Yine yazılma tarihinin üzerinden çok geçmiş bir yazı...
Yazdığım kağıdın üzerindeki tarih Mart 2013...
Bir yıl, koca bir yıl...
Çok geçmiş olsa da yayınlamalıyım...
"Kendi kendine konuşamıyor insan, boş bir kamera odağına bakıp tıkır tıkır konuşmak tecrübe deneyim istiyor. Onu bir insan gibi algılıyor belki de bir süre sonra...
Bir ay içerisinde iki kamera tecrübem, üstelik biri de canlı yayın olunca anlamaya başlıyorsun"
İlk fotoğrafımız canlı yayından...
Bu da bant çekimimiz ilk kamera tecrübemin kamera arkası...
Ve yayında olan videom
Pazar, Şubat 16, 2014
Jung, Sembolleri ve Ben
Carl'la tanışmamız tam onun hayatına felsefesine uygun bir şekilde oldu...
Ruhlarımızın ortak noktası buluşturdu bizi,
O günden sonra eserlerini okumak ve onu anlamaya çalışmak benim için öncelik oldu...
Evet öncelik oldu olmasına da yazmak, paylaşmak nedense hep geride bıraktığım bir şey oldu...
Okuduğum ilk kitabı İnsanlar ve Sembolleri okuyup bitirmemin üzerinden yıl geçti, kitaptan aldığım notları yazıya dökmem bir yıl daha...
Ve nihayet...
Carl Gustav JUNG
Çağdaş bir çok insan ikiye bölünmüş bir kişilikten mustariptir.
Ruhumuz doğanın bir parçasıdır ve tıpkı onun gibi sınırsızdır
"Nietzche'nin dediği gibi, gurur yeterince inatçı oldupunda bellek boyun eğer"
Duygularımızın bazıları duygusal enerjilerini yitirerek bilinçdışına düşerler, yani onlara artık dikkat etmeyiz çünkü ya giderek ilginç ve önemli olmaktan çıkmışlardır yada onları gözümüzün önünden uzaklaştırmak için belirli nedenlerimiz vardır.
Bilinçli içerik bilinçdışı içerisinde kaybolabileceği gibi, o zamana kadar hiç de bilinçli olmayan yeni içerikler de bilince yükselebilir.
Bilinçdışı sadece geçmiş olayların hurdalığı olmayıp, gelecekteki ruhsal durumlarla düşüncelerin tohumlarıyla da doludur.
Rüyalar bazen bir olayı oluşundan çok daha önce haber verebilir. Bunun bir mucize sayılması gerekmez. Yaşamımızdakibir çok olayın gerçekte çok uzun bir geçmişi vardır. Adım adım yaklaştığı halde tehlikeyi fark etmeyiz. Gene de bilincimizle algılayamadığımızı çoğu zaman bilinçdışımız farkeder ve rüyalarımızla bildirir. Rüyalarımız çok zaman bizi bu yolla uyarırlar ancak en az bir o kadar da bunu yapmadıkları olur.
Uygarlaşma sürecinde bizler giderek bilincimizi, ruhumuzun dürtüsel katmanlarından uzaklaştırdık.
Hiç bir rüya simgesi, o rüyayı görmüş olan kimseden ayrı ele alınamaz. Durmadan yineleyen rüya dikkat edilmesi gereken bir olgudur. Rüyalarda semboller spontan olarak ortaya çıkarlar, çünkü rüyalar uydurulmaz sadece vuku bulurlar.
Bir şeyden haberi olmayan yalnız bilincimizdir. Bilinçdışının çoktan haberi olduğu bellidir ve vardığı sonuçlar rüyada ifade edilmiştir. Rüyalar sayesinde saptayabildiğimiz kadarıyla bilinçdışı kendi düşüncesini iç güdüsel olarak sürdürüyor.
İnsan kendi ruhuna egemen olduğunu sanmaktadır. Ama ruh hali ve duygularına egemen olamadığı, bilinçdışı faktörlerin sayısız gizli yollardan kararlarına sızdığını fark etmediği sürece muhakkak ki kendisinin egemeni değildir.
İç güdüler bilincimizle ilişkisini yitirse de dolaylı yollardan kendilerini gösteriyorlar. Anlaşılmayan keyifsizlikler, unutkanlıklar, konuşmada yanlışlar gibi...
Yaşam bir savaş alanıdır öyle de kalacaktır, öyle olmasaydı hiç bir şey varlığını sürdüremezdi.
Hiç bir ders kitabı psikolojiyi sahiden öğretmeyi başaramaz, bu ancak gerçek deneyimle öğrenilebilir.
Bilimsel anlayışımız geliştikçe dünyamız insnalıktan uzaklaştı. İnsanın doğayla bağlantısı kaybolup gitmiş ve onunla birlikte bu simgesel bağın ortaya çıkarttığı güçlü duygusal enerji de gitmiş.
Bütün cesetler aynı kimyasal bileşimi gösterir ama canlı insanlar öyle değildir.
Aklımız doğaya egemen olan yeni bir dünya yaratmış ve onu ucube makinelerle donatmıştır.
Rüyalar, rüya sembollerini anlama zahmetine katlanana son derece ilginç bilgiler sunmaktadır. Ne düşündüğümüz sorusuyla o denli meşguluz ki bilinçdışı ruhumuzun bizim hakkımızda ne düşündüğünü sormayı unuttuk.
********
M.L.Von FRANZ
Bir yerlerde var oluşun en dibinde, nereye gidilmesi ne yapılması gerektiği sorularının yanıtı aslında durur. Ama çoğunlukla bizim "ben" adını verdiğimiz soytarı öyle bir gürültü çıkarır ki içimizdeki sesi duymayız.
Jung düşlerin uygar insanlara gerek iç gerekse dış dünyadaki sorunları arasından yolunu bulmada rehberlik ettiğini bulmuştur. Soğuk ve kişisellikten uzak, anlamı olmayan rastlantılar dünyasında yaşamak yerine düşelrimize önem verirsek kendimize ait olan gizemle düzenlenmiş önemli şeylerle dolu bir dünyaya geçebiliriz.
Self'le İlişki
İşleri nedeniyle kentlere yazgılı olanlar, can sıkıcı bir boşluğun sıkıntısını çekiyorlar. Sanki bir türlü gelmek bilmeyen bir şey bekleniyor.
Çağdaş insan için yaşanmaya değer tek serüven ancak kendi içinde bulunabilir. Bunun böyle olduğu sezgisiyle bugün bir çok kimse yoga ve benzeri doğu öğretilerine yönleniyorlar. Self''in gerçekliğine gündelik olarak bir parça dikkat edildiğinde iki ayrı düzeyde ya da iki ayrı dünyada yaşanıyor gibi bir durum ortaya çıkar.
Kişi çoğunlukla iki nedenden kendi ruhunun yöneten merkeziyle teması yitirir, tek yönlülüğe gider. İkinci neden, ego bilincinin aşırı sağlamlaşmasındandır.
Bilinçli bir insan olarak mükemmel olmadığımın bilincinde kalabilirsem biliçdışının önemli içerik ve süreçlerini algılayabilirim.
Bilinçdışını ciddiye almak eninde sonunda bir kişisel cesaret ve sağlamlık işidir.
Ruhlarımızın ortak noktası buluşturdu bizi,
O günden sonra eserlerini okumak ve onu anlamaya çalışmak benim için öncelik oldu...
Evet öncelik oldu olmasına da yazmak, paylaşmak nedense hep geride bıraktığım bir şey oldu...
Okuduğum ilk kitabı İnsanlar ve Sembolleri okuyup bitirmemin üzerinden yıl geçti, kitaptan aldığım notları yazıya dökmem bir yıl daha...
Ve nihayet...
Carl Gustav JUNG
Çağdaş bir çok insan ikiye bölünmüş bir kişilikten mustariptir.
Ruhumuz doğanın bir parçasıdır ve tıpkı onun gibi sınırsızdır
"Nietzche'nin dediği gibi, gurur yeterince inatçı oldupunda bellek boyun eğer"
Duygularımızın bazıları duygusal enerjilerini yitirerek bilinçdışına düşerler, yani onlara artık dikkat etmeyiz çünkü ya giderek ilginç ve önemli olmaktan çıkmışlardır yada onları gözümüzün önünden uzaklaştırmak için belirli nedenlerimiz vardır.
Bilinçli içerik bilinçdışı içerisinde kaybolabileceği gibi, o zamana kadar hiç de bilinçli olmayan yeni içerikler de bilince yükselebilir.
Bilinçdışı sadece geçmiş olayların hurdalığı olmayıp, gelecekteki ruhsal durumlarla düşüncelerin tohumlarıyla da doludur.
Rüyalar bazen bir olayı oluşundan çok daha önce haber verebilir. Bunun bir mucize sayılması gerekmez. Yaşamımızdakibir çok olayın gerçekte çok uzun bir geçmişi vardır. Adım adım yaklaştığı halde tehlikeyi fark etmeyiz. Gene de bilincimizle algılayamadığımızı çoğu zaman bilinçdışımız farkeder ve rüyalarımızla bildirir. Rüyalarımız çok zaman bizi bu yolla uyarırlar ancak en az bir o kadar da bunu yapmadıkları olur.
Uygarlaşma sürecinde bizler giderek bilincimizi, ruhumuzun dürtüsel katmanlarından uzaklaştırdık.
Hiç bir rüya simgesi, o rüyayı görmüş olan kimseden ayrı ele alınamaz. Durmadan yineleyen rüya dikkat edilmesi gereken bir olgudur. Rüyalarda semboller spontan olarak ortaya çıkarlar, çünkü rüyalar uydurulmaz sadece vuku bulurlar.
Bir şeyden haberi olmayan yalnız bilincimizdir. Bilinçdışının çoktan haberi olduğu bellidir ve vardığı sonuçlar rüyada ifade edilmiştir. Rüyalar sayesinde saptayabildiğimiz kadarıyla bilinçdışı kendi düşüncesini iç güdüsel olarak sürdürüyor.
İnsan kendi ruhuna egemen olduğunu sanmaktadır. Ama ruh hali ve duygularına egemen olamadığı, bilinçdışı faktörlerin sayısız gizli yollardan kararlarına sızdığını fark etmediği sürece muhakkak ki kendisinin egemeni değildir.
İç güdüler bilincimizle ilişkisini yitirse de dolaylı yollardan kendilerini gösteriyorlar. Anlaşılmayan keyifsizlikler, unutkanlıklar, konuşmada yanlışlar gibi...
Yaşam bir savaş alanıdır öyle de kalacaktır, öyle olmasaydı hiç bir şey varlığını sürdüremezdi.
Hiç bir ders kitabı psikolojiyi sahiden öğretmeyi başaramaz, bu ancak gerçek deneyimle öğrenilebilir.
Bilimsel anlayışımız geliştikçe dünyamız insnalıktan uzaklaştı. İnsanın doğayla bağlantısı kaybolup gitmiş ve onunla birlikte bu simgesel bağın ortaya çıkarttığı güçlü duygusal enerji de gitmiş.
Bütün cesetler aynı kimyasal bileşimi gösterir ama canlı insanlar öyle değildir.
Aklımız doğaya egemen olan yeni bir dünya yaratmış ve onu ucube makinelerle donatmıştır.
Rüyalar, rüya sembollerini anlama zahmetine katlanana son derece ilginç bilgiler sunmaktadır. Ne düşündüğümüz sorusuyla o denli meşguluz ki bilinçdışı ruhumuzun bizim hakkımızda ne düşündüğünü sormayı unuttuk.
********
M.L.Von FRANZ
Bir yerlerde var oluşun en dibinde, nereye gidilmesi ne yapılması gerektiği sorularının yanıtı aslında durur. Ama çoğunlukla bizim "ben" adını verdiğimiz soytarı öyle bir gürültü çıkarır ki içimizdeki sesi duymayız.
Jung düşlerin uygar insanlara gerek iç gerekse dış dünyadaki sorunları arasından yolunu bulmada rehberlik ettiğini bulmuştur. Soğuk ve kişisellikten uzak, anlamı olmayan rastlantılar dünyasında yaşamak yerine düşelrimize önem verirsek kendimize ait olan gizemle düzenlenmiş önemli şeylerle dolu bir dünyaya geçebiliriz.
Self'le İlişki
İşleri nedeniyle kentlere yazgılı olanlar, can sıkıcı bir boşluğun sıkıntısını çekiyorlar. Sanki bir türlü gelmek bilmeyen bir şey bekleniyor.
Çağdaş insan için yaşanmaya değer tek serüven ancak kendi içinde bulunabilir. Bunun böyle olduğu sezgisiyle bugün bir çok kimse yoga ve benzeri doğu öğretilerine yönleniyorlar. Self''in gerçekliğine gündelik olarak bir parça dikkat edildiğinde iki ayrı düzeyde ya da iki ayrı dünyada yaşanıyor gibi bir durum ortaya çıkar.
Kişi çoğunlukla iki nedenden kendi ruhunun yöneten merkeziyle teması yitirir, tek yönlülüğe gider. İkinci neden, ego bilincinin aşırı sağlamlaşmasındandır.
Bilinçli bir insan olarak mükemmel olmadığımın bilincinde kalabilirsem biliçdışının önemli içerik ve süreçlerini algılayabilirim.
Bilinçdışını ciddiye almak eninde sonunda bir kişisel cesaret ve sağlamlık işidir.
37+001
Hayatımıza akıllı telefonlar ve onlarla birlikte gelen uygulamalar, kişisel hayatımızda bilgisayarların yerini azalttı. Bi çırpıda söylemek istediklerini 140 kelimede twitterda, sevdiğin fotoğrafları instagramda yayınlamak sadece bir kaç saniye sürüyor artık...
Ben de haliyle alıyorum nasibi bu yeni dünya düzeninden tabiki blogum da...
Son yazım 5 Ocak'ta, bugün Şubat'ın 16'sı...
Üstelik pek çok sene yaptığım gibi doğum günü yazısı yazmamışım 15 Şubat'a...
Aslında bloguma has bir durum değil bu, bu sene doğum günümü pek kutladım denemez...
Nedense yılbaşları gibi anlamsız umutların hayallerin yüklendiği gergin bir gün gibi geldi bu sene...
O gün eğlenmek, illa ki kutlamak sevgi böceği olmak şart mıdır???
Sakin sakin geçirmeyi tercih ettim
Kimbilir belki 30'ları tüketmemek için pas geçmek isteğimdendir, bu sitemim...
Ben de haliyle alıyorum nasibi bu yeni dünya düzeninden tabiki blogum da...
Son yazım 5 Ocak'ta, bugün Şubat'ın 16'sı...
Üstelik pek çok sene yaptığım gibi doğum günü yazısı yazmamışım 15 Şubat'a...
Aslında bloguma has bir durum değil bu, bu sene doğum günümü pek kutladım denemez...
Nedense yılbaşları gibi anlamsız umutların hayallerin yüklendiği gergin bir gün gibi geldi bu sene...
O gün eğlenmek, illa ki kutlamak sevgi böceği olmak şart mıdır???
Sakin sakin geçirmeyi tercih ettim
Kimbilir belki 30'ları tüketmemek için pas geçmek isteğimdendir, bu sitemim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)