Pazar, Ocak 30, 2011

Pazartesi sendromu

Pazar akşamı saat 22:47...

Ohhh ne güzel!

Öğrenciler sömestr tatilinde. Yarın okul var erken yat, ödevlerini bitirdin mi dertleri yok.

Onlarla birlikte bir grup veli de sömestr tatiline girip yıllık izinlerinin bir bölümünü o gösteri senin, bu müze benim yada kar kış tatilinde geçirecekler.

Bize tek faydası sabah ve akşam saatlerinde daha az yoğun, günün muhtelif saatlerindeyse daha çok yoğun trafik.

Pazartesi sendromunun başladığı zamandır pazar günü; pazartesinin gelişi bulutlandırır pazarın göğünü...

Ne yapmalı yenmeli bu hain canavarı...

Güzel güzel planlar yapmalı
Yazmalı, yazmalı yeni bir şeyler yazmalı...

Her gün birbirinin benzeri günleri yaşarken bazen o sıradan günde ne kadar çok şeyi farkedip hayatı hissedebilirken; bazen de kapatıp gözlerimizi öyle dümdüz yürüyüp geçiveriyoruz.

Siz öylesine dümdüz yürüyüp gider hayatı farketmezken, başka birileri hayatın küçük zevkleri için "hayatta işim olmaz" deyip burun kıvırdığınıza koşarlar.

Gecenin bir vakti çoluk çocuk doluşup bir minibüse onlarca insanın sadece bir bardak boza içmek için Vefa'nın sokaklarını şenlendirmesi gibi. Ara sokağa park etmiş camında Çatalca yazan otobüsten hiç bahsetmiyorum bile :)

Tarihi yarımadadaki her adım yeni bir şey gösteriyor, daha önce defalarca geçtiğiniz yerler bile şaşırtabiliyor sizi.

Perşembe, Ocak 27, 2011

deli deliyi görünce değneğini saklarmış...

depresif kendinden depresifi görünce depresyonunu saklarmış...

internet bağlantım depresyondan çıktı ama bilin bakalım kim girdi?????

ipucu mipucu yok size...

alıyosun eline bi tebeşir geçiyosun kara tahtanın başına, tahtayı ortadan ikiye bölen düz bir çizgi çekiyorsun. Bir tarafa iyileri bir tarafa kötüleri yazıyorsun. Ama ruh halin kötüyken nasıl fazla çıkmasını beklersin artıların???

Çalışmak iyi bir şey olsaydı üstüne para vermezlerdi... (mantıklı)

İşinize verdiğiniz zamanla insanca yaşadığınız zaman arasındaki denge nasıl hayat terazinizde?


Çarşamba, Ocak 26, 2011

Daha geçenlerde konuşuyorduk. Bir şeyi ne kadar istediğimizdir yapmamızı sağlayan.

Sözde ben yazmak istiyorum.

Evdeki internet bağlantım depresyona girdi, sürekli ilgi istiyor. Benim de onla uğraşacak sabrım ve gücüm yok.

Olsun kalem kağıt var onlarla yaz, nasılsa sabah erkenden işte oluyorsun o zaman yayınlarsın diyorum...

ha tamam yemekten sonra, duştan sonra, yatmadan önce, ooo şimdi de geç oldu derken derken yazamıyorum.

Neymiş???

Gerçekten yazmak istemiyormuşum.

İnternet bağlantımdaki depresyon teşhisini nasıl koyduğuma gelince; çalışması için bağlı olduğu hattan görüşme yapıyo olmanız gerekiyor. Eskiden sadece çaldırsam yetiyodu ama bu aralar durumu ağırlaştı. Sürekli konuşmazsanız internet minternet yok size.

Pazar, Ocak 23, 2011

Bir Yaz Gecesi...

Kabusu :))
Oyunun adı yandaki gibi "rüyası" aslında...

Ama oyundaki yaramaz perinin de dediği gibi bunu yaşayanlar kabus gördüm desin.

Yok yok o kadar da kötü di'il :)))

Tamer Karadağlı olmasa daha iyiydi ya, neyyyyyse!

Battı gözüme battı...

Antik Yunan'da geçen  bir hikayede, Dokumacı Mekik rolündeki adamı ayağında Harley botlar, siyah kotla, 2011 model Çocuklar Duymasın'ın Haluk replikası olarak görünce;

Jest ve mimikler aynı Haluk yada Tamer Karadağlı'nın bizzat kendisi olunca;

Hele oyunun sonunda, herkes selam için tek tek öne gelirken onun o her zaman ki cool tavrıyla kollarını bağlayıp selam sırasının kendisine gelmesini beklemesi var ya...

Onun dışındaki herkeseyse bravo.

Bir aslan var ki, bayıldım.

Yaramaz peri ve diğerleri hepsi eğlenceliydi.

Cuma, Ocak 21, 2011

(Akşam kalem kağıtla yazıp, sabah internete servis edilmiştir ;)

Adsl'de sorun var...

Yazı yazasım var...

Yani elektrikler kesildi, ders çalışamıyorum durumu...

Bilgisayara yerine kağıt kaleme yöneldim. En basit, en ilkel yönteme...

Parşömen yerine 1. hamur kağıt; hokka, mürekkep, kuş tüyü yerine kullan at dolma kalem...

Şimdi aklıma geldi, Tchibo'dan aldığım nostaljik bir yazı setim de var benim daha hiç kullanmadığım...

Kesikli yazı uçları, mührü, mühür için kırmızı bir mum ve zarif kağıtları olan...

Böyle garip zevklerim var işte :))

Bu akşam internet bağlantım yok diye kara gün dostlarımla buluşup kelimeleri yan yana dizmeye karar verdik.

Adaşım, diğer dört yapraklı yoncanız Yonca Tokbaş yazmış...

Çok yoğunum vaktim yok diye bir şey olmadığını, her zaman istediğimiz şeylere zaman bulabileceğimizi, yaratabileceğimizi esas konunun zaman yada iş güç değil gerçekten yapmayı isteyip istememekle ilgili olduğunu yazmış.

Doğru söze ne denir...

Benim yılbaşı kartlarımı son bir hamleyle hazırlayıp sevdiklerimin posta kutusunda benden bir iz bulmaları için göndermem gerçekten istememle alakalıydı; yoksa zaman az, işim çoktu...

***

Çarşamba akşamı yine toplantı için gittiğim Çamlıca'dan dönerken dolunayla karşılaştık...

Nakkaştepe sanırım doğuşunu seyretmek için ideal bir yer olurdu. Avrupa yakası uzak, Çamlıca tepesi ise tersinde kalıyor.

Köprüyü geçerken İstanbul'un sırtları ardından yükselen dolunayın mükemmel ışığı, boğazın sularında daha geniş bir alanı aydınlatarak bizimle birlikte yol alıyordu. En sonunda Avrupa yakasına geçtiğimiz sırada karanlık sularda ilerleyen sıradan bir yük gemisi, sahnede tüm spotların üzerine çevrildiği bir yıldız gibi ayışığıyla parlıyordu.

Ay ışığını güzel göstermediği bir şey var mıdır acaba?

Her dolunayda büyülenip kalırım...

Doğuşuna, yükselişine, herkes en derin uykudayken etrafı gün gibi aydınlatışına...

Pazartesi, Ocak 17, 2011

Günün Safı

Çalan saatimi duyamadığım için servise bindiğim saatte ancak yataktan kalktım. Durum böyle olunca da işe gitmek için yolun köşesinde bekleyen durağımızın taksilerinden birine bindim. Buraya kadar her şey normal, "nasıl bir haber, yazı değeri olabilir ki???"  diyebilirsiniz.

Hikaye işte tam da burda başlıyor.

Taksi hareket etti ama tik tak, tik tak sinyal sesi. Sola dönücez, sağa dönücez olsa gerek ama tik tak kesilmiyor. Şöyle kumanda paneline bir göz attım, dörtlüler yanıyor.

Ve saf ben "dörtlüler açık kalmış sanırım" dedim.

Cevap bile vermedi, istifini de bozmadan yola devam etti.

Neyse ki ısrar edip "şoför bey şoför bey dörtlüler yanıyor hala" diye çok bilmişlik yapmadım.

Arka koltukta kendimi ve dörtlüleri sorgularken, radyodan Nihat Sırdar'ın  sesinin geldiğini farkettim.

"Çağlayan ışıl ışıl, Avcılar da oh oh ne güzel, Aylin hanım'da mesaj atmış önümde on araba konvoy olmuşuz dörtlüler açık ilerliyoruz demiş" demez mi...

Bir süre sonra da "evet arkadaşlar bugünlük bu kadar hadi dörtlüleri kapatıyoruz" demesiyle bindiğim taksinin dörtlülerinin kapanması durumuma son noktayı koydu.

Tamam günün safı, toplumsal hareketlerden habersiz şuursuzu ben oluyim

ama dörtlülerini yakarak, dünyanın en pahalı benzinini biz kullanıyoruz diye yazılar asan ama diğer yandan deli gibi benzin tüketmekten geri kalmayanlar ne olaki??????

Cumartesi, Ocak 15, 2011

Karınca kararınca

Benim bildiğim karıncalar yazın havalar ısınmaya başlayınca ortalığa çıkıp, mutfak tezgahında unuttuğunuz reçelli bir kaşığa bir parça ekmek kırıntısına taparcasına üşüşür, aynı hızla kopardıkları parçaları yuvalarına taşırlardı. Sirke, limon bırakınca kaybolurlar ortadan rahat bir nefes alırdınız.

Ama zamane karıncaları bir başka...

Bu yaz bizim mutfağa bir geldiler, bi daha gitmediler. Bazen önünü kesip birinin anlatıyorum

"kış geldi, hava soğuk, sizin gitmeniz lazım şaşırdınız mı ne işiniz var 5. katta bi apartman dairesinde?"

dönüp poposunu gidiyor söylediklerime kulak asmadan.

Bunlar ekmek kırıntısına falan da bakmıyor, tercihleri pasta ve tatlı yönünde. Burnuna burnuna dayıyorum ekmek kırıntısını yok, yolunu değiştiriyor.

Sirke, limon numaralarını geçtim, Raid karınca yemiyle bile dalga geçiyor haylazlar.

Karıncalar da zamana uydu vesselam

Perşembe, Ocak 13, 2011

1 günlük tatil

"Yazarımız izinli olduğu için bugünkü yazısını yazmamıştır" açıklamaları yer alan köşelerin aksine; yazarınız 1 günlük izin alabildiğinden yazı yazabilmektedir...

Ani bir kararla akşam saatlerinde aldığım bu izin, yoğun ve stresli günlerimin ruhumda yarattığı isyanı biraz olsun bastırır dilerim.

Her şey karanlık ve griyken, perşembenin birden cuma oluvermesi nasıl güzel bir duygudur...

Az önce böcek ilacı sıkılmış, can çekişerek son sürat kendini sağa sola vuran sinekler gibi şu biricik tatil günümde neler yapsam, nerelere gitsem düşünceleri beynimin bir o duvarına vuruyor, bir bu duvarına.

Sabah işe gider gibi kalkıp, giyinip tam evden çıkacakken "işe gitmiycem bugün" diyebilmenin hazzı için soyunup tekrar yatağa girmek mi;

Servis saatinde eşofmanlarımı giyip soğuk havada yürüyüş yapmak mı;

kuaföre gidip saçımı kestirmek mi,

evde kalıp temizlik yapmak mı,

çalışmayan arkadaşlarımla buluşmak mı,

Kavak vapuruna atlayıp Boğaz'ın soğuk rüzgarına karışmak mı,

Eminönü-Sultanahmet'te yeni bir tur rotası keşfetmek mi,

İndirim sezonunun sonunda yakalayabileceğim bir şeyler var mı diye bakmak mı,

Çalışmayan bir kadın gününü nasıl geçirir simülasyonu yapmak mı,

kek yapıp komşulara çaya gitmek mi

Psikiyatrımla bir görüşme yapmak mı

Sahilde oturup kitap okumak mı

ilk fırsatta yaparım diyip yapamadığım şeyleri yapmak mı -gerçi şu an neler olduğunu hatırlamıyorum-

atlayıp otobüse Gelibolu'ya teyzemin yanına kaçmak mı

haftasonu kaçamağı için birilerini ayartmak mı

hamama yada masaja gidip hamur olmak mı

ruhsal detoks yapmak mı -nasıl yapılıyodu bu??-


bilemedim, bilemedim, bilemedim :))

Pazar, Ocak 09, 2011

İstanbul Şekeri ve Müzik


Starbucks'ta yeni yılla birlikte gördüğüm Şekerci Cafer Erol imzalı kabartmalı kırmızı kutulardaki akide şekerleri ve lokumları 1 Ocak'ta başladığım keşiflerime bir yenisi olarak gururla ekliyorum. -Zaten Hafız Mustafa'ya da akide şekeri almak niyetiyle gidip tatlıları bulunca unutmuştum. Ama onlar çıktılar karşıma...-

Şekerler süper, ama şekerden sonra elinizde kalan kutuyu nereye, nasıl, içine ne koyacağınızı bilemiyorsunuz. O kadar şık ve kullanışlı ki...

Bir diğer keşif -bana ait di'il- ama keşfini hiç düşünmeden bana hediye edene kocaman bir teşekkür :))

Sevdiğiniz pek çok türk sanat müziği şarkısını senfonik bir şekilde dineyebileceğiniz albüm tek kelimeyle huzur verici. Ama Nalan Altınörs'ten dinlediğim ve bulmak için az uğraşmadığım ama denk geldiğim radyo kanallarında dinlemekten öteye gidemediğim Nazende Sevgili'nin bu albümde karşıma çıkması kabus gibi geçen bir haftanın son akşamındaki diğer şeylerle birlikte nasıl iyi geldi anlatamam.

Salı, Ocak 04, 2011


 Günümün özeti yukardaki resim


İçime huzur verense akşam posta kutumda bulduklarım :))

Cumartesi, Ocak 01, 2011

1 Ocak Özel Gazetesi

Öyle çok haber topladım ki, hepsini bir yazıda vermemin tek yolu gazete yapmaktı bunları...

Haber başlıklarımız şöyle...

Yeni yılın ilk günü insanlar nerelerdeydi?

Ayasofya'da namaz kılmak mümkün mü?

St. Patrick Day'in Patrick'leri Soğuk Çeşme sokağındaydı...

Bir ağaç Gülhane Parkı'nda...

Eminönü'nde duba dönemi başladı...

Mavi Marmara müzesi açılmış...

Eminönü'nde tarihi bir şekercinin karşı konulmaz lezzet durağı...

Tarihi yarımada tarihini yarıp geçen tren yolunda sadece bakanların görebilecekleri...

Bir günlük İstanbul turu...

Uyarmıştım sizi çok malzeme var diye :)))

Ve haber detayları

Yeni yılın ilk günü insanlar nerelerdeydi?

Yılbaşı gecesi herkes eğlenir, içer, sabaha karşı uyur kalkamaz. 1 Ocak'ta ta şehre bir ıssızlık çöker hayalleriyle öğlen saatlerinde attım kendimi yollara, kafamda kurduğum güzergahta yol almak için...

İlk ulaşım aracım minibüsteki kalabalık, "Bakırköy Pazarı" diye uzatılan paralar şüphelendirdi; tramvaydaki durum şüphe ibremi aynı seviyede tutmaya evam etti. Ama Sultanahmet'te tramvaydan indiğimde arefe günü alışveriş merkezlerindekine benzer bir kalabalığın benim kucaklamasıyla şüphe şüphe olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştü.

İmdaaaat!!! Kimse uyumamış, yememiş, içmemiş buraya mı gelmiş???


Ayasofya'da Namaz

Ayasofya'da namaz kılmak, sürekli tartışılan siyasi krizlere bile yol açabilen hassas bir eylem.

Gel gör ki ben yeni yılın ilk ikindi namazını Ayasofya'da kıldım. Yarın medyada Ayasofya'da namaz kılarak kriz çıkartan birini görürseniz, bilin ki bu arkadaşınız :)))

Yok yok kriz mriz çıkmaz...

Topkapı Sarayı'na giden yolun sol tarafında dikkat çekmeyen sade bir kapıdan içeri giren kadınları görünce dikkatimi çekti. 1991 yılında Ayasofya'nın ibadete açılan bölümüymüş. Tam ikindi ezanları okunurken ordan geçiyor olmam ve bunca zamandır hiç farketmeyip bugün farketmiş olmam bir işaret olmalıydı. (resimde gördüğünüz tamirattaki minarenin hemen altında)
Bu da dışardan görünüşü,

İbadet alanı küçük olmasına rağmen, iç dekorasyonu iddialı olan mekanda namaz saati olması sebebiyle görüntü almayı doğru bulmadım. Başka bi sefere.

Çintemani desenli kırmızı halıları, kadınlar bölümündeki gösterişli kapı, karşılıklı iki duvardaki tarihi mermer çeşmeler. Erkekler bölümündeki modern tasarımlı malzemeler kullanılarak yapılmış abdest alma yeri incelenmeye ve görüntülenmeye değer.

St. Patrick Day'in Patrick'leri

Soğuk Çeşme sokağındaydı...

Garip bir benzetme ama anlatınca hak vericeksiniz bana.

Önce St. Patrick Day...

İrlandalıların 3-4 yapraklı yoncaları sembol edindikleri, yeşil bira içtikleri, her tarafı yeşile boyadıkları her sene Nisan ayın da kutlanan onlara anlamlı bir gün. Sembol adam da silindir şapka takıp komik pantolon giyer.
İşte bunlar da gördüğüm anda kesin İrlandalı dediğim, rastalı sarı saçları, komik silindir şapkası ve dizden genişleyen ispanyol paça pantolonları ile elleri çeplerinde sağa sola baka baka yürüyen benim St. Patrick'lerim :))


Bir ağaç Gülhane Parkı'nda

Normalde bir ağaç yukarı doğru büyür; herhangi bir dış etken rüzgar, büyürken önüne çıkan bir duvar şeklini gidiş yolunu değiştirmedikçe bu hep öyledir.

Gel gör ki bugün farkettiğim -bugün farkındalığım fazla bi açık ne güzel- Gülhane Parkı boyunca yürüdüğümüz yolda her biri kusursuzca gökyüzüne yükselen ağaçların arasında diğerlerinden farklı olarak bir kolunu metrelerce yana uzatmış olanını gördüm.

Ona bunu yaptıran ne olmuş olabilir ki???

Ben çözemedim :((

Eminönü'nde dubalı hayat başladı

Tarihi yarımadayı yayalaştırma planının en önemli hamlesi 1 Ocak yani bugün itibariyle başladı. Artık o en sık kullanılan en kalabalık yollarına gündüz saatlerinde araç giremeyecek. Hepimiz kaç kez resmi adı Hamidiye Caddesi olan bana göre Doğubank'ın kozmetik depomun olduğu Altın Han'ın olduğu caddede nerdeyse birbirinin üzerine çıkan arabaların arasında yol almaya yada o arabaların içinde yol bulmaya çalışmışızdır.

Şimdi sokakların başına elektronik dubalar yerleştirilmiş yani -no entry-

Araçsızlaştırılmış Eminönü sokaklarında daha mı mutlu, daha mı mutsuz olucaz yaşayıp görücez.

Eminönü'nde dubalı hayatı ilk fırsatta tecrübe edicem :))

Mavi Marmara Gemi Müzesi

Filistin'e insani yardım götürürken saldırıya uğrayan, bu saldırı yüzünden İsrail konsolosluğuyla aynı plaza grubunda caddeye en yakın plazada çalışıyor olma şanssızlığından ötürü kuşatma altında günler geçiren bizler için de Mavi Marmara unutulmaz.

Geçen hafta Sarayburnu'na geldiğini okumuştum gazetelerden. Bugün de Gülhane Parkı'ndan çıkınca Filistin bayraklı bir grup insanı, ilerledikçe otobüsleri ve sıraya girmiş insanları görünce anladım durumu.

Zaten biraz daha yürüyünce Mavi Marmara'nın bizzat kendini ve içinde dolaşan yüzlerce insanı görüyorsunuz.


Hafız Mustafa 1864

1864'ü yazarken farkettim 1800'ün sonları benim favori zamanım :))

Geçenlerde Eminönü'ne gittiğimde gördüğüm ama bugün Konyalı'da bir şeyler yemeyi planlarken bi bakiyim neler var, en kötü ihtimal rengarenk akide şekeri alırım planıyla kapısından içeri girdiğim ama çıkamadığım yer.

Akıllara zarar bir yer, dekorasyonu, sunumu, görüntüsüyle çıldırtan, tadıyla zevkten delirten. -Fazla mı abarttım?-



Kasada duran bey, kendisine Hafız Mustafa diyelim kısaca; orda olduğum sürece keyifle seyrettim müşterilerle diyaloğunu. Vitrindeki lokumlara bakan birilerini görünce lokum tabağını kapıp dışarı koşuyor; tatlılara bakanları görünce tadına bakması için "arkadaşlar bana iki dilim bülbül yuvası verin" deyip dışarı çıkıyor. İkram ediyor. Ödemeye kasaya gittiğimde "Beğendiniz mi, nasıl buldunuz, memnun kaldınız mı?" sorularıyla müşteri nabzını tutmaya çalışıyor. Ama en komik diyaloğumuz "ne kadardır burası var?" soruma "biz 1864'den beri burda Bahçekapı'dayız, burası da şubemiz" demesi.

Gerçi 15 ay olmuş açılalı ama ben keşfedememişim, üst katın manzarası da ayrıca güzelmiş...

Tatlılar, tatlılar, tatlılar...

Hangisini alacağınıza karar veremiyosunuz, benim gibi 4-5 çeşit seçip karışık yaptırmanızı öneririm.

Benim favorim istiridye gibi olan alttaki resimde 2.sırada sağdan ikinci, yanındaki cevizli de çok başarılı. Yalnız bu tatlıların çok kötü bi yanı var, genelde insanın içini yakıp tıkarlar ya, bunlarda ne yediğini ne kadar yediğini anlamıyorsun.

Her yazı arasında gidip bir tane yememden anlayın artık :))

Bunlarda vitrinden, ama anlatılmaz yenir :))

Sirkeci'den kalkan tren

Geçen ay Söğütlüçeşme'den bindiğim tren, İstanbul'da ulaşım için tren yolu olduğunu da hatırlattı. Hem geçenlerde Ersin Kalkan'ın kitabında tren yolu yapılırken tarihin nasıl ortasına basılıp geçildiğini okumuştum.


Bu da demek oluyordu ki, tren yolunun sağı solu tarihti. Boş yer olmasına rağmen kara tarafındaki kapının yanında ayakta durmayı tercih ettim.


Topkapı Sarayı altındaki tünel girişlerinin nasıl tuğlayla örüldüğünü, Marmaray kazı alanını, tren yolu boyunca eski evleri, surların üzerine içine yapılan gecekonduları daha bir sürü şey gördüm. Hız sebebiyle resim çekemiyor insan, bir de gözden objektife geçme arasındaki kısa zaman bile o görüntüyü kaçırmanıza sebep oluyor. Bu yüzden belki de bu seyahati fotoğraf makinesi objektifinden yapmak daha doğru. Fotoğrafçı arkadaşlar tren yolunda muhteşem kareler var ama nasıl çekersiniz bilmiyorum ;))



Venedik'te evlerin dibinden gondollar geçiyor ya, burda da evlerin balkonuyla bahçesiyle sıfır geçiyor trenler. Aksaray'a kadar olan güzergahta öyle eski, bakımsız, kötü evler var ki. Bir de her camında her katında çamaşır asılan bir apartman vardı ki çekmeye yetişemedim. Yani bu gördüğünüz bi şey di'il.

Aksaray'dan sonra her durakta biraz daha artarak evlerin tren yoluna olan mesafesi ve kalitesi artıyor.

Bir Günlük İstanbul Turu

Rehberlik ücreti almıyorum, tavsiye için de...

Bir kısmı benim bugün yaptıklarımdan bir kısmı da yapmaya fırsat bulamadıklarımdan oluşuyor.
İstanbul, özellikle tarihi yarımada aşıkları için mutlaka yapılması gereken bir tur olduğunu düşünüyorum. Güzergah yola çıkarken bellidir ama detayları hava ve günün koşulları belirliyor.

Turumuza Sultanahmet Meydanı'nda başlıyoruz. Meydandaki fıskiyeli havuz, Ayasofya Müzesi ilk duraklar olmalı. Mevsim baharsa meydandaki ağaçların -özellikle Japon kiraz ağaçları- vakit geçirilecek başlıca yerlerden.

Ayasofya'da çıkıp sola doğru yürüdüğünüzde yapımı, kazısı süren Arkeoloji Parkı -eğer açılmışsa- kesinlikle ve kesinlikle görülmeli. Tarihin katmanlarına köprüler üzerinden bakabilirsiniz.


Arkeoloji parkından sonra bütün heybetiyle sizi çağıran Topkapı Sarayı'na doğru yürüdüğünüzde sol tarafınızda Ayasofya'nın bahçesindeki padişah türbelerini gezebilirsiniz.





Saraya doğru yürüyüp sarayı gezebilir ya da soldaki sokaktan Soğuk Çeşme Sokağı'ndaki eski İstanbul evleri arasında dolaşabilirsiniz.

Bu kadar evler restore edilirken sokağın başındaki garibin günahı neydi, yıkıntıları arasında baloya giden güzel giyinmiş kız kardeşlerini izleyen külkedisi gibi.


Bir de bu baca dikkatimi çekti, nedir, nerdendir bilen var mı?


Soğuk Çeşme Sokağının bitiminde Gülhan Parkı başlar, tabii yolu sağa kırıp Arkeoloji Müzesi de gezilebilir.
-Ama sağa sola bu kadar sarkarsanız bu tur bi günde bitmez ona göre-
Gülhane'de keyifli bir yürüyüş, parkın sonunda set üst çay bahçesi var ama sakın çay içmeyin hijyenden geçtim temizlik yok, bardak yıkamak yok. Ambalajda bir şeyler için mümkünse. Ama manzara müthiş.




Gülhane Parkı'ndan çıkınca sola dönüp biraz yürüyünce Sirkeci'ye ulaşıyorsunuz. Sirkeci'deki yeni keşfimiz Hafız Mustafa'da kendimize ziyafet çekiyoruz.

Gideceğiniz güzergaha göre tren, otobüs yada vapura göre yolunuzu çiziyorsunuz. Ama tavsiyem trenle en azından Bakırköy'e kadar gitmeniz ve yol boyunca göreceğiniz birbirinden ilginç görüntülerle gününüzü tamamlamak. -Ama hava kararmadan-

Ve rehberiniz kırmızı başlıklı kız