Perşembe, Kasım 29, 2007

Karadeniz Sahil Yolu

Karadeniz Sahil Yolu yapıldığı dönemde çok tartışmalara konu olmuştu, yapıldı bitti kullanılıyor. Ama daha çok konuşulacak şüphesiz ki. Bugünkü Vatan Gazetesi'nde haberi okuyunca bizzat o yolu gören, o yoldan geçen ve evimizin önündeki denizi bizden nasıl uzağa taşıdıklarını yaşayan biri olarak yazmak istedim.

"Karadeniz sahili boyunca deniz doldurularak yapılan otoyol 4.2 milyar dolar harcanarak tam 20 yılda bitti ancak...

Ancak yolun yapımına itiraz edenler haklı çıkacak gibi gözüküyor. Çünkü Karadeniz yolunu geri alıyor. Yol her fırtınada kullanılamaz hale geliyor.

Yolun bazı kesimlerinde Karadeniz’in hırçın dalgaları dolgu alanları yerle bir ederken, kimi yerlerde ise fırtınalı havalarda dalgaların yola attığı taşlar güvenli sürüş imkanını ortadan kalkıyor. Giresun’un Espiye-Tirebolu arası deniz tarafından iki kez yutuldu. Artvin’in Hopa-Sarp arasındaki yol ise dalgalar nedeniyle 4 kez yıkıldı. Geçen hafta ise Rize Çayeli Geçişi dalgalar yüzünden 2 kez trafiğe kapatılmak zorunda kaldı. "
Haberin devamı için >>

Rize'ye ilk gittiğimde geceleri dalga seslerini dinlerdik, bazen de o kadar şiddetli olurdu ki dalgalardan uyuyumazdın. Ama deniz elini uzatsan tutabileceğin kadar yakındı.

Bu sene gittiğimde evden denize baktığımda ilk hayal kırıklığını yaşadım. Deniz uzağa gitmiş, dalgaların sesi yok artık. Sadece şehirlerarası yoldan geçen araçların ıslığı andıran yavaşça duyulmaya başlayan, şiddetlenen ve aynı hızda azalan gürültüsü.

Çektiğim resimlerle durumu size daha iyi anlatabilirim sanırım.


İyidere Yolun ortasındaki yeşillikli ayırıcı değilde kırmızı topraklı ayırıcının önündeydi deniz. Yani fotoğrafta gördüğünüz araçlar doldurulan denizin üzerinde gidiyor.

Rize Merkez'de Gülbahar Mahallesi civarı
Bu da denizin çöple nasıl doldurulduğunun kanıtı.

Karadeniz'de sahil diye bir şey kalmamış. Çocukluğumda denize girdiğim kumsaldan -abartmıyorum- gerçekten bir avuç kalmış. Gene kalmış, bazı yerler de o bile yok. Tüm çocukluk hayallerim yerle bir oldu görünce. Fırsat bulursam eski resimleri de ekleyeceğim, ki farkı daha iyi anlayabilesiniz.

Acaba ben de mi bir anormallik var, anlamıyorum. Nasıl Allah'ın yarattığı doğal güzellikleri bu kadar hoyratça yok edebiliyorlar. Bazen düşünüyorum da Allah gerçekten çok sabırlı ve merhametli; insanların onun yarattıklarına yaptıklarına rağmen hala bu dünya üzerinde yaşamımıza müsade ediyor.

Çarşamba, Kasım 28, 2007

Yazamıyorum

Her yıl sonu yaklaşırken, -psikolojik olsa gerek- bir deftermiş de bütün yıl; yazıla yazıla son sayfalarına gelinmiş, kullanılmaktan sayfaların arası kabarmış, kirlenmiş, ağırlaşmış gibi geliyor.

Artık yazdığım kelimelerin bile bittiğini hissediyorum. İstediğim gibi yan yana dizemiyorum onları. Bırak yazmayı kafamda bile toparlanmyorlar bir araya. Ve yazamıyorum. Yazmamak gerginleştiriyor beni sıkıyor.

E tabi sadece yazamamak gerginleştirmiyor beni, günlük yaşamın koşturmacıları, stresleri ve diğerleri. Cuma akşamı Beşiktaş'a gitmek için bindiğim taksiyle 1 saatte sadece yolun karşısına geçebilmeyi başarmam örneklerden biri.

İşte yine yazamıyorum.

Pazar, Kasım 25, 2007

Işık



Eski Günler

Dün 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle ortaokul ve liseyi okuduğum Fatih Kız Lisesi'ne gittim. Pek çok öğretmenimi gördüm, karşılıklı duygulu anlar yaşadık.

En çok da orta 3'teyken sınıf dergisi çıkarmamıza bize destek olan resim öğretmenim Selma İzmirlioğlu'nu gördüğümde. "Gözleri asla unutmam, gözlerini hatırlıyorum" dedi, konuştukça o günlere döndük.

Türkçe öğretmenimiz Saliha Çalışkan ablamı görünce "Yonca'mı Yeşim'mi?" oldu ilk sözü.

Bugün pek yazma havamda değilim, cümleleri toparlayamıyorum. Bir kaç resimle yazımı noktalıycam. Sonra toparlanırsam yine yazarım.



Bir zamanlar bu koridorlarda yürürdük.


Sınıfım. Bir zamanlar 3-A'ydı. En önde otururdum, ufak tefektim ya. Bizim zamanımızda karatahtalar büyük heveslerle marifetmiş gibi beyaz tahta olmuştu. Şimdi yine karatahta olmuş. Yazık o zaman harcanan paralara. Ve hemen üstte televizyon dolabı, kullanıldığına hiç şahit olmamıştık.


Ve öğretmenlerimiz, çoğu eskilerden.

Perşembe, Kasım 22, 2007

Son Çadır

Son Mohikan gibi oldu başlık ama bu çadır gerçekten son çadır. Vakko'nun her sene Mart'ta yaptığı çadır günleri artık olmayacak. Fabrikanın da içinde bulunduğu Merter'deki araziyi sattıkları için artık orayı boşaltmaları gerekiyor.

Ve bu nedenle de son kez çadır kuruluyor. Üstelik bu sefer 3'te 1 değil 5'te 1 fiyatına.

Bugün açılıyor 7 Aralık'a kadar sürecekmiş.

Komşu'da Akşam


Uzun bir aradan sonra Hande'yle akşam yemeğinde buluştuk. Hatta kadroda iki Hande var, yemek sonrası ikisinin arasına girerek dilek tuttuk. Fotoğrafta da görüldüğü üzere, son derece neşeli bir akşamdı.

Bu arada Komshu'nun botokslu garsonlarını yerinde görüp inceleme fırsatı bulduk. Kötü bi şi yok. (Botoks olayına bir açıklama getirmek gerekirse, Komshu tüm garsonlarının koltuk altına botoks yaptırarak terlemelerini ve doğal olarak ter kokmalarını engelledi.)

Hizmet kalitesi adına güzel bir düşünce olabilir ama botoks gibi kimyasal bir müdahale yerine; orada duş almalarının sağlanması yüzde yüz pamuklu gömlek kullanmaları gibi, daha insancıl çözümler bulunmasından yanayım

Perşembe, Kasım 15, 2007

Sabah Resmi

Tekfen Holding halka arz ediliyor. Talep toplama dün başladı ve cuma gününe kadar sürecek. Bu sabah Tekfen Holding binasının üzerinden geçen bir gökkuşağı gördüm. Üstelik ortada da yağmur sonrası gibi bir durum yoktu.


Önce sabah sabah birden karşıma çıkan gökkuşağına gülümsedim, sonra da halka arzı aklıma gelip olayları bağdaştırdım. Bir mesaj mıydı yoksa????

Tekfen halka arz bannerında da kule var ama reklamcılar işi eksik yapmış. Bir gökkuşağı eklemeyi unutmuşlar :))

Çarşamba, Kasım 14, 2007

Bir "Garip"

Orhan Veli


Her şey bir kaç sabah önce Sofi'nin blogunda kendimi anlatan şiiri yazmamı istediği yazısıyla başladı.

İlk aklıma gelen "Beklenen"di; onu yazarken hala beni anlatan şiiri düşünüyordum. Daha yazı bitmeden Orhan Veli ve "Beni bu güzel havalar mahvetti" geldi aklıma. Şiirin tam metnini ararken onun şiirlerinin peş peşe sıralandığı bir sayfa buldum. Ve her sabah güne onun bir şiiriyle başlamaya karar verdim.

Bu akşam da, her akşam olduğu gibi eve gidene kadar radyo dinlemek için telefonumu açtım. Kanalları sırayla gezerken bir kanalın boş olduğunu farkettim. -ki günlerdir o boş kanalın üzerinden geçip duruyordum- Düzgün çalan bir kanal bulmak için gelişi güzel bastım düğmelere. Bir kanalda uzun zamandır duymadığım Zülfü Livaneli'nin söylediği şarkıya takıldım.

"Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra."

Şarkının ardından konuşma başladı Orhan Veli, garip akımı, şiirleri, yaşamına, şiir anlayışına ait şeyler anlatılıyordu. Müşfik Kenter'in sesinden şiirleri okunuyordu. -Sadece bir kaç metre ötedeki İş Kule'de Orhan Veli şiir dinletilerine gitmediğime kızdım kendime- Konunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Şiir miydi, Garip akımı mı, Orhan Veli mi, edebiyat mı?

Garip akımı, yaşadıkları, yaptıkları, arkadaşlarından anılar, Ankara'da yolda yürürken ayağını incitmesi kısa bir süre sonra İstanbul'a gelmesi, ayak ağrıları ile gittiği Cerrahpaşa Hastanesi'nde beyin kanaması sonucu vefat etmesini, öldüğünde bütün Babıali'nin kepenk kapattığını ve cenazesinden sonra hakkında söylenen güzel şeyler.

Ta ki Mücap Ofluoğlu'nun onun öldüğü günle ilgili anısını anlatırken, 14 Kasım 1950 tarihini duyana kadar. O an ürperdim. Bir kaç gündür Orhan Veli'nin ve şiirlerinin hayatımda olması, böyle bir programa -hem de hayatta hiç dinlemeyeceğim bir radyoda- denk gelmem "Garip"ti.

Yaklaşık bir saat süren keyifli anlatının sonunda radyonun hangi kanal olduğunu anlamak için anlamsız reklamlarını bile dinlemeye razı oldum. 96.4 Cem Radyo'ymuş. Her akşam saat 18:00'de Radyo Belgesel Kuşağı varmış. Benim dinlediğim de "Orhan Veli Radyo Belgeseli"ymiş.

Bugünün anlamı nedeniyle en beğendiğim bir kaç şiiri ve bir kaç damla gözyaşıyla sizi başbaşa bırakıyorum.

ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

BİZİM GİBİ

Arzulu mudur acaba,
Bir tank, rüyasında?
Ve ne düşünür teyyare
Yalnız kaldığı zaman?

Hepbir ağızdan şarkı söylemesini,
Sevmez mi acaba gaz maskeleri,
Ay ışığında?

Ve tüfeklerin merhameti yok mudur,
Biz insanlar kadar olsun?
Eylül 1939

ÇOK ŞÜKÜR

Bir insan daha var, çok şükür, evde;
Nefes var,
Ayak sesi var;
Çok şükür, çok şükür.

DALGA

Mesut sanmak için kendimi
Ne kâğıt isterim, ne kalem,
Parmaklarımda cıgaram,
Dalar giderim mavisinden içeri
Karşımda duran resmin.
***
Ne kağıt yeter ne kalem,
Mesut sanmam için kendimi.
Bunların hepsi... hepsi fasafiso.
Ne takayım, ne tekneyim.
Öyle bir yerde olmalıyım
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
İnsan gibi.

DERDİM BAŞKA

Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her Nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha âşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka...

Yeni is yerimin bana verdigi huzur...

Hande Yazıyor...

Oglen keyfim. Bazen yalniz olmak huzur veriyor insana. Ama gene de insan alistiklarini cok ozluyor. Hele geride biraktigi arkadaslari varsa...




Hande

Salı, Kasım 13, 2007

Beni Anlatan Şiir

Sofi'den gelen istek üzerine beni anlatan dörtlüğü ya da şiiri yazmam gerek. Bi çırpıda aklıma gelmiyor beni anlatan; biraz düşünüp cevap vericem. Ama çok sevdiğim ve benim için çok anlamlı olan Necip Fazıl'ın bir şiirini şimdilik yazmak istiyorum. Çünkü daha bu sabah aklımdan geçiyordu.

BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Bu arada bu şiiri yazarken beni anlatan şiiri hatırladım. Orhan Veli'nin -tabi bugünkü havayı kastetmiyorum-

GÜZEL HAVALAR

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

Sofi!!! beni de sen mahvettin. Ben yaz yaz bitiremem en iyisi bütün Orhan Veli şiirlerine link vereyim de hiç birinin hatırı kalmasın.

Pazartesi, Kasım 12, 2007

Bu akşam TV'de Melih Kibar Şarkıları

Sık sık bahsettiğim, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda bir kaç sene önce yapılan Melih Kibar Şarkıları konserinin bir benzerini bu akşam TV'de izleyebilirsiniz.

Pazartesi akşamları Candan Erçetin TRT 1'de program yapıyor. Bu akşam ki tema Melih Kibar şarkıları, konuklar da Erol Evgin, Nükhet Duru.

Konserin bir benzeri olmaz da ne olur?

Kaçırmayın derim...

Cuma, Kasım 09, 2007

İş Bankası Reklamındaki Atatürk

İki hafta önce bir öğle yemeğinde konuşuyorduk arkadaşlarla; n'olacak bu banka reklamlarının hali diye. Bir zamanların kristal elmalarını toplayan Yapı Kredi reklamları değişen logosuyla birlikte ciddi bir inişe geçti.

Bay Pardon'u kim unutabilir? Dizi film olmuştu artık.

Yavaş yavaş kan kaybeden reklamlar, son seyrettiklerimizle en dip noktasına ulaştı diye düşünüyorum. Banka yöneticisi rolündeki kadın tiyatro oyuncusu -ki kendisini beğenmeme rağmen- inanılmaz itici.

Yazıyı yazmamın nedeni bu akşam izlediğim İş Bankası reklamı. Büyülendim kaldım ekran karşısında.

Herkes kim Atatürk'ü oynayacak diye çekişirken Haluk Bilginer usta bir makyajla ve başarılı bir kurguyla Atatürk'ü canlandırmıştı bile. Verilen mesaj, başarılı kurgu ve hikaye ile 10 Kasım'da yayınlanan harika bir reklam bence.

Belki duygusal davranıyor olabilirim bu konuda işin profesyonelleri ne düşünür bilmiyorum ama mutlaka bu reklamı izleyin

Oturup sorunun üzerinde düşünmek lazım

Bazen kızgın olduğunuzda, oturup sorunun üzerinde biraz düşünmek işe yarar.

Bugün gelen bu resimden sonra, bende oturup sorunun üzerinde düşünmeye karar verdim :)

Blog yorumları

Gelen yorumları okuyup, bana yorum yazan tanımadığım blogları ziyaret edip tanıyorum. Böyle yeni tanıdıklarımı bir süre takip ediyorum sonra bi yoğunluk dönemi geliyor herşeyden uzaklaştığım; geri döndüğümde nerde kaldığımı hatırlayamıyorum.

Buna bir çare bulmak gerek diye düşünüyorum. Favorilerimde bir klasör açıp artık doğrudan oraya kaydetmeye karar verdim.

Bir de gelen yorumlara cevap yazma kısmı var ki; galiba ben bu konuda şimdiye kadar çok kabalık etmişim. Özellikle Asortik Krep ve Sofi sizden özür dilerim. Bana bırakılan yorumları her zaman zevkle okurum, çok mutlu olurum. Ama cevabımı aynı yere yazmanın gereği olmadığını, yorumu bırakanın tekrar aynı yoruma gelip ben bi şey yazmış mıyım diye bakacağını düşünmüyordum. -Çünkü ben başka bloglara bıraktığım yorumların sonrasını takip edemiyorum-

Bugün Sanem'in blogunu okurken iyice farkettim hatamı.

Perşembe, Kasım 08, 2007

Bulgar Kilisesi Renk Cümbüşü


Hürriyet Gazetesi internet sitesinde günün fotoğrafı köşesinde Fener sahilindeki Bulgar Kilisesi'nin güzel bir fotoğrafını gördüm. Fotoğrafçı Ohannes Özaznavurya

Çarşamba, Kasım 07, 2007

Trafikte Yaya Hakları

Böyle bir hakkımız mutlaka var ama detayları nedir ben bilmiyorum? Bilen birileri varsa lütfen bizi de bilgilendirsin.

Mesela saygısız bir sürücünün su birinkitisine hızla girmesi sonucu ıslanmamız suç unsuru oluşturuyor. Ama kime nasıl şikayet edilir, nasıl ispatlanır, cezası nedir bilmiyorum.

Dün akşam aynı saygısız sürücü tipinden bir tane de bana rastladı. Akşam saat 7-7:30 gibi servisten indim, evimin olduğu sokakta karşıdan karşıya geçiyordum. Sokağımız giriş yönünden kapalı, yani kapalı tabelası var. Ama yanyana 4 arabanın geçebileceği geniş bir sokak olduğu için kimsenin taktığı yok, ben ve benim gibiler dışında.

Bu yüzden karşıdan karşıya geçerken mutlaka her iki yöne de bakarım. Baktım da. Ama bir an yanımda bir şey hissettim. Ayaklarımın dibinde duran siyah bir kangoo tarzı araba. Yani 2 santim kaysa bana çarpacak. Şok oldum.

Arabayı kullanan şahsa "naptığını sanıyorsun, ters yönde olduğunun farkında mısın?" dedim.

Cevabı "ne yani ben mi suçluyum, önüne baksana demez mi?"

Delirdim. Ama ne yapabilirsin ki. Ben orda öylece duruyorum bastı gitti. Ama plakasını aldım.

34 AP 3231 siyah bir Volkswagen

Eve çıkar çıkmaz 154'ü aradım sürekli meşgul çalıyordu. Bi şey yapamadım. Annem iyi ki çarpmadı sana derken, ben keşke çarpsaydı da uğraşsaydım diye söyleniyordum.

Bugün ihbar ettim ama insanların ölüp yaralandığı durumlarda bile bir şey yapamayan sistem buna ne yapar ki; güler geçer. İşin mi yok senin der.

Yine de biz "n'apacaklar ki?"; "boşver" demeyip hakkımızı arayalım.

Salı, Kasım 06, 2007

Damıtılmış Sözler- Kadın

Adı kadın var, kendi kadın var. (Atasözü)

Sevilen kadın bütün kadınların daima en güzeli değil midir? (H.de Balzac)

Öfkeli kadının neler yapabileceği iyi bilinir. (Vergilius)

Erkekleşen kadın, kadınlaşan erkek kadar zevki selimi tırmalar. (Mektupçu Agah)

Sevilen kadın daima haklı çıkar. (Alfred de Musset)

Kadının kötüsü kadar kötü, iyisi kadar da iyi yaratık yoktur. (Euripides)

Her iyi kadın, erkek için mukaddes bir kalkandır. (Halide Edip Adıvar)

Bütün kadınlar sönmektense, yana yana tükenmeyi yeğlerler. (Montherlant)

Kadın kendi başına ne gül goncasıdır, ne de diken. Koklamasını bilirsen gül olur, tutmasını bilmezsen diken. (Refik Halit Karay)

Erkekler, bilgiç kadınlardan nefret ederler. (Tennyson)

Havayı geldiği gibi, rüzgarı estiği gibi, kadını da olduğu gibi kabul edin. (Alfred de Musset)

Fil zinciriyle, at gemiyle, kadın da gönül rızasiyle tutulur. (Şudraka)

Görgüsüz kadın burun tarafı yırtık bir çorap gibi insanı rahatsız edici bir şeydir. (Refik Halid Karay)

Kadın olsun, kitap olsun; cildine aldanma münderacatına bak. (Cenap Şehabettin)

Kadın melektir. Onu şeytan eden erkeklerdir. (İsmail Hakkı Bıçakçızade)

Kadın, erkekten arslan yüreği içinde kuzu itaatı ister. (Cenap Şehabettin)

Blog Konferansı

Benim de yeni haberim yeni oldu. Türkiye Blog Konferansı Yıldız Üniversitesi öğrenci kolu tarafından bugün yapılıyor.

Microsoft Türkiye ana sponsorluğunda gerçekleştirilecek olan Blog Konferansı '07 organizasyonu 6 Kasım 2007 tarihinde Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumunda gerçekleştirilecek

Konferansta ele alınacak konular ve amaçları;
- Türkiye’de Blog ne aşamada, hangi alanlarda kullanıyor?
- Web 2.0 Hakkında bilgilendirme sağlamak
- Başarılı blog örneklerini paylaşmak
- Türkiye’nin en aktif Blog Yazarlarını biraraya getirmek
- Blogların çeşitli sektörlerin geleceğe etkilerini ortaya koymak

Programa baktığımda oldukça iyi bir içeriğe sahip olduğunu düşünüyorum. Ancak ne yazık ki her konuşmacıya 20 dakika ayrılması kötü. Yoksa öğleden sonra işten izin alıp gitmeyi düşünebilirdim. Ama vakti müsait olanlar değerlendirebilir.

Umarım konferans sonrası notları yayınlarlar.

www.blogkonferansi.com

Pazar, Kasım 04, 2007

Günün Sözü

"Kağıda değen kalem, kibritten daha fazla yer yakar"

Ülkü Takvimi hayatımın olmazsa olmazlarındandır. Alamadığım yıl çok önemli bir fırsatı kaçırmış gibi üzülürüm. Onun için son bir kaç senedir, işi daha sıkıya alıp yeni yıla 15-20 gün kala kırtasiyelere sormaya başlıyorum.

İşte bu satırlarda bir kaç gün öncesine ait sayfanın köşesindeydi. Sözü eksiksiz, söyleyeni ile birlikte yazmak için masamın üzerine koymuştum. Bu sabah ortalığı toplarken diğer gereksiz kağıtlarla birlikte buruşturup çöpe atmışım. Hatta yaprağa uzanırken -bu niye gelmiş buraya?- diye geçirdim içimden.

Ülkü Takvimi deyince en çok dedem gelir aklıma -hacıbabam-. Günü gelmeyen yaprakları kaldırıp arkasının okunmasına çok kızardı. Yapraklar kabarır, takvim tombul bir görüntü oluşturur. Ama ben bu gece, bunu hatırlaya hatırlaya sayfaları karıştırdım ama daha çok resimlerine bakmak için.

Bir de dedemin takvime bakıp, "Kasım 150, yaz belli demesini". Yakında Hızır günleri bitiyor. Bu günlerin özelliğini zamanı geldiğinde takvim yaprağından kopya çekip yazarım.

Renkli resimlerini severim bu takvimin, yenileşmeye uyup saman kağıt yerine daha kaliteli kağıda basılıyor artık. Ama resimlerin çoğu hala eski resimler. 70'lerin 80'lerin.

Cuma, Kasım 02, 2007

Facebook Maceralarım

Facebook gerçekten yıllardır görüşmediğiniz izini kaybettiğiniz arkadaşlarınızı bulabilmek için bulunmaz bir fırsat.

İlkokul'dan beri en fazla 1 kez; o da 15 yıl önce görüştüğüm ilkokul arkadaşlarımı buldum. Birinin evli olduğunu biliyordum, diğeri de evlenmiş müzisyenlik yapıyor.

Ortaokul'dan beri görüşmediğim sıra arkadaşım Eminenur beni buldu. Şimdi Denizli'de mecburi hizmetini yapıyor doktor olarak, o da evlenmiş.

İlkokul öğretmenimin İngiltere'de okuyan kızı.

Lise ve ortaokulu okuduğum Fatih Kız Lisesi grubunda, okulumun eski günlerini, hocalarını yad ediyoruz. Bildiklerimizden haber verip, bilmediklerimizi soruyoruz.

Yine okul sıralarından pek çok arkadaşımı gördüm.

Bi de, birileri Topkara soyadına bir kimlik açıp kaç Topkara'yız bu alemde diye sorguluyor.

İlgilendiğiniz üye olabileceğiniz grup alabildiğine çok; ama benim en sevdiğim "Kollarını ve bacaklarını açarak kapıya tırmanan çocuk"

A380 İstanbul'daydı

Dünyanın en büyük uçağı A380'nin kısa Türkiye ziyaretinden hiç bir yerde göremeyeceğiniz kareler :)

Teşekkürler Nihat