Cumartesi, Ekim 24, 2015

Taslaklarda Kalanlardan -1

Allah Allah...

Yazacak bi'şi bulamıyo musun sen?

Vardır da içinde seslendirme yapmıyosun, yine büyük harflerle susmayı seçiyosun...

Etrafında olup biterken her şey sen tamamen dışındaymışcasına bi parçası di'il de o sırada tesadüfen ordan geçiyormuş gibi yapıyosun.

Taslaklarda buldum, 6 Şubat 2013'de yazmışım yayınlamamışım, hadi yayınlayalım :)

Hatırlamak

Ne kadar eskiyi hatırlayabilir insan?

Ben en erken neyi hatırlıyorum hayatımdaki?

Kardeşimin doğduğu haberini alışımız...

19 haziran 1980...

Karanlık bir akşamdı, erkek kardeşimizin doğduğunu kuzenimin söylediğini, hatta erkek oldu sizi dövecek dediğini hatırlıyorum...

Ya da çocukluk hatıralarımla kendi kendime oluşturduğum bir kurgu bu...

Kardeşimin akşam ezanı saatinde doğduğu gerçeği, o doğuma gittiğinde ananemlerde ve onun alt katında oturan teyzemde kaldığımız gerçekleri hatıralarımı doğruluyor.

Ve sadece 2,5 yaşındaydım...

Sonra başka bir hatıram var...

Bir sonbahar günü, aynı bahçe içinde ki diğer binada oturan teyzeme gidiyoruz. Annemin kucağında bebek kardeşim var. Sokak kapısından girdiğimizde soba külünün döküldüğü kutunun içten içe yandığını hatırlıyorum. Ve o sırada dışarıdan gelen büyük bir gürültüyle korktuğumuzu...

Fener Sancaktar yokuşunun başlangıcında, bahçe duvarının hemen dışında yolun karşısında yüksek bir bahçeyi taşıyan taş duvarın önünde kayık yapanların üzerine akan taşın ve toprağın sesiymiş o duyduğumuz...

Taş ve toprak yığını altından sağ çıkan olmadı sanırım :(

O zamanlar tüm mahalle birbirini tanırdı. Çok katlı binalarda hep aynı ailenin üyeleri otururdu. Ananemlerin yan binasında tüm mahallenin Ece diye seslendiği ama asıl adının Safiye olduğu bir teyzenin kocasıydı orada hayatını kaybeden...

Haftalar sürmüştü yola akan taşın toprağın kaldırılması, oraya yeniden duvar örülmesi...

O duvarın üstüne şimdilerde bir kondu var




Çarşamba, Ekim 21, 2015

Bayburt'ta Başka Bir Dünya - Baksı Müzesi

Baksı Müzesi, 2014 Avrupa Konseyi müze ödülünü aldığında gazete ve dergilere haber oluşundan ben de haberdar oldum varlığından... 

Sonrasında instagramda takip etttiğim kişilerin paylaşımlarından...
Etkilendim...
Görülesi bir yer olduğu kesindi. İstanbul’da pek çok sergi ve sanatın kalbinde doğru dürüst birine bile gidemezken Bayburt’a gitmek hayal ötesiydi.
Ama bazı anlar vardır ki çok üstünde durmadan olsun diye ısrar etmediğiniz ama gerçekten istediğiniz şeyler öyle kolayca sizin olur ki...
Şaşar kalırsınız, şükredersiniz sadece ilahi düzene...
Sacred 7 turun ilk defa düzenlediği Baksı Müzesi ve Rize yaylalarını kapsayan Erzurum’dan Trabzon’a Bir Derin Nefes programı beni de çekti içine...
Ve 16 Ekim sabaha karşı Erzurum’a giden uçakta buluverdim kendimi...

Baksı öyle kolay ulaşılası bir yer değil. (kırmızı daire içinde) Erzurum’dan Bayburt merkezine ulaştıktan sonra 45 dakika daha köy yollarında Baksı Müzesi ve İspir tabelalarını takip ederek uçsuz bucaksız coğrafyada yol aldıktan sonra bir tepenin üstünde kurulu, yer aldığı coğrafyada uzaylıların yaşadığını düşünebileceğiniz kadar farklı mimarisiyle karşınıza çıkıyor.

Gün doğarken ana müze binası
Kendi nefes alışınızdan başka hiç bir sesin olmadığı -öten kuşları ve mutfak bölümünün önündeki terasta rüzgarla sallanan çanın sesi dışında-


Müzenin kurucusu, bir hayali-rüyayı gerçek kılan Hüsamettin Koçan hoca...

Bu köyde doğmuş, gurbete giden babasının yolunu beklemiş, aba'sına bir ev yapma sözünü artık o yaşayamayacak göremiyecek de olsa yerine getirmiş hayırlı bir evlat, vatansever, doğduğu topraklara varını yoğunu veren biri.

Gerçek bir sanatçı...

Gözlerinde dahilikle, deliliğin pırıltıları dolaşan 69 yaşında genç bir adam...

Hüsamettin Koçan kendi eserleri önünde

Deli... Çünkü böyle bir hayali gerçeği dönüştürmek akıllı birinin yapabileceği, karşısına çıkan imkansızlıklardan pes etmeyerek durmadan devam edebileceği bir iş değil.

Dahi... Çünkü kimsenin bir araya getirmeyi düşünemeyeceği muhteşem bir karışımla bambaşka bir dünya yaratmış.

Bu ülkenin Hüsamettin Hoca gibi insanlara o kadar çok ihtiyacı var ki aslında...

Baksi'yi yaratıcısıyla dolaşmak, her bir eserin nerden nasıl geldiğini, hikayesini ondan dinlemek müthiş bir deneyimdi.

Yani müze ayrı, Hüsamettin hoca ayrı, bulunduğunuz coğrafya ayrı etkiliyor sizi.

Çoruh Nehri ayaklarınızın altında kıvrıla kıvrıla akarken, karşınızda dumanlı dağlar...

Gece olunca çıkan sonsuz yıldızlar, mevsim sonbahar olmasa gece çökünce soğuk kendini hissettirmese bütün geceyi yıldızları izleyerek geçirebilirdim.

sabah 6:30'da Baksı'da doğan gün...

Müzenin "ON" sergisini görmek nasipti bize... Kuratörü Marcus Graf'a teşekkürler

Gelenekselle modernin müthiş bir uyumla bir araya geldiği bu yer, insana aslında ben nerdeyim ne yapıyorum, rakamlardan hedeflerden, birbirinin aynı tekrarlayan günlerden hayata, sanata, tutkuya, inanca dair neler kaçırdığını sorgulatan...


Dünyanın dışında başka bir gezegende küçük prens gibi hissediyorsun kendini...

Sanatı seven ama öyle sergi, etkinlik, bienal gezen biri olmadığım için bu kadar çok etkilendim belki de... 

Depo Müze'de sergilenen "Kadınlık Halleri" eseri
Belki de mekanın, coğrafyanın farklı enerjisi... 

Belki de ruhu, misyonu, taşıdığı yüce değerleri...



Hoca'nin müze maketi üzerinde mekanları anlatırken, "aba'm için -anneye aba denirmis yörede- yaptığımm ev. Göremedi ama hemen karşı tepede yattığı mezarından görüyordur" sözleri...

Ruhu, gördükleri karşısında karmakarışık olan biri için öldürücü darbeydi. 

Dağıldım...

Hatırladıkça, halen dağılıyorum...

Müzeyi, konferans salonunu, kütüphaneyi, müze depoyu gezdik...

Her bir eserin hikayesini tek tek anlattı, kendi deyimiyle ne kadar parası olduğunu bilmeyen ama satın aldığı her bir parçanın fiyatını çok net hatırlayan çok özel bir insan Hüsamettin Koçan...

Aynı zamanda karısına, Oya Koçan'a aşık... 

Müze dediğime bakmayın, dört duvar bir bina içerisindeki eserler değil kastettiğim çok daha geniş. Soluduğum hava, karşıda sıralanan dağlar, aşağıda akan Çoruh Nehri, konuk evi binaları, gurbete bakan çocuklar, bastığım toprak...

Atölyeler...

Kök boyaların hazırlanıp ipliklerin  boyandığı, tezgahta kumaşların kilimlerin dokunduğu...

Çocukların yaratıcı çalışmaları...

Ve hocanın çalışma atölyesi...

Aslında Baksı'yı anlatmanın bir yolu gerçekten var mı bilmiyorum. 

Anlatılmaz yaşanır klişe bir cümle gibi gelse de, Baksı'nın tam karşılığı bu...

Ancak yaşarsanız gerçekten ne kaçırdığınızı anlayabilirsiniz.

Uzun lafın kısası, bu Baksı adamı umutlandırır, gururlandırır, duygulandırır, ağlatır, aşık eder, hayatını sorgulatır, yaşama sevinci verir... 

Ve o makasla yüreğinizi ortadan ikiye böler bir parçasını orada bırakır gidersiniz...