Pazartesi, Ağustos 30, 2010

Şehirlerarası İftar-Karasu

Şehirlerarası iftarlarımız devam ediyor...


Hırçın Karadeniz'e sakin Sakarya nehrinin döküldüğü yerde Karasu'da keyifli bir arkadaş grubuyla iftar yaptık bu sefer.

Sakarya'yı motorla dolaşırken ayaklarımızı suya sarkıtıp nehrin soğuk suyuyla oynaşmak çok eğlenceliydi doğrusu.

Bakmayın olta elimde :))) Tamamen mizansen aslında, zaten yemekte de balık değil et vardı.

Sakarya nehrinin kıyısındaki Kum mahallesi kapının önüne otomobil çekmek kadar, kayığını, sandalını, motorunu çekmenin çok sıradan olduğu bir mahalle. Hatta fazla gelen kayıkların içinde kabak bile büyütmüşler ;)))

Hep birlikte yemek hazırlıkları ve keyifli bir iftar onca yola değer dedirtti. İstanbul'dan 2,5-3 saatlik bir mesafede. Saolsun lojistik konusunda İlker eniştemiz bizi yollarda komadı, sabaha karşı 3'te biten yolculuğumuzda hepimizi adrese teslim etti.


Baktım da şöyle bi resimlere iftar sonrası pek bi şey çekememişiz öyle bi kaptırmışız ki yemeye ne Melek teyzenin baklavası, ne Esra'nın topladığı incirler, ne közde pişirdiğimiz mısırlar.

Tadı damağımızda, resmi hatıramızda :)))

Çarşamba, Ağustos 25, 2010

İftar Mekanları-Giritli Balık

İftar mekan keşifleri yaptıkça paylaşmaya devam ediyorum. Dün akşam da Haliç'te Kadir Has Üniversitesi'nin bitişiğindeki Giritli Balık'ta iftar yaptık.


Tarihi yarım ada tutkum tartışılmaz, teras desen yazın vazgeçemediğim, eee balık da sevince, fiyatı da makul olunca, hava da güzel, dolunay da üzerimizde olunca, değmeyin keyfime...



Haaa tabi, iftar yaptığınız insanlar da önemli...

Belki tanımışsınızdır önceki resimlerinden.

Yayladaki yakışıklı rehberlerimizden Sean Penn (Şofpen) yani Bekir ve usta yönetmen, mükemmel şoför, eğlenceli arkadaşımız Fatih.

Karadeniz yaylalarının neşesi Giritli Balık'ta keyifli iftar soframızdaydı. Özlemişiz birbirimizi

Pazartesi, Ağustos 23, 2010

Hangi gezegendi bu, girip girip hayatımıza bize ders veren?

Derslerimizi iyi öğrenememişsek bi daha gelip gelip, kafamıza vura vura öğretmeye kalkan...

Bi yakalarsam var ya, kuyruğunu dolayıp elime çeviricem, çeviricem, döndürüp fırlatıcam kainatın en ücra köşesine.

Ki bi daha ukalalık yapıp da ders vermesin bana, hele ki aynı dersi iki kere tekrar ettirmesin bana.

Çok pis dalıcam -kimin lafıydı bu?-

Pazar, Ağustos 22, 2010

Şehirlerarası İftar-Gelibolu

Çok şükür kocaman kocaman pamuk bulutlar donattı gökyüzünü.

Ayçiçeği tarlaları üzerinde uçsuz bucaksız bu manzarayı seyredebildiğim, fotoğraflayabildiğim için şükürler olsun Allah'a. Şanslı sayıyorum kendimi bu güzellikler için

Kendimi şanslı sayıyorum;

hırçın dalgalarla geceyarısı oynaşabildiğim için

Ayışığına doğru yürüyüp karanlık sularda göklere çıkmak istedim ama sizi bırakamadım arkamda ;))

Nasıl bir çekimse Hande'yle aramızdaki birimiz nereye diğerimiz onun yakınlarına.

Ben Assos'tayken Hande Bozcaada'da, Hande Assos'tayken ben Gelibolu'da :))

Gelibolu'da sahur, İstanbul'da iftar :)))))

Çarşamba, Ağustos 18, 2010

Çocuk

Çocuklar fotoğraf makinelerini görünce coşuyorlar. Ne yapacaklarını nasıl dikkat çekeceklerini doğal bir iç güdüyle biliyorlar.

Bu fotoğraf Rize yaylaları rehberlerimizden Harun'un fotoğraflarından...

Muhtemelen tur sırasında karşılaştıkları yayla çocuklarından biri şov yapmış onlara :)))

Heidi'nin Peter'i olmalı O...

Beyoğlu Midpoint'te İftar

İftar mekanı aramalarımız pazartesi gece yarısı Beyoğlu Midpoint'i http://www.mekanist.net/ 'te bulmamla sona erdi.

Mekan seçimimizde o kadar çok bileşen vardı ki, bahçe olmasın kedi olur,

Sigara içicez açık hava teras olsun

Manzarası olsun

Menüsü uygun olsun.

Herkesin dönüşü rahat olsun, olsun, olsun....................

Midpoint Beyoğlu hepsini karşıladı

Yalnız terasa rezervasyon yapmıyorlar, erken gitmek lazım. Ki biz 7 gibi gitmemize rağmen terastaki son masalardan birini kapabildik ancak.

Ama koyduk kafaya ramazandan sonra terasın en manzaralı masasına yerleşeceğiz.

Allahım nasıl bir rüzgar esiyordu anlatamam, üşüdük nerdeyse.

Rüzgarın nasıl bir şey olduğunu insanı nasıl ürperttiğini keyifle hatırladık.

Midpoint'te iftar yapan sadece bir kaç masaydık ama yemekler ve servis son derece başarılıydı.

Uzun lafın kısası Midpoint Beyoğlu'nda 35 TL'ye iyi bir yemek, serin bi teras, güzel bi iftar yapabilirsiniz.

Pazartesi, Ağustos 16, 2010

İftar

http://www.oliverestaurant.net/v2/tr/main_menu_ramazan.phpİftarda nereye gitsek, nereye gitsek???

Arayıp tarıyorum ama bu sene öyle ayıla bayıla mutlaka buralarda iftar yapmalı diyebileceğim bir yer çıkmadı karşıma.

Caferağa Medresesi, Matbah gibi tarihi yarımadada yani ramazan ruhunu taşıyan yerler heyecanlandırıyor beni.

Ramazan'da gidebilir miyim bilmiyorum ama yine tarihi yarımadada Eminönü'nde Yaşmak Sultan Hotel'in teras restoranı Olive Restaurant.

Yemek fotoğrafları muhteşem, baştan çıkarıcı ;)))

Cumartesi, Ağustos 14, 2010

Aşırı sıcak ve nemden beyin hücrelerinin pelteye dönmüş olabileceğini düşünüyorum. Bir de oruçla birleşince, bütün gün stand by konumundaydım.

Gerçi stand by durumuna rağmen evi serinletmeye bir katkısı olur belki diye bütün halıları silip kaldırabilme başarısını gösterebildim.

Şu an yazasım var ama kelimeler de bir köşeye sinmiş çıkarabilene aşk olsun :))

Son bir kaç gecedir evde bi hareket hareket sormayın

Kimse yatağında değil, bırak yatağında olmayı nerde yattığı belli değil.

Evin içinde sürekli dolaşan birileri

Biliyorum tek biz de değil, tüm evlerde durum aynı

40 keli azad ediyorum, yağsın yağmurlar serinlesin biraz ortalık :)))

Çarşamba, Ağustos 11, 2010

Tilkilerin bir bir Kürkçü Dükkanı'na dönme zamanıdır artık...

Döndük, paldır küldür Ramazan'ın içine yuvarlandık.

Eee zaten tatili de araya sıkıştırmamın nedeni Ramazan başlamadan bir kaçamak yapmaktı.

Yani şikayet etmiyorum halimden, hayat böyle güzel telaşlarla keyifli oluyor.

Geçen sene yoğun istek alan fotoğrafımı aynı saatte, ayn yerde, aynı kıyafetlerle tekrar canlandırdım. İki resim arasındaki 12 farkı bulabilecek misiniz bakalım? :)))



Pazartesi, Ağustos 09, 2010

Mutluluğun Fotoğrafı

Asistan bloggerımız Hande'ye kucak dolusu sevgi ve teşekkürler...

Ellerine sağlık Hande'cim bırak yokluğumu aratmayı nerdeyse blogu sana bırakıp dünya turuna çıkasım geldi ;))

Assos için söyleyeceklerime ekleyebileceğim yeni bir şeyler yok

Deniz muhteşem, otel bildik, dostlar, herkes arkadaş, hava güzel, mutluyum daha ne olsun :)))

Nazım Hikmet sorsa yeniden "mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?" diye

Yonca olarak cevabım fotoğraflarda...



Tesadüf bu ya...

Gazeteler bakarken birden bir başlık ilgimi çekti. Ege'nin iki incisi. Tesadüf bu ya, biri şu an yazarımızın bulunduğu Assos, diğeri benim yeni geldiğim Bozcaada.

Bi de bu iki inciye Yol Dostları Grubunun Kurucusu Hakan Sezer’in objektifinden bakın istedim.

Buyrun...

Hande Yazıyor... Bozcaada

Blog yazarımız, biz İstanbul'da yanıp kavrulurken kendini serin denizlere bırakmakla, o güzelimKadırga Koyu'nunun sonuna kadar keyfini çıkarmakta. E hal böyle olunca asistan blogger Hande devreye girer ve yazmaya başlar.

Biz de haftasonu kaçamağı olarak Bozcaada'yı seçenlerdeniz. Evet yol uzun, dönüş işkence ama değiyor mu? Kesinlikle evet. Modernize olmamış, yapısını, mimarisini korumuş, adını aldığı boz arazilere inat kendini sevdirmiş bir ada Bozcaada. Buz gibi ve tertemiz deniziyle, hala bakir kalmış koylarıyla, tarihiyle, geçmişini ve gelceğini korumaya devam ediyor hala. Eskiden Rum'lara vatan olurken şimdi tek tük kalmışlar. Ama sokak aralarında gezerken Yorgi Amca'nın Katina Teyze'nin varlığını hissedebiliyorsunuz. Kale'ye baktığınızda Fransız işgali sırasında top seslerini belki gözlerinizi kapatırsanız duyabilirsiniz.
Biz de cuma akşamından atladık otobüse geçtik Bozcaada'ya. Otellere bile uğramadan doğru kumsala gittik. Adada pek öyle aman aman şimdikilerin "beaaaachh" diye tabir ettikleri yer pek yok. Ayazma en modern tesis orda. Sulubahçe, Mitos gibi kumsalları olsa da duş ve soyunma kabinleri olmadığı için pek tercih edilmiyor. Dedim ya bakir bir ada bu. O kadar turiste ve halka rağmen.

Deniz alabildiğince mavi, alabildiğince yeşil turkuaz, her renk var. Adımınızı atar atmaz donduracak derecede de soğuk. Ayazma ismi burdan geliyor zaten. Her yerden soğuk su kaynakları geçiyor. Kimi zaman soğuktan donarken iki kulaç sonra makul bir sıcaklığa ulaşıyorsunuz. Balıklar ayağınızın altında geziniyor, hatta bi süre hareketsiz durursanız cüssenize aldırmadan sizi yemeğe çalışanlar bile oluyor bazen. Ve bu zevkle yüzüyor yüzüyorsunuz.

Adadaki sorun - tabi benim için- sahilin kum olması. Ben pek kum sevmem. Ayaklarımdan dökülen, bacaklarıma kollarıma yüzüme yapışan kumları sanırım 15 yaşıma kadar sevdim. 15 yaşından sonra da ananemin yazlıktayken kumlu ayaklarla eve girme diye bağırışını anlamaya başladım. Ama seçeneğim yoksa tabi ki en iyisi anın değerini bilmek ve keyini çıkarmak olduğunu bilen ben, kumlarla arkadaşlık yapmaya başladım. Bir çocuktan ödünç aldığım kova ve küreklerimle.




Güneş'in keyfi böyle çıkarken, güneş batımının keyfi ise rüzgar güllerinde devam ediyor. 17 adet rüzgar gülünden oluşan adaya ve Çanakkale'ye elektrik sağlayan bu dev gülelrin boyu 42 metre, gülelrin ise tek kanadı 21 metre. Dönerken çıkardığı rüzgar sesini ortamda fazla ses yoksa duyabilirsiniz. O kadar yakınında oluyorsunuz ki, bi süre sonra bu fırlayıp gelse nereleri uçurur diye felaket senaryoları yazmaya başlıyorsunuz. Rüzgar güllerinin hiç maliyet yok, senede 1 defa gres yağıyl ayağlanması yeterli oluyor.

Peki niye rüzgar güllerine geldik?

Çünkü güneş'i batırıcacağız. Bozcaada Türkiye'nin en batı ucu. Yani güneş en son Bozcaada'da batıyor. Güneş'i Türkiye'de en son siz görüyorsunuz. Ve öyle güzel batıyor ki. Hele yanınızda Talay şarabınız ve sevdiğiniz varsa...

Bozcaada'da akşam yemek yiyecek bir yer aramayın eğer rezervasyonunuz yoksa. yer bulmak mümkün olmuyor çünkü. Bence gidilmeden evvel İstanbul'dan rezervasyon yapılıp gidilmeli. Şarap evi olarak Lodos, Polente, balık isterseniz eğer Sandal, Güverte benden tavsiye.

Pazar günü son günümüzdü ve biz denize girmek yerine Bozcaada Sokaklarını gezmeyi tercih ettik ve ne kadar doğru bir karar verdiğimizi o zaman anladık.



Gündüzü ayrı bir güzel olan Bozcaada Rum ve Türk Mahalleleri olarak ayrılmış. Rum Evlerini mavi kapılarından tanıyabilirsiniz. Adada artık çok az Rum kaldığından kendilerini belli etmek için maviye boyarlarmış kapılarını. Bir diğer rivayete göre ise akrep'in maviden korktuğuna ve mavi kapılardan içeri girmemesi. Hangisi doğrudur bilinmez ama herkes sanırım mavi kapı ve pencereli bir ev ister kendine. Ada sokakları ise salkımlardan ve çiçeklerden geçilmiyor. Öylesine güzel ki...




Ada'da büyük bir kilise mevcut. Tepesinde bir saati var. Yeni restore edilmiş. Fakat aktif değil. Daha doğrusu bundan bir kaç sene evvel papaz vefat edince kapanmış kapıları. Pazar günleri çanları çalıyor ama halk tarafından. Mahalleli kendi kendine gelip ibadetini yapıp kapatıyorlar kiliselerini.



Dükkanlar bile o kadar güzel dekore edilmiş ki. Ben BakKAL'a bayıldım.




Bunlar da başka dükkanlar.



Başka bir tavsiyem ise Bozcaada müzesini gezmeniz. İşte orda tüm tarihi baştan yaşayabilirsiniz. Fransız istilasından kalan mektuplar, botlar, kurşunlar, gelmiş geçmiş Rum ailelerinin bağışladıkları eşyalar resimler, günkük yaşamda kullanılan tabaklardan tutun da Doktorların muayene çantaları, ayakkabıcının, kasabın tezgahını gördükçe mest olacaksınız. Koleksiyoncu Hakan Gürüney'in kendi bireysel girişimciliği ile oluşturulmuş bu müzeyi gezmenizi şiddetle tavsiye ederim.

Nerde kalalım diye sorarsanız eğer benim gözüme kestirdiğim Ege Otel var. 1800'lü yıllarda yapılmış. Rum İlkokulu olarak kullanıma başlanna binada 1923 Lozan Antlaşması ile Bozcaada Türk topraklarına katılınca Türk ve Rum öğrenciler 1963'de İstiklal İlkokulu açılıncaya kadar beraber okumuşlar. Daha sonra özel bir kişiye satılan bina yıkılmak üzere iken KOZ AŞ tarafındna satın alınarak aslı korunarak otel'e çevrilmiş. Bu Otel'in ayrı bi özelliği ise bir edebiyat Profesör'ünün her odanın kapısına ünlü şairlemizin dizelerini el ile yazması. Gidince bilemeyeceksiniz, Nazım Hikmet mi, Melih Cevdet Anday mı yoksa Atilla İlhan odasında mı kalacağınızı.


Ve ben geri döndüm İstanbul'a bu güzellikleri bırakıp. Ada çocuğu olmak istedim. Dört tarafı denizlerle çevrili adadan ayrılmamak istedim. Yanıma alacağım 3 şeyi ben çoktaaaaannnnn belirledim.

Yolculuk , her zaman düşündüm onu ;
İçimde bu azgın davet ne demek ?
Oraya , neredeyse güneşin sonu,
Uçmak , kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.

Necip Fazıl Kısakürek

Pazar, Ağustos 08, 2010

Yüzünü Denizde Yıkayanlar

Geçen hafta "yüzünü denizin yıkadıklarını" yazarken hiç aklıma gelir miydi bir kaç gün sonra "yüzünü denizde yıkayanlardan" olacağım.

Üstüme sıçrayan deniz suları aslında habercisiymiş bu güzel günlerin. Yani bundan sonra hiç olmadık bir anda deniz suları atlarsa üzerinize bilin ki bir kaç güne kalmaz serin suların kucağına atacaksınız kendinizi, tıpkı kulağınız çınladığında birisinin sizi andığı gibi.

Fotoğraf bu sabah 07:00 sularında Assos Kadırga Koyu'nda çekildi. Fotoğraftaki bizzat ben olmakla beraber figüran kullanmadığımı açıkça belirtmeliyim. Yüzümü denize yıkamaya gitmiştim. Gidiş o gidiş.

Şimdi İstanbul'un yapışkan sıcağında burada serin serin oturmuş bunlar yazılmaz biliyorum ama...

Assos'da nem yok, ne gündüz ne gece, hafif bir esinti her daim. Deniz desen çarşaf, gölde sanırsın kendini. Hande'nin bu yaz Belek'te denize ilk girdiğinde "kim işedi buraya?" diye etrafında suçluyu aramasının aksine, mükemmel serinlikte.

Geçmiş yıllarda çabuk üşürdüm, ama bu yıl ısı muhteşem. -tabi bunda benim aldığım kilolardan vücutta artan yağ miktarının nasıl bir etkisi olabileceği de bunları yazarken geldi aklıma ;))-

Pek fazla fotoğraf ummayın bu tatilden ;)) deniz bildiğiniz deniz, bu sene harabelere çıkmayı düşünmüyorum ordan da bi şey çıkmaz. Bana gelince ünlüler gibi, bikinili görüntü vermiyorum. Henüz paparazzilerin takip edeceği kadar ünlü bir blogger da olmadığıma göre, o fotoğrafları da unutun :)))

Cuma, Ağustos 06, 2010

Assos çağırmış, gitmesek olmaz :)))

Blogger'ınız yıllık izninin bir bölümünden bir kaç gün kapabildi, Assos'a gider.

Hiç ihtimal vermezken, bu sene zor diye düşünürken geçen hafta ruhunun derinliklerinden Assos çağırdı onu.

O soğuk suyuna, pırıl pırıl taşlarına, sessizliğine, huzuruna, sırtüstü bırakınca kendini kollarına suyun içinden gelen taş şıkırtılarına hasretsin gel dedi.

Saati zamanı denk geldi.

24 saat önce yokken böyle bir niyeti, topladı çantasını Assos'a doğru yola çıkacak.

Fırsat bulur da denizden ayırabilirse kendini Assos'tan da bildirecek.

Nereye mi gidiyor Assos'a???

Tabi ki Bayram Amca.

Kadırga Motel Bayramın Yeri'ne

Çarşamba, Ağustos 04, 2010

Yüzünü Denizin Yıkadıkları


Sabahları İstanbul Boğazı'nı motor yada vapurla geçerek işine gitme imkanı olanların şanslı olduğunu düşünüyorum. Belki ben nadiren yaşadığım için bu kadar olağanüstü olduğunu düşünüyor da olabilirim.

Bu sabah da öyle şanslı günlerimden biriydi. Neşeli başladı günüm :))

Ancak bu neşe sadece ben de değil, denizde de vardı. Uzun zamandır görmediği sevdiği birine şımaran haylaz bir çocuk gibi yaramazlık yaptı.

Köpürdü, havalandı, rüzgarla bir olup üstüme atladı.

Islattı beni.

Üzerimde öbek öbek su lekeleri, kolumdan, çantamdan, güneş gözlüklerimden damlalar süzülecek kadar çok.

Kocaman bir gülümseme yerleşti yüzüme...

İlk etkiyle kendimi geri çekmiştim ama biraz sonra yine yaklaştım korkuluklara. O da oyuna kaldığı yerden devam etti. Biraz daha ıslandım.

Artık sırıtma noktasındaydım, anladım ki sabah yüzünü yıkamadan evden çıkanlar vardı ve deniz onların da yüzünü yıkıyordu.

Çünkü hemen yanımda duran adamın suratından sular damlıyordu :)))

Pazartesi, Ağustos 02, 2010

Tatil Fotoğrafları

Şu Pınar'la Migel'e gıcık oluyorum...

Tamam kabul ediyorum, kıskanıyorum.

Başvurdum da işe beni mi almadılar?

Eş durumundan başvuramadım ki...

Ama onlardan daha iyisini yapardım o kesin.

Şimdi elime fırsat geçmiş hatalarını dilime dolamaz mıyım?

Dolarım :)))

Koskoca "Gelintülü Şelalesi"ni "Gelin Duvağı Şelalesi" yapmışlar.

Ayıp çok ayıp

Üstteki Gelin Duvağı olanından, alttaki Gelin Tülü olanından :))


Burda reklamlarını yapıp sitenin de şirketin de ismini vermiycem. Bi de fotoğraf yarışması yapmışlar. Tatil fotolarını gönderin ayın fotosuna 4 günlük tatil verelim demişler. Bi okudum koşullarını resmi verdin mi ellerine kazansan da kazanmasan da tüm hakları onda artık benim di desen de farketmez. İstediği yerde kullanır, çatır çatır telif de alır.


Niyetlendiydim başta ama okuyunca bunları.

Yok vermem ben resimlerimi kimseye