Pazartesi, Aralık 12, 2005

Kapadokya

Masal ülkesinde birkaç güzel gün geçirip, gerçek hayata geri döndüm…

Kapadokya için söylenen abartılı olduğunu düşündüğünüz ne varsa doğru, hepsine hatta daha fazlasına inanmanızı öneririm.

Bazen Allah’ın bizi ödüllendirdiğini düşünürüm. Her şey umduğumuzdan kolay ve kendiliğinden iyi gelişir. Acilen bir yere yetişmek üzere arabaya bindiğinizde hemen hareket eder, trafik inanılmayacak derecede açıktır. Aradığınız şeyi girdiğiniz ilk dükkanda tahmin ettiğinizden daha ucuza bulursunuz.

Aralık ayı gibi takvimlerin resmen kışı gösterdiği, soğuk ve karı en çok hak eden ayda. Kapadokya turuna çıkarsanız güneş ve masmavi gökyüzü size eşlik ederse, hatta Güvercinlik Vadisi’nin panoramik manzarasında Erciyes dağının karlı zirvesini de size tüm heybetiyle gösterirse; bu bir ödül değil de nedir?

Kapadokya son dönemde kültür turizminin ilk sıralarında yer aldığından boş zamanına denk gelmek pek mümkün değil, değil di. Sanırım insanların yılbaşı ve bayram programlarına yoğunlaşması, dönemin hava koşullarının pek cazip olmaması nedeniyle şehirdeki tek grup bizdik. Sadece son gün Göreme’de Japon turist grupları ile karşılaştık. Yani Kapadokya’yı olması gerektiği gibi sakince huzurla keşfettik.

Yoğun ve yorucu program, pek çok yeri kısa sürede keşfetmemizi sağladı. Dediğim gibi sadece keşfettik; görüp hissedebilmek için kendi başına bir yolculuk gerek. Çünkü bu tür gezilerde sadece “kapıdan bakıp kaçıyorsun”.

3 gün boyunca 300’ün üzerinde resim çekmişiz.(Dijital fotoğraf makinesinin şarjının günün ikinci yarısına kadar zor dayanması nedeniyle, zaman zaman kendimizi sınırladık).

Seyahat süresince yazmaya pek zamanım olmadıysa da tüm yorgunluğuma rağmen gece otelde uyumadan önce; içimden geçenleri bir an önce yazma dürtüsü ile küçük notlar yazdım.

Noktasına dokunmadan…

“İlginç bir coğrafya. Tüften oluşmuş yüksek tepeler öylesine pürüzsüz ki güneş ve bulutların gölgesiyle her seferinde bir başka görünüyor.”

“Peribacalarının oluşumu ve diğer kaya heykeller hakkında teknik açıklamalar mantıklı gibi görünse de; bunların doğaüstü güçlerin işi olduğuna inanmak çok daha kolay gelirdi bana. Kayaları bir hayvan ya da insan heykeline benzetmek için hayal gücünü kullanmaya gerek yok. Aksine onların bir kaya parçası olduğuna inanmak için hayal gücüne ihtiyaç var.”

“Otobüs yol alırken uçsuz bucaksız ovalar, tepeler ve gökyüzü…
İstanbul’da burnumuzun dibini bile göremeyecek kadar etrafımızı sarmış olan bina ve plazalardan o kadar farklı ki. En son ne zaman bu kadar uçsuz bucaksız görebilmiştim?”

“Sabahın ilk saatlerinde sadece siluetini belli belirsiz gösteren Hasan dağı, sisin azalmasıyla karlı tepelerini kendinden emin, tek başına sergiliyor. Görüntüyü hafızama kazımak için farklı bir yöntem var mı diye düşünüyorum; huzur aradığımda hatırlamak üzere.
Hiçbir fotoğraf makinesi, hiçbir kamera, hiçbir ressam, hiçbir resim; göz ve beyin muhteşem uyumunda algılayamıyor ne yazık ki.”

“Her an her saniye etrafımdaki yeni bir şeyi görmek ve daha sonra hatırlamak için kaydetmek gözlerim ve beynimi deli gibi çalıştırıyor. Ve sonunda gece yarısı otele dönerken isyan edercesine ağrımaya başlayan gözlerimi ellerimle sımsıkı kapatıyorum. Diğer yandan da ışıklar altında hangi muhteşem görüntüleri kaçırdığımın endişesini taşıyorum”

Onun için ki bakmak, görmek, hissetmek ve hatırlamak insana verilmiş en büyük meziyetler.

3 yorum:

Ufuk Ilter dedi ki...

Daha çok fotoğraf istiyoz... Gerçi yorumları kaale alıp almadığını hiç belli etmedin ama :p

Dört Yapraklı Yonca dedi ki...

yorumları dikkate almamak diye bir şey kesinlikle söz konusu olamaz. Genelde bireysel yanıt yazmayı tercih ediyorum. Umarım daha önceki yorunlarına yazdığım cevaplar sana ulaşmıştır. Yoksa gerçekten üzülürüm.

Yakında en beğendiğim Kapadokya resimlerinden bir grubu sayfaya ekliycem. Ama yaşadıklarımın gördüklerimin yanında resimler o kadar hafif kalıyor ki...

Ufuk Ilter dedi ki...

Ehühe.. Yaşa..