Pazartesi, Mart 31, 2008

Zaman

Dali
Derdim zaman’la. Aslında zamanla da değil onu yönetmeye çalışanlarla. Bir ileri bir geri, vücuda ezberini bozduranlarla.

Yaşayıp gidiyoruz zaten. Ama bir gün önce 7’de kararan hava bir gün sonra hadi 8’de kararsın yada şu an saat sabahın 8’i hayır ben öğlen 12 olsun diyorum. Güneş bakıp halimize gülüyordur herhalde biz rakamlara takılıp kalmışız hayatın her yerinde olduğu gibi. Oysa bildiği rotada şaşmadan hep aynı şekilde dönüyor etrafımızda, saat kaçmış yakalanmış umrunda değil.

Her sene bir ileri bir geriydi saatler; bu sene ilerisi tamam ama gerisi kesin değilmiş. Peki bunca yıldır her sene açıklanan saatleri ileri aldık bu kadar tasarruf ettik, geri aldık bu kadar tasarruf ettik rakamları uydurma mıydı?

Bütün Pazar direndim bu yalana hiç bir saatimi değiştirmedim. Muhtemelen işe gitmek zorunda olmasaydım değiştirmezdim de. İsyan var ruhumda. Hadi yatın, hadi kalkın, saati ileri alın, şimdi geri alın. Meğer hepimiz kurmalı bir robotmuşuz.

Ama ben ve benim yazılarımı okuyanlar; robot olduğunun bilincine varıp bu düzenden kurtulmaya çalışan aykırı robotlarmışız.

Birileri fişimi çekmeden sussam iyi olacak :)

Cuma, Mart 28, 2008

Tanrım...

Tek başına koyma kulların,
Yalnızlığa ancak sen dayanırsın...

Son günlerde bu takıldı dilime. Ayten Gökçer'den başka Hürmüz tanımam. Eskiler ne güzel müzikaller yapmış. Yenilerden var mı aklınızda kalan? Yoksa ben mi taraflı bakıyorum?

Sadık Şendil'in eseri İngiltere'de yada Amerika'da sahnelense eminim yer yerinden oynardı. Ayten Gökçer'in güzelliği ve zarafeti kim de var? Elizabeth Taylor belki rakibi olabilir. Bugünün aktrislerine bakıyorum da, yok yok kıyaslayacak kimse bulamıyorum ne Türkiye'de ne dünyada.

İki videoda da aynı şarkı var. Ama Ayten Gökçer'in diğer güzel görüntülerini de paylaşmak için ikisini de koydum.

Tanrım...




Gülümseyin

Dün internette iki kulağın arasındaki muhteşem organizasyon diye bir haber vardı. Diyor ki...

Gülme belirli bir sesli harfle başladığında, onunla devam eder; "ha ha ha" diye gülebilirsiniz, "he he he" diye gülebilirsiniz, ama "ha he ha" diye gülemezsiniz...

Normal şartlarda, insanlar yalnızken yanlarında birileri olduğu anlara kıyasla 30 kez daha sık gülerler.

Çarşamba, Mart 26, 2008

Erguvanları Bekliyorum

fotoğraf nicomedian.files.wordpress.com'dan
Erguvan benim sevgilim, ben onun...

Geçen yıl neden sormayın; bakamadık birbirimizin yüzüne. Ne o bana selam verdi yanından geçerken; ne de ben başımı kaldırıp gözgöze gelmeye cesaret edebildim.

Ama bu bahar içimiz kıpır kıpır kavuşmaya gün sayıyoruz. İlk kez karşılaşacakmışız gibi hevesle, heyecanla, ümitle birbirimizin yolunu gözlüyoruz.

Her sabah önünden geçtiğim erguvan bizim işaretimiz. Henüz kuru yapraklar arasında bir kaç pembeleşen dal var sadece. Hepsi erguvan olduğunda Boğaz’da buluşacağız. Ayrı geçen zamana inat sarmaş dolaş olacağız.

O benim için kuru bedeninden erguvan çiçekleriyle hayata gülümseyecek ben de ona sımsıkı sarılıp, bir daha hiç ayrılmamak üzere söz vereceğiz birbirimize.

Cumartesi, Mart 22, 2008

Papağanlar Nasıl Yıkanır?

Resme bakıpta bulaşık makinesinde zannetmeyin. Kuşların nasıl yıkandığı hakkında herkesin bir fikri vardır aşağı yukarı. Bu da bizimkinin fikri :)

Tabiki orada yıkanmıyor ama uzun süredir her fırsatta içine girmeye çalıştığı bulaşık makinesini boş bulunca atladı içine; keşifte bulundu.

İyi malzeme kullanmışlar mı, iyi kemirilir mi, burada yaşanabilir mi? diye düşünceler vardı herhalde kafasında.

Olmazsa Olmazlar

Son zamanlarda takıldığım ve hayatımın vazgeçilmezi haline gelen bir kaç şey var.

Body Shop'ta bulabileceğiniz tamamen ahşaptan yapılma saç fırçası. Saçtaki tüm elektiriği alıyor. Üstelik saçınız çok rahat taranıyor. Diğeri de (yeşil rulo gibi görünen) yine Body Shop'tan lif gibi bir şey. Yaklaşık 1 m uzunluğunda 40 cm genişliğinde dikdörtgen bir bez. Fakat çok güzel köpürmesinin yanısıra iki ucundan tutarak sırtınız dahil ulaşamadığınız her bölgeye ulaşıp bir nevi keselenebiliyorsunuz. Üstelik sadece 5,5 ytl. (saç fırçası da 19,5)

Arko Krem. Yeni bir ürün değil. Hatta ilk kullanımı cumhuriyet dönemine rastlıyor bile olabilir. Benim keşfetmeme gelince öyle masum masum reyonda durup bana yeşil kutusuyla bakıyordu. Müzeyyan Senar'ın cildimin güzelliğini Arko Krem'e borçluyum sözü aklıma geldi. Diğer yandan da yağlı kremin kuruyan tırnak diplerine iyi geleceğini düşündüm. Yanılmamışım. Şimdiye kadar kullandığım bütün el kremlerinden daha iyi ve işe yarar. Geçenlerde kardeşim aşırı kuruyan ve kaşınan bir yerine sürüp fayda bulduğundan beri evde Arko savaşları var. Ben de çareyi eve, işyerine ve çantaya olmak üzere her yere birer tüp almakla buldum. (Fiyatı 0,55 YTL)

Son gözdem de Rosense gülsuyu. Gül kokusu en sevdiğimdir. Bu ürün de hiç bir katkı maddesi içermeyip tamamen gülün işlenmesi sırasında ortaya çıkan suymuş. Doğallığına inanıyorum çünkü çocukluğumdaki gülsuları gibi gerçek bir kokusu var. Parfümsü bir koku duymuyorsunuz. Gülsuyunun faydalarına gelince; doğal tonik etkisi ile cildi nemlendirip doğal dengesine kavuşturuyor. Sıkılaştırıcı özelliği ile gözeneklerin tıkanmasını önlüyor. (Fiyatı 6,5 YTL)

Bir de Vichy'nin Aqualia Thermal nemlendiricisi. Tesadüfen deneme ürünü elime geçti, ertesi gün gidip aldım. Bir kaç sene önce Reaccutane diye bir ilaç kullandım. Sorunlu ciltlerin yağ hücrelerini yok edip cildin problemsiz olmasını sağlıyor. Evet ilk başta güzeldi ama etkilerini şimdi şimdi anlıyorum. Yağlı ve kaprissiz olan cildim artık aşırı hassas ve çok çabuk kurur hale geldi. İlaç kadar klimalı ve doğal olmayan ortamlar da bu etkide pay sahibi. Kısacası herhangi bir nemlendirici artık benim cildimi tatmin etmiyordu. Tam böyle kriz yaşadığı bir dönemde ilaç gibi geldi. (37,5 YTL)

Yüksek Topuklara Ara



Çocukluğumdan beri topuklu ayakkabılar en büyük tutkum olmuştur. Sanırım yürümeyi öğrendiğim ilk yıllardan itibaren annemin yüksek topuklu terlikleri ve ayakkabıları küçük ayaklarıma büyük geldiğinden ortadan ikiye kırılır helak olurdu. Hiç unutmadığım bordo renkli rugan, önlerinde 1-1,5 cm. platformu olan kalın topuklu terlikler, bir de siyah dans ayakkabısı gibi ayağın üstünden dik geçen ince bir bantla bilekten bağlı siyah rugan ayakkabılarıdır.

Eee tabi benim de topuklu ayakkabıyı kamusal alanda giyme yaşım geldiğinde tabi ki hep en yüksekleri en şıkları tercih ettim. Yüzdesel bir tespit yapmak gerekirse düz ayakkabılarımın toplam ayakkabılarım içinde tuttuğu yer %10'u bile bulmaz.

Er geç bunun olacağını, bir gün bu tutkuma zorunlu bir ara vereceğim endişesiyle arada bir merdiven çıkarken dizime sinsice saplanan ağrıyı görmezden geliyordum. Çünkü düz giydiğimde de olabiliyordu ve sadece o an etkiliyordu. Sonrasında hiç bir sıkıntı yaşamıyordum.

Ama ne yazık ki bu hafta pek görmezden gelemedim. Gerçi ertesi gün yine topuklu ayakkabılarımı giyip önce işe sonra doktora gittim.

Doğal olarak topuklu ayakkabı dizlere daha çok yük binmesine neden oluyor, bir de bacak yapım gereği diz kapağı biraz yana doğru kapandığından aşınma ve ödeme neden olmuş. Zaten muayene sırasında doktor öyle bir hareket yaptı ki, gözümden yaş geldi. Acımdan muayeneye bir süre ara vermek zorunda kaldık.

Sonuç olarak biraz ilaç tedavisi, verilen hareketleri düzenli yapmak ve bir süre düz ayakkabılarla hayatıma devam etmek zorundayım.

Çektiğim duygusal ve fiziksel acıyı unutmak için bugün kendimi bloguma adadım. Bugün bir kaç yazı daha bulabilirsiniz.

Cuma, Mart 21, 2008

Resmen Bahar

resim internetten
Takvimler resmi olarak Bahar'ın başladığını söylese de bugünkü hava pek öyle demiyor. Olsun yağmur yağsın, toprağa ruhlara şifa olsun. Bugün posta kutuma gelen mailin başlıklarını paylaşmak istedim. Daha fazlası için alttaki linke tıklayabilirsiniz.

resim www.bitkihastanesi.com'dan
Vücudumuz devamlı olarak kendisini iyileştirir ve yeniler. Her saniye 10 milyon hücre ölür ve hemen yerine 10 milyon hücre daha doğar. Her 5 günde midenizin iç yüzeyi yenilenir, her ay yeni bir cildiniz olur, her 6 haftada bir yeni bir karaciğeriniz olur, ve her üç ayda bir yeni bir iskelet oluşur. Değişim burada durmaz. Radyoaktif izotop çalışmaları her yıl vücudumuzun atomlarının yüzde 98'inin yenilendiğini keşfetmiştir.
http://www.thelifeco.com.tr/guestsletter.aspx


Son yapılan araştırmalar averaj bir kişinin hergün ortalama 100,000 düşünceye sahip olduğunu ortaya koydu, bu saniyede 1 düşünce anlamına geliyor. Eğer zihninizin bütün bu hareketlerine tam manasıyla angaje olursanız gereksiz bir stres seviyesine ulaşır ve sıkıntı çekersiniz. İnsanlar çoğunlukla insanlar günlerini bir düşünceden ötekine sıçrayarak geçirir ve bunun doğrudan sonucu olarak duygular birbiri ardına eklenir.
http://www.thelifeco.com.tr/sonbaharmakaledetayi2.aspx?page=1&article=4082

resim internetten
Bu ilkbaharda size en yakın, en ucuz ve en faydalı terapiden neden faydalanmıyorsunuz?

Helyoterapi!(Açık havada doğrudan güneş banyosu şeklinde veya suni ultraviyole (morötesi ışınlar) veren lambalarla yapılan tedaviye güneş tedavisi veya helyoterapi denir.)

Bu mevsimde güneş dünyaya ve bütün canlılara yenilenmiş enerji taşır.

Bağışıklığı güçlendirir
Depresyona ve uykusuzluğa iyi gelir
Enerjiyi artırır
Cildinizi korur
Kemikleri güçlendirir
Güneş ışığıyla onarım

http://www.thelifeco.com.tr/sonbaharmakaledetayi2.aspx?page=2&article=4078

Çarşamba, Mart 19, 2008

Sıdıka

Takip ettiğim yeni bir blog var; sessiz takipçilikten sesini duyurma aşamasına geçen. Sıdıka'nın Maceraları. Gerçekten Sıdıka'mı bilmiyorum ama bize Sıdıka'yı hatırlatması güzel oldu.


Önceleri Gırgır'da sonra Show Tv'de Sıdıka karşımıza geldi. İzleyenler hatırlayacaktır çok keyifliydi Sıdıka'nın maceraları. Hasibe Eren'i o zamandan sevmiştik. Şimdi deAvrupa Yakası'nda Makbule.

Henüz Makbule olmadan sadece Sıdıka'yken Hasibe Eren'le yapılan bir ropörtajı buldum internette.

http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2003/08/16/331049.asp

Meyveler

Artık eski meyveler, sebzeler kalmadı. Çocukken elma gibi yediğim domatesler geçmişte kaldı. Meyvelerde meyvelikten çıkıp farklı yaşam alanları buluyorlar kendilerine.

Aynı şey, farklı amaçlara hizmet ediyor.


Meşhur Edirne meyve sabunları. Artık internetten de sipariş verebiliyorsunuz. Biz iki sene önce Edirne'ye düğün için gittiğimizde tarihi çarşısından almıştık.

http://www.meyvesabunlari.com/


Bir çiçek buketi ama meyvelerden. Yani yeniyor. Oysa çiçekler kuruyup gidiyor. Geçenlerde geldi. Çok lezzetli ve eğlenceliydi. Tabi hemen kutunun üstünden internet adresine. Nedir, nasıldır, kaçadır?

http://www.fruitandthecity.com/

Aslında elinde marifet olan ve biraz da yaratıcı olanlar rahatlıkla evde yapabilirler. Çöp şiş, taze ve güzel meyveler, bir kaç tane de kurabiye kalıbıyla, biraz da çikolata sos muhteşem eserler yaratabilirsiniz.

Bizim gibi meraklılara

Pazartesi, Mart 17, 2008

Şimdilik Bu Kadar

İzin isteyip bir süre ara mı versem, ya da hiç ses çıkarmadan kaybolsam daha mı az dikkat çekerim diye düşündüm.

O kadarını bile yazmaya yapmaya istek yoktu içimde. Yapmadım.

Ancak dünyanın çeşitli ülkelerinde yeniden yazı dünyasına dönmem için yapılan gösterilere tepkisiz kalamazdım.



ŞAKA, ŞAKA!

17 Mart, İrlandalıların bir bayramıymış. Sabah sabah yabancı internet sitelerinde önce benim için bir şeyler yapıldığını düşünmüştüm. Ama sonra gerçeği öğrendim. St.Patrick gününde en büyüğü New York'da düzenlenmek üzere 100'ün üzerinde şehirde gösteriler düzenlenmekte. Yeşil renk baharın, İrlanda'nın ve yoncanın rengi olduğu için Saint Patrick Günü'nün de sembolü olmuştur.

Gelelim gerçeklere...

Yazacak bir şeyler geçmiyorsa aklımdan; hayatı otomatik pilota almış öyle gidiyorum demektir çoğu zaman.

Bahar yorgunluğu, tekrarlayan faranjit, piyasalardaki keyifsizlik ve bütün kışın kiri birikince insanın üstüne, dışardan çok kötü görünmese de ruhu kıpırdamak istemiyor.

Ki geçen hafta her akşam 9:30'ta yatıp sabah 7'de hala kalkmamak için her şeyi yapabilecek kadar kendimden vazgeçmiştim. Tabi bunda hastalığın etkisi büyük. Cumartesi günü -sabah ayakta geçirdiğim bir iki saati saymazsak- adeta baygın bir şekilde geçerdim.

Neyse ki artık iyiyim. Bu sabah dinç uyandım. Gerçi bir öncekinden daha kötü bir haftaya başladığımız -piyasalar açısından- gerçeği sık sık aklıma gelse de. Yapabileceğim bir şey olmadığı konularda gereksiz kaygılar üretmemeye çalışma prensibimi devreye sokmaya çalışıyorum.

Şimdilik bu kadar

Çarşamba, Mart 05, 2008

Eğlencelik

Aradan zaman geçince yazılanlar da tıpkı başlığında olduğu gibi Sandık'lara kalkıyor. Unutulup gidiyor. Arada bir karıştırınca bi garip oluyorsunuz. Beni bi garip yapan yazılarım ayrı, ama bir de hoş eğlencelikler rahatlatıcılar var.

Şiddetle tavsiye ederim.

http://www.davidandgoliathtees.com/games/boygame5.swf
(Erkeklere pek bakmalarını önermem ama bakarsanız da inanın sizle bi alakası yok; tamamen duygusal :)

http://www.xs4all.nl/~jvdkuyp/flash/see.htm

Kalbim Atmıyor

Yokluyorum kendimi sürekli olarak, ne hissediyorum diye. Şarkıda dediği gibi, "kalbin mi durdu yoksa bana mı atmıyor?"

Önce beynimi parmağımın ucuyla dürtüyorum, hatırla hisset diye. Ses yok. Kalbime gidiyorum; dokunuyorum. Iıh, ııh. Bir kaç farklı noktaya daha temas ediyorum. Yanıt yok. Tekrar beynime gidiyorum, köşelere sakladıklarını ortaya çıkarıp önüne koyuyorum bak, hatırla ve hisset diye. Diğer bir deyişle avuçlarımın arasına alıp sağa sola çekiştiriyorum. Yok.

Aynı şeyi kalbime de yapıyorum, o da atmıyor.

Ben bile inanmıyorum. Durdu mu yoksa, atmıyor mu?