Her geziden sonra üşensem de daha sonra okuyup hatırlamak için çok güzel bir yol.
Üşensem de taze taze yeniyken hatıralarım, yazmaya zorluyorum kendimi. "Born to Travel" defterim bittiğinden yazdığım bloknot çok zevk vermese de yazıcam.
Yazmalıyım :)
Şubat ayının ilk günlerinde bir cuma akşamı sinema öncesi kahvemizi içerken gelen bir mesajla başlayan bir hikaye bu...
21-23 Haziran Kemaliye'ye gidiyoruz, gelir misin?
Gelirim.
Daha aylar var :)
Pazartesi, "uçak biletlerini aldım"la ciddiye binen.
Evet, hala aylar vardı :)
Yerel seçimler oldu 31 Mart'ta
Ama İstanbul'un yeni patronu bir türlü belirlenemiyordu :(
Ve 6 Mayıs'da seçimlerin 23 Haziran'da tekrarlanacağı haberi geldi.
Hadiiiiiii...
İstanbul'a hakkını vermek, vatandaşlık görevimizi yerine getirmek üzere seyahat tarihini değiştirmeye karar verildi.
Olsun,
Her şey daha güzel bir İstanbul için
Yeni tarih 8-10 Haziran için ilave maliyete katlanarak biletlerimizi değiştirdik
Bayramın bittiği hafta sonu cumartesinin ilk ışıklarıyla Elazığ'a uçuyoruz.
Harput Mahallesi'ndeki kahvaltının ardından Arap Baba Türbesi ve Cami, Kurşunlu Cami ve Harput Ulu Cami'yi ziyaret ettikten sonra Erzincan'a geçtik.
Doğrusu Elazığ pek heyecanlandırmadı beni.
Ama yine de şehirden aklımda kalanlar...
Selçuklular dönemine ait Harput Ulu Cami iç mekandaki kemerli yapısı, zamanında ortasının açık olduğunu düşündüğüm şimdilerde ondülün çatı ile kapatılmış iç avlusu ve Pisa Kulesi'nden daha eğik olan minaresiyle tarihe damga vurmuş önemli bir yapı.
Nuray'ın gözünden ;) |
Minberi ise az ötedeki Kurşunlu Cami'deydi, onu da gördük :)
Minberi orda cami burda, neden?
Restorasyon sırasında Kurşunlu Cami'ye taşınmış ve orda bırakılmış.
Arap Baba Türbesi ise özel bir işlem uygulanmamış olmasına rağmen çürümeden bugünlere gelmiş Arap Baba bedeni ile ünlü. Bir kaç yıl öncesine kadar beden açık olarak görünürken, şimdilerde sergilenmesi uygun olmadığı düşünüldüğünden bezlere sarılmış. Ama yeşil bezin dışından kemik formunu fark edebiliyorsunuz. (Youtube'da 2017 yılına ait açık görüntülere ulaşabiliyorsunuz)
Biraz serinlemek niyetiyle gittiğimiz Çırçır mesire alanı ise etraftaki kötü koku nedeniyle (balıklar, balık yemleri veya etrafta ölmüş başka bir canlı nedeniyle) kaçarak uzaklaştığımız ve hatırlamak istemediğimiz bir yer oldu.
Elazığ deyince ilk-orta okuldan coğrafya derslerinde tanıştığımız Keban Barajı geliyor insanın aklına...
Ordaydım :) |
Ve gün gelip de kendisini gördüğümüz gün; 15 yıl üzerine ilk kez yüksek su seviyesi nedeniyle baraj kapaklarının açıldığı çağlayarak suların aktığı bir dönem olması gerçekten büyük bir şans olsa gerek.
8 Haziran 2019 |
Elazığ'dan Erzincan'a Fırat boyunca, sarp kayalık arazide keskin virajlarda yol alırken yeşillikler içerisindeki köyler olağanüstü bir görüntü oluşturuyor. Recep Yazıcıoğlu'nun yapımı için büyük çaba harcadığı; Ayşe Kulin'in Köprü romanını döndükten sonra okuyup daha da bir anlam kazanan Vali Recep Yazıcıoğlu Köprüsü'nü de görüyoruz.
Başpınar Katliamı'nın acı gerçeği, Keban Barajı ile sular altında kalan eski köprü; yeni köprü yapılabilmesi için imkansızı imkanlı kılmanın mücadelesi, bölge insanının zor yaşamı.
Düşündükçe daha da derinden etkiliyor insanı.
Kemaliye'nin bir kaç köyüne yaptığımız ziyaretlerde gördüklerimiz hem şaşkınlık, hem hayranlık yaratıyor.
Anadolu ile ilk tanışmam aslında.
Yeşilyurt Köyü,
Bu köydeki ahşap işçiliği ile ünlü cami. O kadar korumasız ve yalnız ki. Ama bir o kadar da güzel ve eşsiz .
Yöreye özgü evler, nem ve rutubetten korunmak için bedeni oluklu saçla kaplı, tahta panjurlu, yığma taş duvar üzerinde yükselen 2-3 katlı yapılar.
Ocak Köyü,
Hıdır Abdal Sultan tarafından kurulan alevi köyünde verdiğimiz molada yediğimiz reyhanlı dondurmayı ve içtiğimiz reyhan şerbeti sıcak havada çok iyi geldi.
Reyhan-Limon |
Gece 2:30'da başlayan 8 Haziran artık fazla uzamaya başlamıştı ki, konaklayacağımız Kemaliye'deki Eğin Konağı Butik Otel'e ulaştık.
Dar sokakları, sokakları dikine kesen iki küçük şelalesini geçip şirin otelimize varmak günün en keyifli anıydı.
Aile yadigarı konaklarını büyük bir özveriyle yaşanmışlığını bozmadan, konuklarını da o yaşama dahil edecek şekilde düzenleyen Etem bey ve ailesine hayran olmamak mümkün değil.
Benim kısmetim "Kahvelik" odasıydı. Kahve mangalının odanın baş köşesinde olduğu...
Nuray'ın gözünden ;) |
Arkadaşlarımın odası ise ortak avluyu paylaştığımız "Selamlık" odasıydı. Dışarıdan giriş için ayrı bir kapısı, konağın diğer bölümlerine geçmek için başka bir kapısı olan bu bölüm konağın bize özel alanı gibiydi.
Her bir oda kendi karakteristiğinde eski kullanımına sadık kalarak misafirlerini ağırlıyor. Yöre evlerinde yüklük olarak kullanılan bölüm eskiden de banyo olarak kullanılırmış. (Nuri Demirağ Konağı'nda da bu bölümün üst taraflarının kafes yapısı ile örtüldüğü ve buraya konan meyvaların kokusunun buharlaşma ile eve yayılması sağlandığını anlattılar). Eğin Konağı'nda da bu yüklükler modern bir banyo olarak döşenmiş ve son derece kullanışlı.
Kemaliye'de konakladığımız (Kemaliye merkezi) kısmından unutmayacaklarım...
Sokak aralarında evlerin önündeki kanallardan akan sular (Kadı Gölü'nden gelen iki şelale dışında), adım başı suyunu içebildiğimiz çeşmeler, dut ağaçları, ıhlamur kokusu, üst katları ahşapla kaplanmış yığma taş üzerine yükselen evler, çift tokmaklı güzel kapılar. Bu arada çift tokmağın nedeni gelen kişinin yakınlığı hakkında fikir sahibi olup kapıyı ona göre örtünüp açmakmış.
İlk akşam yemek yediğimiz Kadı Sofrası'nda masaya bırakılan bakır sürahiyi boşaldığında avludaki akan çeşmeden buz gibi suyla doldurmak çocukca bir neşe veriyor insana. :)
Geceleyin sokaklarında dolaştığımız ilçede özellikle sokak lambalarının olmadığı karanlık noktalarda gökyüzündeki yıldızlar gerçekten büyüleyiciydi. Bir de dişi ateş böceğiyle karşılaşmamız gecenin sürprizi oldu. Tırtıl gibi bi canlının kuyruğunun son boğumundaki florasanlı ışık önce yeni bir tür keşfettik heyecanı yaratırken, google dişi ateş böceklerinin kanatsız ve böyle görünebileceğini söyledi.
Aynı gece milli takımın geçen senenin Dünya Kupası şampiyonu Fransa'yı 2-0 yenmesi de güzel bir anı olarak bu satırlarda yerini almalı.
22 saatlik bir günün ertesinde 5:30'ta uyanmak temiz hava ve huzurun sonucu olabilirdi ancak :)
Penceremden görünen kayalık yamaçları aydınlatan güneş, kuş sesleri, bayıltan ıhlamur kokusu, ağacı gagalayan ağaçkakan'ın sevimli gürültüsü, kuş sesleri...
Kocaman bir ceviz ağacı altında sevdiklerimle mükellef bir sabah kahvaltısı...
Daha ne isteyebilirim ki?
2. günün rotası..
150 yıllık bir başka imkansızlığın öyküsü...
Kayaların önce insan gücüyle oyulması ile başlanan "Taş Yolu" yine vali Yazıcıoğlu'nun çabasıyla tamamlanmış. Bildiğin geçit vermez kayaları kazma kürekle delerek başlayan santim santim ilerleyen yol.
Dünya'nın ikinci büyük kanyonu olan Karasu nehrindeki Karanlık Kanyonu'nda tekne gezisi...
Şırzi Köprüsü yakınlarındaki zipline'a heves ederseniz, 20 TL karşılığı yapabilirsiniz. Benim gibi yapmak istemezseniz oradaki cafede manzaraya karşı kahve içmenizi tavsiye ederim.
Bu arada ben ürktüğüm için zipline yapmıyorum ama tanıştığım ufak tefek bir kişi 55 kilo olması nedeniyle ipin ortasında asılı kaldığını söylemesi, ne kadar haklı olduğumu gösterdi :) 50 kilo ile hiç şansım yoktu.
Erzincan'lı biyoloji profesörü Ali Demirsoy'un kurduğu Doğa Tarihi Müzesi, müzede sergilenen türler, Türkiye'ye hediye edilen fil Mohini'nin iskeleti, Ali Hoca'nın doğduğu Yuva köyüne ziyaretimiz, 3 gözlü çeşme, dev ıhlamur ağacı ve dutlar...
İlkokuldan hatırladığım "Orda bir köy var uzakta" şiirinin şairi Ahmet Kutsi Tecer'in köyü Apçağa...
Korunmuş evleri, misafirperver halkıyla sevimli bir kasaba
Köy halkından 91 yaşındaki bir amcanın ısrarla bizi bahçesine götürüp dut ağaçlarına salması; babasının ruhuna, hayrına "yiyin, daha çok yiyin, boş durmayın yiyin" ısrarlarıyla unutulmayacak bir karakterdi.
Ahmet Kutsi Tecer Caddesi var Apçağa'da; aynı isimli bir caddede Merter'de var. Köydeki çöp kovası ve bankların Merter'in bağlı olduğu Güngören Belediyesi'ne ait olması da hoş bir detaydı.
Üçüncü ve son gün Sivas'a doğru uzun yolumuz boyunca uçsuz bucaksız arazide plato gibi ilk defa gerçeğini gördüğüm yer şekillerini, alıştığımın aksine ormansız doğayı incelemek keyifliydi.
Kemaliye'den Sivas-Divriği yoluna bağlanırken Bağıştaş Köyü'ne uğrayıp Türkiye'nin ilk asma köprüsünü ve meşhur Doğu Expresi'nin geçtiği Bağıştaş İstasyonu'nu görüp, tren gelmeden rayların üzerinde poz vermek çok heyecanlıydı.
Kangal'da köpek çiftliği ziyareti ile 130-150 kiloluk devasa ama sevilmek için kafasını tellere dayayarak şekilden şekile giren sevgi dolu kangallarla tanıştık. Çiftinin 3 bin TL olduğu ve şu an sırada 150 tane bekleyen olduğunu öğrendik.
Sivas Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi...
Unesco Kültür Mirası listesine girmiş, 800 yıllık Selçuklu yapısı gerçekten büyüleyiciydi.
Restorasyonda olması nedeniyle sadece dışarıdan 3 kapısını görebildik. Ama her bir kapı öyle muhteşem, öyle işçilikli, öyle bezemeli ki; her bir kapıyı incelemek anlamak aylar sürer.
İçine giremesek de gördüğümüz, resim ve kaynaklardan içerisinin de ayrı bir hazine olduğu tartışılmaz. Aşağıdaki linki tıklayarak mutlaka görmenizi tavsiye ederim.
http://www.divrigiulucamii.com/sanaltur/divrigitour/
Sivas merkeze geldiğimizde çok fazla zamanımız kalmamıştı. Sivas Kongresi'nin yapıldığı lise binasını ziyaretimiz ve ardından Sivas'ın meşhur dönercisinde ki yemekle sona erdi.
3 gün boyunca günlük güneşlik gerçekleştirdiğimiz tur, havaalanı yolunda gök gürültülü, sağnakla kapanış yapması da bu seyahatin başka bir güzelliğiydi.
Şu an bu notları yazabiliyorsam, hiç aklımda yokken bu yolculuğa sebep olana, sevgili rehberimiz Nuray'ın verdiği değerli bilgilere, keyifli tur programına, sürpriz zamanlamasına, güzel havaya, eğlenceli ve uyumlu tur arkadaşlarıma teşekkür etmemek olmaz.
16 Haziran 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder