Bazen insan bir blogu olduğunu unutabiliyor. Ve blogların mahkeme kararıyla kapatıldığını başkalarından öğrenebiliyor. Tabi böylesine müstehak diyebilirsiniz. Ama hayat işte her zaman her yerde aynı performansı gösteremeyebiliyorsunuz.
Sağolsun biyonikkedi sayesinde nasıl bloguma ulaşacağımı öğrendim de yazabiliyorum. Biyonik teşekkürler:)
Gelelim esas meseleye.
Bazı sorunlardan kaçmaya çalışırken bazen yanlış kapıyı zorlayabiliyorsun, yanlış zamanda. Haliyle kapı yanlış olunca, kaçtığın soruna yeni bir sorun eklenmiş olarak derdini büyütüyorsun.
Sorunları onunla unuttuğun şeye öyle bir sarılıyor ve daha çok istiyorsun. Daha çok asla yetmiyor, daha fazla, daha fazla tutkuyla dibine kadar istiyorsun. Neye kime nasıl zarar verdiğini düşünmeden.
İşte o anda yanlış kapı, yanlış kişi, yanlış zamanı zorluyor olabiliyorsun.
Çok şükür hiç birini yapmadım. Zaten bana bu yazıyı yazdıran da bu yanlışı yapmamak için kendimi uyarma güdüsü.
Salı, Ekim 28, 2008
Çarşamba, Ekim 22, 2008
Karanlık Sohbetler
Akşamın bi vakti hava kararmış. Birden bire elektrikler kesiyor. Etraf sessizleşiyor, her yer zifiri karanlık içinde. Karanlığa inat gökyüzündeki yıldızlar parıl parıl parlıyor. Evin içindeyse titrek gölgeler duvardan duvara geçiyor.
Kendinle baş başa kalıyorsun.
Karşında, ama görmüyorsun. Sadece hissediyorsun. Nefes aldığını, kalbinin attığını, hareket ettiğini.
Konuşuyorsun.
Telefon gibi değil, dikkatini dağıtacak hiç bir şeyi görmüyor, başka bir şey düşünemiyorsun.
Sadece ses, söz, his.
Perşembe, Ekim 16, 2008
Ödeeeev
Tembel çocuklar vardır ödevlerini evde yapmayıp derse girmeye 5 dakika kala etekleri tutuşup ödevini yapanların defterlerinin peşine düşüp öğretmen gelmeden çabuk çabuk tamamlamaya çalışan. Hatta öğretmen derse girdiğinde hala bir iki kelimeyi karalamaya çalışan.
Ben defter peşinde koşan değil, defterleri peşinde koşulan oldum.
Gel gör ki bir haftadır cumartesi gününe yetiştirmem gereken ödevi salladıkça sallıyorum. Vakit daralıyor. Bu akşam, yarın öğlen derken geldik cumaya. Bi şey yapamayacağımı bile bile notları eve getirdim bu akşam. Ama ben ödev yapmak yerine oturmuş blog yazıyorum. Ödevim oymuş gibi.
Demek ki yıllar geçince insan tembel öğrenci de olabiliyormuş.
Sanırım Nisan'dı. Haftasonu eğitim için Bayramoğlu'na gitmiş bir takım profesyonel becerilerimizi geliştirmiştik. Şimdi de o becerilerimizi ne kadar öğrenmişiz ne kadar kullanmışız diye prezantasyon hazırlayıp sunacağız. Ödev bu yani.
Aslında Haziran başındaydı bu ödev ama sonra ertelendi herkes bayram etmişti. Unuturlar diye düşünmüştük ama unutmamışlar. Belki bu da iptal edilir diye belki de, son güne kadar salladık ödevleri.
Ama bu kez kaçınılmaz galiba. Artık yarın öğlen, olmadı en geç akşam bitirmem lazım.
Avrupa Yakası'ndaki Dursun gibi saat 2'ye kadar oldu oldu; olmadı 4. Bilemedin 5, o da olmadı garanti 6.
:))))
Pazartesi, Ekim 13, 2008
Bencil
Hayatta yalnızca kendini düşünen, başkalarının ihtiyaçları duyguları onun için zerrece önem taşımayan kişilere deriz. Etiket gibi bir şeydir.
Bencil.
Ben+cil.
Sadece ben. Hep ben.
Bunun aksine hayatında kendinden önce başkalarının ihtiyaçlarını önemseyen kendini yok sayanlara da sencil’mi deniyor acaba?
Hemen TDK’ya başvuruyoruz.
Bencil; 1.Yalnız kendini düşünen, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist:2. felsefe Bencilik öğretisine inanan
Sencil yok.
Bu arada TDK’nın sayfasında aradığımız kelimenin zıt anlamlısı, eş anlamlısına görebileceğimiz bir bağlantı olsa çok faydalı olurdu onu farkettim.
TDK’da olmadığı gibi internette zıt anlamlılara ulaşabileceğim başka bir sözlük de bulamadım. Bilen yada bulan varsa ve benimle paylaşırsa çok sevinirim.
Bencil.
Ben+cil.
Sadece ben. Hep ben.
Bunun aksine hayatında kendinden önce başkalarının ihtiyaçlarını önemseyen kendini yok sayanlara da sencil’mi deniyor acaba?
Hemen TDK’ya başvuruyoruz.
Bencil; 1.Yalnız kendini düşünen, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist:2. felsefe Bencilik öğretisine inanan
Sencil yok.
Bu arada TDK’nın sayfasında aradığımız kelimenin zıt anlamlısı, eş anlamlısına görebileceğimiz bir bağlantı olsa çok faydalı olurdu onu farkettim.
TDK’da olmadığı gibi internette zıt anlamlılara ulaşabileceğim başka bir sözlük de bulamadım. Bilen yada bulan varsa ve benimle paylaşırsa çok sevinirim.
Cuma, Ekim 10, 2008
Ruh Sağlığı
Bugün 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı günü.
Herkese sağlıklı ruhlar diliyorum :)
Ben de dün akşam tv reklamlarında farkettim bugün de ziyaret edip ruhum biraz şifa bulsun diye düşünmüştüm ama o kadar ruhsuz bir siteleri var ki; bırakın ruh sağlığı bozuk birinin ilgilenmesini iyi durumda olan bile dönüp bakmaz. Bi şeyleri okumak, konudan konuya geçip bilgileniyim deme isteği yok. Hem de benim gibi okuma öğrenme isteği had safhada birisi için.
Güne ait etkinlik programını merakla açtım, neler var diye. Hangi kanalda hangi saatte reklamlarının çıkacağını, kimin hangi programda konuşacağı yazıyor. Yani etkinlikten anladıkları bu. Aslında kendi kendilerine eğleniyor camianın üyeleri yoksa halkla durumun hiiiiç alakası yok.
Bu arada 10 Eylül'de dünya intiharı önleme günüymüş. Böyle günler insanların hayatına ne katıyor merak etmiyor değilim hani.
Piyasaların alt üst olduğu, Amerika'da krizden dolayı intihar vakalarının artacağı beklentisi yükselirken Dünya Ruh Sağlığı günü aman da ne etkili olurmuş ;)
Sanırım Dünya Ruh Sağlığı gününün ruhu yok, üzgünüm
Herkese sağlıklı ruhlar diliyorum :)
Ben de dün akşam tv reklamlarında farkettim bugün de ziyaret edip ruhum biraz şifa bulsun diye düşünmüştüm ama o kadar ruhsuz bir siteleri var ki; bırakın ruh sağlığı bozuk birinin ilgilenmesini iyi durumda olan bile dönüp bakmaz. Bi şeyleri okumak, konudan konuya geçip bilgileniyim deme isteği yok. Hem de benim gibi okuma öğrenme isteği had safhada birisi için.
Güne ait etkinlik programını merakla açtım, neler var diye. Hangi kanalda hangi saatte reklamlarının çıkacağını, kimin hangi programda konuşacağı yazıyor. Yani etkinlikten anladıkları bu. Aslında kendi kendilerine eğleniyor camianın üyeleri yoksa halkla durumun hiiiiç alakası yok.
Bu arada 10 Eylül'de dünya intiharı önleme günüymüş. Böyle günler insanların hayatına ne katıyor merak etmiyor değilim hani.
Piyasaların alt üst olduğu, Amerika'da krizden dolayı intihar vakalarının artacağı beklentisi yükselirken Dünya Ruh Sağlığı günü aman da ne etkili olurmuş ;)
Sanırım Dünya Ruh Sağlığı gününün ruhu yok, üzgünüm
Salı, Ekim 07, 2008
Bugün Kova'nın İçindeki
Son günlerde mynet'in astroloji köşesinin yorumlarını okuyorum. Çok içten ve samimi yazıyor yazan. Fala inanma falsız kalma misali mümkün olduğunca her gün okumaya çalışıyorum. Bugünkü çok hoşuma gitti. Hissettiklerimi yazsam bu kadar olurdu.
Sevgili kovalar işte bugün benim kovamın içindekiler, kimbilir belki sizin kovanızda da aynıları vardır.
Diğer burçlar; siz de mynet'in astroloji bölümünden kendi durumunuzu öğrenebilirsiniz.
"Sevgili Kovalar saat 12:05 itibariyle Terazi burcundaki Güneş ile Oğlak burcunda ilerleyen Ay gezegenleri ilk dördün görünümü oluşturacaklardır. Bu etki altında sizler elinizde olmayan bir takım nedenlerle sona eren veya sürmekte olan olumsuzluklarla başa çıkabilmek adına kendinize fazlasıyla yüklenebilirsiniz.
İçinden geçtiğiniz süreç şu an için sabırlı olmayı gerektirdiği halde siz tam tersine kendinizi başarısız, mutsuz, keyifsiz, doyumsuz ve hiç kimse tarafından sevilmeyen bir kişi olarak görebilirsiniz. Bu durum ise arınmanız, yüzleşmeniz ve kendinizi düzenlemeniz konularında isteksizliğe yol açabilir. Size göre herkes bir tuhaftır ve herkes sanki gizli bir düşmanınız gibi davranmaktadır. Bu nedenle de kendi dünyanıza çekilerek kimseyle bağlantı kurmak istemeyebilirsiniz. Kimi zaman kendinize oldukça yüklenebilir kimi zamansa kaderi suçlayabilirsiniz.
Şöyle aklınızı başınıza topladığınızda ise, -ben kimim, nereye doğru yol alıyorum, amacım ne sorularına cevap ararken, aslında yaşamayı sevdiğinizi, başarıyı ve mutluluğu arzuladığınızı, uyumlu bir insan olmayı istediğiniz halde bazen istemeden de olsa size kötülük edenleri aynı şekilde cezalandırmayı düşündüğünüzü, hayatın güçlükleriyle başa çıkabilmek için inancınıza sarıldığınızı, kimi zaman farklı yollar keşfetmek gerektiğini düşünerek sizi kimsenin tanımadığı bilmediği yerlere gitmeyi hedeflediğinizi, belki de sırf bu yüzden bu kadar çok okuduğunuzu, kendinizi geliştirdiğinizi ve bütün bunları da yaşama sıkı sıkıya tutunmak için yaptığınızı bugün farkedebilirsiniz.
Oysaki ne kadar çok şey vermişsinizdir kimbilir veya sizi iyi bilsinler, sevsinler diye çekilmez onca şeye göğüs bile germişsinizdir. İşte bugün bu karmaşık düşünceler içinde kalabilirsiniz. Benim önerim ise, öncelikle yaşadığınız herşeyin bu yaşam sınavında olgunlaşabilmek adına gerekli olduğunun bilinci içinde düşünmenizdir. Çünkü bu etki altında herşey birbiriyle çelişkili olabilir.
22:35-Çarşamba 19:00 saatleri arasında Ay boşlukta olacağından sizi sakinleştirecek, keyfinizi yerine getirecek aktivitelerde bulunmanız, agresif insanlardan uzak durmanız faydalıdır."
Pazartesi, Ekim 06, 2008
Nazan veli toplantısında
Nazan ile İzzet'in; Nazan'lı veli toplantısı reklamını izlerken yazmaya karar verdim. Jest ve mimikleri, çapraz adımlarla tahta boyunca sınıfı arşınlaması, sağa sola 90 derecelik açıyla eğilmesi, kendi söylediklerini onaylatan cümlelerle soru sorması ne kadar komik ve abartılı diye düşündüm.
Sonra hayır dedim. Ortaokul ve lise yıllarımızda hepimizin böyle karakterleri olmuştur. Benim de oldu.
İsim vermiyim, yaşayanlar anlar, görenler hatırlar.
Haftada sadece bir yada iki saat olan yan derslerden birinin öğretmeniydi. Hoca'sıydı diyemem çünkü Perran Kutman'ın oynadığı Afet öğretmen gibi Hocam denmesinden nefret ederdi. Aynen onun gibi hoca camide derdi.
Dersinde tek tip oturma şeklimiz vardı. Sırt dik, bacaklar bitişik, eller dizlerin üstünde, gömlek, kurdela hırkalar düzgün olacak. Parmak kaldırırken bile dirsek bedenden ayrılmayacak. Kendine göre yanlış bi şey gördüğünde gözlerini kocaman açar, abartılı bir sus işareti yapardı.
Eski İngiliz mürebbiyeler gibi çoğunlukla boynunu örten bluz yada kazaklar ve diz altı döpiyesler giyerdi. Sıkılınca boynundaki kolyeyle oynardı. Soruları Nazan gibi sorardı.
Kız lisesiydik zaten; sınıfa erkek sinek girse direk idama mahkum olurdu. Hatta genç erkek öğretmenlerle uzun konuşmamız bile dikkatini çeker hemen uyarırdı. Koridorda gördüğünün orasını burasını düzeltir, saçlarını toplatırdı.
Ama severdim kendisini, hep de anarım öğrettiği bir şeyden dolayı.
Sonra bir tane daha vardı. Ruju her zaman dişlerine bulaşmış olurdu. Yaşlı, kısa ve şişmandı. Bu yüzden yavaş hareket eder. Ders anlatmak için ağır ağır sıraların arasında dolaşırken bir eli belinde diğer eli yakasından içeri boynu etrafında dolanır dururdu. Üzerinde hep kedi tüyü vardı, eski kitap ve kedi kokusu sinmişti sanki üzerine. Bir keresinde defterden kopya çekmeye çalışırken yakalamıştı beni ama hiç bi şey dememişti. -tüm okul hayatım boyunca toplasan 5 kez kopya ya çekmişimdir ya çekmemişimdir, onun için kimin dersinde çektiğimi hatırlarım. Bir gün size ilk kopyamı da anlatırım. Din dersiydi :) -
Bir tanesi her derse koşar adım girer sınıfı koşar adımlarla turlardı. Eliyle sürekli saçlarını karıştırır dururdu. Kocaman ağzıyla gevşek gevşek gülerdi. Düşünüyorum da sanırım ağzını hiç kapalı görmedim :) -bu erkekti-
Başka bir kadın öğretmenimiz derste doğru düzgün kimsenin suratına bakmaz ders boyunca tırnaklarıyla ilgilenir dururdu. Derste oje sürmez, tırnak kesmezdi ama hep tırnaklarıyla meşguldü.
Sonra bi erkek matematikçi, matematikle aramda kalan son bir kaç bağı da o kopardı sanırım. Yoksa herkes iyi bir matematik-mantık zekam olduğunu söylüyor, harcanmışım yanlış ellerde.
Neyse ders anlatma konusunda tam bi felaketti. Bir arkadaşımız taklidini yapardı. Onun yaptığı taklitle geldi aklıma. Tahtada ders anlatırken sırtını tahtaya verip bir sağ bir sol elinin tersiyle işlemi göstermek için seri bir şekilde tahtaya vururdu. Kendini helak ederdi sadece. Çünkü anlattığından kimse bir şey anlamazdı. Anlatamayınca; anlamak isteyenler soru sorar karmaşık cevaplar verir sorunun içinden çıkamaz, kızarır, tükürükler saçmaya başlardı. Önüne denk gelen talihsiz arkadaş tükürükle yıkanma talihsizliğine uğramışsa -kusura bakma- cümlesiyle teselli bulurdu.
Yani Nazan aslında abartı değil, haksızlık etmişim. Sadece biraz düşünüp geçmişi hatırlamak gerekiyormuş.
Sonra hayır dedim. Ortaokul ve lise yıllarımızda hepimizin böyle karakterleri olmuştur. Benim de oldu.
İsim vermiyim, yaşayanlar anlar, görenler hatırlar.
Haftada sadece bir yada iki saat olan yan derslerden birinin öğretmeniydi. Hoca'sıydı diyemem çünkü Perran Kutman'ın oynadığı Afet öğretmen gibi Hocam denmesinden nefret ederdi. Aynen onun gibi hoca camide derdi.
Dersinde tek tip oturma şeklimiz vardı. Sırt dik, bacaklar bitişik, eller dizlerin üstünde, gömlek, kurdela hırkalar düzgün olacak. Parmak kaldırırken bile dirsek bedenden ayrılmayacak. Kendine göre yanlış bi şey gördüğünde gözlerini kocaman açar, abartılı bir sus işareti yapardı.
Eski İngiliz mürebbiyeler gibi çoğunlukla boynunu örten bluz yada kazaklar ve diz altı döpiyesler giyerdi. Sıkılınca boynundaki kolyeyle oynardı. Soruları Nazan gibi sorardı.
Kız lisesiydik zaten; sınıfa erkek sinek girse direk idama mahkum olurdu. Hatta genç erkek öğretmenlerle uzun konuşmamız bile dikkatini çeker hemen uyarırdı. Koridorda gördüğünün orasını burasını düzeltir, saçlarını toplatırdı.
Ama severdim kendisini, hep de anarım öğrettiği bir şeyden dolayı.
Sonra bir tane daha vardı. Ruju her zaman dişlerine bulaşmış olurdu. Yaşlı, kısa ve şişmandı. Bu yüzden yavaş hareket eder. Ders anlatmak için ağır ağır sıraların arasında dolaşırken bir eli belinde diğer eli yakasından içeri boynu etrafında dolanır dururdu. Üzerinde hep kedi tüyü vardı, eski kitap ve kedi kokusu sinmişti sanki üzerine. Bir keresinde defterden kopya çekmeye çalışırken yakalamıştı beni ama hiç bi şey dememişti. -tüm okul hayatım boyunca toplasan 5 kez kopya ya çekmişimdir ya çekmemişimdir, onun için kimin dersinde çektiğimi hatırlarım. Bir gün size ilk kopyamı da anlatırım. Din dersiydi :) -
Bir tanesi her derse koşar adım girer sınıfı koşar adımlarla turlardı. Eliyle sürekli saçlarını karıştırır dururdu. Kocaman ağzıyla gevşek gevşek gülerdi. Düşünüyorum da sanırım ağzını hiç kapalı görmedim :) -bu erkekti-
Başka bir kadın öğretmenimiz derste doğru düzgün kimsenin suratına bakmaz ders boyunca tırnaklarıyla ilgilenir dururdu. Derste oje sürmez, tırnak kesmezdi ama hep tırnaklarıyla meşguldü.
Sonra bi erkek matematikçi, matematikle aramda kalan son bir kaç bağı da o kopardı sanırım. Yoksa herkes iyi bir matematik-mantık zekam olduğunu söylüyor, harcanmışım yanlış ellerde.
Neyse ders anlatma konusunda tam bi felaketti. Bir arkadaşımız taklidini yapardı. Onun yaptığı taklitle geldi aklıma. Tahtada ders anlatırken sırtını tahtaya verip bir sağ bir sol elinin tersiyle işlemi göstermek için seri bir şekilde tahtaya vururdu. Kendini helak ederdi sadece. Çünkü anlattığından kimse bir şey anlamazdı. Anlatamayınca; anlamak isteyenler soru sorar karmaşık cevaplar verir sorunun içinden çıkamaz, kızarır, tükürükler saçmaya başlardı. Önüne denk gelen talihsiz arkadaş tükürükle yıkanma talihsizliğine uğramışsa -kusura bakma- cümlesiyle teselli bulurdu.
Yani Nazan aslında abartı değil, haksızlık etmişim. Sadece biraz düşünüp geçmişi hatırlamak gerekiyormuş.
Cuma, Ekim 03, 2008
Yazasım var
Son zamanlarda hiç olmadığı kadar. Hüzünle neşe arasında gidip gelen; hangisi galip gelir bilinmez. Öylesine amaçsız yazmaya başladım ne çıkacak sonunda ben de merak ediyorum.
Yok'u az önce yazdım yayınladım, bilgisayarın başına oturmadan kafamda yazmayı planladığım ikinci konu da B-Trophy'di. Onu da yazarım ama daha derin daha duygusal bir şeyler yazmak istiyorum. Konulara bir yerden çengel atıp tutunmak ordan da yukarılara tırmanmak.
Aslında bütün kurduğum cümlelerde de bu tırmalama çabalarım aslında.
Bütün dostlarım, sevdiklerim bu bayram hiç birinizin bayramını kutlamadım kusura bakmayın. Gelen standart kutlama mesajlarından bir kaçına nezaket mesajı attım sonra onu bile yapamadım.
Ufuk'cum hep ararsın sorarsın beni, ama bayramını bile kutlamadım. Hande'cim sen de. Tuğba sen de. Tek tek ismini yazamadığım tüm sevdiklerim, blog arkadaşlarım. Aslında biraz da samimiyetinize güvenerek bu sefer affedin beni diyebiliyorum. En kısa sürede telafi edicem söz.
Kelimelerim arasında istediğim ilişkiyi kuramadım, daha fazla zorlamıycam. İlk düşündüğüm gibi B-Trophy'den bahsedicem. Birazdan...
Yok'u az önce yazdım yayınladım, bilgisayarın başına oturmadan kafamda yazmayı planladığım ikinci konu da B-Trophy'di. Onu da yazarım ama daha derin daha duygusal bir şeyler yazmak istiyorum. Konulara bir yerden çengel atıp tutunmak ordan da yukarılara tırmanmak.
Aslında bütün kurduğum cümlelerde de bu tırmalama çabalarım aslında.
Bütün dostlarım, sevdiklerim bu bayram hiç birinizin bayramını kutlamadım kusura bakmayın. Gelen standart kutlama mesajlarından bir kaçına nezaket mesajı attım sonra onu bile yapamadım.
Ufuk'cum hep ararsın sorarsın beni, ama bayramını bile kutlamadım. Hande'cim sen de. Tuğba sen de. Tek tek ismini yazamadığım tüm sevdiklerim, blog arkadaşlarım. Aslında biraz da samimiyetinize güvenerek bu sefer affedin beni diyebiliyorum. En kısa sürede telafi edicem söz.
Kelimelerim arasında istediğim ilişkiyi kuramadım, daha fazla zorlamıycam. İlk düşündüğüm gibi B-Trophy'den bahsedicem. Birazdan...
Yok
Bazı şeyler azdır ya da hiç yoktur.
Yokluklarını azlıklarını dile getirmezsin susarsın. Yokluklarını susarak eritmeye çalışır yokluğu yok sayarsın.
kimsede anlamaz var mıdır, yok mudur?
Sadece hassas bir kaç ruh; ruhunu incitmekten korkarak sorar ölümcül soruyu...
yok mu, var da mı yok?
soran ruh da bilir olmadığını, o eksiktir zaten.
B-Trophy
Kadınların ayakkabı tutkusu malumdur, bir de benim topuklu. Gerçi 7 aydır bu tutkum öyle bir törpülendi ki tekrar topukluya heves edecek miyim, yeniden heyecan duyabilecek miyim bilmiyorum.
Ne yazık ki dizimde ki problem tam geçmedi Eylül başında şiddetli bir şekilde tekrar nüksetti (valla ben bi şi yapmadım) yeniden doktorlara taşındım. Artık her akşam yarım saat kırkbeş dakika yürüyüş yapıyorum. Doktorun verdiği hareketleri aksatmıyorum ve çok şükür ki artık ağrım yok ve merdiven inip çıkabiliyorum. Beni en çok mutlu eden de, artık oturarak namaz kılmıyorum. Rahatsızlığım sırasında beni en çok üzen; yaşlılar gibi oturarak namaz kılmak zorunda kalmamdı. Çok şükür ki geçen haftadan beri normal kılabiliyorum.
B-Trophy'yi anlatacaktım dizimle alakası ne? Aslında çok alakalı, artık düzenli yürüyüş yapıyorum ya antremanlı sayılırım.
Beta ayakkabı mağazası ve B-fit diye bir spor merkezi (sanırım) kadın yürüyüşü organize etmiş. Yürüme yarışması.
Koşulları oldukça rahat ve ödülleri de bir kadının karşı koyamayacağı ayakkabı, çizme, çanta hatta birinciye bunlara ilave olarak yılbaşında İtalya tatili.
Toplam parkur 12 km . 11 Ekim cumartesi 10:30'tan akşam 17:00'ye kadar istediğiniz zaman başlayıp istediğiniz zaman tamamlayabilirsiniz. En çabuk giden değil en çok adım atan kazanacak. Adımları sayan bir alet vereceklermiş katılımcılara, bir de rotayı takip ettiğinden emin olmak için belirlenen noktalara mutlaka uğramak gerekiyor.
Temel koşula gelince, ayağınızda Beta ayakkabısıyla yürümek. Yani Nişantaşı'ndan başlayıp Cevahir Beta'ya oradan Mecidiyeköy'e Balmumcu, Barbaros Bulvarı'ndan Dolmabahçe'ye devam eden yol boyunca yorulunca bir kafede mola verip sonra yola devam etmek sanırım yarışma kurallarının dışına çıkmak olmaz. (En azından ben öyle anladım)
Yapabilir miyim diye düşünüyorum, üstelik yaz başında Beta'dan aldığım düz beyaz ayakkabılarım da oldukça rahat. Dizimi zorlar mıyım diye tereddüt ediyorum. Sonra doktor yürü dediysek bu kadar da abart demedik diyebilir.
Benim durumum pek belli değil ama Sofi , Sıdıka siz bu işin üstesinden gelirsiniz gibi geliyo bana.
Ayrıntılı bilgi için
http://www.b-trophy.com/
Ne yazık ki dizimde ki problem tam geçmedi Eylül başında şiddetli bir şekilde tekrar nüksetti (valla ben bi şi yapmadım) yeniden doktorlara taşındım. Artık her akşam yarım saat kırkbeş dakika yürüyüş yapıyorum. Doktorun verdiği hareketleri aksatmıyorum ve çok şükür ki artık ağrım yok ve merdiven inip çıkabiliyorum. Beni en çok mutlu eden de, artık oturarak namaz kılmıyorum. Rahatsızlığım sırasında beni en çok üzen; yaşlılar gibi oturarak namaz kılmak zorunda kalmamdı. Çok şükür ki geçen haftadan beri normal kılabiliyorum.
B-Trophy'yi anlatacaktım dizimle alakası ne? Aslında çok alakalı, artık düzenli yürüyüş yapıyorum ya antremanlı sayılırım.
Beta ayakkabı mağazası ve B-fit diye bir spor merkezi (sanırım) kadın yürüyüşü organize etmiş. Yürüme yarışması.
Koşulları oldukça rahat ve ödülleri de bir kadının karşı koyamayacağı ayakkabı, çizme, çanta hatta birinciye bunlara ilave olarak yılbaşında İtalya tatili.
Toplam parkur 12 km . 11 Ekim cumartesi 10:30'tan akşam 17:00'ye kadar istediğiniz zaman başlayıp istediğiniz zaman tamamlayabilirsiniz. En çabuk giden değil en çok adım atan kazanacak. Adımları sayan bir alet vereceklermiş katılımcılara, bir de rotayı takip ettiğinden emin olmak için belirlenen noktalara mutlaka uğramak gerekiyor.
Temel koşula gelince, ayağınızda Beta ayakkabısıyla yürümek. Yani Nişantaşı'ndan başlayıp Cevahir Beta'ya oradan Mecidiyeköy'e Balmumcu, Barbaros Bulvarı'ndan Dolmabahçe'ye devam eden yol boyunca yorulunca bir kafede mola verip sonra yola devam etmek sanırım yarışma kurallarının dışına çıkmak olmaz. (En azından ben öyle anladım)
Yapabilir miyim diye düşünüyorum, üstelik yaz başında Beta'dan aldığım düz beyaz ayakkabılarım da oldukça rahat. Dizimi zorlar mıyım diye tereddüt ediyorum. Sonra doktor yürü dediysek bu kadar da abart demedik diyebilir.
Benim durumum pek belli değil ama Sofi , Sıdıka siz bu işin üstesinden gelirsiniz gibi geliyo bana.
Ayrıntılı bilgi için
http://www.b-trophy.com/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)