Salı, Kasım 30, 2010

Masal Film

Masalları seviyorum, gerçekleri yaşamak zorunda olsak da...

Andersen'in,  La Fontaine'in masallarını daha geçen sene okudum.

Kendi masallarımı her gün yazıyorum...

Çağan Irmak'ınkini haftasonu seyrettim...


Beyazıt Halk Kütüphanesi'nin Denizler Altında 20.000 Fersah'tan  fırlayan dev ahtapotun yüzdüğü yer olduğu, sokaktaki sıradan bir ağacın dalına konmuş bir masal kuşunun gagasının kanadının altını pitlemesi, uyuyan prensesi almaya gelen karanlıklardan çıkan önüne gelen her şeyi rüzgarıyla darmadağın eden kötü karanlık canavar, küçük Aziz'in yetimhane öyküsünün çizgi filmi, prensesin günlüğü ve dilekleri, Redd'in dilekten gerçeğe dönüşmesi, uyuyan prensesin uyanması...

Gözyaşlarının kenara gelip, -napıyosunuz siz alt tarafı film, yerinize dönün- emriyle yerine döndükleri, ağlamadan salondan çıkışın başarılabileceği, iyi ki gitmişim denilebilecek güzel bir film

Genco Erkal, gitmek isteyen ama gitmek istediği yere her isteyenin gidemediği,
Öksüz Aziz'le Neşet'in öksüz duruşları,
Hayalleri, dilekleri bi de günlüğü olan gözlüklü küçük kız ve annesi Sevinç Erbulak.

Filme ilham verdiği söylenen Redd'in şarkısı...
Ben kimin uydusuyum
Uymadı mı sorgusuyum
Hala eski duygusuyum
Prensesin uykusuyum

Bir avuntu dolgusuyum
Terkeder beni korkusuyum
Hala eski duygusuyum
Prensesin uykusuyum

Uyanmaz mı, uyanmaz mı
Bana gelince zaman durmaz mı
Uykusuz rüyasız

Bana gelince hayat neden masalsız

Bilmem

Bir masalın yokmuşuyum
Ben hiç ben olmuş muyum
Hala aynı duygusuyum
Prensesin uykusuyum

Pazartesi, Kasım 29, 2010


V gibi sevmeli beni;
sevmeye doyamayan, öpmeye kıyamayan, elimi bırakmayan...

Y gibi sevmeliyim;

Ama Z olmalı...

Pazar, Kasım 21, 2010

İtalya Günlüğü-II

İtalya gezimizde sizi Napoli'de bırakmıştım. Pizza ve makarnanın memleketine gidersiniz de onların o meşhur makarnalarından ve soslarından almadan olur mu? Adamlar sırf makarna, şarap ve bu sosları satmak için butik dükkanlar açmışlar, raflarda değişik şekillerde ve farklı renklerde paketlenmiş makarnaları görünce hangisini alacağınızı şaşırıyorsunuz. Alışverişten önce bize çilek şarabı, peynir ve baharatlı soslarıyla küçük bir lezzet sunumu da yaptıktan sonra tur ekibi olarak bayağı yüklü bir alışveriş yaptık.Tabii turun ikinci günü olması dolayısıyla bu alışverişlerin dönüşte bize ne gibi sıkıntılar yaratacağının farkında değildik. Ayrıca turun ilk günü rehberimiz tarafından da uyarılmıştık...İtalyanın pahalı bir ülke olduğu, buradaki her şeyin Türkiyede de olduğu hatta üstüne bir de taksit yapıldığını üstüne basarak bize belirtti, buradan alabileceğimiz en iyi hediyenin makarna ve şarap olduğunu söyledi... bence de iyi bir öneriydi.


Turumuzun üçüncü sabahı rönesansın başkenti kabul edilen Floransa'ya doğru dört saat sürecek yolculuğumuz için Roma'daki otelimizden ayrıldık. Roma'dan ayrılırken yeni başlayan yağmur bize önümüzdeki günlerin nasıl olacağına dair sinyallerini vermeye başlamıştı. Apenin dağlarını tırmanarak zaman zaman sis ve yağmurun içinden geçerek, sonbaharın renklerinin oluşturduğu doğal bir sergiyi seyrederek İtalya'nın güneyiden kuzeyine doğru yol aldık.

Floransa'yı görmeden önce şehri tepeden seyredebilmek için Michelangelo tepesine vardığımızda Arno nehri kıyısında kurulmuş şehirin etkileyici manzarasıyla karşılaşmak bizi heyecanlandırdı. Şehrin yüzyıllardır bozulmadan korunarak çok güzel muhafaza edildiğini, yeni yapılan binaları şehrin dışına kurularak tarihlerini ayakta tutmaları alkışlanmayı hak ediyor.

Floransa küçük bir şehir olmasına karşın içinde barındırdığı eserlerle bir hazine. Meydanın girişinde Santa Maria Del Fiore Kilisesi üzerindeki işlemeleri, heykelleri, rölyefleriyle aklınızı başınızdan alıyor. Aşağıdan yukarıya doğru baktığınızda  üzerindeki detayları incelerken boynunuz tutuluyor. Şık butiklerin ve cafelerin olduğu sokaktan geçerek ünlü Senyörler meydanına vardığınızda Michelangelo'nun ünlü Davud heykeli bütün azametiyle sizi bekliyor. Michelangelo'nun 26 yaşında kusurlu bir mermerden yontarak yaptığı, kusursuz denebilecek kadar  mükemmel sanki her an canlanacakmış hissi veren bir eser. Tabii ki meydanda gördüğümüz bire bir kopyası  orjinal heykel  2004 yılındaki restorasyondan sonra özel  hava korumalı kafeste müzede sergilenmektedir. Bu meydanda ayrıca Medici Ailesinin özel koleksiyonuna ait başka heykellerde sergilenmekte. Arno nehri kıyısındaki Uffizi müzesi İtalya ve avrupa resim koleksiyonun sergilendiği önemli bir müzedir. Floransadaki  gördüğüm  bütün müzelerin kapılarında uzun kuyruklardaki insanları buralardaki eserleri görebilme isteğini yağmur bile engelleyemedi. Şiddetli yağmur altında gezdiğim Floransa'nın ,sadece müzelerini gezmek için tahminimce bir hafta belki de yetmez...


Dünyanın en büyük mimari hatası olarak kabul edilen Pisa Kulesi aslında yanında duran katedral ve vaftizhaneye ek olarak sonradan yaptırılmış olan bir çan kulesidir. Kule inşa edilirken zeminin bir su kaynağına yakın olduğunun  farkedilmemesi sonucu üçüncü katının yapımı devam ederken  eğilmeye başlamış, bunu farkeden mimar düzeltmek için pek çok teknik denediyse de  bunun önüne geçememiş; bu da hayatının son işi olmuş ...

Floransa,Pisa ,Siena gibi önemli şehirleri içine alan Toskana, İtalyanların Karadeniz bölgesi ve şaraplarıyla ünlü, bölgede irili ufaklı şarap bağlarıyla butik üretim yapan şarap imalathaneleri mevcut, chianti şarapları da bu bölgede yetişen üzümlerden yapılıyor. Chiantiden  San Gimignano'ya giderken yol boyunca  üzümbağlarının  bir asker edasıyla  dizilmiş haliyle  karşılaşıyorsunuz, tepeye doğru tırmandıkça aşağıda kalan manzara sizi büyülüyor.12. yüzyıldan kalma bir ortaçağ kasabası olan San Gimignano kuleleri,etrafını saran kalın duvarları ve dar sokaklarıyla bir tepenin üstünde  kurulmuş o zamanlar gelebilecek saldırılardan korunmak için en güvenli yolmuş.Kasaba  ortaçağ filmlerininde vazgeçilmez platosuymuş,Roberto Benini'nin Hayat Güzeldir Filmi bu kasabada çekilmiş.UNESCO tarafından  dünya mirası listesine alınan koruma altındaki yerlerden biri (İtalyada bu şekilde koruma altına alınmış pek çok kasaba var). Şehrin kapısından içeri girdiğinizde sokakların, evlerin  kasabanın sokaklarında dolaşırken  atının üstünde zafer kazanmış bir şövalyenin kasabanın girişinde halk tarafından çoşkuyla karşılandığını ve kulelerin birinde onun dönüşünü bekleyen güzel bir leydinin  heyecanına  bu  duvarların  şahitlik ettiğini düşündüm. Kim bile bilir ki neler yaşandığını...Biz  sadece kitaplarda yazanları ve filmlerde seyrettiklerimizi biliyoruz masal niyetine.

Siena'ya doğru yol alırken yağmur bütün gün sürdüğü etkisini azaltmıştı.Siena sönmüş bir yanardağ ağzına kurulmuş  kahverengi ve gri tonların hakim olduğu bir ortaçağ şehridir ve şehir yapısı itibarıyla trafiğe kapalıdır.Siena sokaklarından meydana doğru yürürken şehrin dokusunun aynen korunduğunu ,küçük detay dediğimiz atların bağlandığı demir halkaların hala yerinde durduğunu görebilirsiniz.Siena meydanı bildiğimiz tüm meydanlara göre çok farklı bir yapıya sahip,sönmüş bir volkanın  ağzına kurulan şehir kenarlarda ortaya doğru eğimli şekilde bir krater ağzına benziyor.Bu meydanda Sienalıların yaklaşık 450 yıldır düzenledikleri palio at  yarışları yapılır ve bu yarış Sienalılar için  bir onur meselesidir.Avrupanın ilk bankası ve borsası Sienalılar tarafından kurulmuş,bu üstünlüğü elegeçirmek isteyen Floransa ile hep mücadele etmek zorunda kalan Sienalılar bugün bile Floransa adını duymak istemezler.

Yol Ayrımı

Pazartesi, Kasım 15, 2010

Süleymaniye'(ye)de Bayram


İki sene önce bir ramazan akşamı Süleymaniye'nin avlusunda Darüzziyafe'de iftar yapmadan önce büyük bir hevesle Süleymaniye Camii'ni de gezelim demiştik.

Heybetiyle ihtişamıyla meşhur Süleymaniye'yi sonunda biz de görecektik. Gel gör ki kapıdan içeri girdiğimizde karşımıza kubbeye kadar yükselen ve tüm güzelliğini tahta perdenin ardına saklayan yoğun bakımda bir Süleymaniye çıktı.

Çıktık, hayal kırıklığını koyup cebimize "bitince restorasyon geliriz artık" dedik.

Ve şimdi beklenen gün, saat geldi...

Süleymaniye, Yahya Kemal'in şiirindeki gibi bir bayram sabahı yeniden uyanacak.

Gazetelerde tam sayfa ilanları ve ilanlarda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün internet adresini görünce bir heves Süleymaniye'nin tedavi süreciyle yeni haliyle ilgili bir şeyler umarak girdim siteye. Maalesef bomboş, anlamsız, olsun diye yapılmış ve benim gibi meraklısına hiç bir şey vermeyen kuru bir site çıkıyor karşınıza. Boşuna girmeyin.

Neyse bayram coşkusunu kaybetmemek, Süleymaniye'nin yeniden hayata dönüşünü kutlamak için onun şiiriyle başbaşa bırakıyorum sizi. En yakın zamanda Süleymaniye ziyaretimi paylaşmak dileğiyle, iyi bayramlar...

Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,
Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye'de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garib âlem bu!..
 
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, îlâhi yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
 
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allâh’ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayâl ettiği mimârinin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi;
Taşımış harcını gaazîleri, serdâriyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimârıyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Tâ ki geçsin ezeli rahmete rûh orduları..
 
Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimârı.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabâh anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla buğün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rü'yâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imânı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allâh’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakarâtın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

 Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrâr alınan Tekbîr'i;
Ne kadar sâf idi sîmâsı bu mü'min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmâri mı ulvî eserin?
Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşıyan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde tesellî gibi o,
Hem bu toprakta buğün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
 
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, Çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, Tâ Beyazıd'dan, Van'dan,
Aynı top sesleri birdir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar ruzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
 
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosva’dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul’dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus’dan mı, Cezâyir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
 
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrıya, Gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla berâber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Cumartesi, Kasım 13, 2010

Eyçenem ve Biss

Blogumuzunn muhabirleri arasına yeni ve biraz da esrarengiz bir arkadaşımız katıldı bugün. Farklı tarzı ve yazılarıyla hayatımızı renklendireceğinin ipuçlarını birazdan okumaya başlayacağınız ilk yazısında siz de göreceksiniz.

Aramıza hoşgeldin Gulish :)))

Gulish Yazıyor...

2 ila 3 saat önce H&M manyaklığını tecrübe etmek üzre işyerimden yola çıktım .Burdan yakın da ..hemüde eksik kalmiim piyasa araştırması neyin yapiim didim soona sisler uzakta kaldıınız için gelemeyebilirsiniz diye sislerle de paylaşmak istedim :) Sislere de anlatayım didim zira ben sislerle varım :).


Anam bismillah diyip içeri girdim bir de ne göreyim ne kadar yurdum Mearve si ve erkek arkadaşları varsa doplaşmışlar alışveriş eyliyolar:) Bildiğiniz salı pazarı kıvamında ..Bi tezgahta sutyen giymiş adam eksik..öyle diyeyim ben size..Bu ne lan diyip şoku atlattıktan soona bakiim neler yapmış bu isveçliler diyerekten bir merak kıyafetlerin arasına bodoslama daldım.Bu arada hemen kasalara bakasım geldi zira bişey beğenip de almaya niyet edersem başıma gelecekleri önceden biliyim istedim sayın seyirciler..Kasalar tahmin ettiğiniz gibi metrobüs kuyruğu yalınız kızların sol kolları 90 digrii açık ve askı görevi görüyor.Askıda da envai çeşit tayt blauz entari köynek .. Hayatta bişey almam ben burdan,kıyıdan kıyıdan dolaşiim çıkiim didim ama akıntıya kapıldım bi kere derinlere dooru gidiyom bu arada :)


Derkene ne zamandır istediim bişi görmiimmi lan..Boyfriend jean oh yeah..Götü göbee kapaması bir yana çok da hoşlaştıım bir nesne salaş malaş seviyom yane..Haydaaa noolcek şimdik emeeen du bi deniyim didim kaptım 2 beden ..Akıllıyım ya bi daa gir çık olmasın :) Ve fakat kasadaki kuyruun 2 katı kabinajlarda mevcut.Yok lan hayatta ben bu kabin sırasına girmem didim vee inanmıycaksınıs girmedim de netekim..Ama akıllıyım ya erkek bölümündeki kabinajlara gittim :) Hahayt orda nüfus sayımı bitmiş dağılıyolardı nispeten tabiisi 2 parça kartonetimi aldım sırama girdim kuzu kuzu:)


Sıra bene geldi girdim kabinaja..Soona hay allah razı olsun şunu akıl edenlerden dediğim ve pek bir mutlu olduğum bir şey gördüm.Kabine girince kıyafeti giyip dönüp götünü görmek istersin ya ve yapamazsın bu arkadaşlar raat raat bakman için hareketli bir boy aynası yapmışlar :)) Ooooh çevir çevir bak anasını satiiim hep bunu neden yapmazlar demişimdir bizim zalak mağazacılar..Neyyse giydim kotu oyyy ne tatlı ama biraz daa bol istiyom bir büyük bedenini giydim oooh tam istediim gibin bana büyük :)))) anama göstersem buna kaç para verdin yavuzun atacağı bi kotu sana verirdi derdi..Ossun maksat eyçenem marka bi parçam olsun :) Hey allaam :)


Soona en zor kısma geldim.Sıraya girdim.İnsanların psikolocik durumlarını gözlemliyorum..Kasadaki çocukla başladım yazık nasıl bir eğitim aldıysa beyni sulanmış ama yine de gülümsüyordu.Bi sorun var idi ve etiketi okutamıyordu..Hepimiz beklemedeydik..Benim önümdeki bir Maerve ay sorun nedir daha ne kadar bekliycez diyerekten ilk kıvılcımı çaktı kaltak..Sanki çok elzem ameliyathaneye kan yetişitrecek..Alma git evine dimi yooook hem bokuyla kavga ediyo hem etrafıyla kavga ediyo hem de and içmiş alınacak o çaputlar..Çocuk açıklama yaptı gayet nazik ..Soona kız aldıklarını kasanın önüne attı "o zaman burda dursun bunlar çünkü taşımaktan yoruldum"dedi..Biz de aptalız burda bekliyoruz etiket okumanı falan diyo ama gitmek yok sabit:))) E bacım zittir git evine ne bu menapoz ayakları demek istedim kendisine öyle de itici bi tip ki saçlar açık pas rengi fönlü surat da eda taşpınar :))


Ay sıkıldım yazmaktan sis hala okuyo musunus :) Velhasılı kelam aldım kotu sonuçta ama aynı şeyler zara mango mudo judo heryerde var ..Ayıp bu kızlarımızın yaptıııııı :)

Perşembe, Kasım 11, 2010

İtalya Günlüğü -I-


Yeşim yazıyor...

Bu yıl leyleği havada gördüm galiba sürekli geziyorum, hayatım haziran ayından beri hareket halinde…

Yonca’dan takip etmişsinizdir biz genelde birlikte bir yerlere gideriz ama bu sefer o niyet etti biz gittik (erkek kardeşim ve ben). Üstüne üstlük İtalya aklımın ucundan dahi geçmemişti...

Erkek kardeşimin araştırmaları ve programlamasıyla ben yine karadeniz tatili gibi hazıra kondum ...

29 ekim sabahı şiddetli yağmur altında  hareket ettik İstanbul'dan...

İlk durağımız Roma'da güneşli ama soğuk bir hava karşıladı bizi.Vatikan'a doğru giderken rehberimiz İtalya hakkında genel  bilgiler vermeye başladı. San Pietro meydanına ilerlediğimizde  karşılaştığımız insan kalabalığı ve meydanda Vatikan'a girmek için bekleyen  kuyruğu görünce şaşırıyorsunuz, hızla akan sırada etrafı inceleme fırsatınız oluyor. San Pietro Bazilikasının içine girince karşılaşığınız süslemeler, ihtişamlı kubbeler metrelerce yüksekten size bakan İsa, Meryem figürleri...


Buranın bence en önemli eseri Michelangelo'nun 25 yaşında yaptığı 9 ton ağırlığında yekpare mermerden yaptığı pietası ...(pieta İsa'nın çarmıha gerildikten sonra  oradan indirilip annesi Meryem'in kucağında 7 gün boyunca yaşadığına inanıldığı görüntü).

Vatikandan ayrılıp Roma'ya doğru hareket ettiğimizde güneş bizi ısıtmaya  başlamıştı. Roma'nın geniş caddelerinden geçerek Trevi  çeşmesine  vardığımızda, yoğun bir kalabalıkla karşılaştık. Çeşmenin yanına ulaşabilmek için bayağı çabaladıktan sonra  havuza para atmadan olmazdı. Romalıların inanışına göre buraya para atan  Roma'ya 7 defa gelirmiş. Ben arkadaşlarımın İstanbul'dan  bana verdiği paraları da onlar için çeşmeye attığımdan  kaç kez daha gideceğimi bilemem...

Akşam yorgun olsak da Roma'nın gecesini görmek için kendimizi dışarı attık. Metrodan indiğimizde Collesıum'un ışıklandırılmış hali bütün ihtişamıyla bizi bekliyordu. Navona meydanına doğru yürürken Roma'nın kurucusu Vittrio Emanuelin anıt mezarının büyüklüğü insanı etkiliyor. Piazza Navona meydanındaki Bernini'nin Dört Nehir Çeşmesi her biri farklı yöne dört heykelden oluşmakta, özellikle heykellerdeki vücut detayları sanki bulundukları yerlerden canlanacakmış gibi görünüyordu. Meydanın etrafındaki restoranlar ve kafeler 29 ekim haftası nedeniyle 3 günlük tura katılan Türklerle doluydu açıkçası hiç yabancılık çekmedik. Rehberimizin anlattığına göre tatil zamanlarında yapılan yurt dışı turlarda gittiğiniz şehir aynı İstanbul gibi oluyormuş.



Ertesi sabah 2 saatlik bir yolculukla  italyanların Şanlıurfası olan güneşi ve deniziyle tipik bir akdeniz şehri olan  Napoliye gittik. Napoli insanı fazla çalışmayı sevmeyen, acı biberi, hırsızları, limondan yaptıkları (tadı limon kolonyasının daha tatlısı) limoncellosuyla meşhur  tabii ki bir de dünyaca ünlü aktrisleri  Sophia Loren 'i unutmamak lazım. Dünyaca ünlü Capri adasını ve  halen aktif olan Vezüv yanardağını karşısına  almış Napoli  sanki bizden gibi...


Ayrıca İtalyanın  en iyi pasta ve pizza ustaları Napolilidir, sokaklardaki tatlı tezgahlarıysa aklınızı başınızdan alıyor.


Vezüv yanardağının milattan önce  24 ağustos 79  yılında bir  gecede yok ettiği Pompei yapılan kazılarda ortaya çıkan eserlerle muhteşem bir bölge. Özellikle, insanların oldukları gibi kalarak taştan birer heykele dönüşmeleri insanın tüylerini ürpertiyor. Şehircilik açısından Pompei çok güzel planlanmış bir şehir kaldırımları, sıralı dükkanları hamamı, fast food dükkanları, tiyatrosu ve geneleviyle...

Pompei'den Romaya dönerken rehberimiz Vezüv yanardağının halen aktif olduğunu, sürekli kontrol edildiğini  belki de bir daha  gittiğimizde  Vezüv'ün eteklerindeki şehri yerinde bulamayabileceğimizi söyledi...

Bir bombanın üstünde yaşamak gibi...

Çarşamba, Kasım 10, 2010

Uzayda Bir Gezegen

Muhabir muhabir dedik, tembel çıktı :))

Aslında tembel di'il de işe dönünce koşturmacadan insan özel işleriyle ilgilenemiyor.

Bu da öyle bi şey...

Yani er geç yazacak ama hemen olur zannetmeyin.

Yine kaldınız mı benle baş başa ;)))

Eeee madem yine kalemim kağıdımlayım -tamamen fantezi, yoksa tık tık tuşlardan başka bir şey yok elimin altında- iki satır bi şeyler karalayıveriyim.

Hayaaaat...

Nasıl bir enerjidir ki, ne verirsen onu döndürüyor sana.

Ağlayınca, kapanınca içine o da dönüyor sana sırtını konuşmuyor ilgilenmiyor senle. Sen yokmuşsun gibi davranıyor.

Ama ne zaman gülünce ona kucaklamak için kocaman açınca kollarını, öyle bir sıkı sımsıkı sarılıyor ki sana gel de sevme keratayı :)

Gülüyor, güldürüyor, arkadaşlarıyla tanıştırıyor seni. Suya atılan taş misali halkalar halkalar açılıyor etrafında yörüngende daha çok gezegen dönmeye başlıyor.

Aynı gezegenlerle aynı uzay boşluğunu paylaşıyordun yıllarca, herkes kendi yolunda...

Ne oldu da gezegeninde -petrol mü bulundu yoksa bor mu- bütün gezegenler birden senin etrafında dönmeye başladı.

Garip; garip şu gezegenler ;))

"Houston, Houston burda çekimine karşı koyamadığımız bi gezegen var, yörüngesine giriyoruz. tamam :)))))))"

Cumartesi, Kasım 06, 2010

Muhabirimiz İtalya İzlenimleriyle Yakında Burada...

Ben di'il  :)))

Kısa bi süreliğine blogumu misafir bir yazara bırakacağım :)))

Yoğun ve uzun bir İtalya turundan dönen ablam Yeşim, fotoğraflarını ve izlenimlerini paylaşacak. Yine de ben rahat duramayıp kendi yazılarımla girerim araya hatta İtalya turunu o anlatmaya başlamadan ipuçlarını veriyim.


Gördüğünüz haritada -aslında mutfak önlüğü olur kendisi ;)- gittikleri yerlerin izini kırmızıyla sürdüm sizler için. Yani önümüzdeki günlerde Güney'den Kuzey'e İtalya'nın en güzel şehirleri ve fotoğraflarını bulacaksınız burada.

Bu arada bana getirdikleri hediyeleri göstermezsem olmaz :))



İpli kuklam Pinokyo :))
Kardeşim Yavuz da beyaz ve siyah çikolata bloklarının bir arada olduğu çevirdikçe bu çikolataların rendelendiği değişik ve faydalı bir malzeme getirdi ki, gidemesem de ben de hediyelerimle tadını çıkartıyorum işte :)))

Çarşamba, Kasım 03, 2010

Tutarsız havanın tutarsız ruhları...

Gecenin erken çöken karanlığı, günlük hayatın sıkıntıları bardağın boş tarafına baktırırken; gözyaşları neden boş burası diyip dolu olanı da boşaltıyor her geçen dakika.
Dolu boşa üzülüyor; üzüldüğü için biraz daha azalıyor her seferinde...

Azalan damlalar buharlaşıp göğe yükseliyor ;

Buharla birlikte ruh da çıkıp bedenden yükseklere yol alırken, dönüp ardına bakıyor.

"Ne çok şeyin varmış senin aslında" diyor

Elin, ayağın, gözün, kalbin, kulakların, bedenin, ruhun

Hayallerin, umutların

Sevdiklerin, sevenlerin
İşin, imkanların

Bunları farkedebilecek bilincin

Yazacak kalemin

Anlayacak dostların

Ruh bedene dönüyor, buhar su damlası olup bardağı doluyor ...