Pazar, Haziran 28, 2009

Öğlen Ne Yesek?

Pazar akşamından öğlen ne yiyeceğini düşünmek pek normal olmasa gerek ama bu yazıya böyle bir giriş gerekiyordu.

Hafta içi her gün saat 11:30 oldu mu, bugün ne yesek derdi başlıyor. Yemeğe düşkünlüğümden değil de, öğlen yapılması gereken bir rutin olduğu için gündemimde daha çok.

Plaza'lar cennetinde tabi ki pek çok seçenek var. Ama bazen ışıkları karşıya geçmeyi, o restoranın servisinin yavaş olmasına, 12:30 oldu bu saatten sonra gitsek yer bulamayız bahanelerinden kurtaran bir kaç seçeneğimiz var.

1. Why-Be

Tike'nin kardeşi. 3-4 ay öncesine kadar salata ve sandviçleriyle arada bir tercih ettiğimiz bir yerdi. Özellikle sandviç ekmekleri muhteşemdi. Ama ne zamanki Levent'teki Tike kapandı. Bunlar da sandviç ekmeklerini bozdular. Sandviç keyfimiz bozuldu.

Ancaaaaak gel gör ki, Tike'nin kapanmasıyla ocakları Why-Be'ye taşındı.

Artık gelsin dürümler, gitsin lahmacunlar. Hepimiz Şahika'yız :)))



Haftanın 3 günü garanti ordayız. Evimiz gibi oldu. Personelde sahiplenmiş olsa gerek bizi, her yemek sonunda dondurmalı irmik helvası ikram ediyorlar. -Teşekkürler-

Havalar ısınınca menüyü biraz hafiflettik. Patlıcan közde peynir ve süzme cacık bazen de patates tava.

2- Kanyon Macro - zeytinyağlılar

Kanyon'daki Macro'nun zeytinyağlılarını şiddetle tavsiye ederim. Hafif bir zeytinyağlı tabağı üzerine Hagen-Dazs cheesecakeli dondurmayla, oturup havuzun kenarına Kanyon'un esintisinde keyif yapıyoruz.


3- Etimek ve Labne

Canım hiç bir şey yemek istemediği keyifsiz günlerimde bildiğiniz etimek ve küçük kutulardaki labneler nasıl iyi geliyor anlatamam.

Cuma, Haziran 26, 2009

Gece Mesaisi

Artık bloguma haftada bir bakar, yazar oldum :((((

İşlerin durulmasını hayatımın sakinlemesinden ümidi kestim. Aslında şu an bile çalışıyorum. Yeni ürünümüzle ilgili acil bir web sitesi tasarımı yapmam lazım. Bir yandan internette araştırma yapıyorum, bir yandan aklıma gelenleri karalıyorum, bir yandan da bloguma yazıyorum.

Sonuçta ne çıkar??

Bloguma yazacaklarım web sitesinde, web sitesine yazacaklarım bloga. Web sitesine yazacaklarım blogumda çıksa sorun değil de, kurumsal ve ciddi ürünümüzde dört yapraklı yoncalar olsa nasıl olur bilmiyorum ;))

Aslında süper olur. Ürün para kazanmaya aracı bir hizmet, piyasalarda kazanmak biraz da şansa bağlı. Dört yapraklı yonca da uğur getirir. Süper işte :)))

Yoksa logonun dört yapraklı yonca olması için mi bastırsam :))) !!!! gittikçe konuyu dağıtıyorum acilen ana fikre dönmem lazım.

Neydi???

Ürüne özel web sitesinde neler olmalı? Hangi ana başlıklar ve alt başlıklar? Veriler nerede, demo nerede olmalı? Sitede hangi renkler kullanılmalı, kurumsal kimliğe dikkat ederek?

Offfffffff offfffffffffff

Pazar, Haziran 21, 2009

Ayasofya

Ayasofya bildik Ayasofya. Bitmeyen tadilat bitmiyor. İskele kurulu alan aksine artmış gibi, iskeleden gezilecek yer yok nerdeyse.

Tavanlar daha çok yıpranmış.

Ayasofya'nın üst kat pencerelerinden ne göründüğünü merak ediyorsanız bu resme bakabilirsiniz.

Geçen gittiğimde fark etmemiştim. Meşhur dilek taşı. Diledik bakalım :)) hem de iki kez

Yağız'la benim enerjim birleşince gökkuşağı çıkıyormuş ortaya, bu resimde farkettik. Demeyi çok isterdim ama...

Akşam 5:30 sularında Sultanahmet ardından gelen güneş fıskiyeden gelen suyla çarpışınca gökkuşağı kaçınılmaz oluyor.

İslam Eserleri Müzesi

Sultanahmet'teki İslam Eserleri müzesi fazla geniş olmayan, halı kolleksiyonu oldukça dikkat çekici bir müze.
Ve yetersiz bilgili. Mesela üstteki resimdeki anahtarın ne zamana ve nereye ait olduğuna dair hiç bir bilgi yok. Tıpkı aşağıdaki kapı gibi.

Tabi müzeye de haksızlık etmek istemem ama İslam Eserleri Müzesi'nden benim anladığım camilerden ve dini yapılardan alınan getirilen malzemelerin sergilenmesi. Oysa benim bu adı taşıyan bir müzeden beklediğim. İslamiyetin önemli izlerini taşıyan anlamlı parçalardan oluşmasıydı.

Dediğim gibi halı kolleksiyonu oldukça zengin. Tek parça ve sağlam halı bulmak elbetteki zor. Evkaftan geldiği yazan bir halı belli ki kat yerlerinden olduğu gibi erimiş.

Müze çıkış kapısının olağanüstü bir manzarası var. Tabi ki kaçıramazdım :)))

Bir de bahçesinde 200 yaşında olduğu tahmin edilen anıt ağaçlardan doğu çınarı var. Yüksekliği tam 30 metre. En tepesini görmek için köprü kurmak gerekiyor.

Panoramia 1453 Müzesi


Topkapı'daki Panoramik Müze değişik bir deneyim. Karanlık merdivenlerden açık bir alana çıktığınız hissine kapılıyorsunuz. Gerçekleri bilmeyen Yağız için orası dışarısıydı aslında. Şimdi burda resimlere bakınca alt tarafı resim diyebilirsiniz. Ama mekanın içinde hiç te öyle hissetmiyorsunuz.

Müzenin kendi tanıtım cümleleriyle işin sırrı ortaya dökülüyor.

"İSTANBUL 1453 Panoramik Müzesi"ndeki çalışmada resmin bittiği yer diye bir şey olmadığı için, resme bakan kişi optik alışkanlıklarıyla eserin gerçek boyutlarını kavrayamayacaktır. İzleyici, platforma çıktığı anda 10 saniye kadar sürecek bir şok yaşıyor. Bu durum, resmin gerçekliğini ve boyutlarını kavramayı sağlayacak referanslar, başlangıç ve bitiş gibi dayanak noktaları bulamamanın şaşkınlığıdır. Burası insana, kapalı bir mekâna girildiği halde, bir şekilde tekrar üç boyutlu dış mekâna çıkılmış duygusunu yaşatıyor."








Müzenin dışı olayın geçtiği yer. Yüzyıllar öncesinden bugüne...

Dışarı çıkıp surların gerçeğine bakmak garip bir deneyim.

Parka gitmeden olmaz. Çocuk her yerde çocuk :)))) 3 yada 33 hiç farketmez.

Önemli hatırlatmalar: Müze sabah 8:30'ta açılıyor. Gruplar halinde içeri girebiliyorsunuz. 15 dakikanın sonunda tüm alanı boşaltıyorlar. Müze kart geçmiyor. Tam 5, indirimli 3. Müze girişinde güzel bir hediyelik eşya mağazası var. Büyükşehir Belediyesi'nin ve fiyatları uygun.


Pazartesi, Haziran 15, 2009

Geçen gün takvim yapraklarını kaldırıp duruyordum. Üç aylar başlayacak kandil ne zaman, ne zaman oruçlu olacağız? Organizasyon yaparken denk gelmesini istemem.

24 Haziran'da üç aylar başlıyor. Perşembe günü 25'i kandil. Bir sonraki kandil 19 Temmuz, diğeri de 5 Ağustos. Ramazan da 20 Ağustos'ta başlıyor.

Baharı bekliyordum yaşamak için. Ama ben beklerken geçti gitti. Şimdi de yazın gelmesini bekler gibiyim. Ama sanki o da geçti gidiyor gibi.

Ne garip....

Zamanı kaybettim sanki. Bu sene hayatımda farklı bekleme taşları var belki de ondandır. Ne mevsimlerin ne de günün hükmü yok onlar dışında. Beni bileklerimden tutmuş hiç bir yöne kıpırdatmayan.

Pazartesi, Haziran 08, 2009

Galata Festival, Konak Cafe

2. Galata Tasarım Festivali yarın başlıyor. Bu akşam Gün Batımı partisi vardı ve standların çoğu hazırdı. Güzel takılar, özel tasarımlar cam, kumaş herşey var. Katılımcılardan biri liseden arkadaşım Reyhan Çezik. Tam bir cam tutkunu olarak onun da cam tasarımlarını oldukça beğeniyorum. 12 Haziran'a kadar yolunuz düşerse fırsat bulursanız Galata kule dibinde tasarımları görebilirsiniz.

Ben fırsat bulursam bi daha gitmeyi düşünüyorum çünkü standlar yeni olduğu için bazı ürünlerin fiyatları belli değildi. Umarım gidebilirim.

Geçen hafta programımızı yapmıştık, pazartesi akşamı Galata Konak Cafe'ye gidelim diye. Festivali dolaştıktan sonra yemeğe gittik. Ama tam bir hayal kırıklığı. Manzarası dışında cazip hiç bir şeyi kalmadı artık.

Bakmayın resimde güldüğümüze biz nerde olsak bu kadar neşeli olurduk mekanın özel bir katkısı yok yani.

Sigara böreğinden kıl çıktı, cheesecake hayatımda yediğim en kötü cheesecaketi. Kupkuru, tatsız ve üzerinde frambuaz sosu yerine jölesi olan kötü bir şeydi.

Pazar, Haziran 07, 2009

İstanbul F1 Finali

Cumartesi'den daha kalabalıktı bugün ve daha sıcak. Yeni günün fotoğraflarına geçmeden F1'den edindiğim tecrübeleri paylaşma zamanı.

Güneş kremi, şemsiye, şapka olmazsa olmaz. İdeal giyim pamuklu açık renk her yerinizi örtecek bol bir tunik ve pantalon giymenizi öneririm. Pantalon konusunda özellikle ısrarcıyım çünkü yarış öncesi gölge olduğu için herkes tribünlerin altında oturuyor, yatıyor. Ve siz yukarda merdivenleri çıkarken aşağıdakiler de seyrediyor. Çok sevimsiz bi durum.

F1'e gelen kadın tipleri cidden görülmeye değer. 15 pontluk ayakkabılarla yürümeye çalışanları hayretler içinde seyrettim. Ama bi tanesi var ki detay vermeden geçemiycem.

Resimde gördüğünüz bayan 15 pontluk -belki de 20- siyah topuklu ayakkabılar ve üzerinde formayla gelmiş. Formanın altındaysa sadece siyah bir tanga. Pesssssssss.

Tekrar yarışa dönersek. Güzeldi, keyifliydi, çok maceralı geçmedi ama iyiydi.


Yarış sonunda piste girişe izin verdiklerinde tabiki şartlar değerlendirildi.


Günü en iyi anlatan, asfalttaki lastik izleri.







İstanbul Park'tan

Formula 1 dünyasına sonunda ben de girdim. Bu sabah gazetelerdeki yorumlarda okuduklarınızın hepsi doğru. Boş tribünlere dönüyor pist.

Ama benim için çok eğlenceli. F1 tutkunu dünyanın pek çok yerinden farklı milletten insanları görmek, yarışları izlemek ve yakından görmek.

Bi de günün sonunda hayranı olduğu şarkıcıya ulaşmak için deliren insan kalabalığı içinde ve en önünde olmak değişik bir deneyimdi.

Neyseki Yavuz'un hayranı olduğu pilotun imza törenine gelmeyeceğini öğrendik de çıktık ordan. Yoksa TRT'nin canlı yayınla verdiği imza töreninde kameralar karşısında ben de 70 milyona -adettendir her televizyona çıkan söyler- görünecektim.

Gelelim ilk günün fotolarına...


Formula dünyasına ilk adımım yukarıda

İlk pilotluk denememde bi yerde bi yanlışlık yaptığım kesin ama ;)))

Günün ilk saatlerinde İstanbul Park çok sakindi.


Sıralama turlarına pek ilgi yoktu. Boş tribünler ve üzeri brandayla kapatılmış hiç satışa çıkmamış tribünler.

Ve F1 insanları...

Estonya F1 Fun Club üyeleri

İskoçlar
İspanyol matador (biraz göbekli)

Hollanda tahta ayakkabılarının F1 formu


Bi hayli yıpranmış

Günün sonunda artık ben de F1'li olmuştum.



Yakışıklı kardeşim

Cuma, Haziran 05, 2009

F1


Haftasonu rüzgarım esti. Hamam yattı, Akfırat yolları beni bekler.

F1 rüzgarları esecek :))

Beğendim


Bugünkü gazetede gördüğüm Vatan Bilgisayar reklamı.

Kabataş Erkek Lisesi'nin Pilav Günü hem tam sayfa ilanla duyuruluyor hem de okul mezunu Hasan Vatan'ın şirketinin reklamı oluyor.

İki şey arasında anlamlı ve güzel bir ilişki kurulmuş.

Pilav gününe gelen, derneğin 2009 aidatını ödeyenlere sabit kur.

Perşembe, Haziran 04, 2009

Akşam Kahvesi


Akşam yemeğinin ardından bulaşıkları makineye koyup kahve yaptım anneme, teyzeme ve kendime. Cumartesi günü Eminönü'nden aldığım yeni kahveyi içmek için kaç gündür bekliyordum. Eve geldiğimde o kadar yorgun oluyorum ki di'il kahve yapmak parmağımı oynatacak halim olmuyor. Nihayet bugün yaptım kahveyi.

Bu arada kahvecim herkesin bildiği Kurukahveci Mehmet Efendi değil, yola dümdüz devam ettiğinizde tam karşınıza gelen Kurukahveci İhsan.

Aldım fincanımı elime balkona çıktım. Akşam bayağı serinlemiş hava, ufukta tombik tombik gri yağmur bulutları çok uzaklarda batan güneşin pembemsi kızıllığı, bulutların arasından göğün maviliği ve üşüten rüzgar. Balkondaki çiçeklerin rüzgarla gelen kokusu.

Şükürler olsun yaşadığım ana.

Bugünlerde küçük keyif kaçamakları ver her an aklımda. Haftalardır planladığım hamam ve masaj aktivitemi cumartesi sabahı erkenden gerçekleştirmek niyetim. Sonrasında rüzgar nereye eser ben nereye uçarım bilmiyorum.

Çarşamba, Haziran 03, 2009

Gölge Adam

Öylesine gidip gölgesini bırakan, bizim vazgeçemediğimiz, fiziksel olarak var olup da gölgeden farksız olan gölge adamlarla yaşıyoruz hayatlarımızı.

Var oldukları parçamızı da gölgeye çevirdikleri.

Güneşimizle gölgelerini beslediğimiz

Sessiz, dilsiz, kavgasız, gürültüsüz

Gölgesine daha sıkı sarılıp bırakmadığımız

Karabasan gibi çığlık atıp kurtulmak için debelendiğimiz ama kurtulamadığımız

Salı, Haziran 02, 2009

Kural 31


Lodos olacak demişlerdi bugün. Akşam saatlerinde rüzgar başladı lodos mu di'il mi bilmiyorum ama başım ağrıyor. Yazmak istiyorum diğer yanımsa yatmak bir diğer yanımda kitap okumak. Hangisinin istediğini yapıcam???

Ders çalışırken AŞK'a başlamıştım. Yatmadan önce yarım saat falan okuyordum çok iyi geliyordu. Sınav bitti ama ben kitabı elime alamadım.

Hande AŞK'ı okumaya başladığında gelip bana anlatmıştı ne kadar etkilendiğini. Kitabı göstermek için getirdiğinde benim için bir sayfa açmıştı, bakalım hangi kural çıkacak diye.

31. kural. Ve ben en son bu kuralda kalmışım.

"Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...
Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar"

Küçük Defter

Çantamda mümkün olduğunca küçük bir defter taşırım. Ruhumdan bir şeyler geçerken, kelimeler birbiri ardına güzelce dizilirken unutmamak için not ederim.

Bugün de her zamankinden farklı alacak verecek hesaplarımı tuttuğum maddi yönü kuvvetli harflerden çok rakamların olduğu bir defterim vardı çantamda.

Yazmak için son sayfalarına gittiğimde, daha önceden yazılmış olduğunu gördüm, ne zaman ve ne koşullarda yazıldığını hatırlamadığım. Ama tahminen 2 yıl öncesine ait.

"Olmuştur, olabilir.
Sevdin, sevmiştin.
Birlikte aynı şeyleri düşünmüş, aynı şeye gülmüş, aynı şeye ağlamıştık.
Aynı rengi sevmiş, aynı şarkıdan nefret etmiştik.
Aynı hayalin parçalarını tamamlamıştık.
Aynı tatlıyı paylaşmış, birbirimizin yemeğinden tatmıştık.
Aynı güneşli yeşil yolda birlikte yaşayacağımız, yaşlanacağımız evimize yürüdüğümüzü sanıyordum;
Ta ki bir sene öncesine kadar...
Ben o yolda yalnız yürüdüğümü ne yazık ki o gün farkettim.

Bir yıldır o yoldan geri dönmeye çalışıyorum.
Ama iki ileri bir geri.
Bir koşuda o yoldan geri dönmek gerekirken
Ben yapamadım, dönemedim.
Şimdi o yoldan çıkmak için başka bir ip buldum kendime
"