Pazartesi, Ekim 30, 2006

Kavaklı Sadık Reis*

* Fener-Balat'la ilgili bir yazıda balıkçı olan Kavaklı bir Sadık Reis'ten bahsediliyordu. Bahsedilenin eniştem olup olmadığını anlayamadım ama tabir hoşuma gittiği için kullanmak istedim.

Rize'nin Çiftekavak köyünden Sadık Reisler. Atatürk'ün öldüğü zamanlarda bir delikanlı. Balıkçılık yapıyor. Çok sevdiği deliler gibi aşık olduğu bir kadınla nişanlıyken Beyoğlu'nda gezerken bir araba çarpıyor ikisine birden. Günler sonra kendine geldiğinde sevdiği kadını görmek istiyor. Önceleri göstermiyorlar, öldüğünü düşünmeye başlıyor. Sonunda sevdiği kadını üzerinde bir hemşire peleriniyle gördüğünde mutluluktan uçuyor. Koşup sarıldığında ise pelerinin altında bir kolunun olmadığını fark ediyor. Hastaneden çıktıklarında birinin kolu yoktu, diğerinin bir ömür onunla olacak ayağında hafif bir aksama vardı.

Gerçek aşk fiziğin üstündedir. Evlendiler. Tek koluna rağmen tüm işlerini kendisi yapıyor hatta balık bile ayıklıyormuş. Ama hiç çocukları olmadı. Güzel ve marifetli genç kadın hayatını normalmiş gibi sürdürse de içinde biriktirdikleri çok da fazla yaşamasına imkan vermemiş olsa gerek. Eyüp Mezarlığında Piyer Loti'nin hemen aşağısında son yerine gidiyor. 30 Ekim 2000'de de sevdiği adam.

Büyük aşkının üzerine başka bir aşk yaşamasa da 70'lerde teyzemle evleniyor. 74'te bir kızları oluyor. Ve hayat sürüyor.

Eniştem Haliç'te balıkçılık yapardı. Çoğu zaman canlı hamsileri getirir suya koyar biz de onların yüzmelerini keyifle seyrederdik. Misafiri, misafir ağırlamayı çok seven eli açık bir insandı. Orda kaldığımız gecelerde yatsı namazını kılıp eve gelirken mutlaka bize seveceğimiz şeyler getirirdi.

Küçük Mustafa Paşa semtinin en hatrı sayılır, sözü dinlenir, emin kişisiydi. Balıkçılık dışındaki zamanlarda takım elbisesi, kravatı, yazları hasır fötr şapkası, kışları da siyah bere şapkasıyla her zaman şık her zaman kendine özenliydi.

70'lerine geldiğinde ben daha 19'um diyebilecek kadar da gönlü genç, yaşam dolu bir insandı.

Cumartesi, Ekim 28, 2006

Tarihte Bugün

Bazı günler vardır, tam günü gününe denk gelir ve yıllar öncesi aynı günü aynı şeyleri hatırlatır.

6 yıl önce 28 Ekim...

Yine bir cumartesi. Soğuk bir sonbahar günü Çiftehavuzlar'daki kuzenimde kalmış çocuklarla vakit geçirmiştim. Geç saatlerde eve dönmüş, sonra da hasta olan teyzemin eşini ziyarete gitmiştik. Son görüşüm olduğunu bilmeden...

Bir hafta önce evlerinin çatısını aktarmıştı, yorulmuştu üşütmüştü, kalkamıyordu yataktan. Oysa ki prostat kanserinin son hamlesiydi yaşadıkları. Kendisinin de bilmediği yada bilip de hastalığını söylemediği.

29 Ekim Pazar...

12'de gelen telefonla eniştemin vefat ettiği haberini aldık. Ve teyzemlere gittik. Gece eve döndüğümüzde sitenin dışında yapılan yol çalışması sırasında sadece bizim elektrik kablolarımızın kesildiğini ve elektriklerimizin kesik olduğunu gördük.

30 Ekim Pazartesi...

İşe gitmek zorundaydım cenazeye katılamadım. En sevdiğim eniştemdi.

Akşam yükseklisansın ilk dersi vardı. 18:30'da okula gittim. Ders başlamıştı. Son derece karizmatik bir erkek masanın kenarına oturmuş, hiç alışık olmadığım bir şekilde "buraya para ödüyorsunuz hakkınızı sonuna kadar kullanın, isteyin" diye provakatif konuşmalar yapıyordu. Okulda böyle bir hoca yada asistanı farketmemiş olmam imkansızdı çünkü bölümdeki hemen hemen herkesi tanıyordum.

Ders sonunda öğrendim ki; Baymak'ın Genel Müdürü ve bizim bölümden mezun Murat Akdoğan'mış.

Ders keyifliydi. Ama bitti. Ve ben elektrikleri kesik eve gidip tek başıma olacaktım. Yalnız kalmak istemiyordum.

Cuma, Ekim 27, 2006

Karışık Fotoğraflar


Yaramazlık dediniz mi üstüne yoktur. Kafesin kapısı açıldığında her seferinde bakalım bu sefer neler yapacak diye onu takip ediyoruz. Çekmecelerin yolunu bulmuş.

Açılan çekmece ve dolapların içi en merak ettiği yerler. Dolabın kapısını kapattığı için ablama bağırsa da açık bıraktığımız çekmecenin içini itinayla inceledi. Yani bizim evdeki çekmecelerin dağınıklığının suçlusu bu fotoğrafla belgelenmiş oluyor.






Ayşegül'le birlikte çalıştığımız yıllarda iftarı iş yerinde yapıyorduk. Çok keyifli iftar yemeklerimiz olmuştur. Bu sene de böyle güzel bir iftar yaptık birlikte. Ama daha kalabalık olarak bizim afacan ikizlerle. Büyümüşler, kocaman olmuşlar. Kızımız biraz ağır, oğlumuzsa herkese gülücük dağıtan tam bir çapkın. Maşaallah diyin!



Ramazan'ın en keyifli zamanlarından biri de sevdiklerinle kalabalık iftar sofraları...

Ve bir kez daha benden güllaç...

Ağırdır Sonbahar

Her zaman taşıdıkların zor gelir artık sana; ümitler ümitsizlik çukuruna yuvarlanır sanki hep birden.

Her şey daha çabuk yorar, daha çabuk tüketir seni. Zor gelir bazen koşmak, gülmek, sevmek...

Ağırdır sonbahar.

Karanlık bulutlar yere yakındır, yüklenmek için omuzlarına.

Yağmur, gökgürültüsü, soğuk rüzgar, yerdeki yapraklar kolaylaştırmaz ki yaşamayı.

Güneş te yoktur; sarılıp kollarına yükseklere çıkmak, içini ısıtmak için...

Cuma, Ekim 13, 2006

İftar Önerisi

Ramazan sona ermeden güzel bir iftar programı önerisinde daha bulunuyim istedim.

Kiliza...

Antep mutfağının lezzetli yemeklerini mükemmel bir servisle almak için önerebileceğim çok güzel bir yer. Levent'te yeşillikler içerisinde bir vaha. Öğle ve akşam yemekleri için sıklıkla tercih ettiğim mekandaki iftar da oldukça iyiydi.

Menüde ne varsa hepsinden yedik diyebilirim. Çünkü ramazan için hazırladıkları set menü herşeyin tadına bakmanız için hazırlanmış. Ana çorbanın yanına antepe özgü naneli ve ekşili ve içinde sanırım bulgurdan küçük köftelerin olduğu bir çorba daha servis ettiler. Ara sıcaklar da aklınıza gelebilecek her şey. İçli köfte, börek, fındık lahmacun, kurutulmuş patlıcan dolması, közde biber ve domates.

Yöreye özgü pirinçten değişik bir pilav, simit kebabı, tavuk şiş yanısıra kırmızı et. Sürekli masaya eklenen yeni şeylerle benim artık yeter diye çığlık atasım geldiyse de arkadaşım her şeyi keyifle yediği gecenin sonunda kıpırdayamayacak hale geldi diyebilirim.

Tabi bir de karışık tatlılardan oluşan tabağı atladım. Bütün bunlarla doymadıysanız diye; devam etmek ister misiniz diye soracak kadar da misafirperverler.

Bir de yemeğin üstüne mırra servisi yapıyorlar ki; ben hayatımda ilk defa içtim. Garip bir kokusu var ve çok sert. İlk küçük yudum idare ederdi ama ikinci yudumu almak çok akıllıca değildi.

Yeme kapasitenize güveniyorsanız Kiliza'da iftarı kaçırmayın derim.

Kış akşamlarının keyfi biraz da bozadır bana göre. Ramazan akşamımızı biraz daha keyiflendirmek için yemekten sonra da Vefa'ya bozanın gerçek yerine gidip boza içtik. Hani olsaydı ordan da bi direkler arası yapıp, kantolarla, hacivat ve karagözle, temsillerle gecemizi neşelendirmek isterdik.

Keyifli iftarlar için son bir hafta...

Kiliza: 212 325 71 70

Çarşamba, Ekim 11, 2006

Adını Bile Anmak İstemediğim Ülke

“Ermeni soykırımı olmamıştır” demeyi yasaklamak...

Böylesine anlamsız bir yasak kralların halkına onu yapmayın, bunu söylemeyin diye fermanlar ilan etmesine benziyor. Kral o halkın tek sahibidir, istediğini asar, istediğini keser çünkü halkın söz hakkı yoktur. Yani onlar bir hiçtir.

Şimdi bu yasanın çıkacağı ülkeye bakalım. Az önce söylediklerimden farklı bir tarafı var mı?

Fransız halkının ne düşündüğünden öte; ne yerine konduğuna dikkat çekmek gerek bence. Zaten sözde ermeni soykırımı konusunda Fransa artık kendini aşmış durumda söyleyecek bir şey bulamıyorum.

Söyleyemediğime göre, yapabileceğim bir şeyler olmalı. Hepimizin yapabileceği gibi. Fransa’yı Fransız mallarını hayatımızdan çıkarmak.

Bu konuda pek çok mail gelmeye başladı bile. Maillerde firma isimleri geçiyor ama benzer durumlarda yanlış şirketler ve yönlendirmeler yapıldığı için isim yazmak istemiyorum. Ama alışveriş yaparken etiketleri okuyup biraz daha dikkatli davranabiliriz.

Tatil geliyor; Fransa turlarına gönül rahatlığıyla gidebilir misiniz? Bir fransız şarabı içerken yada yemeği yerken içiniz rahat edebilir mi?

Edebiliyorsa zaten; o yasayı çıkarmaya çalışanlardan hiç bir farkı yoktur.

(Biraz önce Google'da fransız mallarıyla ilgili bir arama yapıyordum. www.annecocuk.com adlı sitenin forum sayfası çıktı karşıma. Bir kaç sayfasını okudum da; ne kadar duyarsız ve bencil insanlar var. Bu foruma üye olanların büyük çoğunluğunun anne olduğu düşünülürse gelecekte nasıl bir neslin yetişmekte olduğu üzüntü verici.)

Salı, Ekim 10, 2006

Renkli Kalemler

Baktım da yine yazmayalı bir hayli olmuş. İşlerimin bugünlerde oldukça yoğun olması ve kendime vakit ayıramıyor olmamdan dolayı bu ara. Daha önce de söylemiştim; yazdığım zamanlar kendime ayırdığım özel zamanlarımın aktivitesi diye. İşte bir süredir, böyle bir zaman bulamıyorum. Bir değişiklik olmazsa cuma gününden itibaren yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan kendime ayırdığım zamanı arttırabileceğimi düşünüyorum.

Şimdilik özel bir programım yok ama evde olabilmek bile benim için keyifli bir tatil demek. Ama en kötü ihtimalle yarım kalan İstanbul turuma devam edebilirim.

kalemlerim
Yazmayı seven birisi olarak; kalemler, defterler kısacası kırtasiye ürünlerine aşırı bir düşkünlüğüm var. Geçenlerde de D&R'da dolaşırken yeni kalemler gördüm. Rengarenk ince uçlu kalemler. Sıradan olmayan renklerinden hemen alıp defterlerime renkli notlar yazmaya başladım.

Bir de ev eşyaları alışverişi var ki; koltuk ve halı gibi büyük şeyleri kastediyorum. Hiç sevmediğim ama bugünlerde yapmak zorunda olduğum bir şey. Herşey o kadar birbirinin aynı ve sıradanki; bir süre sonra aynı şeyleri görmekten mideniz bulanıyor ve yeter artık istemiyorum ben boş evde daha mutluyum diye isyan edesiniz geliyor.


Ama edemiyorsunuz, kaldığınız yerden devam ediyorsunuz.

Çarşamba, Ekim 04, 2006

Güllaç

Ramazan deyince güllaçsız olmaz. Ancak pazar günü yapmaya fırsat bulabildim. Paketin tamamı 400 gr yaklaşık 21-22 yaprak geliyor. Ve kalabalık misafir gelmiyorsa hepsini bir kere de yapmıyorum.
Paketin üstündeki klasik tarifi uyguluyorum. 3 kilo süte 1 su bardağı toz şeker ve isterseniz biraz da gülsuyu. Şekerli süt ılık haldeyken güllaçların parlak tarafı üste gelecek şekilde üzerine kepçeyle sütü döküp her tarafının ıslanmasını sağlamak gerekli. Hepsi bittikten sonra 1-2 saat dinlendirmek tüm sütü çekmesi için gerekli.

Ceviz, fındık yada fıstığı ister içine ister servis yaparken sadece üstüne dökmek tamamen sizin keyfiniz.

Güllaçla ilgili bir püf noktası; sütün ılıklığı güllaçın lezzetinde çok belirleyici. Nasıl anlatırım bilmiyorum ama ılık fakat çok hafif sıcaklığını hissedebileceğiniz bir ılık.

İstanbul'da İftar

Her ay başında olduğu gibi bu ayın da ilk günleri yoğun geçtiği için yazmaya hiç fırsat bulamadım.

Cuma akşamı Karaköy Liman Lokantası'nda iftardaydım. Cuma akşamı çok şiddetli yağmur yağdığı saatlerde şemsiyemle yolda yürüyordum. Ancak pek çok insan da şemsiyesi olmasına rağmen mağazaların ve evlerin kapıları içinde yağmurun şiddetini azaltmasını bekliyordu. Bense içimde garip bir huzur ve neşeyle, yüzümde hafif tebessümle yağmurun şiddetinden keyif alıyordum. Aslında bu tebessüme yaptığım en keyifli metro yolculuğunun katkısını da inkar etmemek gerek.

Bindiğim vagonda 3-4 yaşlarında bir erkek çocuk poşet içindeki pamuk şekeriyle ilgili olarak ağlıyordu. Annesi ve babası ile birlikte seyahat eden çocuğun probleminin ne olduğunu, "yıllardır yemedim" demesiyle herkes anlamış oldu. Sanırım pamuk şekerini eve gitmeden yemek için son kozunu oynuyordu. Sadece 3-4 yıllık ömründe -yıllardır yemedim- diyecek kadar çok istemişti pamuk şekerini. Bütün vagon gülmeye başladı.

Biraz ilerdeyse annesinin kucağında oturan henüz bir yaşını doldurmadığını tahmin ettiğim iri kahverengi gözlü bebek; gözlerini dikmiş kırpmadan yan tarafta oturan adama bakıyordu. İlgiye kayıtsız kalmayan adamsa öpücükler ve hareketler yaparak gülümsetmeye çalıştıysa da, tepkisiz bir şekilde gözlerini kırpmadan seyretmeye devam etti. Bakışları ne yanında oturana, ne ağlayan çocuğa hiç bir şeye kaymadı. Ta ki gözlerini diktiği kalkıp gidene kadar. Kısa bir süre onu takip etti ama yerine başka biri oturduğunda gözler yine aynı noktadaki başka birisine dikildi. Aynı takip devam etti. Ama bu kez direnci kırılmış olmalı ki küçük gülücüklerle içimin ısınmasına neden oldu.

Ve Liman Lokantası........

Daha önce duyduğum ama hiç gitmediğim Liman Lokantası manzarasıyla muhteşem. Gün batımında bir de yağmur sonrası İstanbul'un güzellikleriyle sadece midemizi değil ruhumuzu da doyurduk diyebilirim. Dekorasyon ve yemeklerin iyi olduğu mekanda iftar boyunca canlı fasıl ve iftar saatinde masaların arasında dolaşan davulcuyla keyifli bir yemek yaşadık. Ancak ramazan nedeniyle herkese herşeyin aynı anda sunulmasının getirdiği zorluktan kaynaklandığını düşündüğüm bir servis problemi vardı ki; ramazandan sonra bir kez daha gidip kontrol etmek şart oldu.

Bulunduğu semt ve bina itibariyle köhne sayılabilecek bir binada; restoranın kapısından içeriye girince kendinizi farklı bir dünyada buluyorsunuz.

Bu arada iftar seçenekleri yazımda belirttiğim 25 YTL KDV hariç fiyatı.

Güzel bir akşamdı ama henüz hayalimdeki iftar yemeği olmadı