Pazartesi, Eylül 27, 2010

Günlük, Aylık, 6 Aylık


Blogum diğer adıyla web günlüğüm... Olsa da burası

Gizli bir mabedim gizli bir köşem elbetteki benim de var.

Tam 6 ay olmuş ona uğramayalı...

Karalaya, yaza çize, güle ağlaya...

Defterler internet çıktığından beri raflarda unutuldu sansanız da ben defterimi fotoğraflayıp onu da meşhur etmeye karar verdim.

Çok zorlanmayın okumaya fotoğraftan; 6 ay üzerine nasıl bir giriş yapmışım aşağıda okuyabilirsiniz.

Özel isimlerin ve olayların geçtiği bölümler tabi ki kadraja girmedi, blogun harfleri de işte tam orda bitiverdi.

Ama bilin ki ben iyiyim, hiç olmadığım kadar huzurluyum, mutluyum

Biri olmadığı, biri olduğu için değil; ben olduğum için...

"tam 6 ay olmuş bu defteri elime almayalı.

hiç mi bir şey olmadı?

Aksine, aynı yolunda akan nehrim, yolunu değiştirmeye çalışan irili ufaklıpek çok etkene yıllarca ne kadar direndiyse;

Şimdi de her yeni yolla kendini aşıyor

Okyanusa ulaşmanın tek yolu olmadığını, bazen buharlaşarak, bazen toprağa karışarak, bazen küçük derelere katılıp doğaya adadı kendini.

Okyanusa ulaşamasa bile geçtiği yerlere can vermek yetiyor ona...

Anlatacak çok şey, hayatıma giren bir çok yeni insan var...

defteri yeniden elime aldıran mutlaka bunu hayatıma not düşmeliyim dediğim en ilginci... "

Tam da burda kelimeler biter ;)

Cuma, Eylül 24, 2010

Açım,Yorgunum, Ağlıycam...

Çarşamba akşamki bowling'ten kalma, kol,bacak, kalça, boyun ağrıları tam gününde etkisini gösterdi, dün ağırması gerekmiyo muydu bunların???

Tüm gün yüksek topukların üstünde ders anlatmak, öğrenciden öğrenciye dolaşmak ne kadar da yorucuymuş. 6'da çıktığım yatağıma şu anda uzanmak için yalvarıyorum biri ışınlasın beni evime...
Açım :((

Bütün gün ders öncesi ve aralarda dersin eksiklerini tamamlama koşturmacasında ne yedim ne içtim...
Ayaklarım korkunç ağrıyo, eve gidince tuzlu suda aromatik yağlarımla ağrılarını hafifletebileceğimi umuyorum
Gebze'den istanbul'a dönmek ayrı bir işkence...

Açım, yorgunum, huysuzum, PMS'min M'sindeyim,

Ağlamak istiyorum :(((

Sebepsiz

Belki sırf yağmur yağdığı için,

cama vurduğu için,

güneş battığı için...

Okuduğum kitaptaki halvetin ruh haline özenip, halvete niyetlenip kendimle yalnız kalmak için...

Son zamanlarda gördüğüm garip rüyalar, ilginç karşılaşmalar, tesadüfler, evrenin sorularıma; çok uğraştırmadan beni pat diye cevaplar verdiği için...

Kimle n'pacağımı bilmediğim için

Açııııım :(((
Ve hala köprüyü geçemedik :((((

Perşembe, Eylül 23, 2010

Bundan bir kaç hafta önce öğrenci koltuğuna oturup yine bir Türev Araçlar sınavına hazırlanma dersi aldım. -veremedikçe şu sınavı sürekli eğitim, sürekli eğitim nereye kadar ama???-

Şimdi de sıra bana geldi. -he heee :)))-

Bu sefer ben öğretmen olucam.

Hisse senedi piyasasını, türev araçları, nasıl piyasada işlem yapılırı anlatıcam.

Ama önce ben ders çalıştım bu gece.

Çünkü bu eğitimi benim vereceğim geç saatte belli oldu ve eğitim dokümanını da daha önce görmemiştim. Sevimsiz bi durum yani.

Neyse ki konuya hakim olduğum için çok sıkıntı olmaz ama tam gün vereceğim bir eğitime daha fazla hazır olabilmeyi isterdim.

Bilmem ki kimin ahı tuttu. :)))

Son aldığımız eğitimde biraz kök söktürmüştüm Vedat Hoca'ya, yoksa onun ahımı???

Pazartesi, Eylül 20, 2010

Hayat Başladı...

31 Aralık değil yılbaşı, bir yılın bitip diğerinin başladığı...

Okulların açıldığı gün yeni dönemin başladığı yer aslında çocuk olsan da olmasan da, çocuğun olmasa da...

Trafik, karmaşa, kargaşa, soğuyan hava, kalabalıklar hepsi bitti.

Lay lay lom yaz akşamları, uçuşan elbiseler, başı açık ayakkabılar, deniz, güneş, sıcak, geç gelen gece

Şimdilik güle güle dese de size bu şehir, ben ilk fırsatını bulduğumda atlayıp uçağa geleceğim yanınıza. Öyle çok di'il 15 gün sonra ;))

Okullar açılır da mezuniyetinin üzerinde 10'lu 20'li yıllar geçenler anmaz mı eski günlerini "nerde o eski bayramlar" notasından...

Kırtasiyelerde kitap kuleleri, insan setleri arasından, bir yandan okul forması diğer yandan, defter, flüt, kalem, sayı çubuğu, yardımcı ders kitabı, 60 yaprak soldan kırmızı çizgili bilmem ne defteri. 61 yaprak olsa hayatta olmaz.
Ne piskopat hocalar vardı ya, ben nasıl yazarım yazarım. Belki yazmam aklımda tutarım. Matbadan çıkmış defter yaratanlara yıl sonunda yılın öğretmeni ödülü falan mı veriyorlardı acaba???
Aldık kitapları, defterleri. Hadi bi de defter kitap kaplama seramonisi başka ülke okullarında da defter kaplama diye bi şey var mı acaba? -bak merak ettim şimdi- yoksa bu da Türklere has bir gelenek mi?
Artık kitap defter kaplama zamanım geçti, yakın zamanda gelmeyecek de olmasından sebep yeni nesil kaplama işine verdim kendimi.
Hotmail :)))

İsminizin üstüne tıkladığınızda tema seçebiliyorsunuz. Hiç bilmeden günün saatine göre şekil değiştirdiğini bunu seçivermişim.
Ama bi hoşuma gitti ki sormayın, bu da benim bu dönem ki kap kağıdım

Pazar, Eylül 19, 2010

Cundalı'da Kahvaltı

Maltepe sahilindeki Cundalı Ayvalık Balıkçısı kahvaltı için ideal bi mekanmış. Açık büfe sınırsız lezzetsizlik yerine sınırlı seçenekli lezzeti tercih ederim.

Sınırlı seçenek dediğim yanıltmasın sakın Ege'nin sakız reçeli, hayatımda ilk defa tattığım zeytin reçeli,-en az 5 çeşit reçel vardı masada- peynirler, zeytinli, ayçekirdekli ekmekler, melemenler. Şimdi kızıyorum kendime neden çekmedim o güzel şeyleri diye.

Hele bi de masamızla ilginen garson var ki, bize çay servisi yaparken" kendimi anne gibi hissediyorum bardaklarınıza çay doldururken zevk alıyorum" demesi çok hoşuma gitti.


Çektiğim fotoğraflardan masadakilerin göründüğü bi tek bu resmi bulabildim. Ne kadar derseniz fiyatı 30 TL.

Üç silahşörler yine buluşmayı başardık :))

Yakışıklım, haylazım Yağız'ım :)))


Bugün kadınlarda beğendiği kriterleri de öğrenme şerefine nail olduk. Kırmızı ojeyi beğeniyormuş annesinin manikürcüsüne beni de götürürmüş ama kırmızı oje sürdürcekmişim. Saçlarımı beğenmiş ama uzun olsaymış daha iyi olurmuş, çünkü uzun saç seviyor. Şişman mı zayıf mı olmalı kadın diye sorduğumda "her şeyi olmalı" dedi.

Bunu zayıf olmaması olarak yorumladık biz ;)))

Çarşamba, Eylül 15, 2010

İstanbul Bacaklarda


Vogue'un 16 Eylül'deki alışveriş partisi ilginç ürünleri de beraberinde getiriyor. Şimdilik favorim Penti'nin İstanbul desenli çorabı

Tez bir tane edinile...

Pazartesi, Eylül 13, 2010

TurkuaZoo

Nerde böyle aman gidin şöyle süper böyle süper yok böylesi görülmedi denen bi şey varsa hayal kırıklığı yaratıyor insanda. Belki de bu kadar tantanayla insanın beklentisini yükselttiklerinden olsa gerek.

Efendim Bayrampaşa Forum'daki meeeeşhuuur dev akvaryuma gittik. Giriş ücreti 25 diye biliyodum ama kapıda 26 yazıyodu. Bayram nedeniyle de %10 indirim.

Zam??? -indirim??? karda mıyım zararda mı??????

Neyse geçelim girelim içeriye.

Yürüyen merdivenlerden zemine inince ağır bir balık yosun kokusu, denizler altındasınız artık koku budur diyo. Denizin içini koklamadım hiç ama onun taze kokacağını hayal ediyorum nedense.

Etraf loş temizlemediğimiz belli olmasın.

11'den itibaren her saat başı piranhaların beslenme saati. Merak içerisinde saatin 12 olmasını, ay nasıl nasıl saldıracaklar, filmdeki gibi 5 dakikada kemiğini bile bırakmıycaklar hayaliyle bekleştik camekanın önünde.

Tavuk butu sallandırılınca suya 4-5 tanesi bi iki didikledi döndü poposunu gitti. Sonra topluca dönüp sırtlarını butun tam aksi yönde akvaryumun en dibine gittiler. Bunlar da mı boykot yapıyor??

Kanlı bir gösteri hayalimiz piranhaların akvaryumunda son buldu.

Orda bi balık burda bi balık. Bi tanesi pala bıyıklı pisicik.


En eğlenceli balıklar Nemo'nun arkadaşlarıydı şüphesiz. Çooook tatlılar

Meşhur tünele giriyosunuz kısacık bi'şi zaten. Klostrofobik bi ortam aslında belki ben onun için pek sevememiş olabilirim.

Üzerinden köpek balıkları geçiyo işte, öyle sıradan bi yer :)))

Bu kadar olumsuzluğa rağmen hoş tesadüfleri de yok değil yeni aşkımla orda tanıştım


Gerçi beni her koluna girenle aldattığından şüpheleniyorum :))))





Akvaryumda dalmak belki ilginç olabilir. Ama onun da fiyatı 175 TL. Önce 15 dakika eğitim veriyolarmış sonraki yarım saatte de tüm tankları gezdiriyormuş ve son olarak tünelin olduğu tanka getiriyorlarmış.

Değer mi?

Emin di'ilim

Cumartesi, Eylül 11, 2010

Gecenin Bi Vakti İç Ses Konuşur...

Gecenin şu saatinde öyle bir sessizlik, öyle bir boşluk var ki havada...

İçimden geçen her kelime hiç bir engele takılmadan göğün en üst katına kolayca çıkacakmış gibi geliyor.

Her şey o kadar berrak, her yer o kadar açık ki...

Soluduğum hava bile her zamankinden farklı sanki, daha fazlasını içime çekebilmek için derin nefesler çekmeye çalışıyorum.

Bu sükunette iç ses diyor ki...

Şimdiye kadar yazdıklarım, üzerini karalayıp yenilerini yazdığım, karalanmış kelimelerden elime kalanları temize çekeyim dedim. Baktım o karalanmış, bunun üstü çizilmiş, diğerinin hükmü kalmamış.

Kimi neyi taşıyayım yeni sayfalara?

Ben mi hissizleştim yoksa kalp kırıklarının sivri köşelerimi batmıyor ya da batıyor da acıtmıyor mu?

Acıtıyor da acısı hissedilebilenin üstüne çıktı da uyuştum mu acıdan?

Kalp çarpmıyor, kan akmıyor,

Yaşamaz ki o insan...

Perşembe, Eylül 09, 2010

Yine bir bayramda daha hep beraberiz...

Sıkılmadınız mı her sene tekrarlanan aynı ritüellerden?

Kimin kime gideceği, ne zaman gideceği, ne yapılacağının belli olduğu, aynı soruların sorulup aynı iyi dileklerin karşılıklı sunulduğu, aynı cep mesajlarının atıldığı...

Yılda iki bayramdan ortalama 70 yaşımıza kadar yaşasak, 140 bayram demek.

Bunun ilk 10 senesinin keyfini çıkardık çıkardık, sonrasında "nerde o eski bayramlar" deme şansımız olması için...

Sonra ki 10 ila 20 sene arası anne babanın peşine zoraki takılıp daha büyükleri ziyaret etme işkencesiyle geçiyor. -30'a kadar evleneceğiniz varsayılıyor-

Evlendikten sonra da bayramda önce kimin tarafına gidilecek; hele bide farklı illerdelerse hangisinde bayram geçirilecek tartışmalarıyla kaçınılmaz aile facialarına, bekarlara aman evlenmeyin dedirtecek diyalogların dönemi. Bi 20-30 sene de böyle geçse.

Kalan 10 seneyi henüz çok yakından tecrübe edemedim ama onun da pek matah olduğunu sanmıyorum.

Yani bayram bayram değil artık, tatilden başka ne anlamı kaldı ki???

Tabi; şimdi evdeki ağzına kadar renkli şekerlerle doldurduğum vazomu, özenle dizdiğim şık çikolatalarımı, annemin elleriyle her bir yaprağını tek tek açtığı baklavayı, zeytinyağlı dolmaları fotoğraflayıp "aman da bayram gelmiş, ne de güzel gelmiş neşe de doluyormuş insan" da diyebilirdim.

Ama nedense benim, bardağın dolamayan kısmını göresim var bu bayram. Yoksa -sanırım, yaklaşık olarak- 61.'sini yaşadığım bu bayramın çok da bi farkı yok diğerlerinden...

Depresif miyim, neyim?

Hepsi Eylül'ün suçu...

Cumartesi, Eylül 04, 2010

Ahhh Eylül!!!

Bir geldi pir geldi...

Bunaltan sıcaklardan bir anda tir tir titremeye başlamak, vücud dengesini de ruh dengesini alt üst ediyor.

Bir gün önce sıcaktan bayılmak üzereyken, ertesi sabah esen rüzgarın o soğuk, keskin, içime işleyen, üzerimdeki cekete rağmen kollarımı bedenime sarma ihtiyacı hissettiren şiddeti yalnızlığımı vurdu yüzüme.

Sevmiyorum sonbaharı...

Sararan, kızaran, yollarıma serilen yapraklar size rağmen sevmiyorum onu...

Hele ilk soğuk rüzgarıyla odalarımın kapılarını çarptırıp içimdeki boşluğu hissettirdiği için bana; imkanı yok sevemem onu bu sene.