Perşembe, Aralık 31, 2009

Çarşamba, Aralık 30, 2009

Teşekkürler

Yılbaşı kartlarını planlamak, yazmak, göndermek benim için başlı başına bir keyif süreciydi. Çok mutlu oldum.

Postaya verdiğim gün bitti büyüsü, hafızamda güzel bir anı oldu.

Ama cumartesi gününden beri kartımı alanların arayıp hissettikleri güzel duyguları benimle paylaşması yeni yıl dileklerime karşılık vermesi bu keyfi uzattı, uzattı kocaaaaman bir mutluluğa çevirdi.

Benim için bu dönüşleri özel kılan diğer şey de; blogum vasıtasıyla tanıştığım güzel insanlarla sanaldan gerçeğe dönüşen bir arkadaşlığın ilk seslerini duymak...

Velev Ki Ciddiyim!

Gülse Birsel'in son kitabının 15 baskı yapması hakkında yazmıştım bi önceki yazımda. O gece hızımı alamadım bi de Gülse'ye mesaj attım. Hem 15. baskıyı tebrik etmek için hem de içinden çıkamadığım matematik hesabı için.

Sağolsun, hemen cevap verdi.

Bi baskıda 2 bin tane basıldığından, çok talep olunca böyle olmuş ve şu anda 17. baskıdaymış.

Gazetecilere, köşe yazarlarına Sabri bey -Bizimkiler dizisindeki Sabri bey, Allah rahmet eylesin- gibi mektup yazasım mesaj atasım yoktur ama yaptım.

Pazartesi, Aralık 28, 2009

Tem'i basan dinozorlar beni mi yedi ne, bi haftadır bi satır yazı çıkmamış elimden. Çok ayıp.

Yıl sonu, yılın bütün kiri tortuları gelip tıkanıyor süzgecin ağzına. Yıllar sadece sayı ama 1-2 derken bazen ruhumuzdan 3-5 sene götürüveriyor hiç anlamadan.

Dur diyemiyosun bu gidişe; bata çıka kaylara vura çarpa yaralana berelene de gitmek de var; suyun üstünde akışa uyup huzurla sakin sakin salınmak da var.

Suyun üstünde kalma teknikleri geliştirmek lazım.

Velev Ki Ciddiyim!

Gülse Birsel'in son kitabına başladım dün gece. Kitabın sağın solunu incelerken kapağındaki 15. baskı dikkatimi çekti.

Allah Allah bu kitap ne zaman çıktı, nasıl haberim olmadı diye düşünürken. İlk basım tarihini öğrenmek için iç kapağa geçtim.

İlk Basım: Aralık 2009
15. Basım: Aralık 2009

Yok böyle bi şey 1000'er 1000'er mi bastılar bu kitabı. Aralık'ın 1'inde çıktıysa kitap 2 günde bir baskı yapsalar yine tutturamadım hesabı.

Gülse'ye mi sorsak acaba :)))

Salı, Aralık 22, 2009

Dinazorlar TEM'de

Bu akşam Levent'ten Tem'e bağlandığımız 5 dakikalık yolu tam 55 dakikada aldık. Servisin koltuğunda bi sağa bi sola döne döne, kah radyo dinleyerek, kah internete girerek yolun bir an önce sona ermesini bekledim.

Her zamankinin aksine Otogar yoluna devam etmek yerine Okmeydanı sapağından kaçıverdik. Tam o sırada sağdan sola döndüm koltuğumda ve etrafımızın tırlarla, kamyonlarla çevrili olduğunu farkettim.

Bir anda kafeslerinin kapağı açılıp ortalığa saçılmış dinozorlar gibi göründüler gözüme.
-Hayatımda kaç kez gördüysem- :))))

Trafiği bu hale getirenin ne olduğunu öğrenemedim ama kısa süreli bir dinazor fantezisi yaratmış oldum.

Pazar, Aralık 20, 2009

Yılbaşı Kartları

Bu sene yılbaşı kartları yerine başka bir şey yapmayı planlıyordum. Ama Hande'yle konuşurken; "yılbaşı üzeri posta kutumda bulduğum kartın göndereni mutlaka sen olmalısın" sözü çok dokundu bana.

Hemen kart alışverişini düşünmeye başlamıştım ki; ertesi gün evren enerjimi algılamış olmalı ki İş Kule'ye Unicef standını gönderdi ;))

Sonra hangi kalemle yazmalıyım telaşı, D&R'da tek tek bütün kalemler denendi. En güzel iki tanesi seçildi.



Bugün oturup yazdım kartlarınızı, sevgiyle tam 3 keyifli saat geçirdim onlarca kartı ve zarflarının üzerini tek tek elle yazarken.

Varsa başka yılbaşı kartı isteyen adresini bırakabilir. (adres yazdığınız yorumları yayınlamam merak etmeyin)

Perşembe, Aralık 17, 2009

İç Organ mı, Dış Organ mı?

Öyle bebekli çocuklu yazıları bana pek lazım olmadığı için okumam. Ama geçenlerde Kelebek'te Pınar Reyhan'ın "Oğlum Başıma Bela" başlığı dikkatimi çekti.

Ertesinde Emo'nun yazısını okumak için haftasonu Hürriyet Çocuk'u merakla bekledim.

Bugünkü yazıda da Emo bitirdi beni :))))) Annesi anlatıyor maceralarını...

"Yaptığı iç organlar afişinde bir erkek çocuk var. Kalbi, böbrekleri, bağırsakları her şey tamam ve öyle komik ki. Rengarenk ve bir masal kitabının içinden fırlamış gibi. Ancak bir terslik var. Çocukta bir de pipi var...

Babası diyor ki “Oğlum şimdi sen bu afişe iç organları koymalısın, bence pipi iç organ değil”...

Emo cevap veriyor: “Hayır, pipi iç organ.”

Ve aynı diyalog yüzlerce kez tekrarlanıyor. Bora açıklamaya çalışıyor, yapamıyor ve bana gelip söylüyor. Akşam biz kendi aramızda gülüp eğleniyoruz, sabah ben söylerim okula giderken diye karar veriyoruz ve olay başlıyor.

Saat sabahın 07.99 suları. Konuyu açıyorum...

“Annecim, pipi iç organ değil bence, emin misin?” diyorum.

“Anne, kapa konuyu. Pipi iç organ, karar verildi” diyor.

“Ama okulda arkadaşların böyle yapmazsa veya sana ayıp yapmışsın derlerse üzülürsün” diye ekliyorum.

“Anne bana bak” diyor gözlerini açıp kafasını eğerek, sinirle ve devam ediyor:

“Senin pipi var mı? Yok! Yani pipinin ne olduğunu, nasıl çalıştığını falan sen bilir misin? Senin pipin olmadığına göre bilemezsin. Pipi içerde mi dışarda mı bilemediğine göre neden bana bu konuyu hatırlatıyorsun sürekli, yeter yaa...”

Sesim kısılıyor. Sadece “ama...” diyebiliyorum.

Bağırarak kesiyor sesimi: “Anne karar verildi diyorum sana, pipi iç organdır, bilmediğin konular hakkında konuşma demiyor muyum ben hep sana!”

Ben “Sen bilirsin” diyorum...

O “Tabii ben bilirim, pipisi olan benim” diyor.."

Şimdi ben düşünüyorum pipi iç organ mıdır, dış organ mı?

Mesela nedir dış organlarımız el, ayak, burun, kulak falan filan. Hepsinin ortak özelliği -çok soğuk haricinde- genelde dışardalar.

Yani dış organlar.

Ama pipi öyle mi; hep içerde.

Ben Emo'ya katılıyorum "iç organdır" :))))

Sizce ?????

Çarşamba, Aralık 16, 2009

Yüksek Sesli Düşünceler

Kim bilir kaç saattir sıcak suyun altında durmaktan büzüşmüş bembeyaz olmuş parmaklarım.

Düşünüyorum, pek çok şeyi. Pek çok kişiyi.

Kalabalık bir topluluk, parlak ışıklar, bir sahne etrafında onlarca masada pek çok kadın ve erkek. Önceden öğretilmiş rollerini oynuyorlar. Sonun başlangıcını mı, yeni yılı mı kutluyorlar bilinmez. İlk ve son kez bir araya gelecekler. Bir daha o çatı, çatı olsa bile onlar olmayacak. Kimi farkında kimi di'il. Acı bir tebessüm sadece.

Bir kadın; rönesans dönemi İtalya'sında uzun boylu, esmer, ince yapılı, kocaman kahverengi gözleri ve koyu kestane saçlarıyla. Döneminin ötesinde birilerini bir şeyleri kurtarmaya çalışıyor, korkusuz, biraz da hesapsız. Haksızlığa boyun eğmeyen, eğdirmeyen. Asi ruhlu. Ne yazık ki darağacında son buluyor kavgaları.

Buluyor mu?

Bedeni son bulsa da, ruhun kavgası hiç biter mi?

Başka bir bedende; belki biraz daha sakin biraz daha korkak,

Boğazına dayanan bir şey giydiğinde boğulacakmış gibi hissedip bilmeden geçmişi, elini boynuna götüren; içindeki kavgaları bitirmek için İstanbul'un kucağına doğan...

Bir adam; masalın kahramanı.

Kahraman?????

Kimin?

Neyin?

Hangi masalın?

Masal var mıydı?

Ne zaman başlamıştı?

Nerde bitmişti?

Kim uyuya kalmıştı?

Anlatan mı, dinleyen mi, kuran mı?

????????????

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Jönümüz

Gökhan Tepe'nin son klibi "özlüyorum çok"; Gökhan Tepe şarkılarını sevmenin ötesinde başka bir keyif veriyor bana.

Ailemizin jönü Ceyhun; bu klipte oynuyor.



Video klibi de burda

Kitap Toplama Kampanyası

Geçen sene evdeki kullanılmayan kitapları ayıklamış,TNT'nin yaptığı kitap toplama kampanyasına vermiştim.

Bu akşam posta kutumda bu kartı buldum. Hoş bir jest olmuş. Hande'ye de gelmiş aynısından. Daha bugün anlattı.

Pazar, Aralık 13, 2009

Karaduman Kadınları

Dayımın telefonu domino taşlarının en başındakine ilk darbeyi yavaşça vurdu.

Telefon kapandıktan sonra, dayılarımla ilgili daha doğrusu onların beden dili ve olaylara verdikleri tepkilerle ilgili yorumlar yaptık. Hepsinin ortak bir beden dili ve tarzı olduğunda hem fikirdik.

Ben de hacıbabamın tarzı nasıldı diye merak ettim; onunla benden daha uzun yıllar yaşamış olan diğer kuzenlerime, teyzeme, anneme sordum. Çünkü ben onu çocuk gözümle tanımıştım.

Arif abim ince esprilerinden, şakalarından, sinirlendiğinde başını öne eğip, yavaştan başlayıp yükselen ses tonuyla son sözü söyleyip noktayı koyuşunu anlattı. Delikanlılığının başında gömlek cebinde taşıdığı sigara paketine dokunup "memelerin mi büyüdü senin?" diye soruşunu...

Ayşen ablam 2 gün önce onu rüyasında gördüğünü ilk kez o masada anlattı. Hepimiz susup onun ağzından çıkacak kelimeleri beklemeye başladık.

Öyle ya o hacıbabamı görmüştü.

Uzun süredir hiç birimizin göremediği, çok özlediği, sanki rüya değil de gerçekmiş gibi.

Sarı kısa kollu gömleği varmış üzerinde, Ayla ablamın düğününde giydiği.

Mehmet dayımlarda kaldığı gözlerinin görmediği dönemde açık bıraktıkları banyonun ışığını, açtığını sanarken kapatmasını; Ceyhun'u sevişini, şakalarını ve daha pek çok anıyı konuştuk.

Artık hepimizin gözleri ıslaktı masada.

Tüm torunlarını çok severdi ama o an o masada en çok sevdikleri vardı şüphesiz. Yanımızda olsa çok mutlu olacağı bir zamanda.

Gözleri görmediği ve hasta olduğu dönemde Ayla ve Ayşen ablamlarda; Fener'deki evde Arif abim ve bizlerle, Rize'de olduğu zamanlarda Aynur ablamlarla en çok vakit geçirdikleriyle. Annem ve teyzemden bahsetmeye bile gerek yok.

Büyülü bir an, onun da yanımıza gelip "beni de hatırlayın" dediği....

O an düşündüm...

Tesadüf olamazdı bu gece mutlaka onun için ve onun gibi bahsettiğimiz şimdi yanımızda olmayan Hacıannem, Fatma yengem ve Sadık eniştem için yapabileceğim tek şeyi yapmalıydım.

Eve dönünce yaptım...

Bu fotoğraf dün geceden. Bazılarımızın soyadları değişse de, her zaman ruhunda Hacı Arif Karaduman'dan bir parça taşıyan Karaduman kadınları diyorum ben kısaca.

Hepinizi çok seviyorum.

Perşembe, Aralık 10, 2009

Kurabiyem

Sadık okuyucularımdan biri duymuş çığlıklarımı :) Ne yapmış etmiş bulmuş bana kurabiye kalıbımı. Kurabiye yapmayı bekleyemedim kalıbı kullanmak için.

Meyvelerden dört yapraklı yonca huzurlarınızda...

Teşekkürler Dilek :)))

Pazar, Aralık 06, 2009

Öğrendim

Bir sırdaşım var. Kod adı Berber :)) -mesleği değil-

Arada bir ama düzenli olarak görüşüyoruz. Bendeki beni bu aralar en iyi o anlıyor galiba. Ben kendimi fazlaca hırpalamaya kalktığımda benim elimden beni kurtarıp, beni de kenara çekip sakin olmamı öğütlüyor.

Nedenini bildiklerimi ama bildiklerimi idare edemeyişime o anlam veriyor. Cumartesi günü karşılıklı kahvelerimizi içip konuşurken çok eskilere gittik.

Hatalarımı tekrar etmiyorsam bugünü onlara bağlamamam gerektiğini;

çok sevdiğim olsa bile, isteyerek yapmasa bile yaramı kaşırsa kanayan yaramın kanının en çok ona bulaştığını gösterdi bana.

Şans Kurabiyeleri -devam

Cumartesi günü Eminöne gittim. Pastacı malzemeleri satan tüm dükkanları tek tek dolaşıp "dört yapraklı yonca kurabiye kalıbı var mı?" dedim. Bi tanesi -kurstan falan mı istiyorlar, çok ilginç hiç ısrarla soran olmamıştı- diyip bana manyak muamelesi yaptı. Dergide adres gösterilen Yüksel Ticaret kalmadı haftaya gelir dedi, umursamazca.

Onun karşı sırasında biraz daha aşağıda başka bi dükkana sordum. Olduğundan emin değillerdi ama torbaları, bucakları karıştırıp bi kalıp buldular. Ama tek bir kalıba 15 TL istedi. Bi daha sordum yanlış anladığımı düşünerek. Maalesef aynı cevap. Neden dedim. -ithal- dediler.

Hala kaldı mı "ithal bu, onun için pahalı" ?????

Kalıptan vazgeçmiş değilim, haftaya Yüksel Ticaret'e bi daha uğramayı düşünüyorum. Ama o da 15 derse naparım bilmiyorum.

Santral Otto

Bilgi Üniversitesi'nin Silahtarağa'daki eski havagazı fabrikasını kampüse dönüştürdüğü yeri görmenizi öneririm.

Henüz gündüz gözüyle görme fırsatım olmadı ama yemek için iki mekanını deneme fırsatım oldu. Geceleri gizemli ışıklandırılmış binaları, havalandırma bacaları, bahçedeki heykel ve kayıkla sisli bir gecede korku filmlerinden fırlamış gibi.

Daha önce Tamirane'de yemek yemiştim, dün akşam da Otto'yu denedik. Yüksek tavanları ve binaların dışındakine benzer kırmızı ve mavinin ağırlıklı kullandığı ışıklandırmasında tavandan sarkan dev bir deniz anasını andıran avizeleri favorim.


Yemek olarak seçenek çok. Ancak ben vejeteryan pizzayı denedim. Menüdeki pizzaların bazılarında domuz eti kullanılıyor, sipariş verirken garsonun bunu hatırlatması iyi oldu.

Gecenin en ilginç tarafı yemeğin sonunda bir bardak içinde masaya bırakılan pastel boyalardı. Onlarla na'pacağımızı anlamak için önce etrafa bakındık. Sonra masa örtüsü yerine kullanılan ve masayı boyadan boya kaplayan kağıt menü üzerinde yaratıcı çiziktirmeler yapmamız için bırakıldığını anladık.


Malum kampüs bölümünde yaratıcı insanları barındırıyor, yemek sırasında gelen ilhamların kaçmaması için düşünülmüş zarif bir sunum.

Başarılı çizimlerden bazıları da zaten mekanın duvarlarını süslüyor.

Sakin ve keyifli bir yemek için önerebileceğim bir mekan, ama sıklıkla partilere ev sahipliği yaptığı için gitmeden önce aramanızı öneririm. ama benim gibi Otto olmazsa Tamirane, Tamirane olmazsa Otto'da diyebilirsiniz.



Perşembe, Aralık 03, 2009

Şans Kurabiyeleri :)

Sofra dergisinin bu ayki sayısında Şans Kurabiyelerini görebilirsiniz. Köşenin yazarı bir blogger

www.misscilek.blogspot.com




Kalıpları Eminönü'nden bulabilirmişiz. Haftasonu bi aksilik olmazsa bu kalıplara sahip olmalıyım.