Rize etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rize etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Eylül 04, 2013

Rize Simiti


Cocukluk hatiralarimda anneannemin Rize'den donuste cantasindan cikan sert simitlerdi...

Ta ki bi kac yil once sicagini yedigim gune kadar...

Citir citir yumusacikmis halbuki...

Rize'de gecirdigimiz her gun yolumuz firina duserse -kuzenimin evinin karsisinda ;-)- onlarca aliyoruz

Firini son ziyaretimde sizin icin fotografladim da...

Cayin hikayesinden sonra Rize Simiti'nin hikayesi karsinizda...



Simit seklini alan hamur biraz dinlendirildikten sonra odun atesinde kaynayan suda kisa sure haslanip buyuk bir suzgec yardimiyla pekmezli suya atiliyor


Burdan alinan simitler baska bir odunun uzerinde bi sure bekletilip fazla suyu atiliyor

Sonrasinda firinci kuregiyle yine odun atesiyle isinan firinda pisiriliyor


Pisen simitler bi sure sepette bekletilip sonra mermer tezgaha konuyor...



Ve boylesi guzel bi lezzetten 16 tane alinca sadece 4 tl vermeniz gerektigine inanabiliyor musunuz???

Cumartesi, Mayıs 07, 2011

Rize Feshane'de

Desem de inanmayın 10 standla  olmaz bu iş.

Ama yine de keşanı, üç-el helvayı, kolet, minci, tereyağ, mısır değirmeni, rize bezi gibi karakteristik ürünlerden bir kaç tane bile görseniz bu sevdiğim şehrin diyorsun, basıyorsun bağrına.



Kanal D kameramanı ve muhabirlerinden bu tür etkinliklerde çok sık gördüğümüz sarışın bayan elinde mikrofon standlarda dolanıyordu. Benim alışveriş yaptığım standda ters bir ifadeyle biraz sonra kamera çekime başladığında nasıl hareket etmesi gerektiği keşandan yapılma bandanayı başına bağlaması için oradaki görevli adama yapması gereken mizanseni tarif ediyordu.


Rize Halk Eğitim Merkezi'nde yapılan birbirinden güzel el emeği göz nuru nakışlar, oyalar, rize bezi dokumalar ve  poşular uygun fiyatlarla satılıyor.

6-7-8 Mayıs'ta Eyüp Feshane'de yapılan Rize Günleri'ne sırf meraktan, sırf yöresel lezzetler tatmak için, sırf memleketinizin ürünlerine dokunmak için gidebilirsiniz.




Hediyelik ürünler arasında en hoşuma giden, tek tek seçtiğiniz harflerden size özel trenler yapılanıydı.

Bir diğer orjinal ürün ise "Evvel Zaman İçinde Rize" adıyla yayınlanan siyah beyaz fotoğraflarla geçen yüzyılın başından bugüne Rize'nin tarihini yansıtan kitaptı.

Kitapla ilgili daha fazla bilgi için http://www.fatihsultankar.com/evvelzamankitap.html

Pazar, Şubat 06, 2011

Karlı Yaylam


Otelimiz, Ayder'deki evimiz Nature Lodge karlarla kaplı şimdi...
Yürüdüğümüz yollar


Çatımızdan sarkan buzlar, camdan uzanıp tutulacak uzunluğa gelmiş de geçiyor...

Otelin karşısındaki Orman Müdürlüğü'nün binasıydı sanırsam orası da karlar içinde şimdi

Merdivenlerimiz karlarla kaplı şimdi...

Gidemedik, İstanbul'dayız facebooktan bakıp bakıp resimlerine iç geçiriyoruz sadece...

Cumartesi, Temmuz 17, 2010

Yüreğime Sor'dum...

Yüreğine Sor'u Nisan'da sinemada izlemiş, Rize'yi ve doğasını ne kadar özlediğimi hissettirmişti bana. Filmden sonra biri bana bu sene oralara gideceksin dese güler geçerdim.

Çamlıhemşin'de Yüreğine Sor'un izini sürdük tüm ekip. Taş köprü, değirmen, evler, konaklar, yayladan iniş türküsü "Ella Ella Leose"

Kimini bulduk kimini hayal ettik :)))

Tabi ki filmlerde gerçek mekanlar çok farklı açılardan gösterildiği için bire bir aynısını bulmak zordu. Ama mesela filmdeki beyaz katırla bizzat tanışma fırsatı bulduk. Film ekibi giderken götürmek yerine çekimler sırasında onlara yardım eden birine hediye etmiş. Ayder'de dolanıyordu.

Filmdeki Maria Aba'nın değirmeni Mucit'in Yeri'nde gördüğümüz değirmen aslında (Lazuttişi Kamatte) ama filmde köprünün ayağında görünüyor.

Filmin nihayet dvd'si çıktı. Bi merak alıp izledim.

Tartışmasız hayal kırıklığı :)))

Burdan bakınca oraları gösterdiği için çok keyifliydi ama oralara gidip de gelip izleyince pek bi yavan geldi. O güzelliğe rağmen o kadar az şey gösteriyordu ki.

Ama olsun izledim, yine izlerim.

"Yüreğime Sor"dum

"ey aşk nerdesin?" dedi

Cuma, Haziran 18, 2010

Heyecan devam ediyor

Doğanın insanoğlu için aslında nasıl da hayatı kolay kıldığını daha da iyi öğreniyorum burda. Dev yapraklardan doğal şemsiye yapılabiliyormuş.


Yaylalarda dolaşırken her fırsatta karşımıza çıkan dağ çileklerini nasıl sevdiğimiz avuç avuç toplayıp yememizden belli oluyordur herhalde.

Rize'ye has kemençe ve rize bezi yapımını görmek için Fındıklı'daki Halk Eğitim Merkezini de ziyaret ettik.

Sabri amca bize kemençe de çaldı.

Sevgili rehberimiz Şener'in, tanıştığımız ilk günden itibaren rafting yapmamız konusundaki teşvikleriyle sonunda onu da yaptık :))

Başta biraz korktuysam da, kazasız belasız dereye düşmeden parkuru tamamladık. Haa "bi daha yapar mısın?" derseniz...

Evet, yaparım.


Rafting bile kesemedi hızımızı, akşam da kına gecesine gittik. Kına yaktık ellerimize, darısı başımıza :))

Salı, Mart 16, 2010

Yüreğine Sor


Bu resmin birazdan yazacaklarımla hiç alakası yok ama bazı arkadaşlara nispet olsun diye sinema öncesi keyfimizin ispatıdır :)))

Yüreğine Sor...

Memleketimizin havası, suyu, manzarası çektiğinden taraflıyımdır belki diycem ama Dilek'in "tam sana göre mutlaka gitmelisin" önerisini objektif bir kriter olarak değerlendirebiliriz.

Yaylaları çok özlemişim; dağlara çöken sisi, gürültüyle akan derelerin sesini, karadeniz'in yeşilini, gece uluyan çakalların sesini...

bu da özlenir mi demeyin insan bazen öyle garip şeyleri özlüyor ki;

Aslında hayatımda ilk defa çakalların sesini duyduğum günü hatırlıyorum da; özlemle anılacak bir şey değil.

Küçük bir çocukken Rize'ye ilk gittiğimizde bir gece sular kesildi, yemekte de balık vardı. Yemekten sonra ellerimizi yıkamak için annemin dedesi Sali Usta'nın (salih'e öyle derler) yolun karşısındaki çeşmesine gitmemiz gerekiyordu ve yatsı ezanının okunduğu o saatlerde uluyan çakalın sesinden nasıl korktuğumu, ağladığımı ve bırak elimi yıkamayı kapının yakınına bile gidemediğimi bugün gülerek anlatıyorum.

Neyse, filmde çok iyi oyuncular iyi bir hikayeyle ve harika görüntülerle beni büyülediler. Uzun süredir ilk defa bir türk filmini bu kadar çok beğendim.

Filme ilişkin yorumlarıma gelince;

Fantezi dünyamıza, bir sis fantezisi katarak ufkunuzu genişletebilir,

Replikler uzadıkça şive bozuluyor, belki de bu sebeple genelde kısa cümleler kullanılmış

Ateş böceklerinin dansı, deremenin kenarı, Moskof'un gelişi, hacı süleyman'ın göğsü üzerinde haç işareti yaparken kelime-i şehadet getirmesi, teneşir tahtası ve maşrapası,

Final budur dediğiniz yerden sonra, Şevval Sam'ın iğreti şivesiyle hikayeyi bağlaması dişlek bir kadının okumaya başladığı türkü büyüyü bozsa da yaşadığınız saatlerin hatrına görmezden geliyorsunuz

Cuma, Mayıs 16, 2008

Sabahlar

Sabah namazında; her sabah olduğu gibi pencereyi açıp dışarıya baktım bir süre.

Sabahın sessizliği, serininde etraftaki huzuru hissettim. Havaların ısınmasıyla bir iki kuş ötmeye başlıyor bu saatlerde. Günün en sessiz saatinde en güzel sesleri duyuyorum.

Rize’deki sabahları hatırlıyorum...

Güneşin ufukta yavaş yavaş yükselmesiyle aydınlanan güne merhaba diyen bir kaç kuşun sesine; ilerleyen dakikalarla bir kaç tane daha ekleniyor ve koro başlıyor. Bense terastaki divanda bu sesler arasında uykuya dalıyorum. Sonra yağmurun yapraklara ve topraklara değdikçe çıkardığı ses; yağmurun sesini duyuyorum.

Uyanır gibi oluyorum, sonra yeniden tatlı bir uykuya dalıyorum. Huzur işte bu an demiştim. Huzuru ve mutluluğu yaşadığın anda farkında olmak Allah’ın insanları verdiği bir hediye galiba.

O güzel sabahı sanırım hiç unutmayacağım.

Bu evde, bu balkonda

Pazar, Aralık 09, 2007

Perşembe, Kasım 29, 2007

Karadeniz Sahil Yolu

Karadeniz Sahil Yolu yapıldığı dönemde çok tartışmalara konu olmuştu, yapıldı bitti kullanılıyor. Ama daha çok konuşulacak şüphesiz ki. Bugünkü Vatan Gazetesi'nde haberi okuyunca bizzat o yolu gören, o yoldan geçen ve evimizin önündeki denizi bizden nasıl uzağa taşıdıklarını yaşayan biri olarak yazmak istedim.

"Karadeniz sahili boyunca deniz doldurularak yapılan otoyol 4.2 milyar dolar harcanarak tam 20 yılda bitti ancak...

Ancak yolun yapımına itiraz edenler haklı çıkacak gibi gözüküyor. Çünkü Karadeniz yolunu geri alıyor. Yol her fırtınada kullanılamaz hale geliyor.

Yolun bazı kesimlerinde Karadeniz’in hırçın dalgaları dolgu alanları yerle bir ederken, kimi yerlerde ise fırtınalı havalarda dalgaların yola attığı taşlar güvenli sürüş imkanını ortadan kalkıyor. Giresun’un Espiye-Tirebolu arası deniz tarafından iki kez yutuldu. Artvin’in Hopa-Sarp arasındaki yol ise dalgalar nedeniyle 4 kez yıkıldı. Geçen hafta ise Rize Çayeli Geçişi dalgalar yüzünden 2 kez trafiğe kapatılmak zorunda kaldı. "
Haberin devamı için >>

Rize'ye ilk gittiğimde geceleri dalga seslerini dinlerdik, bazen de o kadar şiddetli olurdu ki dalgalardan uyuyumazdın. Ama deniz elini uzatsan tutabileceğin kadar yakındı.

Bu sene gittiğimde evden denize baktığımda ilk hayal kırıklığını yaşadım. Deniz uzağa gitmiş, dalgaların sesi yok artık. Sadece şehirlerarası yoldan geçen araçların ıslığı andıran yavaşça duyulmaya başlayan, şiddetlenen ve aynı hızda azalan gürültüsü.

Çektiğim resimlerle durumu size daha iyi anlatabilirim sanırım.


İyidere Yolun ortasındaki yeşillikli ayırıcı değilde kırmızı topraklı ayırıcının önündeydi deniz. Yani fotoğrafta gördüğünüz araçlar doldurulan denizin üzerinde gidiyor.

Rize Merkez'de Gülbahar Mahallesi civarı
Bu da denizin çöple nasıl doldurulduğunun kanıtı.

Karadeniz'de sahil diye bir şey kalmamış. Çocukluğumda denize girdiğim kumsaldan -abartmıyorum- gerçekten bir avuç kalmış. Gene kalmış, bazı yerler de o bile yok. Tüm çocukluk hayallerim yerle bir oldu görünce. Fırsat bulursam eski resimleri de ekleyeceğim, ki farkı daha iyi anlayabilesiniz.

Acaba ben de mi bir anormallik var, anlamıyorum. Nasıl Allah'ın yarattığı doğal güzellikleri bu kadar hoyratça yok edebiliyorlar. Bazen düşünüyorum da Allah gerçekten çok sabırlı ve merhametli; insanların onun yarattıklarına yaptıklarına rağmen hala bu dünya üzerinde yaşamımıza müsade ediyor.

Perşembe, Ağustos 16, 2007

Yaz Dizileri

Asortik Krep’ten kıskandım. ATV’deki Senden Başka dizisini yazmış. Ben de Hande’nin dizideki Hayriye’yi anlatmasıyla seyretmeye başladım. Komik. Hem Hayri Amca’yı istemiyor hem de getirdiği gofretlerden vazgeçmiyor.

Benim bu yaz ki favorim Nazlı Yarim. Show TV’de. Ratingleri pek iyi olmasa gerek ki; iyice abuk bir saate koydular. 22:45 deyip 23:30’da başlatıyorlar. İlk başladığında 20:30 gibi güzel bir saatteydi. Çok geç bu hafta izlemeyeceğim dememe rağmen, her hafta 01:30’a kadar ekran başında kalıyorum.

Diziyi sevme nedenime gelince; iyi tiyatrocuların oynadığı gerçeğinin ötesinde benim aşık olduğum yerlerde geçiyor olması en büyük neden. Trabzon Sürmene’de çekiliyor. Gezip gördüğüm yeşili maviyi yeniden yaşatıyor bana. Dağlarda yeşilin tonları kelimesinin sadece süslü bir anlatım olmadığını ancak orayı gidip gördüğünüzde anlayabilirsiniz.

Karadeniz insanının sıcaklığı, sevimli şivesi, esprili karakteri beni mutlu ediyor.

Dedim ya gezdiğim yerleri yeniden görmek inanılmaz keyif veriyor. Hele geçen haftaki bölümde Sümela Manastırı ve 2. Şelale Zaferi’mi gerçekleştirdiğim şelalenin görüntülerinin geçiş sahnelerinde yer alması çok hoşuma gitti. Artık o benim şelalem :))

Karadeniz gezi resimleri gördükten sonra Hande’de büyük bir hevesle Karadeniz turuna niyetlendi. Aradı, taradı, inceledi, konuştu. Ama böyle bir geziye tek başına çıkmanın çok iyi bir fikir olmadığını sonunda o da kabul etti ve başka bir zamana erteledi. Ben de bu diziyi izlemesi konusunda ısrar etsem de; yaramı deşme deyip inatla izlemiyor.

Perşembe, Ağustos 02, 2007

Rize Günlüğü - IV

18 Temmuz Çarşamba 20:35 - Rize

Defterimi kapattıktan sonra üzerime battaniyeyi alıp terastaki divanda uyudum bir süre daha. Bir ara yağmurun sesiyle uyandım sonra yine dalmışım. 9’da zorlanarak kalktım çünkü bugünkü programı uygulamak için erken kahvaltı planlamıştık. Ayder’e çıksak mı çıkmasak mı hava orada nasıldır diye düşünürken gitmeye karar verdik. Yaklaşık 1,5 saatlik yolculukla Ayder’e ulaştık, yine yüksek tepelerden olağanüstü güzel vadilerden geçerek.

Yolumuzun üstündeki ilk güzellik Fırtına Deresi ve üstündeki tarihi köprüydü. -Adını dönüşte arabayla geçerken farkettiğim için çok emin değilim ama sanırım Tilmisivat.- Yukarı doğru giderken kimi asma kimi taş pek çok köprü, tepelerden yola uzanan ilkel teleferikler, kartal yuvası gibi evler gördük.

Tilmisivat Köprüsü
Kaçkarlar Milli Parkı’na girdikten sonra Ayder’e biraz daha yaklaşıyorsunuz.

Karadeniz’de her yamaçta onlarca şelale varmış bunu öğrendim. Ben de su delisi olarak gördüğüm her şelaleye hayran oldum. Uzungöl’de olduğu gibi arabayla gidebileceğimiz yere kadar gidip oradan da aşağıya doğru yürüdük.

Arabadan inip sağlı sollu keşif gezisine çıktık. Yine bir dere vardı ve ben taştan taşa atlamak için hazırlıklıydım. Ayakkabılarımı çıkarıp derenin içinde dolaştım. Ancak ayaklarım hemen dondu. Olsun çok güzeldi.

Ayder’deki tesisler Uzungöl’den daha profesyonel ve bakımlı geldi bana. En çok sevdiğimde Heidi’cilik oynayabileceğim yerleri bulmuş olmak. Önde bir düzlük arkada başlayan sık çam ormanları; ben orda kalmak istedim.

Öyle sakin sakin oturduğuma bakmayın yağmur yağıyor
Yağan yağmura aldırmadan büyük bir şemsiye altında oturup dağ ve şelale manzarasına karşı Ayder Turistik tesislerinde lezzetli bir yemek yedik. Bu sırada biz geldiğimizde açık olan zirveler ve etraf duman olmaya başlıyordu yavaş yavaş. Yaylalara çıkan pek çok kişiden dumandan bir şey göremedik yorumları duyduğum için ben de bulutun içinde kalmak istedim. Artık göreceğimi görmüş, çekeceğimi çekmiştim ne de olsa.

Duman basıyor

Yemek sırasında Hande’yle telefonla konuşuyorduk. İstanbul’un bunaltıcı ve sıkıcı bir gün yaşadığı benim resimlerimin onu serinlettiği ve buralarda olmak istediğini söylüyordu. Bense hırka, kot mont sıkı sıkı giyinmiş hafif üşüyerek yemek yiyordum.

Aşağılara indikçe güneş ısıtmaya başlıyordu. Çayımızı Rize merkezde Atatürk Köşkü’nde içmeye karar vermiştik. Çünkü orada da yağmur yağdığını düşünüyorduk. Oysa Rize yanıyordu. Bu sefer de tişörtlerle kaldık.

Yengemin daha önce bahsettiği Dağmaran’a çevirdik bu kez yolu. Rize’nin Dağbaşı semtinde tepede. Dağmaran’ın bir tarafı arka köylere –Salaha- çaylıklara ve dumanlı tepelere bakıyor. Diğer yanı ise sahile ve şehir merkezine. Ordan bakınca Kale o kadar alçak geldi ki.

Dağmaran'ın bir tarafı şehir merkezi
Dağmaran'ın diğer tarafı köyler
7’de eve geldiğimde artık tükenmiştim. Duş alıp yatmaktı tek isteğim ama güneş güzel batıyordu, sayılı günler tükeniyordu. Terasta asmanın altında oturup bugünü yarına sarkıtmadan yazmak istedim.

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

Rize Günlüğü - III

18 Temmuz Çarşamba 04:40 - Rize

İlk defa bu sabah gökyüzünde güneşin kızıllığını gördüm. Bu gece de dün sabah ta gök adeta yere inmişti. Yollardan dere akıyordu.

Yazmadığım iki günü özetlemek gerekirse. Ara ara yağan sağnak yağmura rağmen bir yerlere gitmek için çıktığımızda Allah bize yardım ediyor ve hiç ıslanmadan gezip geri dönüyoruz.

Pazartesi günü de sabah saatlerinde yağan yağmurdan sonra Rize Merkez’e gittik. Gezi rehberlerinde yazan tarihi iki camiyi görmekti niyetimiz. Niyetlenin ama gitmeyin.

Kurşunlu Camii ve Gülbahar Camii. Gülbahar Camii Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun için 16.yy’da yaptırdığı bir camiymiş. Ancak 1956’da yeniden inşa edildiğinde bugünkü sıradan mahalle camilerinden hiç bir farkı kalmamış adından başka.

Kurşunlu Cami’nin durumu da pek farklı değil. Üstelik bi de Karadeniz sahil yolunu yapmak için denizin çöple sonra toprak sonra kayayla örtülmesi çalışmaları etrafta iğrenç bir kokuya neden oluyor ve kaçıyorsunuz.


Çarşı derseniz çirkin ve düzensiz binalar karmaşası sevimsiz. Trafik karmakarışık.

Neyse ki Ziraat var. Rize’de çay yetiştiriciliğinin önem kazanmasını sağlayan Zihni Derin’in heykeli ve yanısıra fidanlığın bulunduğu bir park. Bazı bitkilerin yanlarında latince adları ve açıklamaları yer alıyor. 22 senede tabi çok değişmiş eskiden resim çektirdiğim yerlerde tekrar poz verdim. Ağaçlar ormana dönmüş.

Kale'den Ziraat (Bayraklı olan yer)
Ziraat’in hemen karşı tepesinde Rize Kalesi bulunuyor. Bir sonraki durağımızda Kale oldu. Kale’ye ilk defa çıktım. O da kente hakim bir manzaraya sahip. Burçlarda güzel oturma yerleri yapmışlar. Ha yağdı yağacak havaya rağmen hem güzel fotoğraflar çektik hem de keyif aldık.

Ziraat'ten kale
Kale'nin burçlarından Rize
Akşam eve geldiğimizde bulutların arasında küçük bir parça güneş görünüyordu.Neşelendik. ancak ufukta kara bulutlar ve şimşekler çok da sevinmememiz gerektiği konusunda uyarıyordu. Çok geçmeden terasta hazırladığımız sofrayı apar topar içeriye taşımak ve eşyaları örtmek zorunda kaldık. Zira bu sefer ötekilerden farklı olarak şiddetli rüzgarla birlikte tam bir fırtınaydı yaşanan. Neredeyse bütün gece sürdü. Üstümüzü kalın giymesek elektrik sobası yakmak şart olurdu. -Ki çocuklu bir ahbabımız gece gelip, elektrik sobasını aldı-

Şimşekleri yakalamaya çok uğraştım ama olmadı
Planımız sabah hava açarsa Uzungöl’e gitmekti. Erken kalkacaktık. 08:30’da yağmurun sesiyle uyandım. Hem de ne yağmur. Filmlerde gördüğünüz şiddetli yağmur sahneleri hafif kalır yanında. Herkes uyurken camı açıp seyrettim, dinledim, yoldan aşağı akan dere gibi yağmur sularına baktım. Bu yağmuru İstanbul’a da götürebilsem diye diledim. Buraya geldiğimizden beri yağan yağmur İstanbul’a yağmış olsaydı kesinlikle 6 aylık su ihtiyacı karşılanırdı.


Öğleye yağmur dindi ama hava kapalı. Yine de Uzungöl’de şansımızı denemeye karar verdik. Of’tan Çaykara’ya oradan da Uzungöl’e doğru yol alırken sağlı sollu yeşile boyanmış aralara bazen eski bir köy evi bazen çok katlı modern bir apartman siluetinin serpiştirildiği tabloyu seyrettik.

Yol boyunca akan büyük dere yada nehir –doğru tabiri bulamadım- yağan yağmurdan kahverengiye dönmüş. Yukarılara çıktıkça basınçtan kulaklarımız etkilenmeye başlıyordu.

Öyle güzeldi ki o yolu seyretmek. Yaramaz çocuklar gibi rüzgara aldırmadan başım azcık dışarda bütün yolu içimi çektim. (Allah korusun hani yüz felci melci olurum diye korkmadım da değil).

Uzungöl gerçekten de güzel bir yermiş. Önce gölü geçip gölü besleyen nehrin setlerini seyrettik, resim çektik. Bu arada yağmur kendini hissettirmeye başlamış, dayım arabada kaloriferi çalıştırmıştı. Göl kenarından daha çok yukarıları sevdim, çünkü gölün etrafı oldukça kalabalık. Ve özellikle Arap gruplar çoğunluktaydı.

Bir süre sonra dayım ve yengemi arabada bırakıp, biz gölün etrafında yürüyerek ilerledik. Hediyelik bir şeyler alalım istedik ancak yaşanan büyük bir hayal kırıklığı oldu. Yöresel hiç bir şey yok neredeyse. Tahtakale’deki Şark Han’da ne varsa burda da çin işi bir sürü anlamsız şey. Ve o çin malı satan mağazalara özgü garip tütsü kokusu vardı. Hiç bir şey almadan çıktık.


Uzungöl’de konaklamak için pek çok tesis var. Orada bir kaç gün kalmak hoş olabilir bence. Çünkü gidip döndüğüm zaman, yaşanmış değil de rüyada görülmüş gibi. Sanki hafızam kaydedemiyor. (Bunu Ayder’e gitmeden önce söyledim. Şimdiki fikrim Ayder’de kalmak daha güzel olabilir)
Uzungöl'deki şelale
Bu arada Allah bize yardım ediyor olmalı ki, dağlarda çok az duman var. Her yer oldukça net görünüyor. Geçen sene güneşli bir günde Uzungöl’e giden teyzem o zaman gölün üzerinin dumanla kaplı olduğunu ve bir uçtan diğer ucu görmenin mümkün olmadığını söylüyor.

Uzungöl’den şehre inerken güneş de hafif kendini göstermeye başladı. Dayımla yengemin bizim için yaptığı programa göre Rize’ye özgü dokumaların satıldığı Derepazarı’ndaki Fırat Rize Bezi mağazasından güzel hediyeler alıp yemek yemek üzere tekrar yola çıktık.

Yemek dediysem öyle sıradan bir yemek değil. Tereyağında Alabalık.

Rize merkezine doğru Derepazarı civarlarında yol üzerinde tabelasını görürsünüz. Eskitoğlu Alabalık Çiftliği ve Dinlenme Tesisleri. Yoldan içeri sapınca 100 m. sonra girişine ulaşıyorsunuz. Yüksek bir kayalığın altında, yukarıdan gelen suyun şelaleye dönüştüğü ve bu suyla alabalıkların beslendiği güzel bir yer.

Balıklarımız hazır olana kadar küçük bir keşif gezisine çıkıyim dedim. Tek başıma şelalenin döküldüğü yere yürümeye başladım. Oturma yerlerinden bir kaç yüz metre uzakta ve kimsenin olmadığı bir yer olduğu için biraz korkarak ilerledim ama maceracı ruhum ağır bastı. Tam şelalenin yanına inmeye karar vermiştim ki; annemlerin de beni aramak üzere geldiğini gördüm. Annemle aynı ruhu taşıdığımız için eminim ki o da, beni bulma bahanesiyle şelaleyi keşfetmek için yola çıkmıştır.

Beni arama bulma timi
Annemler de gelince bu kez cesaretle kayaların üzerinden geçerek; şelalenin kayalara çarparak döküldüğü yere indim. Çok güzel resimler çektim ve çok eğlendik. Kıyafetim müsait olsa ayakkabılarımı çıkarır üstümün ıslanmasına aldırmadan şelalenin altına girerdim. Aklımda kaldı desem yalan olmaz.

1. şelale zaferim
Bulunduğumuz yer çukurdakaldığı için bizi birilerinin bulması duyması imkansızdı.. Telefon bile çekmiyordu. İstemeyerek de olsa şelaleden ayrılıp masamıza döndük, balıklar gelmiş onlarda bizi bulmaya çalışıyorlardı.

Hayatımda yediğim en güzel alabalığın kafasını ve kılçıklarını etrafımda dolaşan hatta oturduğumuz kameriyeye sızmaya çalışan ama sözümü dinleyip geri çıkan sevimle kediyle paylaştım.

Tesisin sahibi dayımın yakın arkadaşı, onun yaşlı annesi de dayımı çok sever. Oldukça yaşlı kadıncağız bizim için tabağa evindeki baklavadan koyup, kendisi getirdi. Üzerine bi de çay. Daha ne olsun ki?

Yorucu bir günün ardından terastaki divanda battaniyenin altına girip televizyon seyretmek başka bir keyifti doğrusu.

Üstelik Show Tv’de Nazlı Yarim diye bir karadeniz dizisi seyrettik ki. Hoş tesadüftü.

Saat 05:30 oldu. Demek ki bir saattir yazıyorum. Yağmur yok, oysa gece 3’te yine fırtına kopmuştu. Doğu’da güneşin kızıllığı Batı’da kara bulutlar. Bugün şansımıza ne çıkacak bilmiyorum. Çok uzaktan bir gemi geçiyor, kuşlar korosu yine konserde ben terastaki divanda. Uykum yok. Diğerleri kalkana kadar manzara seyrederim herhalde.