Sürat bağımlılarının yarışa kilitlendiği saatlerde biz bir belgesel çekimi için Hacıbektaş yolundaydık.
***
Halen müze olan yapının "Çilehane" kapısına gelince mihmandarımız, Hacıbektaş-ı Veli'nin bu boş ve loş odada, ancak ölmeyecek kadar yiyip içerek 40 gün halvete çekildiğini anlattı.
İçeri gireni saygıya zorlayan alçak kapının eşiğinde başımı eğip hücreyi andıran odaya girdim. İçerisi ıssız ve sessizdi. Karanlığı, üstteki minik pencereden sızan bir dirhem ışık kırıyordu.
Sükûnetin koynunda bir süre iç sesimi dinledim.
"Gürültüye" dayanamayarak çıktım.
Korkarım çoğumuz, bu ruhani gürültüden kaçmak için atıyoruz kendimizi dünyevi gürültünün kucağına...
***
Belki de ondandır hıza bunca sevdalanmamız...
Daracık bir odada, sessizliğin tufanında, kendimizle baş başa, samimi bir tefekkürün çilesini göze alamadığımız için sahte telaşlar uydururuz.
Durursak net göreceğimiz dertler koşarken silikleşir; unuturuz.
Tatilde bile bileğinde saatten bir kelepçeyle dolaşmanın, gecikme telaşıyla ha babam saniyeleri saymanın, birkaç dakika boş geçti mi hayatı ıskaladım sanmanın, her dakika bir faaliyet yaratacağım diye huysuzlanmanın, hayat sona yaklaştıkça dinginleşeceğine daha da hızlanmanın, iç sesi bastıran dış gürültüden haz almanın, evde televizyon sesi olmadan bir dakika bile duramamanın temelinde bu umarsız çaba vardır:
Unutmak...
***
Yavaşlayın;
Hatırladığınızı, sorguladığınızı, derinleştiğinizi, rahatladığınızı göreceksiniz.
Korkmayın;
Bu halinizi daha çok seveceksiniz.
CAN DÜNDAR
Yazının tamamı için http://www.milliyet.com/2005/08/23/yazar/dundar.html
1 yorum:
İşte bugünlerde benim de yapmaya çalıştığım şey bu!! Yavaşlamak ve şu iç ses denen sesi yakalayabilmek. Yakalamak ve neler söylediğini DİNLEMEK. Ahh Yonca! Buna o kadar çok ihtiyacım var ki.
Yorum Gönder