Salı, Haziran 15, 2010

Bir kaç gündür yüksek rakımlı yaylalarda uyanıyorum, çok daha yükseklerde yaşamaya devam ediyorum. Derelerde taştan taşa zıplayıp, uçsuz bucaksız çayırlarda sırt üstü uzanıp gökyüzünü seyrediyorum. Yorucu bir tırmanış, olağanüstü bir manzaranın parçasıysan eğer dünyanın en keyifli şeyiymiş öğreniyorsun.

Bir buzul gölü görmenin, şortlarla karların içinde oynamanın, buzul gölünden doğan dereden çıplak ayakla koşarak geçmenin, hissetmediğin ayaklarındaki kanın yeniden dolaşması için çimlerin üzerinde zıplamanın keyfini, eğlencesini, hazzını nasıl anlatabilirim bilmem ki...

Şelale sesiyle uyanmanın, havadaki kimi zaman odun, kimi zaman kumar -komar-, kestane ağacının çiçek kokusunu sanmıyorum ki anlatabilirim.

Hiç yorum yok: