Çarşamba, Mayıs 30, 2007

Galata Konak Cafe


Manzara avcısı olarak dün akşam yeni bir mekanı keşfettim, arkadaşlarımla keşfettik. İlk bulan değilim elbette İstanbul Life dergisinden öğrenmiştim varlığını.

Aslında tatlılarıyla tanışıklığımız uzun yıllar öncesine dayanır. Valikonağı Caddesi'nde D&R'ın sırasında bir kaç basamakla inilen göz hizasının altındaki vitrininde her zaman baştan çıkarıcı pastalarıyla özel bir lezzet yeri olan Konak.

Galata'da bir binayı restore ederek Galata Konak Cafe adında hizmet verdiğini duyduğum günden beri gitmek için can atıyordum. İşte dün akşam kızlarla gittik, iyiki de gitmişiz.

Resimlere fazla yorum katmadan yayınlıyorum. Binanın içi çok güzel ve özenle dekore edilmiş. Özellikle lambalara ve duvardaki gravürlere bayıldım. Bina içindeki uzun yolculuktan sonra çatıda "işte İstanbul" diyorsunuz. Boğaz Köprüsü'nden başlayıp Eminönü'nü de kapsayan alabildiğine manzara. Fonda İncesaz, önüne baktığında -kafanızı kaldırmaya gerek yok- Galata Kulesi, çatılardaki martılar ve grimsi tüyleriyle yavruları.




Dün akşam çok güzel bir İstanbul masalı yaşadık. Size de tavsiye ederim.






Üstelik dün akşam ay dolunaya yaklaşıyordu.Mehtap seyretmek için de güzel bir mekan. Nasıl gideriz derseniz; Galata Kulesi'ni bulun. Sonra Beyoğlu Göz Hastanesi tabelalarını takip edin. Hastanenin önüne geldiğinizde bir bina ötesindeki yeşil bina.

Salı, Mayıs 29, 2007

Sabah Çikolatası

Sabah ofise gelip de masanızın üzerinde mor bir çikolata paketi görmek, ne olursa olsun insanı gülümsetiyor.

İşte bu sabah ben masamda böyle bir paket buldum. Kim olabilir diye düşündüğümde aklıma gelen ilk isim doğruydu.

Farklı tadları denemek konusundaki hevesimi bilen arkadaşım sınırlı sayıda üretilmiş orman meyveli Milka'yı masama bırakmış.

Teşekkürler Hande

Yaprak Dökümü

Çarşamba akşamları Avrupa Yakası'ndan fırsat buldukça reklam aralarında yada haftasonu tekrarlarında Yaprak Dökümü'nü izlemeye çalışıyorum.

Son yıllarda yapılan en başarılı ve gerçek dizi bana göre. Ne ağalar, ne silahlar ne de dehşet patlamalar var.

Bundan 60-70 yıl önce yazılan bir romanın günümüzle böyle örtüşmesi sadece şeklin değiştiği özde hayatın insanların hep aynı kaldığının göstergesi bana göre.

Reşat Nuri Güntekin'i rahmetle anmadan geçemeyeceğim böylesi bir romanı yazdığı için.

Artık ailede yaprak dökümü başladı. Yokuş aşağı freni boşalmış bir araba gibi; olanların önüne hiç kimse geçemiyor geçmeye çalışanı da ezip geçiyor.

Herkes sonunu bilse de hikayenin en çok izlenen dizi olması, rating savaşlarının top tüfek kullanmadan kan akıtmadan da kazanılacağını gösteriyor.

Tabi anlayana...

Pazartesi, Mayıs 28, 2007

Haliç'te Yine Şenlik Var

Kırmızı Kilise'nin önünden geçerken
Red Bull'un Haliç'te ilkini geçen yıl yaptığı Air Race cumartesi günü 12:00'de. Locadan yerim olmasına rağmen geçen sene şehir dışında olmam nedeniyle izleyememiş ve bu seneyi planlamıştım.

Gel gör ki bu sene de red edemeyeciğim bir teklifle haftasonunu Antalya'da geçiricem inşallah.

Konuk bir yorumcu ayarlayabilirsem, belki bu sayfalardan okuyabilirsiniz.

Aysun??????????????

İstanbul 2006'nın Fotoğrafları

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

Özlediğime... Dedeme

23 Mart sabahı internette dolaşırken gördüğüm kişisel bir web sayfası dedem için internet sitesi hazırlama fikrinin doğmasına neden oldu. Yayına başlama tarihi olarak da öldüğü gün olan 21 Mayıs'ın son derece anlamlı olacağını düşündüm. Ve o günden sonra hummalı bir çalışma başladı bende. Araştırdıkça, konuştukça, resimlere baktıkça dedemi daha çok yaşamaya hissetmeye başladım.

Kendi sitesi arifkaraduman.blogspot.com'da çok daha fazla detayı bulacaksınız ama benim duygularımı anlattığım yazının bir kısmını burda da paylaşmak istedim...

Her çocuk gibi şekeri çok severdim. Hacıbabamın cebinde de sürekli kaynana şekeri olduğundan annemden gizli ondan isterdim. İyi duymadığı için kulağına fısıldayabilmek için koltuğun kenarına çıkar, kapılara tırmanırdım. Ama her seferinde duymadığı için biraz daha yüksek sesle söyler ve anneme yakalanırdık.

Yan yana evlerde oturduğumuz için sıklıkla bize gelirdi. Bir şeyler okumak için bizde bıraktığı siyah kalın çerçeveli, bir camı çatlak, kırık sapı yerine ip bağlanmış eski gözlüğünü takmayı çok severdim. Çünkü onunla yere baktığımda düz yeri yokuş gibi görür ve yürümeye çalışırdım. Rivayet odur ki o gözlüğü takmaktan gözlerimi bozmuşum.

Hayatta hiç bir şeyden şikayet ettiğini, beğenmediğini görmedim. Makarnayı şekerle yemesini, çayı kaşık kaşık içmesini, her Milli Piyango çekilişinde mutlaka bileti olmasını, takvim yapraklarını büyük bir ciddiyetle okumasını, günü gelmemiş takvim yapraklarını açıp resimlerine bakıp yaprakların arasını kabartılmasından hoşlanmamasına, cebinden eksik olmayan kaynana şekerlerini, ellerini ovuşturup kuvvetle şaklatmasını, üzgünse of çekmesini, keyifliyse neşeli tekerlemeler söylemesini unutmadım.

Ve onu çok özledim.

Cuma, Mayıs 18, 2007

Dere Yatağında Akar

Hayatta bazen iki seçenek vardır karşında.

Konuşmak

yada

susmak.

Konuşmak bir yere götüremeyecekse, boşa konuşmaktansa susmayı tercih edersin. Hiç kimseye, kendine bile konuşmazsın.

Konuşmamak; unutmaktan yada yok saymaktan değil. Sadece tercihini susmaktan yana kullanmaktan.

Doğru bir seçim mi dersen?

Bazen kaşınan yaraları kaşımamak, önce savmasını beklemek lazım. Doğru hareketler, doğru sözler doğru zamanda yapıldıklarında söylendiklerinde doğru olurlar.

Nasıl ki yatağında akan dereyi başka yöne çevirmek zor; içinden geçeni de zorla tersine döndürmek yerine akıp akıp kendi kendine arınmasını beklemeli.

Gül Zamanı

galeri.istanbul.gov.tr/ celile yılmaz
Okumaktan çok keyif aldığım her günü bir yaprakta yaşayan takvimin 15 Mayıs tarihli yaprağında "Gül Mevsimi" yazıyordu.

Günlerdir bende de bir gül zamanı sözcüğüdür gidiyordu. Sitenin giriş kapısını boydan boya saran beyaz sarmaşık gül, evlerin bahçelerinde yol kenarlarında rengarenk açan güllerle gül cennetinde yaşar gibiyim.

Bir de hanımelleri.

Onlar da açmış. Durup koklamak, yaşamı hissetmek lazım.

Çarşamba, Mayıs 16, 2007

Az Kaldı

21 Mayıs hazırlıkları tamamlanmak üzere. Bütün günlerim ve gecelerim onunla geçtiği için dönüp de kendi siteme bir şey yazamıyorum.

Ne mi yapıyorum?

Çok sevdiğim dedem, hacıbabam için bir internet sitesi. Onun hayatını, ondan kalanları, onu hatırlatanların olacağı kişisel bir site.

Teyzelerimi, dayılarımı gezip eski resimleri topluyorum; onlarla konuşup şimdiye kadar hiç duymadığım şeyleri öğreniyorum. Gördüğüm, bulduğum her yeni şeyle inanılmaz heyecanlanıyorum, mutlu oluyorum.

Ama hala çok eksik var.

21 Mayıs'ta şimdiye kadar topladıklarımla yayında olacağım. Ama araştırmalarım devam edecek. Çanakkale ve Rize cephelerinden yeni resimler ve hikayelerle dönmeyi planlıyorum.

Şimdi bakarsanız bir şey yok ama adresi şimdiden veriyim.

http://arifkaraduman.blogspot.com

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

Akşam Kuşları

Bu yürek yerine sığmıyor. Çıkıp gitmek, kaçıp kurtulmak istiyor. Yaz akşam üstlerinde saklandıkları yerden havalanıp çığlık çığlığa bağırarak sağdan sola öbek öbek uçuşan kuşlar gibi...

Sadece uçan bir karaltı halinde küçük kuşlar, süratle uçan ve hep bana yaz akşamlarını hatırlatan çığlıkları.

Garip bir huzur, biraz hüzün, biraz akşamın yalnızlığı, çöken karanlık.

Ve karanlıkta bile uçup çığlık atabilmek.

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

Hıdrellez Böyle Geçti

Ahırkapı yine çok şenlikliydi. Daha kalabalık, daha organize ve daha güvenlikliydi. Ancak Sultanahmet'ten Ahırkapı'ya inen yollara yönlendirici bi şeyler -broşür, tabela, ilan- konulmaması sürekli olarak acaba doğru yolda mıyım diye düşündürüyor. Sahilden giderseniz kesinlikle bulmak daha kolay.
Dilek Duvarı

Sokakları dolaşıp; dilek duvarı ve nahıla dileklerimizi astıktan sonra Buzuki Orhan'la eğlendik. Bu sene havanın sıcak olması eğlenceyi daha da keyifli kıldı.

Nahıl

Buzuki Orhan ve eğlenen kalabalık

Geçen seneki dileklerimi sorarsanız olmadı -ama nahıl yanmıştı-. Bu sene yandığı yönünde bir haber yok görücez bakalım olacak mı?

Umut...

Hiç bitmez :)

Cuma, Mayıs 04, 2007

Ben FikriMühim'im

Evet ben bir FikriMühim'im. Ve ilk kampanyamın ürünü Dimes'in Ayva Nektarını bugün denedim ve arkadaşlarıma da denetiyorum.


Öncelikle FikriMühim kimdir?

FikriMühim, dinamik ve proaktif bir kişiliktir. Dünyada ve çevresinde nelerin olup bittiğine duyarlı, araştırmayı, öğrenmeyi seven, yaşamdan zevk almasını bilen ve fikir yürütmeye meraklı herkes bir FikriMühim’dir.Yetkin oldukları alanlarda fikirlerini insanlarla paylaşmayı ve onlara yardımcı olmayı severler. Aileleri, dostları ve çevrelerindeki insanlar, onların tavsiyelerine güvenir ve onlara sık sık danışır. FikriMühimler, mühim fikirleriyle insanları harekete geçirme konusunda oldukça başarılıdır.
FikriMühimler, internet, televizyon, radyo, gazete ve dergileri günübirlik takip ederek bilgilerini sürekli güncel tutarlar. Yeni bilgileri kendi eleştiri süzgeçlerinden geçirmeden kabul etmezler. Eleştirileri düzeyli ve akılcıdır. Beğendikleri ya da beğenmedikleri bir konuyu, sözlü ya da yazılı olarak insanlarla paylaşmaktan çekinmezler. (FikriMühim'in kendi tarifi)

Neden FikriMühim oldum?

FikriMühim Türkiye’nin ilk WOMM (Word of Mouth Marketing – Ağızdan Ağıza Pazarlama) hareketi. Öncelikle mesleğim olan pazarlama alanındaki böyle bir harekette olmak beni sevindiriyor. Yeniliklerden ilk haberdar olmak, ilk deneyen olmak ve düşüncelerimin üreticileri yönlendirebilecek olması cazip geldi. Ve yukarıdaki tanım da tıpkı ben olduğu için FikriMühim oldum.

İsteyen herkes FikriMühim olabilir benim gibi.

Gelelim ilk kampanyama :)

Öncelikle şunu belirtiyim FikfiMühim tarafsız olmayı gerektiriyor. Beğendiğine beğendim, beğenmediğine de beğenmedim demek olmazsa olmaz.

Ayva nektarını ilk kokladığımda canım ayva tatlısı istedi. İçtiğimde de ayvanın doyurucu tadı kaldı ağzımda. Ve ilk düşündüğüm şimdiye kadar güzel diye ısırıp lezzetsiz yemek zorunda kaldığım ayvaları üzüntüyle anmak oldu.

Yoğunluk açısından da başarılı. Ve en önemlisi ayvanın faydalarının bu ürünle çok daha yoğun olarak alınabilmesi

Ayva;
•İçerdiği yüksek lif oranı ile sindirim sistemini düzenlemeye yardımcı olur.
•Mide ve bağırsakların güçlenmesine fayda sağlar.
•Kanı temizlemeye yardım eder.
•Karaciğerin daha iyi çalışmasına destek olur.
•Bronşit ve öksürük tedavisinde etkin rol oynar.
•Strese karşı etkilidir.
•Çarpıntıyı dindirmeye yardımcı olur.

Hıdrellez 2007

Yarın Hıdrellez...

Ve yine Ahırkapı'da olmayı planlıyoruz. Sabaha karşı da balkondaki gülün dibinde.

Tüm dileklerinizin gerçekleşmesi dileğiyle.

Pazartesi, Nisan 30, 2007

21 gün kaldı

Çok güzel bir projeyle uğraşıyorum şu günlerde. Her gün elime başka bir resim, başka bir hatıra ulaşıyor. Cümleler kağıtta yan yana dizilmek için sabırsızlanıyor. Proje için verdiğim her çaba beni inanılmaz mutlu ediyor.

Şimdilik ne olduğunu söylemiyorum. 21 gün sonra hep birlikte göreceğiz, okuyacağız.

SON

Çok önce, o çok sevilen şiirin ilk kıtasını yazmıştım. Fakat o zaman ikinci kıtasını yazmaya ne gücüm, ne cesaretim ne de isteğim vardı.

Ve bugün* SON

Geçti, istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık neye yarar?


*Bugün: 30 Nisan. Yarın 1 Mayıs. Baharın ayı, taze başlangıçların zamanı

Çarşamba, Nisan 18, 2007

Damıtılmış Sözler - Gün

Bugünümüz saadetle geçmedikçe yarın diye bir şey yoktur. (Sophokles)

İyi günler de gelir geçer, kötü günler de. (Firdevsi)

İki günü bir olan ziyandadır. (Hz. Muhammed)

Kişi bugünü görmek gerek geçeni komak gerek. (Sinan Paşa)

Pazartesi, Nisan 16, 2007

Ben

Bana neden yazmadığımı sormayın.

Nedenini ben de yeni farkettim; şimdiye kadar onlarca bahane bulup kendimi kandırdığımı sanırken.

Hayatta başkalarını değil de, en çok en kolay kendimizi kandırabildiğimizi gördüm.

Bulduğum yazmama nedenimi tedavi etmek için zamana ihtiyacım var. Tedavi sonunda yazmaya başlar mıyım yoksa tamamen mi bırakırım bilmiyorum.

Zaman şüphesiz her şeyi unutturuyor. Kırgınlıkları, kızgınlıkları ama bir tek şeyi unutturmuyor.

Sevmeyi...

Zaten sevmekten de vazgeçtin mi bil ki yoksun artık.

Perşembe, Nisan 05, 2007

Sergi- "Bir Kul, Bir Resul"


Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında “Bir Kul, Bir Resul” adıyla Sultanahmet'te ki Türk İslam Eserleri müzesinde bir sergi açılmış. 1-15 Nisan tarihleri arasında 9:00-16:30 arasında görmenizi öneririm.

Sergide yer alan eserlerin önemli bir bölümünü müzelerde korunan ancak teşhir edilemeyen eserler oluşturuyor. Sergi için Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Konya Müzesi, İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü koleksiyonları, Süleymaniye Kütüphanesi ile İstanbul Hırka-i Şerif Camii Hizmet Vakfı’ndan seçilen 130 eser bir araya getirildi. Hz. Muhammed’in gömleği, sandaleti, sakal-ı şeriflerinin yanı sıra, Kur’an-ı Kerim’lerin 8.-19. yüzyıla ait örnekleri ve hat levhalarının yer alacağı sergide, bugüne kadar sergilenmemiş olan Hz. Muhammed’in hadislerinin Müslimi, Tahavi, Buhari ve Tırmizi’nin kaleme aldığı Hadis şerhlerinin 14.-15. yüzyıla ait örnekleri gün ışığına çıkacak.

Okuduğumda beni oldukça heyecanlandıran sergiye maalesef bu hafta sonu şehir dışında eğitimim olduğu için gidemiyeceğim. Tek şansım gelecek haftasonu, umarım bir aksilik çıkmaz.

Nerede okuduğumu tam olarak hatırlamıyorum ama bir ara müzelerin akşamları da açık olması ile ilgili bir proje vardı. Umarım yakında uygulamaya geçer

Salı, Nisan 03, 2007

Dolu(n)Ay

Dün gece çok güzel bir dolunay vardı, sanki sadece İstanbul'a doğan bütün gece onunla kalan. Her adımda bulunduğu yerle farklı bir anlam kazanan, Taksim'de, Haliç'in üstünde, caminin minareleri arasında...

En güzel dolunay Lebiderya'da, Zeyrekhane'de.

Doğduğun yaşadığın şehri bir de aşkla yaşayınca; her penceresi, her adımı, her dolunayı, her ışığı farklı bir anlam kazanıyor. Kaybedince de, yaşadığın şehir ve onun her şeyi, hiç bir şeyi unutturmuyor.


Çarşamba, Mart 28, 2007

Koşma

Okumuşsunuzdur pek çok yazarın kaleminden "yavaşlayın" ruhunuzla bedeniniz birlikte hareket etsin diye. Dünkü gazetede Osman Müftüoğlu yine bunu söylüyordu. "Yavaşlayın"

Yazıyı okurken kısa bir an düşünüp hızlı mıyım, nasıl yavaşlar insan diyorum; sonra yine koşmaya devam ediyorum.

Huzurun ve sessizliğin hakim olduğu bu dünyanın dışında bir yerde oturup kendimle kaldığım bir anda farkettim ki; bedenimin olduğu yerin ötesinde ruhum. Bedenim orda otururken kalkıp gittiğim zamanı yaşıyordu ruhum, ordan çıkınca taksiye bineceğim iş yerine gidicem.

Farkettim.

Durdum.

Ben hep böyleyim. O an yaptığımın hep bi sonraki adımında ruhum.

Nasıl değişir, nasıl yavaşlarım bilmiyorum ama farkettiğim anda ruhumu çektim eteğinden "gel otur yanıma gitme uzaklara" diye azarladım. O da yaramaz bir çocuk gibi sus pus olup dizimin dibine çömeldi. Yani, aslında o da çok mutlu değil önden önden gitmekten. Çünkü ilk önce o tosluyor duvarlara, yaralanıyor, bereleniyor, kanıyor dizleri.

Cuma, Mart 23, 2007

Fatih Müzikali

Bugün Ticketturk'te gördüm İstanbul'un Fethi müzikali başlıyormuş. Fatih'in ölüm yıldönümü 3 Mayıs'ta galası yapılacakmış.

Çok fazla detay bulamadım ama projede emeği geçen isimler, iyi bir şeyler seyredeceğimizin garantisi bana göre.

İlber Ortaylı, Mim Kemal Öke, Hikmet Barutçugil, Faruk Saraç, Turhan Oflazoğlu

Fatih Müzikali

Ve Kararlar Birer Kibritti

Daha önce de gelen ama bu sefer ekindeki yazıyla beni daha fazla etkileyen forward mesajlardan biri. (Teşekkürler Ayşen Abla)

***

Adamın biri bilge bir kral olmakla ün salmış kralın yanına gider. Krala şunu sorar:

-“Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?”

-Kral "Elbette" der. "Kaç bacağın var senin?"

-Adam soruya şaşırarak "İki efendim" der.

-Kral, "Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin?"

-"Elbette" diye cevap verir adam.

-Kral "O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver".

Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir.

-"Tamam" der kral "Şimdi de öteki bacağını kaldır."

-Adam şaşırır "Bu imkansız kralım" der.

-"Gördün mü?" der kral "

Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil.


Tiziano Terzani'nin Atlıkarıncada Bir Tur Daha adlı kitabında okuduğum bu küçük öykü yıllardır tartışılan özgürlük kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeme yol açtı.

Hayat gerçekten böyleydi. İlk kararı alıyordun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu. Hayat hata kabul etmiyordu. ilk kararın doğruysa işler yolunda gidiyordu ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyordu. Mesela mesleğini seçerken... Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkında olmaksızın bir meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyordun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun. Ama biliyordun ki; özgürlüğünü kullanmış ilk kararı vermiştin ve yeniden başlama cesaretin yoktu. Bazı insanlar vardı hayatta...Onlar ise her şeyi artlarında bırakıp yeniden başlayacak kadar cesurlardı. Ama sen onlardan biri olamıyordun. Bunca emek bunca çalışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atıveremiyordun. Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı. Hayat çok kısaydı ve mutsuz olduğun işlerle ! zaman öldürmek aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlıydı.

Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu. Yanlış bir karar aynı evde yaşayan iki düşman yaratabilirdi. Aşk zorunluluğa dönüşebilir ve hayatını cehenneme çevirebilirdi. İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün ama devamında senin kararına bağlı olmayan pek çok şey gerçekleşiyordu. Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti. Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak ateş, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu, yanlış yerde ateşlediğin vakit ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu.

Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi. Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekiyordu. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu. Çok daha önemli olan başka bir şey vardı. Kendini bilmek... Ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek zorundaydın. Ancak o zaman doğru kararlar veriyor ve mutlu bir hayata sahip oluyordun.

Ve kararlar birer kibritti... Ya kendini yakıyordun ya da ısıtıyordun...

Çarşamba, Mart 21, 2007

Mevsimlerden Bahar

Havalar ısınıyor, baharın çiçekleri çoktan açtı da yeşile bile bıraktı kimisi yerlerini. Ama neyseki benim çiçeklerim erguvanlar henüz açmadı.

İstanbul'un tadını çıkarmanın tam zamanı. İster Eminönü'den kalkan küçük motorlarla, ister boğaz hatları vapuruyla bir uçtan bir uca Boğaz'ı denizden seyredin.

Ya da Haldun Hürel'in İstanbul'u Geziyorum Gözlerim Açık kitabını (kitap demek haksızlık olur ansiklopedisini) elinize alıp kapatın gözlerinizi. Gözlerinizi açmadan sayfaların arasını parmaklarınızla aralayın neresi çıkarsa oraya gidin. Haldun Hürel rehberliğinde.

Ben kapattım gözlerimi, açtığımda kitabın yapraklarını "Anadolu Hisarı" çıktı.

Tamam tamam...

Hile yaptım. Gözlerimi de kapatmadım, gelişi güzel sayfaları da açmadım. O zaten vazgeçemediğim. Sevdiğim.

Tüm Bir Yaşam

Melih Kibar-Çiğdem Talu şarkılarına hayranlığımı yazılarımı okuyanlar bilir. Bir de Gülşen Bubikoğlu - Erol Evgin'in başrolünde oynadığı Renkli Dünyalar filmi.

Geçen yıl Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda Candan Erçetin, Erol Evgin, Nükhet Duru'yla Melih Kibar gecesine gidemediğim için ne kadar üzüldüğümü de.

Güzel bir rastlantı sonucu konserin DVD'sini almıştı ablam, keyifle izledik dinledik. Kısa bir süre önce de Erol Evgin'in Tüm Bir Yaşam adıyla çıkarttığı albüm çok sevdiğim şarkılarla buluşturdu beni.

Şu an yazarken de keyifle dinlediğim, bana yazma gücü veren bu güzel şarkılar. Nedendir bilmem en çok da Rüya.

"Sakın dokunmayın bana
Rahat bırakın
Sürüp gitsin bu rüya
Uyandırmayın"

Uyanmak istemediğimiz rüyalarımız, büyüsünden ayrılmak istemediğimiz masallarımız vardır. Rüyaların da masalların da gerçek olma ihtimali her zaman vardır bana göre. Ben hayallerimi de, gerçeklerimi de, masallarımı da, güneşi de, baharı da, yazı da seviyorum.

Yeter ki iste; yeter ki inan...

Cuma, Mart 16, 2007

Damıtılmış Sözler - Sevmek

Sevmek, bir başkasının hayatını yaşamaktır. (H. de Balzac)

İki kez sağızdır
Biri
Bizi
Severken (Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Seni, geceyi ve bulutları seviyorum. (Cahit Külebi)

Sevdi ve kendini buldu... Oysa bazı kişiler kendilerini kaybetmek için severler (Hermann Hesse)

Gönlümün aşk u vefadur şeref ü ünvanı
Sevenin ben kuluyum sevmeyenin sultanı (İbrahim Şinasi)

İnsanın başka işi yoksa sevmekte de bıkar. (Kemal Tahir)

Damıtılmış Sözler - Öksürük

Öksürük ile su, hatibin iki baş yardımcısıdır. (Rıfat Necdet Evrimer)

Aşk ve öksürük saklanamaz. (Ovidius Naso)

Öksürükte üç kavait vardürür
Biri ahha, biri ihhi, birisi öhhödürür. (Molla Ragıp Bey)

Sevgilim dinle, işte bad-ı hazan
Müteverrim misali öksürüyor
Hem de bir öksürük ki çok sürüyor. (Cenap Şehabettin)

İnatçı Lekeler, İnatçı Kokular; İnatçı Duygular

Öyle bir an gelir ki; şimdiye kadar varolduğuna inandığının aslında olmadığını fark edersin. Onca geçen yılda var zannettiklerinin, zannettiğinin olmadığını kabul etmek, yaşananları yaşanmamış, hissettiklerini hissedilmemiş sayabilmek bir anda...

Olmuyor.

Üzerine sinen ne yaparsan yap çıkaramadığın içine işlemiş sinsi bir koku, inatçı bir leke gibi her nefes alışında, bir şeylerin arkasından çıkıyorlar. Gitmiyor, unutulmuyor, hapsedilmiyor.

Duyguları, aşkları, ayrılıkları, sevmeyi bu kadar anlamlı kılan da aslında; inatçılıkları birazda.

Salı, Mart 13, 2007

Paşabahçe Canavarı

Zeki Alasya-Metin Akpınar'ın oynadığı çok güzel bir film vardı.

Mahallenin bıçkın abisi minibüs şöförü Metin Akpınar; biricik kızkardeşine gözü gibi bakar. Kapıda ve camda her daim ağzında ki kocaman sakızı çiğneyen ve mahallesinin abisini görünce yutmak zorunda kalan Perran Kutman filmin unutlmaz karakterlerindendir. Biraz üç kağıtçı; işsiz Zeki Alasya kızkardeşe aşık olur. Rahatça dışarıda görüşemediklerinden de damlardan atlayarak evin çatısında buluşurlar.

Damdan dama atlamalar sırasında ufak tefek kazalar, birilerinin kafasına düşen kiremitler mahalleleyi telaşa sürükler. Zeki Alasya yine bi numara çevirip ben biliyorum "Kasımpaşa Canavarı 0" der.

Konumuzun filmle hiç mi hiç alakası yok ama Paşabahçe canavarı diyince aklıma Kasımpaşa canavarı ve bu film geliyor. Şimdi kapalı havada evde oturup bu filmi seyretmek vardı...

Neyse biz Paşabahçe canavarına dönelim. Bu öyle damdan dama atlamıyor, sevdiğiyle damlarda buluşmuyor. Ama bilindik buluşma yerleri aksine Paşabahçe'de buluşup yemeğe oradan gidiyorlar. Sadece kendisi değil sevdikleri de genelde birer Paşabahçe canavarı oluyor. Ya doğuştan ya da sonradan onun sayesinde.

Cama tutkun. Her türlüsüne. Yeni çıkanları takip eden; mağazada dolaşırken kendinden geçen ve küçük bir şey de olsa asla boş çıkmayan.

Tehlikeli karışım olarak nitelendirilebilecek Aynur ablam ve ben Tepe'deki Paşabahçe'de kendimizden geçtik cumartesi günü.

Yeni cam tabaklar çıkmış. 3 renkte. yeşil, pembe, turkuaz. 3 renkten 3'er tane tam 39 parça yemek takımı yaptım keyifle. Üstelik fiyatları da çok uygun. Cam tutkunlarına şiddetle tavsiye ederim.

Paşabahçe canavarı benim :)sonra Aynur ablam sonra Yavuz

30 Yaş Pastası

1977 kışında dünyaya gelmesi beklenen iki bebek vardı Karaduman ailesinde. Mart'ta beklenen dayımın bebeğiydi. -şimdiki adıyla kuzenim Şeref- Diğeri de annemin bebeği ben. -şimdiki adıyla Yonca-.

Şeref'ten sonra ben doğacaktım. Ancak sabırsız ben 23 gün önce koştura koştura dünyaya gelmişim. Bu önceliğimi de her fırsatta -lafımı geçirmek için- "senden 23 gün büyüğüm" diye Şeref'in başına kakardım.

Cumartesi günü de 10 Martt'ta onun 30. yaşını kutladık hep birlikte.

Pastasını eşi Pelin son derece zevkli seçmişti. Benimki sıradan bir pasta olduğu için resmini çekme gereği duymadım ama bu güzel 30 yaş pastasını gösteriyim istedim.

Cuma, Mart 09, 2007

Yorumsuz

Yanlış anlamayın bakkal dükkanı değil sigarayı bırakan bir arkadaşımın çekmecesi.


Damıtılmış Sözler - Dost

Bugünün konusunu da DOST olarak seçtim. Allah eksikliklerini göstermesin.


Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas, ama her ilk tanıştığınla, hemen el sıkışıp dost olma. (Shakespeare)

Her zaman en çok eski dostlara güvenilir, tıpkı eski kılıçlara olduğu gibi. (John Webster)

Dost, rahatlık veren bir merhemdir. (Genceli Nizami)

Dost olanlar hep yüzine gülmeye
Her yüze güler kişi dost olmaya. (Zarifi - Ahmed Baba)

Dostunu hemen ölüverecekmiş gibi sev; düşmanını hiç ölmeyecekmiş gibi telakki et. (Cenap Şehabettin)

Gerçek dost, onu unutanı unutmayandır. (Assurbanipal Kütüphanesi Tableti'nden)

Kuşun yuvası, örümceğin ağı, insanın dostları vardır. (William Blake)

Lokman Hekim sarabilmez yaramı
Dost eli değmezse çare mi olur (Aşık Veli)

Perşembe, Mart 08, 2007

Saklanan

Etrafını çelikten bir zırh kaplıyor sanki; ormanın en güzel yerlerine artık kimse ulaşamasın diye kalın güçlü sarmaşıklar birbirine dolanıp yolları kapatıyor bir bir.

Arada bir duyulan müzik; görünen bir anlık önemsiz bir resim hafızadaki görüntüleri tutup kolundan ortaya doğru sürüklemeye çalışıyor. Çünkü onlar ortalığa eski yerlerine gelmedikçe zırh sımsıkı saracak, sarmaşıklar geçit vermeyecek, aşk ıssız şatonun en yüksek kulesinde kalmaya devam edecek.

Damıtılmış Sözler - AŞK

Yapı Kredi Yayınları'ndan güzel bir kitap aldım. Damıtılmış Sözler diye.

Yüzlerce konu başlığı altında çeşitli yazar ve düşünürlere ait sözler yer alıyor. Bir anlamda kaynak kitap.

Bundan sonra -mümkün olduğunca- hergün bir konu seçip; en çok hoşuma gidenleri paylaşacağım.


İçimden geçen ilk konu; AŞK


Aşk değişmeyince ölür. (Ahmet Haşim)

Aşk, boş adamın işi; meşgul adamın işsizliğidir. (George Lyttelton)

Bir katilin suçu bile; kendini saklanmak isteyen aşk kadar çabuk göstermez. (Shakespeare)

Aşk, aynı yöne birlikte bakabilmek ... (Saint Exupery)

Aşk bize sevgilinin verdiği değil; ruhumuzun yarattığı bir ihtiyaçtır. (Abdülhak Şinasi Hisar)

Aşk hiç bir zaman pişmanım dememektir. (Orhan Pamuk)

Karşılıklı aşk gibi mutluluk yoktur. (George Granville)

Aşkın gözlükleri öyle pembedir ki; bakırı altın, yokluğu varlık, gözdeki çapağı inci gibi gösterir. (Cervantes)

Salı, Mart 06, 2007

Evlilik

Evlilik olağanüstü bir kurumdur...

İki insana evlenmeselerdi tek başlarına asla karşılaşmayacakları zorluklara birlikte katlanma imkanı sağlar.

Red Kit (Daltonlar Evleniyor)

Pazartesi, Mart 05, 2007

Ertelenmiyor

Pazar günü katıldığım bir cenaze her ölüm gibi zamansız olsa da...

Doğru zamanın ne olduğunu ne zaman olacağını kimse bilmedi; bilemeyecek de.

Böyle ölümler hayatın neresinde durduğunu, aslında durmadığını hatırlatıyor insana.

21 yaşında genç bir erkek akşam duşunu alıyor; babası ile 1:30’a kadar sohbet ediyor. Odasına gidip biraz kitap okuyup uyumayı planlıyor. Uyuyor da. Ama bir daha uyanmıyor. Sabah saatlerinde odasınn ışığını yanık gören annesi gözlükleri gözünde kitabı üzerinde yatağına uzanmış uyuya kalmış diye düşünüyor. Kimin aklına gelir ki; uyuya kaldığını düşündüğün sevdiğinin bir daha uyanmayacağını.

Vefat eden hiç tanımadığım, şimdiye kadar da varlığından haberdar olmadığım birisi. Annemin İyidere’den yani memleketinden dostlarından birinin oğlu. Allah rahmet eylesin.

Ne mi anlatmak istedim?

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Sudan bahanelere dalıp zindan ediyoruz hayatı kendimize,sevdiklerimize. Canımızı sıkıyoruz en anlamsız şeylere. Pazartesi gelince ah bir Cuma olsa da bitse bu hafta diyoruz; sayılı günlerimizi tüketmeye bu kadar mı hevesliyiz? Bugün bir gün daha yaklaştık sona aslında; ama hangimiz farkında bunun?

Ben her gece yattığımda yarın sabahı görebilecek miyim diye düşünürüm; her sabah evden çıkarken annemi öperim uyuyor olsa bile. Çünkü ne benim döneceğim, ne döndüğümde onun olacağı bilinmez.

Ertelemeyin.

Hiç bir şeyi.

Çünkü yaşam erteleniyor da; ölüm ertelenmiyor.

Perşembe, Mart 01, 2007

Kanıyor

Bu sabah e-maillerime bakarken; eski yazılarımdan birine bırakılan spam maili buldum. Bu aralar eski yazılarıma bu çok oluyor. Ancak mesajın bırakıldığı yazım "Hayallerim, Aşkım ve Sen"di.

Eski yazdığımı okumak istedim. Ne yazdığımı hatırlamıyorum çünkü. Okudum. Sonra geçen Nisan'da yazdıklarımı.

Sabah sabah kendi kendimi ağlattım.

Üzerinde durmadığım, yok saymaya, unutmaya çalıştığım yaramı kanattım.

Biraz daha yazarsam bu kanı kimse durduramayacak.

Üzgünüm

Salı, Şubat 27, 2007

İkizler


Zaman nasıl da akıp geçiyor. Daha dün gibi doğumlarını beklemek; Ayşegül'ün her geçen gün büyüyen karnını takip etmek; hastane odasında minicik bedenleri, minicik çığlıklarını duymak. Yaşama alışma mücadelelerini seyretmek.

Ne zaman büyüdüler de 1 yaşında oldular?

Yarın ikizlerin doğumgünü 28 şubat.

Hafta içi zor olacağı için cumartesi günü küçük bir partiyle kutladık.

Gürkan ve Gözde için benim hediyem Tema'nın Antalya'daki hatıra ormanına fidan diktirmekti. Ne alacağım oyuncak ne de bir kıyafet seneye bile kalmayacak. Oysa ki fidanları onlarla birlikte büyümeye devam edecek.

Gözde, Gürkan ve güzel anneleri

Cuma, Şubat 23, 2007

Peri Masalları

Son zamanlarda masal okuyorum demiştim. Dün akşam Peri Masallarını bitirdim. En çok bilinen masalları Charles Perrault 17.yy'da yazmış.

Okuduğum kitap İş Bankası yayınlarından Eylül 2006'da çıkmış. İçinde Fransızca orjinal metinden kısaltılmadan çevrildiği yazıyor. Eğer bu bilgi doğruysa masalın sonunda kırmızı başlıklı kızı kurdun karnından avcı kurtarmıyor. Kurt kızı yiyince masal bitiyor.

Uyuyan güzeli prens öpünce, bir ömür boyu mutlu yaşamıyorlar. Prens'in dev soyundan gelen annesi uyuyan güzeli ve iki çocuğunu savaşa giden prensin arkasından pişirip yemeye kalkıyor.

1876'da yayınlanan kitaptaki Gustave Dore'nin orjinal resimlerin kullanıldığı peri masallarında Parmak Çocuk, Çizmeli Kedi; Uyuyan Güzel; Kırmızı Başlıklı Kız; Mavi Sakal; Külkedisi gibi en çok bilinen masalları bulabilirsiniz.

Perşembe, Şubat 15, 2007

Benim Günüm

Kim ne derse desin; ne yaşanırsa yaşansın. Bugün benim günüm. Takvim yapraklarında yazmasa da Galileo ve Muhsin Ertuğrul'un yanısıra bugün ben de doğmuşum. Ha bi de Arzu.

Dün gece saatler 12'yi geçtiği andan itibaren beni kutlayan, seven herkesi ben de çok seviyorum. İyi ki onlar var.

Dün gece Maria'nın Bahçesi'nde keyifli bir yemek yedik. Gece uzayınca 12'den 15 Şubat'ın ilk kutlamasını yaptık.

Ben sabah 8'de doğmuşum. Erkenciyim yani. Henüz 11 saatlik bir bebektim 30 yıl önce.

Yazarken söylerken çok büyük gibi geliyor 30. Çok uzaktı sanki. Ama geldi. Bakalım daha kaç sene gelip geçecek ömrümüzde. Kimler eklenip, kimler çıkacak hayatımızdan.

Kim gelirse gelsin, kim giderse gitsin hep iyilikler, güzellikler, sevgiler, umutlar olsun hayatımızda.

Ben de sizi çok seviyorum. İyi ki varsınız.

Çarşamba, Şubat 14, 2007

Sevdiklerinizin Vaktidir

Yılın bu zamanları güzeldir. Bu sene benim için de yeni bir dönemin habercisi, yeni şeylerin başlangıcı gibi geliyor bana. Daha güçlü daha umutluyum. Üstelik en sevdiğimin artık olmayacağını bilmeme rağmen.

Allah'ın verdiği güce şükrediyorum.

Malum; gün sevgililere. Sevgilisi olmayanlarsa kuytulara çekilsin diye üstüstüne gidiyor. Ama biz bu akşam sevgililere inat, sevdiklerimizle kalabalık bir grup kuzenler Maria'nın Bahçesi'nde yemekte olacağız.

O sevilen, beklenen, vazgeçilmezim artık yok. Ama biliyorum dostlarım hep var.

Sevgililer günü değil de; sevdikleriniz var olsun, kutlu olsun.

Pazartesi, Şubat 12, 2007

Pazar Kaçamağı

Sabah erkenden yola koyulup inşaat makinaları, bitmemiş inşaatlar, sinsi sinsi büyüyen betonların daha yeşili vaadden ama acımasızca yeşili kemiren yeni yaşam alanlarının içinden geçip Şile’de bir köy kahvaltısı yaptık. Ortada kuzinenin yandığı bakımsız bir köy evinde hayatımın en lezzetli melemenini yedim.



Bahçede birbirinin tüyünü yolan kazları ayırmaya çalışmak, yalnızlıktan sıkılan tek başına kalmış tayın kalabalık ararcasına aramıza sokulması, kapıda bağlı kangal köpeği günlük yaşantımızın ne kadar da dışında.

Şile sahiline giderken yol kenarlarında zamansız açan bahar çiçekleri; hala sararıp düşmeyi başaramamış kırmızı yapraklarla hoş bir görüntü oluştursa da içimi acıttı. Durun daha açmayın, henüz zamanı değil.



Şile kumsalı yazın kalabalığına inat sessizliğiyle, çarşaf gibi deniziyle hırçın Karadeniz’de değil de bir göl kenarındaymış hissi uyandırıyor insanda. Eline geçen her fırsatta doğaya karışmaya çalışan bir yonca olarak kumsalda ayakkabılarımı çıkarıp yürümeye ve hızımı alamayıp soğuk sulara karışmaya çalışırken buldum kendimi. Bir dakikadan fazla suda kalmak mümkün olmadığı için, 1 dakika suda 3 dakika kumların üstünde.



Kesmezse Şile; yol devam ediyor.

Ağva’ya. İki nehrin arasına

Anlatmak bazen basit kalıyor, görülenleri hissedilenleri. Fener’in önünde durup çarşaf gibi denizi seyretmek, güneşin suya düşen ışınlarının yarattığı yolda yürümek geliyor içinden.



Ama son vurucu hamleyi de yaparım diyorsanız. Fener’in biraz aşağısında derenin kıyısında bekleyen küçük motorlarla ister derenin derinliklerine ister denizin büyüsüne kapılabilirsiniz. Bizim tercihimiz deniz yönünde oldu. Gelin kayası ve doğanın muhteşem eliyle kusursuz şekillenmiş diğer kayalar.


Bir masalmış gördüklerin, kayaların arkasındaki kuytuluklar, denizin altındaki bitkiler, başını suya sokmuş fil ve sadece teknenin motorunun çıkarttığı ses.




İnanmazsınız denizin masumiyetine diye fenerin en ucundan deniz



Ve dönüş yolunda mangalda pişenleri yemek, üşüyüp yanan sobanın yanına girmek. Hem ne kadar uzak, hem ne kadar yakın

Cuma, Şubat 09, 2007

Özgürlük


Yavru fille ilgili yazımdan sonra evinde papağanı olan birisi olarak küçük bir açıklama yapmam gerektiğini düşünüyorum.

Hiç bir canlının doğal ortamı dışında kafeste yaşaması taraftarı değilim. Ve bu yüzden de hiç bir zamamn eve bir canlı almadık. Ama gel gör ki bizim papağanımızın hikayesi biraz farklı. O tanrı misafiriydi ve kabul etmemek olmazdı.

2000 yılında Nisan'ın ilk günleri akşam ezanı yeni okunmak üzere, etraf karanlığa yakın. Mutfak camı bir karış kadar açık ancak jaluzi kapalı, arada bir rüzgarın etkisiyle hafifçe aralanıyor. Ve bu aralanmaların birinde bizim misafirimiz camın önündeki çöp kovasının kapağına inip yeni evine merhaba diyor.

Tabi hiç bir şey anlattığım kadar kolay olmadı. Annem bırak kuşu; kuş tüyü üzerine konulan çikolatayı alamayacak kadar kuştan korkan birisiydi. Loş mutfakta bağırarak uçuşan güvercinden daha büyükçe bir şey, panik, korku. Ne yapalım, ne edelim bakabilir miyiz derken. Tam 7 senedir, hayatımızın vazgeçilmezi oldu. Dışarı bıraksak ya bir martı kapacak yada soğuktan ölecek. Yemek bulabilir mi acaba diye düşünüp durduk.

Kocaman bir kafes alıp, onu elimizden geldiğince mutlu etmeye çalıştık. Bir kaç sene önce yaşadığımız bir olayla da onu bıraksak bile bizden ayrılamayacağını anladık.

Yaz'dı. Kafesi yazları genelde balkonda durur. Babam suyunu değiştirmek için su kabını aldığında o bölümün kapısını kapatmadan içeri girmiş, bizimkisi de kafesten çıkıp balkonun demirine uçmuş. Yani bizden uzaklaşması bir kanat çırpışına kalmış. Annem onu orada görünce kendini kaybetti.

Bir ömür gibi geçen saniyelerden sonra kanat çırptı.

Ama özgürlüğe.

Yani sevdiklerine.

Sevdiklerin olmadan dünyanın güzellikleri nasıl bir şey ifade etmiyorsa, papağanımız içinde sınırsız gökyüzü değil sevildiği sevdiği yerdi tercih ettiği.

Çok bilinen bir söz vardır. Sevdiğini özgür bırak gitsin dönerse senindir; dönmezse zaten hiç senin olmamıştır.

Her akşam yemek saatinde çıkar evin içinde bütün odalarında uçar, banyoda birisi varsa kapısında bekler, mutfağı karıştırır. Bi bakmışsın aspiratörün üstünde, açık dolap bulduysa içinde, tülde, bizim odada bilgisayarın üstünde arkasında, bazen televizyonun üstünde bir uçtan bir uca volta atar.

Meyva, kuruyemiş yiyen varsa onun yanında, vermezse omzunda, samimi olduğu biriyse neredeyse ağzının içinde; taki payını alana kadar.

Bazen de uçmaktan sıkılıp gitmek istediği yerlere paytak paytak yürüyüşüyle gider.

Perşembe, Şubat 08, 2007

Kötüyüm Ben Kötüyüm!

Hınzır bir reklam şu "kötüyüm ben kötüyüm"

Bir mikrop bu kadar mı sevimli olur? Ona ses verenin de hakkını yememek lazım, onu bu kadar sevimli kılan biraz da o.

"kötüsün sen kötüsün"

Reklamı bir kez daha izlemek isterseniz.

Kötüyüm ben kötüyüm

Hoşuma giden, ama içimi burkan diğer bir reklam da sirkte büyümek zorunda kalan yavru filin kafeste kurduğu hayal. Ben o fili evlat edinip kafesten kurtarmak istiyorum. Bütün canlılar doğal yaşamlarında özgür olmalı.

Sirkte kullanılan hayvanlara özgürlük!!!

Sirkleri, hayvanların doğal ortamlarından kopartılıp gösteri yaptırıldığı her yeri kınıyorum. Ve böyle yerlere gitmeyin, çocuklarınızı da götürmeyin.

Yavru Fil :...(

Sen Çok Değerlisin

Sen teksin.

Yaşadıklarınla, hissettiklerinle, hüzünlerinle, mutluluklarınla, hayallerinle bir teksin.

Geçen her gün 1 artı 1, başladığın her sabah tek başına sadece yeni bir 1.

Ertelenen, beklenen; nereye, ne zamana kadar?

Bugün son belki...

Ama sen çok değerlisin

Pazartesi, Şubat 05, 2007

Döndüm

Yeniden yazmak için; yaşamak için; paylaşmak için; gülmek için; hayattan keyif almak için...

İşte döndüm burdayım :)

Dostlar, inanç, kendi dışına çıkıp kendine ordan bakmak, şükredebilecek ne kadar çok şey olduğunun farkına varmak; yeni bir yaş; mükemmeli ararken neleri harcadığımızı görmek ve en çok da kendi kendine ettiklerini bütün dünya bir araya gelse edemeyeceğini bir kez daha anlamak ve artık kendi kendine bunu yapmamak.

Tedavim işte bunlar.

Dostlarım; yazacak çok şey var ama hiç bir cümle tam karşılığını vermeycek gibi geliyor. Önce hep birlikte ağladık. Herkes kendi içinde biriktirdiklerine. Sonra biz napıyoruz birbirimize dedik. Küçük mutluluklarla birbirimizi motive etmeye başladık. Bir parça çikolata, küçük notlar, küçük hediyeler. Sonra gülümsemeye başladık, birbirimizi gülümsettik.

Eski yazdıklarımı okudum. Blogumdakiler değil, kişisel notlarımı. Nasıl bir çemberin içine sıkışıp, hep aynı yerleri turladığımı farkettim. Başkasını suçlasam da; o çemberi yaratan da içine kendimi hapseden de bendim. Kırdım çemberi.

Astrolojiyle ilgili bir makalede 29 yılda bir insanların döngülerinin değiştiğini okumuştum. Ben de ilk 29'luk döngümü sonlandırıyorum.

Tabiki son dönemlerde yaşadığım bu sıkıntıların gerginliğin tek nedeni kendime yaptığım psikolojik sabotajlar değildi. İşteki yoğunluğum, problemler, şaşan hedefler ve programlar, belirsizlikler.

Ama fırtına çıkmadan, yağmur boşalmadan taze bir başlangıç beklenemez. Suda batmaya başlayınca çırpınarak yukarı çıkılmaz; dip yapıp tabandan aldığın güçle soluksuz kaldığın sudan sımsıcak güneşe bakıp nefes alabilirsin ancak.

Şimdi her şey mükemmel mi? Hayır değil. İşler yoluna mı girdi, daha mı az yoğunum? Hayır.

İstersen sorunlar hep orda var, arada bir gelip kapımı çalmıyor da değiller hani. Ama yok. Gidebildiği yere kadar ben güzellikleri götüreceğim.

Çok istemiştim. Bugün kar yağıyor.

Çarşamba, Ocak 31, 2007

Doğduğun Günün Gazetesi

Değişik hediye fikirleri buldukça paylaşacağıma söz vermiştim. İşte yeni keşfim...

Doğduğunuz günün gazetesinin ilk sayfası...

15 Şubat 1977

Ecevit yurtdışında çalışanları oy vermeğe çağırdı. (O zaman ki Türkçe'de "vermeye" denmiyormuş)

12 katsayısı komisyonda rededildi. (Ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yok)

Böyle kış da görmedik. (işte bunu biliyorum)



Annem doğduğum günü anlatırken halan seni görmeye hastaneye geldiğinde üzerinde kısa kollu bir hırka takım vardı; hava çok güzeldi der. Doğru söylediğini günün gazetesiyle de görmüş olduk. Ama kırkım çıktığı gün kucağında ben varken; camdan dışarıyı seyrederken her taraf bembeyazmış. Kar yağıyormuş. -Görücez bakalım bu sene de yağacak mı Mart'ın sonunda-

Uzun lafın kısası sevdiklerinize farklı ve özel bir hediye vermek isterseniz; doğduğu günün Hürriyet gazetesi'nin ilk sayfasını çerçeveli olarak satın alabiliyorsunuz.

www.hurriyetarsivinden.com

Bu arada Hande'ye özel teşekkür. (Anlar O onu :))

Perşembe, Ocak 25, 2007

...

Uzun süredir yazmayışıma genel bir yanıt vermek artık şart oldu. Fiziksel sağlığım yerinde ama ruhumun pek yerinde olduğundan emin değilim. Nefes alıp veriyorum; işe gidip geliyorum, uyuyup uyanıyorum ama hissederek hiç bir şey yapmıyorum, yapamıyorum. En sevdiğimle olmak bile yetmiyor bazen. Saçmalıyorum.

Ruhum olmadan da yazamıyorum. Ama yine de ruhumu bulmaya ve yazmaya çalışacağım.

Perşembe, Ocak 18, 2007

...

Kısa bir zamanda az da olsa fırsat bulunca; istediğim gibi olmasa da bi şeyler yazıyim dedim.

İşimdeki yoğunluk artarak devam ediyor. Daha uzun süreler bi şeyler çıkmaz benden. O kadar yoğun ve yorgunum ki; kendi kendime kalıp düşünmeye fırsat bulamıyorum. Ki yazabileyim.

Yılbaşı kartlarını göndermek bu sene beni çok mutlu etti. Hem hazırlıklar sırasında mutlu oldum; hem de kartlarımı alanların mutlu tepkileri, mesajları; her şeye değerdi dedirtti.

Salı, Ocak 09, 2007

Masal Olsak

Bir koşturmacadır gidiyor hayat. Bizse sürekli onu yakalamaya çalışan acemi koşucular. Günlerin mi bereketi kalmadı, yoksa biz mi çok büyüdük de artan sorumluluklara zaman yetmiyor.

Bi küçük ara verip saklambaç oynasak yada parka gidip sallansak n'olur?

Programlarımız çakışmadan arkadaşlarla rahat bir hafta sonu planlayabilsek n'olur?

Fırsat bulup yakın illere iki günlük bir haftasonu turu yapabilsek n'olur?

Çok güzel olur.

Kendime aldığım son kitaplar Perili Masallar ve Andersen'den Seçme Masallar. -Kardeşim dalga geçse de benle- Konuşan çömlekler, 12'den sonra toplanıp parti yapan oyuncaklar, uçan halılar, devler, çirkin ördek yavrusu, gülperisi ve kurşun asker vaktimi geçirdiklerim.

Masal bu ya;

Biz de masal olsak.

Pazartesi, Ocak 01, 2007

Azgın Boğa

Bu yazının kaynağı kardeşimin dünkü kurban kesimi sırasında şahit olduğu bir olay.

Kurban kesim yerinde herkes kesilen hayvanları seyretmekte, sırasını bekleyen diğer hayvanlarsa onların arkasında bağlı olarak durmakta. Hayvanların hemen yan tarafında da açık olan giriş kapısı.

Bu sırada ipini koparan bir boğa sizce ne yapar?

Bi parça aklı varsa kimse farketmeden kaçar, çünkü zaten herkesin arkası dönük ve farketmeleri zaman alır.

Gel gör ki....

Boğa ya son anlarını zevk içinde geçirmek için; ya da sevgilisi hamile kalırsa kesilmez hayatını kurtarırım düşüncesiyle son bir hamle yapmış.

Ne yazık etraftan yetişenler nedeniyle vuslata erememişler.

Her ipini koparan boğa kaçacak değil ya.

Yeni Yılın İlk Günü

Nasıl ki her sabah doğan güneş yeni umutlarla dünde yaşanandan sıyrılmış kendi başına doğarsa; her yeni yılda bir öncekinden sıyrılıp gelir bana.

Yılın ilk günlerinde yeni kararlar, yeni başlangıçlar, yeni umutlar hep tazedir. Ama aylar ilerleyip de günler yaşananlar üst üste yığıldıkça; bozuk bir daktilonun her tuşunun aynı yere basması gibi bende de her şey üst üste yazmaya başlar.

Ama bugün yeni yılın ilk günü; yani yepyeni henüz üstüne hiç bir şey yazılmamış. Her ne kadar ben şu an işte de olsam. Yılın son günlerindeki gibi keyifsiz değilim. Bloguma yazacak kadar enerjim var.

Güzel başlangıçlar yapıp, güzel şeylerin hep süreceği yeni hayatların doğacağı bereketli bir yıl olmasını diliyorum.

Cumartesi, Aralık 30, 2006

Kanyon

30 Ocak günü geç saatlere kadar çalıştıktan sonra, çıkışta Kanyon'un renkten renge bürünen kulesini görmek keyifliydi.



Cuma, Aralık 29, 2006

İyi ....

Bana göre ne bugünlerden cuma, ne bayram geliyor ne de yılbaşı.

Sadece peş peşe sıralanmış iş günleri. Otomatik bir şekilde bu günleri yaşıyorum sadece.

Bu yüzden de iyi seneler, iyi bayramlar, iyi tatiller bana hiç bir anlam ifade etmiyor.

Yeni yıla ait yaşadığım tek an iki hafta önce yazdığım yılbaşı kartlarıydı. -Bi de Paşabahçe'ye gittiğim zaman-

Bugünlerde kartlarımın ulaştıklarından aldığım hoş tepkiler hatırlatıyor arada bir yaşadığımı.

Salı, Aralık 26, 2006

Hande'nin Yeni Yıl Düşü

Ben yoğunluktan yazamıyorum, düşünemiyorum artık. Sevgili Hande sağolsun kırmadı beni. Benim yerime Hande'nin yazısını paylaşıyorum sizinle.

Teşekkürler Hande...



Yılbaşı insanlara ne anlam ifade eder bilmiyorum ama benim için hüznün ve mutluluğun buluştuğu zamandır yılbaşı. Ah birde İstanbul kalabalık olmasa bu kadar, hediye alışverişine çıkmasak ama öyle dolanırken bir şey görsek “Bu anneme çok yakışır” diye alıversek hemen. Kasada sıra olmaksızın, fiyatlar yalnızca yılbaşı olduğu için bu kadar uçuk olmaksızın elimiz kolumuz dolu gelsek eve. Ev çok geniş olsa, kocaman bir yılbaşı ağacı kurulu olsa salonda camın önünde. Altına hediyelerimizi koysak.

Yılbaşı günü trafikten keşmekeşten çok uzak sakin bir gün geçirsek. Sabah erkenden kalkılıp yemekler pişmeye başlasa mutfakta. Hava soğuk olsa dışarıda, mutfağın camı buhar olsa, cama adımızı yazsak işaret parmağımızla.

Akşam tüm hane halkı toplansa sofraya, güzel güzel ve yavaş yavaş yemekler yense. Sıcacık sohbetler ederek. Sonra koltuklara geçilse, aile reisi elinde torba ile tombala sayılarını çekse.

Artık bunlar yaşanmıyor yılbaşında. Sabah kalkınca bir yere gitmek istesen gidemiyorsun. Araban olsa trafikte saatlerce takılı kalıyorsun veya toplu taşıma aracı bulmak için saatlerce bekleyebiliyorsun soğuğun altında. Yapılacak alışveriş burnundan geliyor kalabalıktan. Alışverişi yapsan uzun süre kasada ödeme yapmak için bekliyorsun. Evde artık yemekler pişmiyor, başka bir yere meze yaptırılıp evde tabağa aktarılıyor yiyecekler. Mutfağın camı buhar olmuyor. Sonra kuruluyoruz televizyonun başına o kanal senin bu kanal benim dolaşıp duruyorsun. Televizyonda havai fişek patlayınca miskinleşmiş vücudunu kaldırıyor ve öpüyorsun evde kalmış bir kaç kişiyi.

İnsan bazen kalabalığa karışmak istiyor o gece. Yanına bir kaç sevdiği kişiyi alıp eğlenceye dalmak istiyor kar yağarken. Mesela yılbaşı gecesi Taksim’de olmak çok isterim ama ne yazık ki hergünü eğlenmeye ayıran bir millet olarak yılbaşı gecesi içilen ekstra içkiler şişede durduğu gibi durmuyor ve çok tehlikeli bir hal alıyor sokaklar özellikle İstiklal Caddesi.


Ben evdeyim her zamanki gibi tuzlu fıstığımla. Umarım sizde hayal ettiğiniz ve huzur bulduğunuz yerde olursunuz. Mutfak camına unutmazsanız benim ismimi de yazın.

İyi seneler...

Pazartesi, Aralık 25, 2006

Çarşamba, Aralık 20, 2006

Nefes Almak İstemiyorum

Geçen sene kış vakti; plaza akvaryumundan çıkıp gerçek havayı solduğumda “kış kokuyor” demiştim. Üzerine de (bence) güzel kokulu bir yazı yazmıştım.

Oysa dün akşam daha akvaryumumun içindeyken havadaki kirliliği –belki psikolojik- hissediyordum. Dışarı çıktığımdaysa yanılmadığımı üzülerek gördüm. Bırak havanın kış kokmasını; elimden gelse nefes almazdım.

Durmadan bi yerlere koşturuyor, bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz; yarınlarda daha güzel yaşamak için.... Tüketiyoruz çevreyi, kendimizi, ömrümüzü bunları yaparken.

Salı, Aralık 19, 2006

Cam

Yılbaşı denince alışveriş çılgınlığı zirve yapsa da; bu benim için pek geçerli değil.

Ama.........

Elimden gelse bütün Paşabahçe’yi eve taşıyabilecek kadar cam tutkunuyum. Özellikle renkli ve modern camlar.

İşime yakın iki tane büyük Paşabahçe mağazası olması şansım mı, şanssızlığım mı bilmiyorum ama ben orada kendimi kaybediyorum. Çünkü her Paşabahçe dönüşümde bi daha gittiğimde resim çekip bloguma koyayım desem de; ordayken aklımın ucuna bile gelmiyor.

Bugünkü turum sırasında Hande’yle birlikteydik. Aslında beni Hande’den dinlemenizi isterdim; o kadar doğal ve güzel anlatıyor ki...

Mesela Paşabahçe’deki her ürünün ne işe yaradığını anında söyleyebiliyorum.

Hande: Bu ne?
Yonca: Yumurta şapkası;

Hande: Aa bu ne?
Yonca: Bardak altlığı.

(Tabi daha onun farkedip sormadığı ama benim bildiğim kutu kola açacağı ve daha neler neler)

Yonca: Bu şamdanın bi kaç ay önce rengarenk olanını almıştım

Yonca: Kadehlerin yerini değiştirmişler

Sakin sakin rafların arasında dolaşırken Hande’nin bir an beni yalnız bırakmasıyla; yılbaşı için yapılmış kırmızı yeşil şampanya kadehlerini alırken beni bulması arasında geçen zaman gerçekten kısaydı.

Kanyon’daki Paşabahçe’nin girişinde aldığım kırmızı yeşil kadehlerle yapılmış çam ağacını görürseniz sanırım beni daha iyi anlarsınız.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Çinli Hıncal

Hıncal Uluç'un şimdiye kadar öğrenmediğimiz görmediğimiz yönü kalmadı diye düşünüyorsanız...

Çok fena halde yanılıyorsunuz.


Koskoca Saatli Maarif Takvimi yanılacak değil ya....

Salı, Aralık 12, 2006

UNICEF


Yılbaşı üzeri sevdiklerinize küçük hediyeler vermek, kart göndermek istiyorsanız. Unicef'in hediyelerini tercih ederek çocuklar için bir şeyler yapabilirsiniz.

Ben göndereceğim yılbaşı kartlarını tabii ki www.unicefturk.org dan aldım. Kartlarla birlikte kataloglarını da göndermişler. Katalog sayfalarında ufak bir dilek var.

" Bu kataloğu ilgilenebileceğini düşündüğünüz dostlarınızla ve iş arkadaşlarınızla paylaşmanız bizleri çok sevindirecektir"


UNICEF 2006-2007 Kolleksiyonu

Cuma, Aralık 08, 2006

Çekmece'de Ne Var?

Sizin evdeki çekmecelerde ne var bilmem ama; bizimkisinde bazen bir yaramaz oluyor

Perşembe, Aralık 07, 2006

Bulutlar

Atlas Okyanusu, okyanusun üstünde bulutlar, bulutların üstünde uçak...


Bulutların üzerinde
Okyanus üzerinde

Sis altında Frankfurt, Frankfurt üstünde uçak...

Frankfurt'a inerken

Ablamın Kanada yolculuğundan uçaktan çekilmiş fotoğraflar

Salı, Kasım 28, 2006

Kurbağa Prens

hande'nin doğumgünü kurbağası

Öpüldüğünde prens olma ihtimali düşük olsa da; Hande'ye arkadaşlarının gönderdiği güzel bir doğum günü çiçeği bence.

Sizce??????????

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Yılbaşı Kartları

Eskiden aramanın bedeli jetonla ölçülürdü;dolayısıyla bir çok jetonla...

Tam da benim yazmayı düşündüğüm konuya denk düşen MSN Live’in reklamında geçen kelimeler bunlar.

Kaynaklar kıtken üretilen, paylaşılan, tüketilen şüphesiz daha değerliydi. Her aradığınızda bir cep telefonu uzağınızda kolayca bulamadığınız insanlar; uzaklardaki sevdiklere kalemle yazılan sözler daha inanılır daha sevgi dolu değiller miydi?

Yine bir köşe yazısında; önceden sadece ev ve iş telefonundan ulaşılabiliyor olmanın bugünkü sınırsız özgürlükle; daha mı özgür yoksa daha mı tutsak hale geldiğimizi düşündürdü. Elbette kapalı telefon tüm özgürlüğü geri verse de; zaman zaman özgürlüğün de bir açıklamasına gerek olabiliyor.

İnsanın kardeşinin olmasının avantajlarından biri olarak, farklı yapılarda da olsanız yıllar sonra geçmişten sakladıklarımızda aynı lezzeti bulabilmek. Bana kalsa kolleksiyon yapmazdım. Ama ablamın ufakta olsa kart, pul, para ve peçete kolleksiyonları yapması bugün benim keyifle geçmişi hatırlamamı sağlıyor.

Haftasonu; yüksek dolapların içinde yıllardır kapağı açılmamış kutulardaki eski tebrik kartlarıydı karıştırdıklarım.

20 yıllık yılbaşı kartları

Bayramlarda, yılbaşında evimize gelen, yazıp gönderemediklerimiz, o dönemde yurtdışında olan babama yazdıklarımız, arkadaşlarımdan, kuzenlerimden gelen onlarca kart. Pulları durmaktan kararmış yılbaşı kartları. Çoğunun üzerinde tarih yok ama hepsi 80’lerde yazılmış kartlar. Sadece bir tanesinde; kuzenim Ayten’den gelen ve 85 yılının çok iyi geçmesini dileyen kartta tarih buldum. Yani 21 sene önce.

Hangi e-kartı, sms’i 20 sene yada daha uzun saklarsınız?

Ben bu sene tüm sevdiklerime, tanıdıklarıma sanal dilekler yerine gerçek yılbaşı kartları göndermeye karar verdim. Tek tek kartları seçip, el yazımla yazıp, zarfa koyacağım ve ellerimle postaya vereceğim.

Zamansızlıktan yakındığımız zamanlar için fazlaca emek ve zaman isteyen bu faaliyet; belki elektronik yaşamdan gerçeğe yaklaşmak için güzel bir fırsat.

Herkesi bu yeni yıl sevdiklerine; kalemle yazılmış gerçek dilekler göndermeye çağırıyorum. Sadece bir iki kişi için bile olsa; bunu yapmanın herkese iyi geleceğini düşünüyorum.

Dahası; posta adresini bildiren herkese kart atacağıma da söz veriyorum.

Salı, Kasım 07, 2006

Yazmayı Çok Özledim

Yazmak kendime ayırdığım zamanlara ait en keyif aldığım iştir demiştim...

Ama bu aralar kendimle kalamıyorum. Kısa anlarda kendime yazacak cümleler kurabiliyorum. Ancak an o kadar kısa oluyor ki yazıya geçemeden, ben kalem kağıda ulaşamdan uçup gidiyorlar.

Tatil sonrası yazarım diye hayaller kurarken; bayramın 2. gününden beri süren üst solunum yolu enfeksiyonu çalışmama engel olamasa da yaşamımı sekteye uğratıyor. 15 gündür öksüren, hapşıran, burnu akan, sesi garip çıkan yorgun savaşçı modunda her şeye yetişmeye çalışan bir garip hastayım.

Yazmayı çok özledim...

Ama iş yoğunluğum ve hastalığım şimdilik pek izin vermiyor.

Sonbahar Yaprakları

güneşte yapraklar
çimlere basın
süpürülmüş yapraklar
Gülhane Parkı
Gülhane Parkı