Çok olmuş yine yazmayalı.
Bugünlerde kimsenin tadı yok ki. Küresel kriz, evdeki kriz, ruhtaki kriz derken birinin bitmesini beklerken diğerinin üzerine gelmesi artık onlarla yaşamayı öğrenmek gerektiğini ısrarla hatırlatıyor.
Bi koşturmacadır gidiyor, büyüdükçe günlerin nasıl geçtiğini gerçekten anlamıyor insan. Al işte koskoca bir yıl daha bitti. Çok şükür sağlıklıyım, kimseye muhtaç di'lim. Aldığım kararların arkasında durabilecek imkanlara sahibim. Yani iyiyim aslında.
Bu aralar alışveriş merkezleri, mağazalar çok itici geliyor bana. Ayakkabı bakmak bile zevk vermiyor. Aslında iyi de oluyor hani, gereksiz alışverişlerin önü kesiliyor böylece. Yarında bizi neler beklediğini bilemeyiz.
Hal böyle olunca benim de içimden oturup laylaylom bi şeyler yazmak gelmiyor, ağır konularla da kendimi de başkalarını da bayıltmıyim diyorum.
Suya sabuna dokunmadan da yazacak bir konu kalmadığı için sayfalarımın son güncellenme tarihi bir hayli eskilerde kalıyor :(((
Artık ne dizi ne televizyon. Başından sonuna kadar izleyebildiğim hiç bir şey yok. Tabi bunda artık bütün dizilerin aynı kabak tadını vermesinin kabahati olabilir bence.
Bu akşam daldan dala atlıyorum kusura bakmayın ama yazım moduna geçmişken bir kaç konunun üzerinden geçiyim istedim.
Yalnızlık...
Geçenlerde blogumdaki bir yazıya bırakılan yorumun üzerine yazmayı düşündüğüm şeyler bunlar.
Yalnızlığı biz mi seçeriz insanlar mı bizi yalnız bırakır?
O yalnız bırakılmaktan şikayet ediyordu bense yalnızlığımın kendi tercihim olduğunu düşünüyorum. Tıpkı susmayı tercih ettiğim gibi.
Yalnız geliyoruz, yalnız gidiyoruz. Aralarda birileri girip çıkıyor ama hep kendi iç sesinle baş başasınız en kalabalık anda bile.
Herkes kendi gözleriyle, hisleriyle yaşıyor dünyayı. Kimsenin doğrusuna yanlış, yanlışına doğru diyemem. Kendi tercihlerimizi yaşıyoruz sonuçta kalabalık yada yalnız. (yalnız yanlış imla hatası yaptım mı derdine düştüm yazarken)
Her nefes yeni bir hayat, her güneş yeni bir umut, her yağmur bereket.
Yani daha yapacak çok işimiz var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder