Cuma, Aralık 30, 2005

Yeni Yıl Dilekleri

Yüzlerce yeni yıl mesajı geliyor. Ne kadar çok sevenimiz varmış :))

Hepsi birbirine benzese de güzel temennileri bir kez daha duymaktan şikayetçi değilim. Ama bu seneki en farklı ve esprili mesajı paylaşmak istedim.

Yeni yılın
Kellere saç,
Hastasına maç,
Züğürde para,
Sıvacıya mala,
İşsize iş,
Dişsize diş,
Olmayana çocuk,
Üşüyene gocuk,
Rakıya buz,
Yemeğe tuz,
Nazar deymişe hoca,
Evde kalmışa koca,
Dırdırcıya akıl,
Onu çekene sabır vermesini dilerim.

Herşey gönlünüzce olsun.
Mutlu yıllar :)
(Teşekkürler Aysun)

Çarşamba, Aralık 28, 2005

Koza

Ferrarisini Satan Bilge'yi okumadım. Ama Ferrari alan bir bilge tanıyorum. Gazetelerde okuduğum kadarıyla yeni bir kitabı çıkmış. O da kelebek ve kozayla ilgili. Kısa tanıtım yazısını okudum. Kozasında hapsolanları yeni bir hayata başlaması yönünde motive edecek bir kitap gibi geldi.



Bilmiyorum ama ben kitabı almayı düşünmüyorum; çünkü kitapta (tahminimce) anlatılanları gözümle gördüğüm ruhumla hissettiğim için ben size gerçek kozaların, ipekböceklerinin ve yeni bir hayata ipek olarak devam etmelerini göstermek istedim. (Tamam ipek olan içindeki değil koza ama onlar ayrılmaz bir bütün)

Kozalar sıcak suyu atılıp, bildiğimiz ottan yapılma süpürgenin küçüğüyle karıştırılarakuçların meydana çıkması sağlanıyor. Ortaya çıkan zayıf teller çalışmakta olan basit bir makinenin uçlarına takılarak bir kaç kozadan gelen uçların birleştirilip ipek iplik olması sağlanıyor.


Koza ve içindekinin yaşamı pek çok olaya temel oluşturabilir bence. Çünkü o kozanın içindekilerden kimisi kelebek oluyor bir günlük ömrüyle ve renkli kanatlarıyla ilham veriyor, kimisi de kozadan çıkmadan kozaları ipek olup bir ömür yaşamını sürdüyor. Ama farklı bir boyutta.

Ne bir günlük kelebeğin ömrü, ne de yüzyıllarca sürecek bir ipek

Perşembe, Aralık 22, 2005

2005 Özet Bilançosu :)


Masamdaki aylık takvimin son yaprağındayım, bir takvimi daha bitirmek üzere olduğuma göre hala yaşıyorum demektir.

31 Aralık gecesi neşeli, umut dolu bir karikatür tiplemesi;

“biliyorum yeni yılda çok iyi şeyler olacak; daha mutlu olucam, kilo vericem, hayatımın aşkını - mutluluğu bulucam vs. vs.”

diyerek yatağında günlüğünü yazıyor yılın son saatlerinde. Bir sonraki karede ise daha önceki yıllarda yazdıklarını okuyor. Aynı cümleler, aynı beklentiler ve hayatında hiç bir şey değişmemiş. En son karede de avazı çıktığı kadar bağırarak ağlıyor.

Yeni yıl için hep dilekler, ümitler, beklentiler, hayaller konur sepetimize; geceyarısı balkabağına dönüşen araba misali hayatımızdaki her şeye sihirli değnek dokunup kendi masalımız başlayacakmış gibi.

O karikatürden sonra farkettim ki; ben de pek farklı değilmişim ondan.

Bir de yeni yıla nasıl girersen öyle gider hurafesi vardır. Dünyanın büyük çoğunluğu kutlamalarla, eğlencelerle mutluluk içinde girse de yeni yıla; neden savaş ve kavgalar mutlu günlerden daha çok takvim yapraklarında?

Bütün bu sorulardan, beklentilerden vazgeçip, yaşamaya karar verdim ben. Gelecek yılla değil geçmiş yılla hesabımı kapatmaya bakıyorum. Ben bitirmek üzere olduğum yıldan kendi adıma razıyım.

Güzel şeyler oldu, mutsuz edenleriyse hatırlamaya ve anmaya gerek bile yok.

Uzun süredir istediğim terfiyi aldım; çok sevdiğim bir arkadaşımın ikiz bebeklerini Allah kısmet ederse yeni yılda kucaklıycaz, yıllardır görmek istediğim Kapadokya’yı gördüm, arkadaşlarım evlendi, yazdıklarımı paylaşabileceğim bir blogum oldu, daha çok kitap okuyup, daha çok güldüm. Daha çok özledim. Daha hızlı çarptı kalbim, daha çok sevdim. Gülün ömrü kadar sevenleri tanıdım. Belki daha çok kırıldım ama iyi kötü herşeyin beni biraz daha ben yaptığını gerçekten hissettim içimde. Ve her güzel anı; yaşarken yaşamın farkında olup şükredebilecek kadar bilerek yaşadım.

Ben 2005’i sevdim, darısı 2006’nın başına...

Cuma, Aralık 16, 2005

Kedi

Beni tanıyanlar bilir, hayvanları çok sevmeme ve evimizde bir papağan olmasına rağmen onlarla yakın temastan korkuyorum. Geçmişte yaşadığım –hatırladığım kadarıyla- kötü bir tecrübem olmasa da dokunamam, yaklaşamam, yaklaştıramam. Uzakta durmayı tercih ederim. Dışarı bir yerlere yemeğe gittiğimizde sevgili Yavuz’un ısrarla ayaklarımızın dibinde dolaşan kedilerle verdiği mücadele benim için takdire değerdir. Zaten en son açık havada yediğimiz yemekte benim ayaklarım yerde değil, geniş koltuğun üstündeydi.

Her sabah evin bahçesinde ısınmak için birbirine sokulmuş, ağacın dibine kıvrılmış uyuyan kedileri gördükçe içim gidiyor. Dün sabah ta işyerine doğru yürürken yolun kenarındaki bir kedi önünden geçen diğer insanları umursamazken; bana dikkatle bakmaya başladı. Duvara sürtünüp boynunu bükerek sevilmek istediğini belli ediyordu. “Ama ben senden korkuyorum” diye fısıldadım ve yoluma devam ettim. Aklım onda merdivenleri çıkarken, dönüp bi’daha bakmaktan kendimi alamadım, onun da benden son bir işaret bekleyen bakışlarıyla karşılaştım. Ve basamakları ikişer üçer atlayarak yanıma geldi. Üstelik bir gözü de kördü.

Nasıl üzüldüm...

Onu okşayabilecek kadar cesur olmadığım, bir kedi bile olsa onu hayal kırıklığına uğrattığım için.



Bu fotoğraf üye olduğum bir mail grubundan geldi. Fotoğrafta ilk dikkatimi çeken yan taraftaki sarı küçük kedinin ifadesi. Masum bir çocuk gibi; seyrettiği şeyin onu çok mutlu ettiği kesin. Gri kedi evin haşarı, suç makinesi yaramazı. Belli ki küçük diye bizim sarı kediyi biraz korkutmuş ama iyi kalpli köpek gri kediyi cezalandırıyor. Gri kedi de içinden “yine yakalandık” diyor.

Perşembe, Aralık 15, 2005

Kapadokya Fotoğrafları I

















Üstteki resim Paşabağları'ndaki Saint Simon Şapeli yanında yer alan kayaevin tavanındaki çatlaktan görünen bir peri bacası. Cep telefonumla çekmeme rağmen, oldukça iyi göründüğünü düşünüyorum. Kapadokya'yı tek bir fotoğrafla göster deseler; sanırım bunu kullanırdım.



Yine Paşabağları...


Çocukluğumdan beri bir yerlere tırmanmaya, herkesin yapmadığı yada yapmaya üşendiği şeyleri yapmaya bayılırım. Sırf arka yamaçtan nereleri görünüyor diye yüksek bir tepeye tırmanmak, manzarayı daha iyi görmek için ağacın tepesine çıkmak gibi.

Kapadokya gibi bir yerde de benim gibi yaramaz bir tipin çıkacağı yüzlerce yükselti, gireceği binlerce delik varken nasıl uslu durdum bilinmez. Derinkuyu... dehlizlerden oluşan kimi yerde yüksekliği 50 cm'i aşmayan tek kişilik koridorlardan oluşan bir yeraltı şehrini gezmenin de beni nasıl mutlu ettiğini varın siz tahmin edin artık.



Yine de yazımdaki ilk resimde bahsettiğim kaya evin pencere-balkon misali bölümüne çıkmak için ancak şişman olmayan birisinin geçebileceği yaklaşık 2-2,5 metre yüksekte bulunan bir çatlaktan geçerek eğlendim..

Çarşamba, Aralık 14, 2005

Ihlara Vadisi


Dünyada şimdiye kadar huzurun gerçekten orada olduğuna inandığım iki yer gördüm. Biri daha önce de yazdığım Marmaris’te Turgut köyündeki şelale, diğeri de Ihlara Vadisi.

Yukarıdan bakıldığında derin bir yarık içinde akan bir çay ve orman. Vadiye inen dik merdivenlerinde sonunda sessizliği, büyük bir kayanın üzerinde adeta “hoş geldiniz” diyerek cıvıldayan iki minik kuş, üzerinden ahşap bir köprünün geçtiği Melendiz Çayı’nın sesi, görüntüsü ve vadinin kendine has gizemi bana böyle düşündüren.

Yarı şaka yarı ciddi, dünyada üç ses için vazgeçilmez derler. –Kadın sesi, para sesi, su sesi-

Ben anladım ki benim huzurumun içinde doğanın su sesi olmalı.

Melendiz çayı boyunca yürüyüp köprülerden geçerek vadideki birkaç kiliseyi görmek; yüzyıllar önceki yaşamın izlerini hissetmek yorumsuz sadece yaşamak.

Pazartesi, Aralık 12, 2005

Kapadokya

Masal ülkesinde birkaç güzel gün geçirip, gerçek hayata geri döndüm…

Kapadokya için söylenen abartılı olduğunu düşündüğünüz ne varsa doğru, hepsine hatta daha fazlasına inanmanızı öneririm.

Bazen Allah’ın bizi ödüllendirdiğini düşünürüm. Her şey umduğumuzdan kolay ve kendiliğinden iyi gelişir. Acilen bir yere yetişmek üzere arabaya bindiğinizde hemen hareket eder, trafik inanılmayacak derecede açıktır. Aradığınız şeyi girdiğiniz ilk dükkanda tahmin ettiğinizden daha ucuza bulursunuz.

Aralık ayı gibi takvimlerin resmen kışı gösterdiği, soğuk ve karı en çok hak eden ayda. Kapadokya turuna çıkarsanız güneş ve masmavi gökyüzü size eşlik ederse, hatta Güvercinlik Vadisi’nin panoramik manzarasında Erciyes dağının karlı zirvesini de size tüm heybetiyle gösterirse; bu bir ödül değil de nedir?

Kapadokya son dönemde kültür turizminin ilk sıralarında yer aldığından boş zamanına denk gelmek pek mümkün değil, değil di. Sanırım insanların yılbaşı ve bayram programlarına yoğunlaşması, dönemin hava koşullarının pek cazip olmaması nedeniyle şehirdeki tek grup bizdik. Sadece son gün Göreme’de Japon turist grupları ile karşılaştık. Yani Kapadokya’yı olması gerektiği gibi sakince huzurla keşfettik.

Yoğun ve yorucu program, pek çok yeri kısa sürede keşfetmemizi sağladı. Dediğim gibi sadece keşfettik; görüp hissedebilmek için kendi başına bir yolculuk gerek. Çünkü bu tür gezilerde sadece “kapıdan bakıp kaçıyorsun”.

3 gün boyunca 300’ün üzerinde resim çekmişiz.(Dijital fotoğraf makinesinin şarjının günün ikinci yarısına kadar zor dayanması nedeniyle, zaman zaman kendimizi sınırladık).

Seyahat süresince yazmaya pek zamanım olmadıysa da tüm yorgunluğuma rağmen gece otelde uyumadan önce; içimden geçenleri bir an önce yazma dürtüsü ile küçük notlar yazdım.

Noktasına dokunmadan…

“İlginç bir coğrafya. Tüften oluşmuş yüksek tepeler öylesine pürüzsüz ki güneş ve bulutların gölgesiyle her seferinde bir başka görünüyor.”

“Peribacalarının oluşumu ve diğer kaya heykeller hakkında teknik açıklamalar mantıklı gibi görünse de; bunların doğaüstü güçlerin işi olduğuna inanmak çok daha kolay gelirdi bana. Kayaları bir hayvan ya da insan heykeline benzetmek için hayal gücünü kullanmaya gerek yok. Aksine onların bir kaya parçası olduğuna inanmak için hayal gücüne ihtiyaç var.”

“Otobüs yol alırken uçsuz bucaksız ovalar, tepeler ve gökyüzü…
İstanbul’da burnumuzun dibini bile göremeyecek kadar etrafımızı sarmış olan bina ve plazalardan o kadar farklı ki. En son ne zaman bu kadar uçsuz bucaksız görebilmiştim?”

“Sabahın ilk saatlerinde sadece siluetini belli belirsiz gösteren Hasan dağı, sisin azalmasıyla karlı tepelerini kendinden emin, tek başına sergiliyor. Görüntüyü hafızama kazımak için farklı bir yöntem var mı diye düşünüyorum; huzur aradığımda hatırlamak üzere.
Hiçbir fotoğraf makinesi, hiçbir kamera, hiçbir ressam, hiçbir resim; göz ve beyin muhteşem uyumunda algılayamıyor ne yazık ki.”

“Her an her saniye etrafımdaki yeni bir şeyi görmek ve daha sonra hatırlamak için kaydetmek gözlerim ve beynimi deli gibi çalıştırıyor. Ve sonunda gece yarısı otele dönerken isyan edercesine ağrımaya başlayan gözlerimi ellerimle sımsıkı kapatıyorum. Diğer yandan da ışıklar altında hangi muhteşem görüntüleri kaçırdığımın endişesini taşıyorum”

Onun için ki bakmak, görmek, hissetmek ve hatırlamak insana verilmiş en büyük meziyetler.

Çarşamba, Aralık 07, 2005

Toksinlerden Arınma

Son dönemlerde sağlıklı yaşam için toksinlerden arınma programlarıyla karşılaşıyoruz her yerde. Özel merkezler, gazete köşelerinde yazarların öneri programları; yaz detoksu, kış detoksu vs. vs.

Son dönemlerde okuduğum bir yazı da sindirim sisteminde özellikle bağırsaklarda toksinlerin su borusundaki kireç gibi bir tabaka oluşturduğunu ve bunların zarar veren yapılar olduğu benzetmesi ilgimi çekti. Yazının devamında bahsedilen yöntemle bu zararlı tortu tabakasının yok olacağı ve içimizin tertemiz olacağından bahsediliyordu.

Fiziksel toksinlerden arınma. Tamam.

Ya ruhumuzda biriken toksinler...

Onları temizlemek için bir formül bilen var mı?

Her zaman için somut engeller ya da sorunlar kolayça tespit edilip, çözüme kavuşturulabiliniyor. Gel gör ki soyut olan, tam olarak tanımlanamayanı tespit etmek te ortadan kaldırmak ta o kadar basit olmuyor.

Bir kaç gün önce bilinçsizce başladığım bir hareket; belki de bunun da bir yolu olabilir diye düşünmeme neden oldu.

Okul yıllarımdan beri ders notlarım olsun, o dönemde ilgilendiğim pazarlama, halkla ilişkiler yönetim gibi konularla ilgili pek çok gazete küpürü olsun, gerekli gereksiz bir sürü yazı ve materyal. Hepsini tek tek gözden geçirip atmaya başladım önümde kocaman bir kağıt yığını oluştu gün bittiğinde; dolapta da kocaman bir boşluk. Bu somuttu.

Sonra 28 yıllık hayatımda (2 ay sonra 29) bu yazılar küpürler gibi şimdi geçerliliği kalmamış; birbirini tekrarlayan pek çok şeyi içimde biriktirdiğimi farkettim. -Her ne kadar bugünkü beni ben yapanlar bunlarsa da, geleceğe daha cesaretle devam etmek için geçmişin gereksiz yüklerinden kurtulmak gerek-

Henüz tam olarak nasıl yapacağımı bilmesem de; yarın çıkacağım bir kaç günlük Kapadokya seyahatimin katkısı olacağını düşünüyorum.

Pazartesi, Aralık 05, 2005

Yazar(mı)Sın


Yazar(mı)sın

Keşke benim de sözcüklerim kitapçı raflarında olsun diye düşündünüz mü hiç?

Son günlerde kitapçı raflarında bir kitap var. "Düşünmekle yazmak arasındaki uzaklığın yalnızca bir kalem mesafesinde olduğunu fark edebilen herkese"

İçi boş sayfalardan oluşan kitap el yazısı ile yazar tarafından doldurulmayı bekliyor. Kitabın adı, yazarın adı ve kitabın arka kapak yazısını da yazdıktan sonra kargoyla yayıncı şirkete gönderiyorsunuz. Ve artık sizin de bir kitabınız var. Üstelik değerlendirme sonucunda birinci olursa; kitapçı raflarında da yerini alacak.

Oldukça farklı bir düşünce ile yola çıkılmış ve her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülüp planlanmış. Yani kitabınız basılsa da basılmasa da ilk yazarlık sözleşmenizi imzalıyorsunuz.

Boş sayfaların arasında küçük notlar var.

"Acaba yazdıklarım nasıl oluyor?" diye düşünüyorsun bazen. Düşünme! Yoksa başkalarının yazdıklarına benzer yazdıkların. Sen sadece kalemle yüreğini birleştir ve seyret olanları

***

"Sen hiç avazın çıktığı kadar bağırdın mı? Ya da avazın çıktığı kadar bağırdığında seni en çok kaç kişi duydu? Şimdi lütfen kaleminin ucuna yaklaş ve dinle!

İyice yaklaş...

Kalemin sesi bu, hiç bir çığlığa benzemez. Ve bu sesin yankıları binlerce yıl sonra ulaşır sizin oralara. Hazırlıklı ol"

***

Aklından geçenleri buraya dökerken başkalarının görme ihtimalini düşünme. Bu, bu satırlara dökülenlere kaygı bulaştırır. Sadece kendine yaz.