Paris - 10 Aralık 2016
Bugünü yazmaktı niyetim.
Ama otele dönerken internetten öğrendiğimiz İstanbul Dolmabahçe'de Vodafone Arena yakınlarında patlama olduğu haberiyle o an dizlerimin gücünün bittiğini hissettim.
Tamam bütün gün 30 bin adım atmıştım. Ama hala otele gidecek dinçliğe ve enerjiye sahiptim.
Evet insan ülkeisnden uzaktayken böyle haberleri alınca daha bi çaresiz hissediyor sanki :(
Dünkü keyifle yazamasam da;
Paris'in cumartesi sabahına bilmediğimiz sokaklarında hatta sıradan -turistlerin pek gezmedikleri- dolaşarak başladık.
Santier; bir zamanlar tekstil toptancılarının olduğu yer.
İstanbul tekstil piyasasından pek bir farkı kalmamış. Boş, kapalı dükkanlar...
Ama hala sokaklarında uzun kırmızı çizmesi, mini deri eteği ve jartiyeri ile salınan bir hayat kadını ve kürklü oldukça yaşlı başka bir kadın. -acaba hayat kadını olmayabilir mi ki?-
Saint Paris ve Saint Martin kapılarının ardından Notre Dame'a gitmek için caddeler boyu yürüdüğümüz.
Seyahatlerde plansız gezmeyi, yolunda önüne çıkan sürpriz mekanları görmek daha çok mutlu ediyor beni.
Misal Pompidou yani modern sanat müzesi. Klasik bir Paris müze kuyruğu...
Ucu bucağı yok...
Ve onun karşısındaki dükkanlarda güzel tasarımları görmek...
Bu sabah Paris'in havası pusluydu; son dönemde ki hava kirliliğinden...
Notre Dame -yine deli bir kuyruk- neredeyse kuleleri görünmüyor. Mesela Panteon'un kubbesi yoktu :)
Notre Dame'dan Lüksemburg Bahçeleri'ne...
Kış mevsiminin donukluğu ya da renksizliği diyelim; kirli puslu havasıyla birleşince pek etkileyemiyor insanı...
Bu kadar yakına gelmişken Panteon'u da ziyaret edelim deyince Sorbonne Üniversitesi'ni de görüp geçtik.
Evet, Panteon kubbesi bu kirli havaya kurban gitmişti.
Paris metrosu vazgeçilmez; bir kaç aktarmayla ver elini Sacre Cour...
Sacre Cour'a geçmeden önce yine yolumuza çıkan bir şato. Aslında müze, restorasyon da ama etrafını çevirdikleri tahta perdelerin surlara benzetilmiş olması , üzerine ortaçağ yazı karakteriyle yazılanlar ve minik komik işçileri :)
2020'de bitince görmek isterim doğrusu.
Telefonumdaki resimlere bakınca Musee de Cluny olduğunu öğreniyorum, hemen ön tarafında da Montaigne heykeli var.
Sacre Cour'a dönelim :)
Sacre Cour'a çıkan finiküler yerine 313 basamakla önündeyiz.
Yine kuyruk...
Neyseki bir önceki gelişimde ziyaret etmiştim. Girmesek de olur ;)
Monmarte'da sokak ressamlarında 60 euroya portreyi 45 euroya bağladık. Orjinal eserler yapan da var sıradan da, kendi ressamını seçmekte iş.
Bizim ki güzel iş çıkardı doğrusu.
Akşam olunca şehir ışıkları vazgeçilmez...
Bu sefer ki durak Printemps...
Fikir değiştirdim lüksün zirvesi La Fayette değil burasıymış :)
Akıl almaz bir yer...
Ve vitrinlerinden sonra kalbimi feth eden pembe pullu Jimmy Choo...
Gecenin devamı Zafer Takı, Şanzelize ve Noel Pazarı. Concorde Meydanı ve meydandan Eyfel'in ışıklı görüntüsü...
Neden Paris biliyor musun?
Ortasında yükselen gökdelenleri olmadığı için, geniş caddelerin kenarlarının birileri zengin olsun diye ParPark (İsPark'ın fransızcası) olmadığı için; eski binaları 10 senede bir bakıma almak zorunlu olduğu için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder