Perşembe, Ocak 31, 2008

Der mi?

Edward Munch-Çığlık
Dün akşam oturup yazabilseydim, başka kelimelerle başka cümleler kurup başka hikayeler anlatırdım.

Zamanın, yaşamın, sorumlulukların, sorumlu olduklarının oyunu sana yapmak istediklerinle yaptıkların arasındaki fark.

Hiç görmedim ama filmlerde kendine zarar veren akıl hastalarını koydukları odaların; içerdeki çığlığı yutsun, çarptığında darbelerden korusun diye süngerle kaplı duvarları. Her darbeyi zararsız ve acısız bir çarpmaya dönüştüren, her duyduğu çığlığı acıyı gözeneklerinde hapsedip dışarıya her şey yolunda sessiz sakin diye dimdik ayakta duran duvarlar.

Midas'ın başlığı altındaki sırrı öğrenen berberin kör kuyuya bağırdığı "Midas'ın kulakları eşek kulakları" sözü; başakların rüzgarda haykırdığı bir çığlık haline nasıl dönüştüyse duvarın da tuttukları birden bir çığlığa dönüşür mü?

Yeter der mi?

Canın yansın, çığlıkların duyulsun der mi?

Çarşamba, Ocak 30, 2008

Kova Zamanı


Zaman Kova zamanı...

Şüphesiz ki her burç kendine has farklı özellikler taşıyor. Ama ben Kova’yım yükselenim de balık. Ve her iki burcun da karakteristik özelliklerini taşıyorum. Geçenlerde tesadüfen Sofi’yle aynı burçtan olduğumuzu öğrendim. Belki de benim yapmak istediğimi benden bir gün önce yapıp yayınlaması da bunun etkisindendir.

Kova burcu blog yazarlarını bir araya toplayalım bakalım ortaya ne çıkar diye merak ettiğimden, önce bildiklerimden başlayıp yeni öğrendiklerimi de ekleyerek bir yazı oluşturmaya karar verdim. Kova'lar neler yazarmış, neler yaparmış görelim istedim. Aslında Sirden "to be blogger" yazısında bir yorum getirmiş ama ;)

Sizin de bildikleriniz varsa söyleyin ekleyelim. Buna yükseleni Kova olanlar da dahil. Çünkü Güneş Balık burcuna girdiğinde de; Balık’lar için bir toplanma yazısı planlıyorum.

Ama Kova’daki Balık’lara torpil geçersem kusura bakmayın

http://cihannuma-sofi.blogspot.com/

http://etkialani.blogspot.com/

http://morkoyun.blogspot.com/

http://www.pinarindamlalari.blogspot.com/

http://sirden.blogspot.com/

http://yalnizlarkralicesi.blogspot.com/

http://zeynogun.blogspot.com/

http://tubaninpenceresinden.blogspot.com/

http://halimecicek.blogspot.com/

http://evvelzamanicinde.blogspot.com/

http://ugurbocegimleafiyetle.blogspot.com/

http://adigenisehilal.blogspot.com/

http://sonja-punky.blogspot.com/

http://suleozan.blogspot.com/

http://www.civciv.blogspot.com/

http://kakaolupasta.blogspot.com/

http://www.recephilmitufan.com/

http://tigeraymen.blogspot.com/

http://gezeryazar.blogspot.com/

Pazartesi, Ocak 28, 2008

Kar Yağsın

İri iri kocaman kar taneleri yağsın istiyorum. Trafikte sıkışıp kalmak, yollarda sefil olmak, üşümek hiç biri umurumda değil.

Sadece kar yağsın 10 dakikada her yeri örtsün, bembeyaz olsun. Gerçekleri görmeyelim, beyazın kesintisiz, pürüzsüz, kirsiz, sorumsuz yüzünü seveyim.

Toprak doysun suya, ruh dinlensin. Tohumlar uyusun da büyüsün.

Kar toprağın sihirli örtüsü; dışarının soğuğundan ayazından koruyan, besleyen, büyüten, dinlendiren.

Benim de örtüm olsun.

Kar yağsın.

Pazar, Ocak 27, 2008

Tatlı, Taş, Keyifli

İyi planlanmış, kısa bir güne çok şey sığdırabildiğim güzel bir cumartesi daha geçirdim. Önce Hande'yle Kadıköy Rıhtım'daki Mado'da sabah kahvaltısı sonra Kadıköy çarşısında küçük bir tur; oyuncakçı, şekerci, kitapçı ne varsa girip bakmak ve Akmar Pasajı'nda farklı bir dünyayı keşif ardından Baylan'da gelsin tatlılar. Bol kahkahalı bir sohbetin ardından, ben başka bir arkadaş davetine katılacağım için ayrıldık.

Akşam'dan sonra da 24 Ocak'ta doğumgünü olan kuzenimin doğumgününü kutlamak için toplandık. Ve o gece de kuzenler heyeti olarak 2008 için çok önemli kararlar aldık.


Akmar Pasajı'nda keşfettiğimiz farklı dünyaya gelince; bir iki hafta önce Hande'yle konuşurken "gel seni bir yere götüriyim -yaşam sevincimi kaybettim- de o sana tedavi yöntemini göstersin" demişti. Neyse ben o yere gitmeden önce yavaş yavaş toparlamaya başlamıştım zaten.


Resimden de anlaşılacağı üzere burası bir doğal taş hazinesi. Taşların şifasına, enerjisine ve gücüne inananların uğrak yeri. Bu taşlardan pek çok yerde bulabilirsiniz ama burayı özel yapan bu dükkanın sahibinin bu işe gönül vermesi. Dağ tepe gezip taşları kendisinin çıkarması, her birine gönülden bağlı olması. Derdinizi anlattığınızda bir doktor ciddiyetiyle size tedavi yöntemini öneriyor.

Sedat Kandemir taşlarla ve bizimle ilgilenirken. Allah uzun ömürler versin Resimde de güleryüzünü gördüğünüz Sedat Bey'le sohbet etmekte ayrı bir keyif. Alacağınız taşı kendinizin seçmesi, aranızda duygusal bir bağ kurulması gerektiğini söylüyor.

Kendime magnetit taşından yapılma şık ve faydalı bir zincir aldım. Mıknatıs özelliği olduğundan ister boyna ister bileğe dolayarak kullanabiliyorsunuz.

Magnetit yani mıknatıs taşı; kutuplaşmayı dengeleyip, yaşam enerjisini güçlendiriyormuş. Kasılma ve krampları çözen; siyatik, varis ve boyun tutulmalarında etkinmiş. Kemik, kıkırdak, kas ve kan hücrelerinin uyarılmasına yardımcı olur. Ağrıların hafifletilmesini, bağışıklık sisteminin güçlenmesini sğlar. Kan dolaşımını ve kalp çarpıntısını düzenler. Yaraların iyileşmesine yardımcı olurmuş.

Bir de hem burcumun taşı hem de negatif enerjiyi toplayıp size gelmesini engelleyen işlenmemiş bir ametist kolye ucu aldım. Ametist ve beyaz kuvars doğadan çıktığı haliyle kullanıldığında etkisini görebileceğiniz iki taşmış. Diğerleri işlense de farketmezmiş.

Magnetit taşından olan zinciri daha dükkanda koluma dolayıp kullanmaya başladım. Taşların etkisi midir, dostlarımla sevdiklerimle güzel anlar paylaştığımdan mıdır bilinmez. Uzun süredir bu kadar eğlendiğim ve keyif aldığım bir gün olmamıştı diyebilirim.

Umarım bu bir başlangıçtır...

Cuma, Ocak 25, 2008

Cinnet

Bazı zamanlarda bazı şeyler normalde kızdırdığından daha fazla kızdırıyor beni. Ben bu durumlara kısaca “CİNNET” diyorum.

Sofi’nin Mim’indeki resimdeki kadın olmak istiyorum.
Resmi Sofi'den aldım ama sormadan umarım kızmaz

Tıkanan trafikte arabaların etrafını saran dilenci, satıcılar

Tv ve radyodaki 6’lı atyarışı reklamları

5 dakikalık yere sırf arabada olduğun için 45 dakikada gitmen

Trafik sıkışık olmadığı için işlerini yapamıyorlar

İşyerinde camdan baktığımda Tekfen Plaza’yla Fako binası önüne denk kısa bir mesafede değişen sayılarda insanların araçların arasında bir ileri bir geri yürüdüğünü görüyorum. Bir tane ufak çocuk, öğleden sonraları bir adam ve bir kadın ve başka adamlar. Adamın, omzuna halı gibi attığı bir çocuk. Bugün saydığımda tam 8 kişiydiler.

Neden polis bunları toplamaz, neden bunun yasağı yok?
CİNNET!!!!!

At yarışı pek çok aileyi batıran bir kumar değil mi? Öyleyse kumarhaneler niye yasaklandı Türkiye’de? At koşturacak bir evinizin olabilme ihtimalinin; at koşturacak evlerini aynı yöntemle kaybedenler sayesinde olduğunu düşünüyor musunuz?

Huysuz Virjin’i ahlak çocukların ahlakını bozucu olduğunu düşünenler, aynı çocukların at yarışı oynayarak zekalarının açılacağını ahlaklarının artacağını düşünüyor olsa gerek.
CİNNET!!!!!

Büyükdere Caddesi’nin bir tarafından diğer tarafına arabayla geçmek akşam trafiğinde tam 45 dakika.
CİNNET!!!!!!

Perşembe, Ocak 24, 2008

Her Çocuğun Hakkı

Bir kaç gündür seyrediyorum; açık kalan dolabın önünde silkelenen köpek; dolapta duran robota çamur sıçratıyor. Sıçrayan çamurla robot hareket etmeye başlıyor ve önce dolaptan sonra da açık olan evin kapısından dışarı çıkıyor.

Doğadan bir parça vücuduna değdiğinde, değdiği yer hayat buluyor. Metal elleri ete kemiğe bürünüyor, sonra ayakları, bir çamur birikintisinde yuvarlanıyor, dans ediyor,tepiniyor ve yağmur başlıyor. Dilini çıkarıp yağmur damlalarını içiyor artık tamamen bir insana, bir çocuğa dönüşüyor.

"Her çocuğun hakkı" diyor reklamın sonunda ekranın altında da küçük bir yazı bir internet sitesi adresi.

Omo'nun mesajları her zaman hedefi çok iyi vurur. Ama bu reklam hedef tutturmaktan önce insanın kalbini tutuyor. Avuçlarının içine alıyor. Reklamın ne olduğunu bilmeden seyrettiğimde acaba çamurun içinde deliler gibi yuvarlanmak, tepinmek nasıl bir duygudur diye merak ettim. Bu işin eğlence kısmı. Ancak bunun altında yatan sosyal mesaj çok başarılı.

Çocukların çocuk gibi yaşamaya ve öğrenmeye ihtiyacı var. Bilgisayar başında birer robot olarak yaşamaya değil.


http://hercocugunhakki.com

Omo'nun dünya çapında yaptığı anket sonuçlarına göre;

- Türkiye’deki annelerin %79’u TV ve video oyunlarının çocukların zamanında çok yer almasından kaygı duyuyor

- Türkiye’de annelerin %87’si fırsat verildiğinde çocuklarının ev yerine dışarda oynamak isteyeceğini söylüyor

- Tüm dünyada, annelerin %79'u uygulamalı öğrenmenin öneminin unutulduğunu düşünüyor

Sitede splatskill denilen çocukların yeteneklerini ve yaratıcılıklarını oyunlarla geliştirmek için pek çok yöntem var.

Ben bir kaç tanesini öğrenip, çocuklarla vakit geçirirken kullanmayı planlıyorum.

Kozmetik Alışverişi

Bi kaç ay önce Hande bahsetmişti, pahalı kozmetik markalarını internetten strawberrynet üzerinden çok ucuza aldığını. Fikir hoşuma gitmişti ama hiç bakmamıştım. Geçen hafta Cuma sabahı Hürriyet Cuma’da alışveriş cadısı köşesini okurken strawberry’den bahsettiğini gördüm.

O gün tam havamdaydım hiç bir şeyi ertelememe modunda gazeteyi bırakıp siteye yöneldim. Uzun süredir aradığımız mağazaların artık bu ürün çıkmıyor dedikleri Clarins’in ikili allığını buldum. Rimel ihtiyacım vardı. Bir de Clarins’in beğendiğim bir ruju. Siparişi oluşturdum bi baktım ödemeye gelmişim sanal kartımla da ödemeyi yaptım. 4-6 iş gününde postayla gelecek dediler.

Hani bir yandan da güvenmiyorum; en kötü ihtimalle 70 lira havaya gider diye düşünüyorum. Dün akşam sayıyordum; Cuma 1, Pazartesi, Salı, Çarşamba 4 yarın yada öbür gün gelmesi lazım.



Bugün masamda Hong Kong’dan yola çıkmış küçük bir kutu.

İçindekilerin hepsi istediğim, çok emin olmadığım ruj renkleri bile mükemmel.

Bu arada ürünlerin fiyatı dudak uçuklatan cinsten;

Clarins Allık: 24 ytl
Lancome Rimel: 39 ytl (yanında küçük boy göz kremi ve temizleyici olan set)
Clarins ruj: 12


http://www.strawberrynet.com/

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Mim

Sofi Mim'ledi beni.

Soru: Yapmak zorunda olduğumuz halde bir türlü yapamadığımız kolay işler?

Yapmak zorunda olduğumu ertelemem, hatta en önce onu yaparım ki bir an önce kurtulayım. Kolay yada zor farketmez. Ama bir şey var ki...

Aynı şeyleri düşünmüş, aynı şeylere gülmüşlerdi. Aynı rengi sevmiş, aynı şarkıya eşlik etmiş, aynı hayalin parçaların tamamlamış, birbirlerinden habersiz aynı koltuğu hayal etmişlerdi.

Aynı tatlıyı paylaşmış, aynı okula gitmişlerdi.

Aynı güneşli yolda; baharda çiçek açmış meyve ağaçları ve pembe erguvanlarla birlikte yaşamaya yaşlanmaya doğru adım adım gittiklerini sanıyordu...

Tam bir sene öncesine kadar.

Birden bir fırtına kopar............

O günden beri o yolda zaman durdu. Uzun bir süre sessiz ama üzgün kıpırdamadan olduğu yerde kaldı. Sonra yavaşça doğrulup, geriye başladığı yere doğru iki adım attı sonra vazgeçti bir adım ileri gitti. İki adım geri bir adım ileri, iki adım geri bir adım ileri.

Bir nefeste koşup çıksana o yoldan.

Ecosphere


Farklı bir hediye seçeneği...

Bütünüyle kapalı bir camın içinde; kendi devamlılığını sürdüren minyatür bir dünya.

Ecosphere,çalışan bir ekolojik sistemin gösterimi, dünyanın nazik dengesini uygulamalı şekliyle açıklayan kapalı bir ekosistem.

Tamamen kapalı bir camın içinde, filtrelenmiş deniz suyunun içinde çeşitli karideslerin, algae'nin (deniz yosunu) ve mikro-organizmaların yaşadığı bir ortam.

Algae(deniz yosunu), sudaki karbondioksit ve sunulan ışıkla, fotosentez yaparak oksijen üretir. Karides algae'yi(deniz yosunu)ve bakteriyi yavaş yavaş kemirirken, sudaki oksijeni nefes alır. Bakteri de, karidesin artığını, algae için gıdaya dönüştürmüş olur. Karides ve bakteri, aynı zamanda dışarıya karbondioksit de verirler, algae(deniz yosunu) de bunu oksijen üretimi için kullanır.Ve bu devre kendini hep yeniler.


http://www.ecosphere.com.tr/ internet sitesinde diğer çeşitlerini de görebilirsiniz. Fiyatları 189-989 YTL arasında değişiyor.

Nüfus rakamları

Türkiye'nin nüfusunun 70 milyon 586 bin 256 kişi

Ülke nüfusunun yüzde 17,8'inin yaşadığı İstanbul'da, 12 milyon 573 bin 836 kişi ikamet ediyor.

Türkiye nüfusunun yarısını 28,3 yaşından küçükler oluşturuyor.

15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun yüzde 66,5'ini meydana getiriyor.

Nüfus yoğunluğunun en az olduğu il kilometre karede 11 kişi ile Tunceli.

İstanbul'da 1 kilometre kareye düşen kişi sayısı 2 bin 42

TÜİK'ten yapılan açıklamaya göre, nüfusun 35 milyon 376 bin 533'ünü erkek nüfusu, 35 milyon 209 bin 723'ünü kadın nüfusu oluşturdu.

Rakamlar sadece rakam; her rakam bir insan. Her insan bir hayat.

Ne kadarı okur yazar, ne kadarı açlık sınırında, insanca yaşayan kaç kişi? Hastası, mutlusu, aşığı, aldatılanı, aldatanı.

Cumartesi, Ocak 19, 2008

Eskilerden

Bazen blogumun istatistiklerini inceliyorum; kim nerden nasıl gelmiş, neleri okumuş diye? Google search'te "hayallerim ve aşkım" aratıp benim yazılarıma ulaşan kişi, peşi sıra bir kaç yazımı daha okumuş. Neleri okuduğunu görmek, yazdıklarımı hatırlamak için ben de baktım. Unuttuğum şeyleri hatırladım, güzel bir sözü de tekrar paylaşmak istedim.

“Çöl insanı, çadır bozarak geçmişi silebiliyordu; zamanı ve yeri henüz bilmediği için yarın bir hüsran olarak görünmüyordu. Fakat şehirli insan mahpustu. Onun bir yerde sürekli kalmak zorunda oluşu herşeyi çürütüyor ve –dün, bugün, yarını- zamanın gayesi haline getiriyordu”

Hz. Muhammedin Hayatı _Ebubekir Sıraceddin

Hatıraların Gözyaşı

Beklemek

Hayallerim Aşkım ve Sen

Bu aralar karışık biraz

Bir cumartesi günü

Bu cumartesi kendime yoğun bir program yaparak, hayata katılmaya karar verdim.

Program 7'de başlayacaktı ama küçük bir sancı 45 dakika ertelememe neden oldu. Neyse ki sancı kısa bir uykudan sonra beni terketti.

Evde halletmem gereken işler vardı. 10:30'a kadar soluksuz onları hallettim, duşumu aldım ve 11'de 11:30'taki doktor randevuma yetişmek üzere annemle evden çıktık. (saçımı kuruttum ve şapkamı hiç çıkartmadım)

Öksürüğümün kronikleşmesi nedeniyle doktor sinüs filmi isteyince ordaki işimiz de uzadı. Ama olsun 12:30'da hastaneden ayrıldık. (Film temiz çıktı, benim öksürük alerjiğe dönmüş)

Bir sonraki durağımız Kapalıçarşı. Beyazıt yönünden girip Mahmutpaşa kapısından çıktık. Arada halletmemiz gereken bir işi daha hallettik.

Mahmutpaşa yokuşundan Mısır Çarşısı'na doğru indik. Mısır çarşısına girdiğimizde dört yol ağzında çok küçük bir tezgah var. Aslında tezgahta di'il dükkanda, sanırım 1m eninde, 2,5 m uzunluğunda camı çerçevesi olmayan sadece önden görünen bir camlı dolabın arkasından istediklerinizi veren kibar satıcısının olduğu bir aktar.

Her tür krem, bitki yağı bulabileceğiniz değişik bir yer. Ben biberiye ve hindistan cevizi yağı aldım. Daha önce de tamamen bitkisel bir kil maskesi almıştım. (10 YTL) -Tavsiye ederim. Ne varsa doğa da var. Unutmadan bir ara da kekik yağı mucizelerini anlatıyim-

Karnımız acıkmıştı. Hayatımda ilk defa Eminönü'nde balık ekmek yedik. (Yıllarca sanki sadece kavakta yenirmiş gibi bir snobluk neden yaptığımızı soruyoruz şimdi kendimize)

O kadar güzel bir düzen kurmuşlar ki, alçak plastik taburelerde oturup sadece 15 sn.'de elinize tutuşturulan lezzetli balık ekmeği 5 dakikada yiyorsunuz. Hemen yanıbaşında seyyar turşucu, balık ekmek yiyenlerin arasında "kolonyalı mendil, kolonyalı mendil" diye bağıran çocuklar.

Tamam. Balık, turşu, kolonyalı mendil ama üzerine tatlı ve çay yok. Bunlara da birer tezgah açılsa dünyanın en komple açıkhava yemek merkezi olacak.

Izgaracılar kayıkta denizde, önlerinde kıyıda parayı alanlar. "iki tane kılçıksız" demesiyle balık ekmekleri elinizde bulmanız bir.

Yemekten sonra bir kesekağıdı kestaneyle bir sonraki hedefe doğru yola koyulduk.

Beşiktaş'taki Şeyh Yahya Efendi Türbesi, Camii, Dergahı.

En son Ağustos ayındaki kandilde işten sonra gitmiştim. Son bir kaç gündür, oraya gitmek için inanılmaz bir istek vardı içimde. Cuma akşamı annemle programımı paylaşınca onun da oraya gitmeyi düşündüğünü öğrendim.

Gittiğimizde ikindi namazı okunmuştu. Camide mevlüt okunuyordu. Önce mezarlıkları gezdik, sonra ikindi namazını kılıp mevlüdü dinledik, dualara eşlik ettik.

Bu yazıyı yazmayı planlarken bütün gün kafamda; Şeyh Yahya Efendi'den bahsetmeyi düşünüyordum. Hatta fotoğraf makinem bile yanımdaydı, yani oraya da planlı gitmiştim. Ama hem içerisi çok kalabalıktı hem de ben fotoğraf çekme havamda değildim. Yazıma başlamadan önce arkadaş bloglarımı bir ziyaret edeyim, son zamanlarda herkesi ihmal ettim dedim. En son Sofi'ye uğradım. Ve aman Allah'ım o da ne? Sofi benim yazmak istediklerimi yazmış hem de çok güzel resimlerle. İnanılır gibi değil. -Bence bu da hayatımızdaki küçük mucizelerden biri-

İşte Sofi'nin kaleminden ve resimlerinden benim yüreğimden geçen Şeyh Yahya Efendi Dergahı

89'da anneannemin ölümünden sonra teyzem bir arkadaşı vasıtasıyla keşfetmişti. Onun sayesinde de biz.

Mezarlar ölümdür, soğuktur, ürkütücüdür ya. Ben oraya gittiğimde türbeyi ziyaret etmeden önce caminin girişinin solundan yukarı çıkan yolu dualar okuyarak yavaş yavaş çıkarım. Huzur ve sakinliği; içimdeki sıkıntıların orda anlamsızlaştığını hissederim.

Caminin içinde Şeyh Yahya Efendi ve irili ufaklı pek çok sandukanın yanında yine aynı huzurla oturur, dua ederim.

Ben kalabalıkları sevmem. Özellikle bu tür özel yerlerde yalnız olup; mekandaki farklı elektriği hissedip yakın olmayı isterim yaradana. Belki de onun için; bu mekanın sessiz ve sakinliğinde bunu yakaladığım içindir.



Yazın başka bir güzeldir, baharda başka, kışın başka.

Bir de böyle yerler için; "oraya gidebilmeniz için o kişinin sizi istemesi gerekir" derler. Ne kadar doğru bilmiyorum ama bazı zamanlar çok istememe rağmen 1 yıldan uzun süre gidemediğim olmuştur.

Bugün gittiğimde gördüm restorasyona girmiş. Tam bir şantiye havasında ama içindeki huzuru bozmamış.

Akşam programımda sinemaya gitmekti. Ancak gitmek istediğim film yakınlarda oynamadığı için bloguma yazmaya başladım ve saat 10 olmuş bile. Artık bu saatten sonra da arabaya binip sinemaya gitmem, belki pazartesi akşamı arkadaşlarla gidebilirim. Bakalım

Salı, Ocak 15, 2008

Buzdağı

Gün ışığında parıldayan güzel bir tepecik.

Karanlıkta biraz korkutan ve ürküten, bilinmeyen büyük bir tepe

Karanlıkta biraz korkutan ve ürküten, bilinmeyen büyük bir tepe

Görünen ve görünmeyen de yaşananlar...

Aslında bir bütün ama birlikte değillermiş gibi.

Herkesin bir buzdağı olduğuna inanıyorum ben.

Gördüğümüz, gördüğünüz; alttaysa görünmeyen ama Titanic gibi koca bir gemiyi bile batırabilen.

İklimdeki değişiklikler kutuplardakileri eritirken; hayatta yaşanan değişimlerle insanlarınkinin görünmeyen kısmını büyütüyor.

Geçenlerde tanıştığım bloğumun takipçilerinden Özgür'ün hayatımı bu kadar kolay paylaşmamı anlamakta zorlanmasını düşünüyorum son günlerde.

Ben hayatımı, yaşadıklarımı gerçekten çok mu paylaşıyorum?

Ordan bakınca belki öyle görünüyor...

İşte yine buzdağı prensibi

Evet okuduklarınız, gördükleriniz benim. Ama buzdağının üstü şüphesiz.

Bu samimiyetsizlik yada kendimi olduğundan farklı tanıtmak değil, sadece buzdağının altının hiç bir zaman ortaya çıkamaması.

Herkesin buzdağının altında farklı hikayeler var. Hayatlarında her şeyin normal yolunda olduğunu düşündüğünüz pek çok insanın bu kadar da olmaz dedirtecek yaşanmışlıkları var şüphesiz.

Kimse bilemez bilmiyor; son haftalarda işi, evi, hayatı, var olan her şeyi bitirip yeni bir hayat kurmayı; bunlarla ilgili nasıl planlar olduğunu.

Cumartesi, Ocak 12, 2008

Yollar Cebinizde

Aslında bu haberi basın toplantısı yapıldığı gün yazacaktım. Bütün gazetelerden önce benden öğrenin diye; ama malum durumum.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin trafik sitesini ne kadar kullanırsınız bilmem ama benim çok sık kullandığım bir yerdir. Bir süredir cep telefonlarından yayın yapacağını okuyordum ama başlamıyordu. Haberi alır almaz yükledim. Neyseki cep telefonum uyumluydu.

Bayıldım.

İnternette ne görüyorsanız aynısı cep telefonunda; kameralar ve yoğunluk haritası. Oldukça da hızlı yükleniyor.

Şimdilik ücretsiz, İstanbul'da yaşayanlar için faydalı bir hizmet.

Cep telefonunuzdan "IBB CEP TRAFIK" yazıp 1530 gönderiyorsunuz ve hemen yükleniyor. Şimdilik sadece Turkcell kullanıcılarınaymış.

Sağlık Durumum

Henüz 2008 yılını oturtamadım yerine, bu yüzden basit ve sıradan benden haberlerle devam edeceğim yada hiç yazmayacağım.

Önce sağlık haberleri evet bugün iyiyim, çok hafif bir öksürük dışında. Ama haftanın geneli için aynı şeyi söyleyemeceğim çünkü perşembe günü tekrar doktora (başka bir doktora -hani şu burun tıkanıklığı için süper reçetesi olan-) gitmek zorunda kaldım. Haftanın kalan iki gününü de sağ kulağım da tampon ve bantlı bir şekilde geçirdim.

Hastalık nedeniyle kulağımda ödem oluşmuş. Zaten ben de ters bir şey olduğundan şüpheleniyordum çünkü yemek yerken, gülerken, konuşurken çenem eklem yerinden ağrıyordu. Hatta internette çene düşmesi, çıkması nasıl bi şeydir diye araştırdım bile. Ama nedeni kulağımdaki ödemin oradaki kaslara baskı yapmasıymış.

Neyse bu sabah kulağımı açtık, tamponu çıkardık bi sorun yok.

Fakat benim yakalandığım bu hastalığı son zamanlarda etrafımdaki pek çok kişide görüyorum.

Önce boğazda bir ağrı, yanma, acıma; sonra hafif bir öksürük ve bünyenize göre değişen şekillerde artık üst solunum yolu mu olur, alt solunum yolu mu olur bilinmez. Uygun bulduğu yönde ilerliyor.

Aman dikkat!

Çarşamba, Ocak 09, 2008

Kısa Kısa

Hastalığım aslında tam olarak geçmedi. Raporum bittiği için pazartesiden beri işteyim. 2 günlük yokluğumda birileri acısını arkadaşlarımdan çıkardığı için onları bi daha bırakmak pek istemiyorum. Doktora da gitmiyorum. Burun tıkanıklığıma süper bi tedaviyle son verdim. Bir kulak burun boğaz doktorunun reçetesi ve burun spreylerinden daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. (Bazıları bağımlılık bile yapıyormuş)

Tarif şöyle...

1/2 litre kaynatılmış soğutulmuş su
1 çorba kaşığı (silme)Sodyum bi karbonat (eczanede satılıyor, mutfaktaki karbonatla da olur mu bilmiyorum)
1 çay kaşığı (tepeleme) tuz (mutfaktaki bildiğimiz tuz)

Suyun içinde hepsini eritip burnunuza çekiyorsunuz. Sonuç mükemmel. Benimki bi daha tıkanmaya cesaret edemedi.

Ama bi de şu öksürüğe bıçak gibi kesecek bir tarif arıyorum. Gerçi pekmez ve balla kurtulmaya çalışıyorum ama henüz sonuç alamadım.

***

Dün sabah işe gelmeden önce fön çektirmek için kuaföre gittim. Servisten inip sadece bir kaç dakika yürümeme ve kalın giyinmiş olmama rağmen üşüdüm. Saçım yıkanırken kafa derime yavaş yavaş değen sıcak su, köpük köpük şampuanın kokusu nasıl iyi geldi anlatamam.

***

Sevdiklerime hediye almak beni en mutlu eden şeylerden biri ama bazen işkenceye dönüşebiliyor. Çünkü aldığım hediyenin bir hikayesi olmasını, verdiğim kişiyi tam 12'den vurmasını istiyorum. İlk hediyede bu daha kolay oluyor ama ilerleyen yıllarda iş zorlaşıyor. Ve şu günlerde biri cumaya kadar olmak üzere bir kaç hediye bulmam lazım. Ama aklıma hiç bir şey gelmiyor. Düşün düşün diye kendini zorlayınca da bu iş olmuyor. Bakalım n'olacak?

Pazartesi, Ocak 07, 2008

Facebook İlginç Bir Şey

Haftasonu facebook'ta ki posta kutuma gelen bir mesajı ve sonrasını aktaracağım. (Tabi ki yazışmanın diğer tarafının da izniyle)

Emre
10:17pm Jan 4th
Report Message
Merhaba,Sen acaba yazılarının bağımlısı olduğum dört yapraklı yonca olabilir misin?

Yonca
11:17pm Jan 4th
evet :) yazılarımın bağımlısı olduğunu bilmiyordum, bunu duymak güzel teşekkür ederim.

Emre
5:54pm Jan 5th
Report Message
İnsanı o kadar çok yerinden yakalayıp da bağımlılık yaratmamak pek mümkün olmuyor. Aslına bakarsan ben senin gerçek olmadığını düşünüyordum. Yani, hem çalışacaksın, sonra trafikle boğuşacaksın, yaşam için gerekli diğer bir çok şeye -isteyerek veya mecburiyetten- zaman ayıracaksın, ondan sonra da bilgisayarının başına geçip o güzel şeyleri hazırlayacaksın.

Uykuya zaman ayırabiliyor musun bu arada:)

Bence hepsinden önemlisi ve de zoru, yazacak onca şeyi yaşamaya veya görmeye zaman ve emek harcıyor olman. Kocaman bir teşekkürü hakediyorsun. Senin blogunu çok ama çok tesadüfen gördüm. Aslına bakarsan iş gereği fazlası ile içinde olduğum sanal dünyaya iş dışında zaman ayırmıyorum, pek istemiyorum. Bu facebook üyeliği ne o zaman dersen, sadece bakmak için alınmış hayali bir adres. Zaten görüntülenen arkadaş bölümümde birşey olmamasından da anlaşılıyordur sanırım. Yeri gelmişken; benim adım Özgür. Kardeşimin adını bu gibi amaçlarla kullandığım olabiliyor işte:)

Sayfanı devam ettirmeni engelliyecek herhangi bir durum var mı? Yani iki gün sonra açtığımda, üzgünüz bu sayfa artık kapalı diye bir ibare görme ihtimalim var mı? Lütfen olmasın. Ama bir de eleştirim olacak. Olsun mu? Bu aralar daha mı seyrek yazıyorsun yoksa benim bağımlılığım bir üst dereceye mi yükseldi?

Ve son olarak da, geçmiş olsun. Gerçi onu bile öyle anlatmışsın ki,insanın hasta olup pencereden dışarıyı seyredesi geliyor.

Kendine iyi bak..

Özgür

Yonca
12:53pm Jan 6th

teşekkür ederim özgür.

gerçekten çok güzel cümlelerle düşüncelerini ifade etmişsin.

ama ben de bir şeyi merak ediyorum. bu kadar sıkı takipçim olupta, hiç bloguma yorum yazmaman.

evet bu günlerde çok ara verdim. genelde her yıl sonunda ruhumdaki birikmişlikler daha çok yorgunluğa ve isteksizliğe dönüştüğü için yazmıyorum, dahası yazmak içimden gelmiyor. Hastalık bu döngüyü kırmama bahane oldu biraz da, aslında kafamdan geçen yazmayı düşündüğüm şeyler var ama ne zaman ekranda okuruz bilemiyorum.

uykuya vakit kalıyor mu diye sormuştun ya; evet. üstelik oldukça iyi ve düzenli bir uykum vardır. yazmaya nasıl vakit ayırdığıma gelince yazmak aslında sadece aklımdan geçenleri paylaşmak benim için. yani klavyenin tuşlarına basmak zamanımı alıyor sadece biraz da düzenlemek :) ve dahası beni mutlu ediyor.

Paylaşmak...

Sanırım beni dünyada en çok mutlu eden şey bu. Ve paylaştıklarımın birilerinde benle aynı duyguları yaratıyor olması da ödülüm oluyor.

Bu arada ben finans sektöründe çalışıyorum ama işimin gereği sanal dünya günümün büyük bir bölümünü kapsıyor. Maillerimi okumak ve bloguma yazmak dışında pek fazla bir şeyler yapmaktan hoşlanmıyorum internette. İşte son zamanlarda da facebook'a bakıyorum. eski arkadaşlarımı görme onlarla iletişim kurmak, bi de böyle sürpriz tanışıklıklar Ben de sana bir şey sormak istiyorum. İzin verirsen facebook'ta beni bulmanı ve yazışmamızı bloguma koymak istiyorum. (Beni biliyorsun, yaşadığım her şey benim için bir yazı)

Teşekkürler, Yonca

Emre
Today at 9:55pm
Report Message

Merhaba Yonca,

Bence yaptıın işi bu denli basitmiş gibi anlatarak fazla tevazu gösteriyorsun. Sanırım ikimiz de onları yazmanın o kadar da kolay olmadığını biliyoruz. Bloguna yorum yazmama konusuna gelince, aslında pek çok kez aklıma geldi ama her defasında ne yazacağımı tam olarak toparlayamadım. Ancak, yapılan yorumların da herhalde hepsini okumuşumdur ve gördüm ki fan kulübünde yalnız değilmişim:)

Paylaşmak konusunda gerçekten benim bile anlamakta zorlanabileceğim kadar fazla cömertsin. Yani, hiç bilmediğin, tanımadığı insanlar ile (örnek ben) neredeyse tüm hayatını herhangi bir karşılık beklemeden paylaşabiliyorsun. Sana çok samimi bir itirafta bulunayım, ben bunu yapamazdım. Yani menfaat için bile yapmazdım. Yine de kendime bakıp da beni mutlu eden şeyleri düşündüğümde, ilk olarak aklıma karşılık beklemeden yaptığım şeyler geliyor. Sanırım seninki de böyle birşey olsa gerek. Ama seni bulma ve yazışma kısmımızı bloguna koyabilirsin tabiki, sonuçta ne o kadar da kapalı bir kutuyum ne de yazılanların tamamı bana ait (gerçi maillerde şu an okumakta olduğun ile birlikte 3-2 öne geçmiş durumdayım:))

Sana güzel bir hafta dilerim,Kendine iyi bak...

Özgür

Cumartesi, Ocak 05, 2008

Daha çok hastayım

Gece 4'ten beri yatakta dönüp durdum. 6'dan beri de ayaktayım. Maalesef hastalığım biraz daha arttı, dün bütün gün dinlenmeme rağmen :(

Sadece boğaz ağrısıyla başlayan hastalığıma üst solunum yolu da eklenince nefes alamaz hale geldim. Tıkalı burnumu açmak için nane yağı kokladım ama kokmuyordu sadece burun sinirlerimde hafif bir karıncalanma hissi oldu. Bu yağ yoksa kokusuz muydu? Test etmek için kolonya kokladım onun da kokusu yoktu ama burnumdaki karıncalanma hissi biraz daha fazlaydı.

E tabi bu kadar şeyi kokladıktan sonra, hapşırma kaçınılmazdı. Yarım saatte iki paket mendili hallettim. Kendime bir ıhlamur demleyip 2 koca fincan içtim. Ama onun da tadı yoktu sadece sıcaklığını hissediyordum. Evet ben feci şekilde tıkanmıştım. Eee tabi bu durumda insan can sıkıntısından cumartesi sabahı oturup akan burnundan, öksürüğünden yazmaya başlıyor.

Cuma, Ocak 04, 2008

Hastayım

Yeni yılın 2. günü işe gitmek çok zor gelmişti. Yani öldürseniz sesim çıkmazdı, işe gitmiyim yeter ki. Bir tatil bir iş dengem bozuldu, benim gibi herkesin de.

Tatil dönüşü başlayan öksürüğüm dün şiddetlenerek boğaz ağrısı eşliğinde sürmeye devam edince, öğlen doktora gittim. Boğazıma bir virüs yerleşmiş, bulaşıcıymış ve faranjitim varmış. İlaçlar ve iki günlük rapora böyle bir psikolojide elbette hayır diyemezdim :) Üstelik dışarıda kar yağıyordu. Manzara muhteşemdi. Hastalığımın şiddetlenmesinden korkmasam karda İstanbul'u seyretmek için kesinlikle bir yerlere giderdim. Aslında biraz da olsa bu isteğimi tatmin etmek için eve taksi yerine otobüsle döndüm. Taksim, Aksaray, Topkapı beyazlara bürünmüş bir başka güzeldi.

Sabah iyi kalksaydım dünkü planımı uygulamak için annemi de ayartacaktım. Ama bu sabah hastalığım biraz daha arttığı için sesimi çıkartamadım. Çünkü bırak annemi ayartamayı ciddi bir azar işitmem kaçınılmaz. Yani hain planlarımdan haberi yok.


Ama olsun bu havada evde olmak güzel. Hastalığımı seviyorum. Kendime camın önünde güzel bir köşe yaptım. Pikemi üstüme alıyorum, ayaklarım pufun üzerinde kalorifere dayanmış yattığım yerden kar seyrediyorum. İnsan daha ne ister ki.

Kuşumuzu oyalamak için onunla konuşuyordum, hasta olan benim ama o beni değil ben onu oyalamaya çalışıyorum. Ona diyordum ki;

Bak kuşum kar yağıyor...

kar yumuşaktır,
kar güzeldir,
kar hayaldir,
kar masaldır,
kar aşktır,
kar sıcaktır,
kar hafiftir,
kar beyazdır...

Ancak bu bardağın dolu tarafı boş tarafta ise

kar soğuktur,
kar acıdır,
kar keskindir,
kar çaresizliktir,
kar uzaktır
kar ölümdür.

Salı, Ocak 01, 2008

2007 İzleri

2008'in ilk günlerinde yazı fikirleri düşünürken; 2008'de benim için önemli olan, beni etkileyen, bir şeylere işaret eden yazıları yazdıkça bir başlık altında toplamaya karar verdim. Sonra "neden 2007 için de yapmıyorum?" dedim. Nasıl olsa geçmiş koca bir yıl ve pek çok yazım vardı. Hem de kendimin bir özetini yapmış olurdum.

İşte bu başlıklar o yazılara götürüyor...

- Yeni yılın ilk günü
- Döndüm
- Benim günüm
- Ertelenmiyor
- İnatçı Lekeler, İnatçı Kokular; İnatçı Duygular
- Son
- Özlediğime... Dedeme -
- Seyyah
- Mizah Zekanın Zekatıdır
- Hisseli Harikalar
- La Fontaine

Rize Günlüğü 1 Rize Günlüğü 2 Rize Günlüğü 3 Rize Günlüğü 4 Rize Günlüğü 5

- İçimdeki Fırtına
- Karşılaşma
- Sessiz Veda
- Değişik
- Aşkla Aşk
- Bir Garip
- 2. Bebek Projesi
- Son Bir Hafta