Çocukluğumda en büyük eğlencemiz; anneannemin Fener Sancaktar Yokuşu'ndaki asmalı evinin bahçesinde tel örgülerle çevrilmiş, kilitli ahşap kapısının sadece anahtarla büyüklerce açılabildiği sihirli bahçeye girmekti.
Ekili lahana ve diğer yeşilliklere basmadan bahçenin köşesine gitmek, senede sadece bir kez incir toplanmak üzere çıkılmasına izin verilen incir ağacı, gerçek gül kokan güller, hanımeli, hiç meyve vermeyen -yada çok az veriyordu- mandalina ağacı.
Nedendir bilmem çocukluğumdan beri en sevdiğim iş süpürmektir.
Evet süpürmek. Bildiğiniz sarı süpürgeyle.
Oturduğumuz apartmanın merdivenlerini süpürmek, babaannemin evini süpürmek -nedense annem kesinlikle evi o süpürgeyle süpürtmezdi ya gırgır yada elektrik süpürgesi kullanılırdı-, Emine hanım teyzeyle sokakları süpürmek, süpürgeyle balkonu yıkamak.
Anneannemin bahçesini süpürmek.
Ama ne yazık ki o bahçede sarı süpürge yoktu kullanılmazdı, yasaktı. Küçük bir çalı süpürgesi vardı, ne süpürdüğü belli olan ne de beni mutlu eden.
Hiç bir şeyi süpürmezdi ki yerdeki tozlar -ince tozlar- olduğu gibi dururdu. Anlam veremezdim çalı süpürgesi kullanmadaki ısrarı.
Bugün anlıyorum çalı süpürgesinin marifetini.
İncecik tozları bile katıp önüne ortalığı toz duman eden sarı süpürge yerine, çalının dallarına takılmaya değecek büyüklüktekileri toz etmeden, ortalığı dumana vermeden, gözüne burnuna toz dolmadan seni öksürtmeden hapşırtmadan temizlemekmiş maksadı.
Şimdi ele alıp bir çalı süpürgesi bu hayata girişmeli.
2 yorum:
:))Yürekten katılıyorum ama en büyük boydan binlerce çalı süpürgesi olsa yine de yetmezmiş gibi geliyor bana.Sevgiler
bu çalı süpürgelerinin de misyonu bu olsa gerek, görüntüyü kirletmeden, ortalıkda bişeyler yapmış gibi gözükmek...
Yorum Gönder