Pazartesi, Mayıs 30, 2011

Dur!

Durup da içime bakmayalı onunla konuşmayalı, paylaştıklarımızı yazmayalı ne kadar olmuş???

Nedense çok zamanmış gibi...

Hep yetişecek bir şeyler, yapılacak işler, tamamlanması gereken sorumlulukların başkalarına verilen sözleri tutmanın koşturmasında O'na uzak kaldım.

Oysa O'nu dinlemeden O'na dost olmadan hangi dosta faydam hangi harfe katacak harfim olabilir ki???

Çeşitli hediyelerle, farklı meşguliyetlerle, telaşlarımda O'nu da kalabalıklarıma çekip gürültülerde sesini daha az duymaya çalışmak mı yaptığım???

Unut...

Beni;

Benim sen, senin ben olduğunu;

Beni besleyenin sen olduğunu;

Harfleri kelimelere; kelimeleri sözcüklere dönüştürüp bu hayatla derdini anlatan ruhun sen olduğunu...

Renkli fotoğrafların altına yazılan bir kaç cümlenin sadece sen olamayacağını...

Bir günden bir güne; yarım kalan işlerle, yetişilemeyen randevularla, tutulamayan sözlerle "ne kadar da meşgul" olduğunu sanıyorsan; "ne kadar boş" olduğunu farkedemiyorsan...

Kendine sormadan "nedir halin, var mıdır arzun dertleşeceğin benle?" konuşma  sen de benle...

****

"Eğer cennetteyken her gün cehennemi seyredip şükrediyorsan, her gün gördüğün şey cehennemdir"
Tek Suçlu Beyniniz - Yasemin Soysal

Pazar, Mayıs 29, 2011

Ayasofya'ya Bakış

Keyifsiz, ziyan bir cumartesiden sonra toplayamadım ruh halimi dağıldığı yerlerden. Her biri bir yerde, birbirinden mutsuz, birbirinden bezgin...

Atıverdim tarihi yarımadanın kucağına, geliversin kendine diye...

Gelmedi :((

Sürüye sürüye ayaklarımı Ayasofya'ya götürdüm kendimi.

İskelesiz kubbesini, yüzü gözü açılmış meleğini göreyim, göstereyim...





Tarihi mekanı kendine mesken tutmuş güvercinlerden sonra bugün de Ayasofya'nın kedileriyle tanıştık.


Mağrur bir görevli edasıyla mimberin iki yanında başlar dik, omuzlar geride nöbet tutuyorlardı adeta. Sonra biri sıkıldı ilgiden gidip arkada bi yerlere bi lambanın önünde patilerini yalamaya başladı. İşte öyle bir anda bu artistik pozu yakaladı makinem. Sanırsam ki kutsal vazifeleri Ayasofya'da cirit atan fareleri ele güne rezil etmeden bizi ham yapmak.


Yeniden Ayasofya'nın büyüleyici atmosferine dönersek, çatıdan su alıyor besbelli pek bi kabarmış tavanları duvarları

 Bu  arada Ayasofya'nın güneybatı köşesinde "güzel kapı"dan çıkınca hemen solda vaftizhane avlusu ziyarete açılmış

Osmanlı döneminde kandil deposu olarak kullanılan Vazftizhane, Sultan 1. Mustafa ve Sultan İbrahim'in türbesine dönüştülürken içindeki vaftiz teknesi de avluya taşınmış.


Yekpare mermerden oyulmuş 3.26m.'ye 2.52m. gibi muazzam ölçülerde olan vaftiz teknesi, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde bahsettiği üzere Ortodoks dünyasında bilinen en büyük boyutlu vaftiz teknesiymiş.

Cuma, Mayıs 27, 2011

Maskeli Balo

Venedik ve Slovenya'yı benim fotoğraflarımla görmek isterseniz resme tıklayın, sesini açın, arkanıza yaslanın ve seyredin :)))

Perşembe, Mayıs 26, 2011

Saphire'in Terası


Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul...
demişti şair;
biz de dün bir plazadan baktık sana karmakarışık İstanbul...





Asansörle Saphire'in 53. katına çıkıp kirli camların ardından İstanbul'u seyredip çayınızı, kahvenizi, sigaranızı keyifle içebiliyorsunuz. Ama 3 kat daha merdiven çıkarsanız, İstanbul'u çıplak gözle camsız, kirsiz, rüzgarıyla alabildiğine görebilirsiniz.



Eski zamanlarda Boğaz'a bakan korulardaki ağaçlara kazınan kalpler ve isimler, bugün yerden 246 metre yükseklikteki bir plazanın metal cephe malzemesine kazınıyor.

Yani ister mağara adamı ister plaza insanı olalım ruhumuzda adımızı duvarlara yazma dürtüsü hiç kaybolmuyor...

Geyik bi poz biliyorum, ama  ben de yaptım işte. Aslında böyle bi fotoğraf çekmeyi becerebiliyor muyum durumuydu benim ki ;)))

 İşte bu yüksek binaların camlarını silen vinçin olay mahallinden görüntüsü. Biraz daha teori ile açıklamak gerekirse...

Aslında bütün zemin raylarla döşenmiş durumda, vinç de bu raylar üzerinde istenilen yere gidiyor. Ancak rayların üzeri demonte karolarla döşeli durumda biz rahat rahat gezelim diye.








Her hali başka güzel bu şehrin o nedenle farklı zamanlarda; akşam, dolunayda, güneş batarken, sis basmışken tekrar tekrar gidip görmeli.

Ama simülasyonu görmeseniz de olur, onu da ayrı bi yazı malzemesi yapıcam.

Salı, Mayıs 24, 2011

Bahar Fotoğrafları

Bir anda bahar geldi şehre...

Erguvanlar son kalan güçleriyle çiçeklerini patlattı....


Güller sarhoş eden kokularını salmak için yumuk yumuk yapraklarını davetkar bir şekilde açıyor...

Yaz akşamlarının gökyüzüyle ışıkları bir bir yanan şehrin ahengi

Pazartesi, Mayıs 23, 2011

Galatart, Ebru ve Yonca


Yıllardır içimde bir ukte olan, niyetlenip niyetlenip bi türlü buluşamadığım, tanışmak için yeterli cesareti gösteremediğimle Galata Kulesi'nin gölgesinde buluştuk, tanıştık bu gece...

Pek bi nazlı, pek bi sabır isteyen, başına buyruk sen ne yaparsan yap o bildiğince akıp giden; sabredip tanıyınca derinden ilmini kapınca birlikte yol bulup akabildiğin...

Biraz su, biraz renk, karışık, karmaşık, kalemle fırçayla yapamayacağın büyülü bir şey...


Önce hocamız sevgili Ezgi temel teknikleri gösterdi bize...
Sonra biz geçtik teknenin başına; boyalar, fırçalar, bızlar...
Bizzat ellerimle yaptığım ikinci eserim ve aşağıda üçüncü eserim. Markam dört yapraklı yonca üzerine hummalı bir çalışma üzerindeyim, rahatsız etmeyin lütfen :)))
Hocamız Galatart Atölye'sinin ortaklarından Ezgi ve ders arkadaşım Aysel'le final pozumuz.
Eserlerim şu an görücüye çıkmaya hazır değil henüz, Galatart'ın raflarında kuruyup sergilenecekleri günü bekliyorlar.

Ezgi'nin kolay ve anlaşılır eğitimiyle 2 saatlik workshopun sonunda hiç sıkıntı zahmet çekmeden üç eser yapıverdik.

Oysa ki ebru sanatında boyaların hazırlanması, fırçaların yapılması, kitrenin hazırlanması gibi her biri ayrı bir özen, sabır, uzmanlık isteyen malzemelerin hazırlarının başına oturup "ben yaptım bunları" demek doğru değil biliyorum.

Teşekkürler Ezgi :)))

Cuma, Mayıs 20, 2011

Bir Şarkı

Sen benim gülen yüzüm
Sen benim en büyük sözüm
İnan kimselerde yok gözüm,
senden başka

Bi kaç hafta önce Yahşi Cazibe'de ilk defa duyduğum bu şarkıyı arayıp, taradığımda; en sinir olduğum "Taburcu" -hastayım sen gelmeden olamam taburcu- şarkısıyla aynı albümde olduğunu öğrenince karar veremedim, sevsem mi sevmesem mi...

Bazen bazı şeyler sizi yakalar, çeker, eline geçirir ya; bu şarkı da öyle garip bir güce sahip

anlamsız ve belki de aptalca tek şarkının döne döne çaldığı bir sarmalda çalıp duruyor.

sözleri mi, müziği mi yoksa  her ikisi birden mi?

neden yada kimden ötürü?

Bilmiyorum...

Şarkının ne olduğunu söylemedim daha di'mi...

Gülüm  (Berkay söylüyor)

Perşembe, Mayıs 19, 2011

İki Efendinin Uşağı

Tek kelimeyle mükemmel bir iş çıkarmış Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları...

Keşke daha önce gitseydim de duyurabilseydim bu gençlerin sesini. Oyuna bir kaç saat kala gençler ellerinde küçük broşürlerle "oyunumuz var bu akşam, gelir misiniz?" diye haberdar etmeye çalışıyordu İstiklal'de yürüyenleri.

Şüphesiz oyunun konusu eğlenceli ve komik, ama oyuncularla karakterlerin doğru eşleşmesi zaman zaman seyirciyle kurdukları kontak çok eğlendiriyor insanı.

İki efendinin uşağı olan Arlecchino'yu canlandıran Ürüncan fiziğiyle de rolünün hakkını sonuna kadar veriyor.

Tüm oyuncuları tek tek bir kez daha tebrik ediyorum.


Roma Dondurması

İstiklal Caddesi'nin sonu Tünel'in başı

Gerçek roma dondurması için iyi bir adres...


Orman meyveli lavanta, limonlu beyaz rengiyle favorim...


Çarşamba, Mayıs 18, 2011


Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncularının rol aldığı İki Efendinin Uşağı bu akşam (18 Mayıs) son kez Muammer Karaca Tiyatrosu'nda sahnelenecek.

Oyunculardan biri (Ceyhun; ailemizin aktörü) şöyle yazmış facebook profiline...

Bana sen sahnede ciddi duracaksın, komedi çok ciddiyet ister, aşağısını güldüreceksin ama senin gülmeye hakkın yok çünkü sen gülersen seyircinin kahkasından çalarsını öğrettiler. Hep ciddiyetle oynadım ve güldürmeye çalıştım ben de. Ama hiç düşünmemişim güldürmeye çalışırken içimin buruk olabileceğini. Yine de bir oyunu, bir rolü çok özleyecek olacağını bilmek güzel şeymiş, darısı başınıza :)

Fırsatınız varsa bu akşam bu özel gösteriyi kaçırmayın derim