süreklilik gösteren tercihleriminden biri oldu.
Geçen bir yıla baktığımda resimli Yonca tarihi olmuş dedim kendime. Yaşadıklarım, hissettiklerim, güldüklerim, düşündüklerim, sevdiklerim, kızdıklarım...
Herşeyiyle bana ait; yorumlarınızla da size...
Salı, Temmuz 18, 2006
Karayip Korsanları 2
Gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda Karayip Korsanları'nın ikinci filmi Ölü Adamın Sandığı hakkında pek çok haber okuyorsunuzdur. Ben yeni birini eklemiycem. Ama filme giderseniz jeneriğin sonuna kadar kalın çünkü Hürriyet'in Pazar ekinde Ömür Gedik jenerikten sonra sürpriz bir sahne olduğunu söylüyor. Benim gittiğim sinemanın makinisti sabırsız olduğu için öyle bir sahne göremedim. Gören olursa lütfen bana da anlatsın yoksa bi daha filme gideceğim.
Makyajı, oyuncuları, çekimleriyle çok güzel olduğunu düşündüğüm film bence en iyi makyaj oscarı için kuvvetli bir aday. Kaptan Jack Sparrow'u anlatmaya bile gerek yok, ilk filmdekinden de muhteşem. Bu adamın koşmasına bayılıyorum.
Ve bir de aşık adam. Davy Jones. Aşkı acı verdiğinde; aşkını kalbine, kalbini söküp bir sandığa; sandığı da bir adaya gömecek kadar çok seven.
Davy Jones'un gemisi Uçan Hollandalı'nın mürettabatı ise deniz altındaki her canlının ayaklanıp karaya çıkmış haliydi. E tabi Kraken'ı anmadan geçmek olmaz.
Filmlerin sonu anlatılmaz ama bu filmin sonu yok. Çünkü beklenen son için yeni bir sahneye geçildiğini düşünürken; jenerik yazılarını görmeye başlıyorsunuz ve koltuğunuzda öylece kalıyorsunuz. Gerçekten bitti mi diye.
Cuma, Temmuz 14, 2006
Sağlıksız Sağlık Sektörü
Ancak diğer sektörlerde olduğu gibi müşterimiz ne kadar çok ürünümüzü kullanırsa o kadar iyidir felsefesiyle çapraz satış yapmaya çalışmak bence pek mümkün değil. İhtiyacı olmayan bir ürünü müşteriye satmak satışa göre başarı olsa da; pazarlama açısından durumu farkettiğinde müşterinin kaybedilmesine ve olumsuz deneyimlerini paylaşmasıyla kuruma zarar olarak dönecektir.
Bazı özel hastanelerin ticari kaygılarıyla kapıdan içeri adım attığınızda gerekli gereksiz ne kadar şey varsa yaptırdıklarını bildiğim için; zorunlu olmadıkça onlara gitmem. Ancak Amerikan Hastanesi bunların dışında tuttuğum bir hastaneydi, taki bu haftaya kadar.
Apandisit şüphesinde, -farklı uzmanlardan ve kaynaklardan edindiğim bilgiye göre- ilk bakılması gerekenler ateş ve kandaki lökosit düzeyi. Yani tomografi değil. Hatta tomografide belli bile olmazmış. Zaten olmadı da. Hadi bi de ilaçlı tomografi çekelim dediler.
Artık bu noktada pes deyip, tecrübesine güvendiğimiz ama artık hasta bakmayan yaşlı aile doktorumuza danışıp onun gözetiminde başka bir hastanede başka bir cerraha göründüm. Teşhisten emin olmak için ateş ve lökosit tabi ki ölçüldü.
Çarşamba, Temmuz 12, 2006
İkizler 4,5 Aylık
Salı, Temmuz 11, 2006
Seni Beklediğim Kadar
Gerisini nasıl getireceğimi bilmediğim için başka işlere dönüp, sonra tamamlarım deyip bırakıp kalkıyorum. Ve döndüğümde göndermeden siliyorum...
Belki bu yazı da maillerle aynı sonu paylaşacak...
"Ne hasta bekler sabahı
Ne kanlı şahidi mezar
Ne de şeytan, bir günahı
Seni beklediğim kadar"
Necip Fazıl'ın bu şiirinin ikinci bir kıtası var. Ama ben henüz onu söyleyebilecek kadar ne vazgeçtim, ne de cesurum.
Cumartesi, Temmuz 08, 2006
Kadınlar
Dünyanın en karmaşık canlısı ise kesinlikle biz kadınlar...
Standart bir etki tepki mekanizması yoktur. Bazı çok bilenler şöyle yapılırsa, böyle olur diye ahkam kesse de her etki her zaman aynı tepkiyi vermez. Bazen kızdırırken, bazen sevindirir; bazen ağlatırken bazen gülümsetir.
Kainat yaratıldığından beri onları çözebilen bir tek kişi bile çıkmadı. Uğurlarına ne savaşlar oldu, ne topraklar kaybedildi, ne kanlar döküldü. Ama hiç bir şey onlardan önemli olmadı.
Bırakın erkeklerin onları anlamasını, onlar çoğu zaman kendilerini anlayamıyorlar. Ve çoğu zaman hayretle bakıyorlar erkeğe...
Aslında kafamdan geçen karmaşık duyguların nedenine ulaşmaktı amaç. Dedim ya biz kadınlar o kadar karmaşığız ki; kendimiz bile kendimizi çözemiyoruz bazen. Bir dakika önce mutlu eden olayın bir dakika sonra farklı bir detayını bulup mutsuz olabiliyorlar. Doğa da onun böyle karmaşık olmasına ortam hazırlıyor; yağmuruyla, rüzgarıyla, güneşiyle. Belki bu yüzden o da Tabiat ANA. Dişilik öğesi yüklenmiş. Karmaşık, anı anına uymayan, günlük güneşlikken fırtınaya dönen; fırtınadan sonra hiç bir şey olmamışcasına sakin, taze.
Bir de bütün bu karmaşaya destek veren biyolojik etkenler var ki, zor olan koşulları daha da içinden çıkılmaz hale yada tam tersi imkansız denen şeyleri imkanlı hale getiren. Hormonlar
Annelik hormonu, kadınlık hormonu ve henüz adı konulmamış yada benim bilmediğim tüm diğer hormonlar.
Garip şeylerin cezalandırıldığı yada ödüllendirildiği Amerikan eyaletlerinden birinde cinayet suçundan yargılanan kadının PMS yani adet öncesi sendorumu yaşaması nedeniyle cezasının indirildiğini okumuştum.
Fiziksel etkilerini bir yana bıraktığınızda duygusal etkisinin yarattığı baskılar erkeklere uygulansa eminim ki dünya nüfusu şimdi olduğundan çok daha az, savaşlar, cinayetler, kazalar çok daha fazla olurdu.
Ama biz kadınlar bize yüklenen zorluklarla; yine bize verilen güçlerle baş edebiliyor; sevdiklerimizin hayatını cennete, sevmediklerimizinkiniyse cehenneme çevirebiliyoruz.
Cuma, Temmuz 07, 2006
Kaçırılmaması Gerekenler
7-11 Temmuz tarihleri arasında Sultanahmet'te Yerebatan Sarnıcı'nda Sema gösterisi olacak. Daha önce Kapadokya'da izlediğim gösteri eminim ki Yerebatan Sarnıcı'nın gizemli atmosferinde çok daha etkileyici olacaktır.Başlama saati: 20:00
Biletleri Biletix'ten alabilirsiniz.
18 Temmuz'da ise Arkeoloji Müzesi bahçesinde Tuluyhan Uğurlu'nun "Dünya Başkenti İstanbul" konserine gidebilirsiniz. Konser için müzenin sütunlu ana giriş kapısı sahne olarak kullanılırken, müze ve Çinili Köşk özel olarak aydınlatılacak. Sahnenin iki yanına kurulacak dev perdelerde baştan sona muhteşem İstanbul görüntüleri ve İstanbul üzerine hikâyelerle konser görsel olarak da destekleniyor. Başlama saati:21:00
Git Desem De
Kalbim, beynim ve ruhum
"sakın gitme" diye fısıldıyor.
Git diyen bile aslında, gitmesin istiyor.
Orda olduğunu bilmek;
Sessizce diğer tarafta tek bir kelime beklemek.
Bu kalp çarpıntısını artık istemiyorum desem de;
Vazgeçemiyorum.
Çünkü bu kalp sadece ona böyle çarpıyor.
Çarşamba, Temmuz 05, 2006
Akşam Postası
Bilgisayarımın başına gelenleri biliyorsunuz. Son bir kurtulma ümidiyle başka bir yere gönderildiğini söylemiştim. Mutlu haber. Tatilden işe döndüğümde her şeyimin kurtulduğunu öğrendim. Dün de hepsi yeni bilgisayarıma kopyalandı. Şimdi sıra bir fakiri sevindirmekte :)))) çünkü dosyalarım kurtulursa bir fakiri sevindireceğim demiştim.
Tatil gerçekten çok iyi geldi. O kadar çok şey biriktirmişim ki içimde; onlar beni sıktıkça sıkıp içinden çıkılmaz dehlizlere itmişler. Şu günlerde rutin enerji düşüklüğüme rağmen oldukça iyiyim (maşallah nazar değmesin). Ne kendimle ne de bi türlü kozlarımı paylaşamadığımla içimde kavga etmiyorum. Hepsini bıraktım kendi yoluna gitsin diye. Benim olan zaten dönüp gelir bana; benim olmayansa...
Bırak gitsin zaten hiç benim olmamıştır.
Salı, Temmuz 04, 2006
Can Dündar yazıları
11 yıl önce Can Dündar'a ait olduğunu zannederek yayınladığım, sonrasında ona ait olmadığını öğrenip düzeltme yazısı yazdığım http://dortyaprakliyonca.blogspot.com.tr/2006/07/can-dndar-yazlarna-dzeltme.html yazının sahibinden bir mesaj aldım bugün. (8 Şubat 2017)
Biline ki yazının sahibi Can Dündar değil Ömer Lütfi Küçükosman
byKush "Can Dündar yazıları" kaydınıza yeni bir yorum yaptı:
Yıllar sonra yeniden merhaba,
Öncelikle bloğunuzda yayınlamış olduğunuz düzeltme yazısı ve yönlendirme için teşekkür ederim. Geçen 11 yıl sonunda görüyorum ki internette halen aynı yazı aynı imzayla dolanıyor. Ve ben bir kez daha kendimi ispat turlarına başlamışım. Bu sefer işim daha da zor; candundar.com.tr kapanmış. Dolayısı ile insanlar arama motorlarında sizin tekzip yazınıza değil ama benim gibi bu sayfanıza ulaşıyor.
Emeğe saygınızı bildiğim için son bir rica ile bu sayfadaki yazının altındaki Can Dündar imzasını, içeriğindeki "oo Can bey kapmışsınız çıtırı" satırındaki Can / Ömer deformasyonunu bir de yazının girizgahındaki "Can Dündar yazıları
Can Dündar'ın yazılarını çok beğenerek okuduğumu; sık sık siteme koyduğum yazılarından anlamışsınızdır. Bugün de evlilikle ilgili çok güzel bir yazısını daha okudum. Onu da paylaşıyim istedim. Can Dündar'ın kendi sitesi olduğunu duymuştum ama bugüne kadar ziyaret etmemiştim. Ama artık isterseniz siz de ziyaret edebilesiniz diye linklerime ekliyorum." bölümlerini düzeltmenizi isteyebilir miyim?
ışık ve sevgi ile kalın.
Can Dündar'ın yazılarını çok beğenerek okuduğumu; sık sık siteme koyduğum yazılarından anlamışsınızdır. Bugün de evlilikle ilgili çok güzel bir yazısını daha okudum. Onu da paylaşıyim istedim. Can Dündar'ın kendi sitesi olduğunu duymuştum ama bugüne kadar ziyaret etmemiştim. Ama artık isterseniz siz de ziyaret edebilesiniz diye linklerime ekliyorum.(4 Temmuz 2006)
Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için.
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da...
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan...
Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine yada en azından eşit olması bunların sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına "höt" dediğinde oturmalı kadın...
Yada yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten önce çöktügü için (hani doğum felan) küçük olmalıymış yaşı...
Eğitimde de böyle.. Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı....
EŞİM BENDEN 2 YAŞ BÜYÜK; ne "höt" dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü...
Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti, "oo Can bey kapmışsınız çıtırı" esprilerine muhatap dahi oldum.
EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bi taneyi 9 senede bitirdim..
Ne o bana bilmişlik taşladı, ne ben ona ezik baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran...
Bunu unutmadık biz. Ben konuşurken o dinledi, Ben dinlerken o konuştu 17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o "haklısın bitanem..." dedik, öfke bitip fırtına durulduğunda "ama bi de böyle düşün" de dedik fikrimizi savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, aynı amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta...
Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..
Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama...
Sevginin en büyük dostuydu bizim için "güven"... Ve güvenin ardına saklanmış bir "saygı" vardı daima...
Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...
Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi süt liman yaşayacaktık...
Öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi gece, misafir odasında...
Gece yarısı kapı açıldı, eşim "ne yapıyosun burda?" diye sordu kapının eşiğinden,"uyuyorum" dedim buz gibi bi sesle...
Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... "kay yana" dedi
daracık yatakta."ne yapıyosun?" dediğimde "benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim" dedi...
Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç..
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...
Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktık o listede...
Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu, oynanan...
Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...
Topluma kulaklarını tıkayarak hemde... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtiğince...Dediği gibi Ataol Behramoğlu' nun;
"... Yasadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..."
Pazartesi, Temmuz 03, 2006
3 Temmuz 2000
Bundan tam altı yıl önce bugün işe başlamıştım. Şimdi de izinden dönüp 3 Temmuz’da 7.yılıma başlarken garip duygular içindeyim.
3 Temmuz 2000’de Yeliz’le birlikte aynı görevde işe başlamıştık. Bizden bir ay önce de Ayşegül hepimizin içinde olacağı yeni bir oluşum için yola çıkmıştık. Bazen keyifli, bazen sıkıntılı günler ve geceler geçirdik hep birlikte. İş hayatında ne yaşanırsa hepsini birlikte yaşadık kısacası.
Önce Ayşegül istifa edip ayrıldı; 2 yıl oldu. Şimdi de Yeliz. 30 Haziran itibariyle o da istifa edip ayrıldı. Bir ben kaldım bizden. Ve bugün ben 7.yılıma yeni bir dönemle başlıyorum.
Bu dönemde hayatımızda elbette ki pek çok değişiklik oldu. Her şeyden önce büyüdük. Ayşegül’ün artık ikizleri var, Yeliz evlendi, ben master yaptım ama hala bekarım.
Ama galiba artık ben de evlenip, çoluk çocuğa karışmayı düşünür oldum. Kimbilir bundan sonraki 3 Temmuz’da nerede ve nasıl olurum?
Cumartesi, Temmuz 01, 2006
İstanbul'da Tatil Bitiyor
En son yaptığım ve mutlaka yapmanızı tavsiye ettiğim bir keyif yolculuğu...
Vapurla Anadolu Kavağı
Eminönü Boğaz iskelesinden 10:30-12:30 ve 13:30 saatlerinde kalkan üç seferden biriyle 1,5 saatlik yolculuğun sonunda Anadolu Kavağı'na ulaşabilirsiniz. Sabah ilk vapuru öneririm; böylece isterseniz kavakta daha fazla kalıp en son vapurla dönebilir ya da 3'te kalkan ilk vapurla dönüp 4:30'da Eminönü'nde olabilirsiniz.
Kanlıca'ya kadar sadece Beşiktaş'a uğrayıp yolcu alan vapurun tabiki açık bölümlerinde oturup, sağlı sollu Boğaz rüzgarında ne kadar muhteşem bir şehirde yaşadığınızın farkına varabilirsiniz. Karadeniz çıkışına yaklaştıkça özellikle Anadolu yakasındaki bozulmamış yeşille gözlerinizi ve ruhunuzu dinlendirebilirsiniz.
Anadolu Kavağı daha önce de pek çok kez gittiğim ama vapurla uzun zamandır gitmediğim bir yer. İlk defa hafta içi gittiğimden boş sokaklarıyla daha bir güzel göründü gözüme; Kavak'ta Yoros Kalesi mutlaka görülmesi gereken bir yer onun dışında mutlaka balık yemenizi öneririm. Zaten yemek için pek farklı seçenekler yok. Bölgenin büyük bir kısmı askeriyeye ait olduğu için dolaşılabilecek alan oldukça sınırlı. İskeleden çıktıktan sonra sağa giden yolu takip ederek yürüdüğünüzde deniz tarafındaki askeriyenin bitiminde kayalıklara oturup denizi seyredebilir hatta ayaklarınızı denize sallandırabilirsiniz.
Boğaz yolculuğumuz sırasında bugünlerde oldukça meşhur olan Malta Şahini adlı yatı da yakından görme imkanı buldum.
Vapurla böyle bir yolculuğa çıkarken yanınızda mutlaka şapkanız, güneş gözlüğü ve koruyucu kreminizi bulundurun derim.
Bu akşam da yine Boğaz'da yemekli bir gezi de olucam. Ne diyim Allah beni İstanbul Boğazı'ndan ayırmasın.