Perşembe, Mayıs 25, 2006
Çarşamba, Mayıs 24, 2006
İstanbul'un Lalesi
Nisan ayında parklara dikilen lalelerle birlikte; lale güzeli yarışması da sonuçlandı. İBB'nin sitesinde başarılı bulunan 100 lalenin resmi var. Ama içlerinden biri var ki çok hoşuma gitti; gülümsetti.
Tebdil-i Mekan
"İri yarı, kötü kalpli, boyalı, geçgin kadınlar gibi
Dil, çöplerini naylon torbalarında saklıyor"
sözleri dikkatimi çekti ve tamamını buldum.
Nereye gitsem yanımda götürüyorum çilelerimi
Valizimde taşıyorum keşkelerimi bilelerimi
Havalanmıyor, oyalanmıyor ruhum ne çare
Üstüne hasretle dolduruyorum filelerimi
Neresinden başlasam, eskisi gibi kolay olmuyor
Kelimelere itimadım kalmadı işim çok zor
İri yarı, kötü kalpli, boyalı, geçgin kadınlar gibi
Dil, çöplerini naylon torbalarında saklıyor
Tebdil-i mekanda ferahlık yokmuş aslında
Acının yüzölçümü yeryüzünden çokmuş aslında
Soranlara "eh işte idare ediyormuş" dersin
İyi niyetli değilseler üstü kapalı geçersin
Dilersen ara beni ya da yaz bana arada bir iki satır
Ya da yazma ne bileyim hani yani tutarsa tersin
Salı, Mayıs 23, 2006
Başla yada Bit
Bazen öyle bir an gelir ki; çok geçerli nedenlerin olmasa da biriktirdiklerini birden ortaya döküp ya hep ya hiç; başla yada bit demek gelir içinden. Karşı konulmaz bir dürtü cahil cesaretiyle bilmediğin sulara kendini atmanı, geri dönülmez yollara girmeni fısıldar ısrarla kulağına.
Zamanı olmadığını, sakin olmanı söyleyen –bence doğru olan taraf- seni bu tehlikeden kurtarmak için ilgini başka şeylere çekip, düşüncelerini meşgul etmeye çalışır.
İşte o tarafım bloguma bir şeyler yazmam ve tehlike geçene kadar güvende olmam için ısrarla beni sakin tarafa çekmeye çalışıyor.
Bazı fırtınalar iyidir ama gücünü toplamadan yola çıkan yarı yolda söner; ne istediği gibi fırtınadan sonra güneş açtırır ne istediği sahile ulaşır.
Yani benim bu fırtınayı şimdi başlatmamam lazım.
Pazartesi, Mayıs 22, 2006
Haftasonu Edirne'de
Cumartesi öğle saatlerinde İstanbul'dan Edirne'ye doğru yola çıktığımızda yol boyunca geniş düzlükler, yol kenarlarında açmış çiçeklerin arasında kıpkırmızı gelincikleri seyretmek 3 saatin göz açıp kapayıncaya kadar geçmesini sağladı. Tabi grubumuzun en şen şakrak üyesi Elif'i de unutmamak lazım.
Edirne'ye vardığımızdaysa İstanbul'un aksine kapalı ve bunaltıcı bir havayla karşılaştık; ya akşam da yağmur yağarsa endişesiyle düğün-kına gecesi hazırlıkları üstü kapalı mekana taşınmıştı.
Gezi amacıyla gitmediğimiz için Edirne'nin tarihi ve turistik dokusunu sadece geçerken arabadan görebildim. Ancak Edirne'nin içine giden dümdüz yolda karşıda tüm görkemiyle duran Selimiye Camisi insanı gerçekten büyülüyor. Öylesine milimetrik inşa edilmiş ki caminin minareleri; sadece 2 tane minaresi olduğuna dair iddiaya girseniz kaybetmezsiniz. Yaklaştığınızdaysa tüm minareleriyle karşınızda. Bir de kapısında Eski Cami yazan Selimiye'ye çok yakın başka bir cami dikkatimi çekti. Dış cephesinde 1,5-2 metre uzunluğunda siyah renkte arapça harflerle Allah - Muhammet yazıyordu. Sanki dev bir el kusursuzca yazmış gibiydi.
Şehrin kavşak noktalarındaki heykel-çeşme-havuz adına her ne derseniz eserler dikkatimi çekti. Birinde güreş tutan pehlivanlar ve üzerinde durdukları kaidenin yanından akan sular, kocaman bir top ve her noktasından tanecikler şeklinde fışkıran sular ve en hoşuma giden küçük değirmen arklarından oluşan diğer bir heykel.
Yöresel lezzetler için patent başvurusunda bulunulan Edirne'nin meşhur tava ciğerini gördüm. Gördüm diyorum çünkü ben ağzıma sakatat hayatta koymadığım için herkes ciğer yerken, başka bir şey yemeyi tercih ettim. Kusura bakmayın tava ciğeri hakkında yorum yapamıycam ama gördüğüm kadarıyla küp küp değil, dönerin biraz daha kalını gibi kesilip, muhtemelen un olduğunu sandığım bir şeye bulanıp bol yağda kızartılıyor. Yani çok zararlı.
Bir de Edirne'nin gerçek meyve görüntüsündeki sabunları meşhurmuş. Neyse ki ışık hızında koşup onları alabilmeyi başardık ve diğerlerine yetişebildik. Benzerlerini İstanbul'da da görmüşsünüzdür ama hiç biri Edirne'den alınanlar gibi olmuyor. Çünkü hem görüntü olarak gerçek meyveden ayırd etmek zor hem de koku olarak gerçeğine çok yakın ve çok uzun süre kokusunu kaybetmiyor.
Edirne'nin içinin aksine şehir dışı sayılan Meriç nehri kıyısı yeşil bir cennet gibi. Meriç nehri üzerinden geçişi sağlayan taş köprü, ağaçlar ve dinlendiren yeşil huzur birbirini tamamlıyor.
Gün batarken ki manzaraysa başlı başına farklı bir hikaye.
Ancak uyarmam gereken bir konu var ki; özellikle benim gibi sivrisineklerin sevdiği biriyseniz tüm koruma önlemlerinizi alın çünkü buradaki sinekler doğrudan üzerinize pike yapıyor.
Kına gecesi-düğünden yorumları resimler geldikçe yazmayı düşünüyorum ki daha anlamlı olsun.
Güvende miyiz?
Ertesi gün gazetelerde olayın nedenine ilişkin haberler vardı ama önemli olan hayatımızı ne kadar şansa yaşadığımız bence. Oraya silahın girebildiği kadar kolayca bomba da girebilirdi; sırf zevk için birilerini öldürmek yaralamak isteyen bir manyak ta.
Geçen gün Kabataş'tan bindiğim tramvayda vagonun ortalarında elinde büyükçe bir sopa olan üstü başı kir içinde; uzun saçları birbirine karışmış bir adam oturuyordu. Bir ara boş vagonda ayağa kalkıp sopasını birşeylere vururcasına havada sallayıp tekrar yerine oturdu. Korkan yaşlı bir teyze vagonuna değiştirdi. Vagona yeni binenlerse tek boş yerin o adamın yanı olmasından dolayı önce oturmaya teşebbüs edip sonra yollarını değiştirdi. Kimseye bir şey olmadan Beyazıt'a kadar süren yolculuğun sonunda güvenlik görevlileri adamı tramvaydan indirdi.
Perşembe, Mayıs 18, 2006
Zaman düğün zamanıdır...
Benim için de bu ay böyle güzel olaylarla dolu. Geçen hafta kardeşim gibi sevdiğim Bilal'in düğününe muhteşem Çamlıca manzarasında şahitlik ettik. Bu haftasonu Edirne'de kuzenimin kına gecesini, gelecek haftasonu da İstanbul'da düğününe katılacağız.
Yorucu ama keyifli geçeceğini düşündüğüm Edirne yolculuğundan ve kına gecesinden bolca malzemeyle dönüp, son zamanlarda pek sık yazamadığım için kendimi affettirmeyi düşünüyorum.
Yarın -19 Mayıs- benim için tatil olsa da; pek çok kişi için iş günü olduğunu biliyorum. Çalışanlara Allah kolaylık versin, benim gibi tatil olanlara da şimdiden iyi tatiller.
Görüşmek üzere...
Salı, Mayıs 09, 2006
Homo Homini Lupus*
Kaç kez içinden geçenleri uygulamaya geçerken başkalarından önce kendin kendini vazgeçirdin?
Kaç kez her şey yolunda mutlu mesut giderken; içine bir kurt düşüp mutluluğu delik deşik etti?
Kaç kez gereksiz kuruntu ve düşüncelerin yol açtığı hastalıklarla doktora gidip, önemli değil "strestendir" yanıtını aldın?
Gitmeyi düşündüğün yoldan; yorgunum, başka zaman deyip caydığında gerçek mi aslında bahane ettiklerin?
Kendi kendine yaptıklarınsa bunlar, dışardaki kurtlar ne yapmaz?
Pazartesi, Mayıs 08, 2006
Hıdrellez'de Ahırkapı'daydım
Geçen yıllarda aynı tarihte çok daha sıcak günler yaşarken; bu sene ne talihsizliktir ki soğuk bir havada sokak şenliğine katılmak kısmet oldu.
Ahırkapı Sultanahmet’le Marmara denizi kıyısı arasında kalan; İstanbul’un her attığınız adımda yüzyıllar önceden kalmış bir şeylere takılmadan yürümenizin imkansız olduğu ilginç, esrarengiz yerlerinden biri. Sultanahmet’ten Ahırkapı’ya yürürken eski evler, taş saraylar, kalıntıların üzerine inşa edilmiş gecekondular, arnavut kaldırımlı sokaklar size sıradan bir şeyler yaşamayacağınızın sinyallerini verir gibi.
Ahırkapı’yı bulmak sandığım kadar kolay olmadıysa da; uzaktan duymaya başladığımız davul seslerini takip ederek şenlik alanına ulaştık. Binlerce ampülle aydınlatılmış sokaklar, birbirinden güzel kokuların geldiği sağlı sollu dizilmiş yiyecek tezgahları ve önlerinde uzayan kuyruklar ve kalabalık sokaklarla... Şenlik başlıyor
Çoğu otellerin restoranları ve bölgenin diğer meşhur lokantalarından oluşan yemek tezgahlarında ne alırsan 1 kupon durumu vardı. Toptan aldığınız kuponlarla gece boyunca gerçeğin çok altında bedellerle yiyip, içebiliyorsunuz. Neler yoktu ki; şimdi burda saymıyim canınız çekerse suçlusu ben olurum.
Efes Pilsen etkinlik alanında dilek ağacı vardı. Herşey en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğünden ağacın yanında kalem kağıt ve iğnelerle hazırlıksız gelenlere destek veriliyordu. Oraya kadar gidip de dilek bağlamadan dönülmez deyip, kırmızı bezlere yazdığımız dileklerimizi biz de bağladık ağaca. –Ertesi gün haberlerde, gecenin ateşine dayanamayan ağacın tutuştuğunu ve devrildiğini öğrendim. Bu durumda bizim dileklerin gerçekleşme durumu ne olur bilemiyorum-
Diğer bir etkinlik alanı da Eminönü Belediyesi sosyal tesislerindeydi. Burada Buzuki Orhan’ın konseriyle kelimenin tam anlamıyla coştuk. Daha önce Candan Erçetin konserinde sahnesini seyrettiğim Buzuki Orhan’ın keyfini ve müziğinin çoskusunu burada farkettim desem yalan olmaz. Bir yandan dans ederken bir yandan da o gece bizimle olmak isteyip de olamayanlara telefonla naklen yayın yaparak biraz kıskandırdık, biraz da eğlencemize ortak ettik.
Şenliğin sponsorlarından olan Bonuscard dağıttığı yeşil teflerle gecenin müziğine herkesin katılmasını sağladı. Ne yazık ki dağıtılan teflerden nasibini alamayan ablamla gecenin sonunda küçük bir kriz yaşamaktan son anda kurtulduk.
Sokaklarda karşılaştığınız her 10 kişinin 5’inde mutlaka profesyonel bir fotoğraf makinesi vardı. Renkli görüntülerle arşivlerine bu günü katmak isteyen herkes ordaydı. Fakat ben acemi hıdrellezci olduğum için hazırlıksızdım ve sadece telefonumla çekebildiklerimi yayınlıyorum..
Güvenliği, itfaiyesi ve sağlık ekipleriyle oldukça başarılı düzenlenmiş şenliği seneye kaçırmamanızı öneririm.