Cumartesi öğle saatlerinde İstanbul'dan Edirne'ye doğru yola çıktığımızda yol boyunca geniş düzlükler, yol kenarlarında açmış çiçeklerin arasında kıpkırmızı gelincikleri seyretmek 3 saatin göz açıp kapayıncaya kadar geçmesini sağladı. Tabi grubumuzun en şen şakrak üyesi Elif'i de unutmamak lazım.
Edirne'ye vardığımızdaysa İstanbul'un aksine kapalı ve bunaltıcı bir havayla karşılaştık; ya akşam da yağmur yağarsa endişesiyle düğün-kına gecesi hazırlıkları üstü kapalı mekana taşınmıştı.
Gezi amacıyla gitmediğimiz için Edirne'nin tarihi ve turistik dokusunu sadece geçerken arabadan görebildim. Ancak Edirne'nin içine giden dümdüz yolda karşıda tüm görkemiyle duran Selimiye Camisi insanı gerçekten büyülüyor. Öylesine milimetrik inşa edilmiş ki caminin minareleri; sadece 2 tane minaresi olduğuna dair iddiaya girseniz kaybetmezsiniz. Yaklaştığınızdaysa tüm minareleriyle karşınızda. Bir de kapısında Eski Cami yazan Selimiye'ye çok yakın başka bir cami dikkatimi çekti. Dış cephesinde 1,5-2 metre uzunluğunda siyah renkte arapça harflerle Allah - Muhammet yazıyordu. Sanki dev bir el kusursuzca yazmış gibiydi.
Şehrin kavşak noktalarındaki heykel-çeşme-havuz adına her ne derseniz eserler dikkatimi çekti. Birinde güreş tutan pehlivanlar ve üzerinde durdukları kaidenin yanından akan sular, kocaman bir top ve her noktasından tanecikler şeklinde fışkıran sular ve en hoşuma giden küçük değirmen arklarından oluşan diğer bir heykel.
Yöresel lezzetler için patent başvurusunda bulunulan Edirne'nin meşhur tava ciğerini gördüm. Gördüm diyorum çünkü ben ağzıma sakatat hayatta koymadığım için herkes ciğer yerken, başka bir şey yemeyi tercih ettim. Kusura bakmayın tava ciğeri hakkında yorum yapamıycam ama gördüğüm kadarıyla küp küp değil, dönerin biraz daha kalını gibi kesilip, muhtemelen un olduğunu sandığım bir şeye bulanıp bol yağda kızartılıyor. Yani çok zararlı.
Bir de Edirne'nin gerçek meyve görüntüsündeki sabunları meşhurmuş. Neyse ki ışık hızında koşup onları alabilmeyi başardık ve diğerlerine yetişebildik. Benzerlerini İstanbul'da da görmüşsünüzdür ama hiç biri Edirne'den alınanlar gibi olmuyor. Çünkü hem görüntü olarak gerçek meyveden ayırd etmek zor hem de koku olarak gerçeğine çok yakın ve çok uzun süre kokusunu kaybetmiyor.
Edirne'nin içinin aksine şehir dışı sayılan Meriç nehri kıyısı yeşil bir cennet gibi. Meriç nehri üzerinden geçişi sağlayan taş köprü, ağaçlar ve dinlendiren yeşil huzur birbirini tamamlıyor.
Gün batarken ki manzaraysa başlı başına farklı bir hikaye.
Ancak uyarmam gereken bir konu var ki; özellikle benim gibi sivrisineklerin sevdiği biriyseniz tüm koruma önlemlerinizi alın çünkü buradaki sinekler doğrudan üzerinize pike yapıyor.
Kına gecesi-düğünden yorumları resimler geldikçe yazmayı düşünüyorum ki daha anlamlı olsun.
2 yorum:
Selam Yoncacım, Edirne çkartmamızı çok iyi anlatmışsın.Verdiğin detaylar harika bence,anlattığın herşey gözümün önüne tek tek geldi.. Fırsat bulsak da bi kere de daha geniş bi zamanda gezmeye gitsek..
Düğün için ısınma turlarına Edirne'de başladık önümüzdeki hafta da İstanbul'da devam edicez inşallah.. Bi de bu arada isterseniz haftasonu olan düğüne de otobüs tutup gidelim, sizin için şakşukayı zevkle söylerim :)Görüşmek üzereee..
You have an outstanding good and well structured site. I enjoyed browsing through it » » »
Yorum Gönder