Cumartesi, Kasım 15, 2014

Gezi:Benelux - Hollanda- Vol.1

Selaaaammm :)

Blog sahibi uzun bir tatil ve çok gezmelerden döndü...

Size anlatacakları var ;)

Sonbaharın en güzel renklerinin, sarı, kırmızı ve yeşilin bin bir tonunun hayat verdiği Avrupa'nın güzel şehirlerinden bir sürü fotoğraf ve anıyı paylaşmak için can atıyor.

8 gün 5 ülke...

Yani malzeme çok...

Tur şirketimiz Pronto, rehberimiz sevgili Tolga Çetin'di...

Aylardan Kasım mevsimlerden sonbahar olsa da

Yağmursuz -iki kez otobüsle uzun yol aldığımız  zamanlar hariç- gökyüzünün açık, bulutların poz vermek için şekilden şekile girdiği, muhteşem bir havada geçti seyahatimiz.

Bir yazıda hepsini anlatmam hem okuyana hem de yazana zarar...

Fırsat buldukça yazmaya çalışıp tamamını yayınlamak istiyorum. Çünkü üzerinden yıllar geçip okuduğumda her şeyi bulmak çok güzel oluyor.

Eveeeeet....

İlk günümüzle başlayalım...

Amsterdam Schiphol havaalanına adım attığımızda başladı maceramız...

Uçak alçalırken görünen manzara yemyeşil düzlükler arasındaki onlarca kanaldı...

Tekerlekler yere değip de aprona yaklaşırken altından otomobillerin geçtiği bir köprü üzerinden yol almak, uçakla otoyolda gitme keyfini yaşattı diyebilirim.

Havaalanından ayrılıp şehre doğru araçla hareket ettiğimizde birbirinden farklı bisiklet türleri ve bisikletliler için ayrılmış yollar nereye geldiğimizi vurgular gibiydi.

Çocuk yerinin gidonun üstünde olduğu bir bisiklet ve yaşlı bir çiftin yan yana oturarak kullandığı bisikletler daha ilk dakikalarda hoşgeldin dedi bana.

Ve Amsterdam...

Şehrin göbeği, İstiklal caddesinden pek bir farkı yok...

Kalabalıktan yürünmüyor, tek fark sağınızdan solunuzdan geçen bisikletli insanlar, hatta ışıklarda bisiklet sürüleri...

Tolga'nın ilk uyarısı...

Burda geçiş üstünlüğü bisikletlilerin, kenara çekilmezseniz çarpabilirler :)

Günlerin kısa olması ve bizim şehre akşama doğru varmamız kanot gezimizi karanlık çökmeye başlarken yapmamıza neden oldu.

İyi ki de öyle olmuş :)


Gündüz farkına varamayacağım kanal boyundaki evlerin muhteşem güzelliği ışıklarla bir başkaydı...

Bu arada kanot nedir derseniz; kanallarda gezinti yapmanızı sağlayan küçük tekneler...

Yanları ve üstü camla kaplı bu araçların üstü tamamen açık olan akşamları yemekli tur yapanları da var.

Haaa bir de kanalların üzerinde mavnalarda evler vardı ki, onlar da ayrı bir dünya...


Kanallar, kanallar, köprüler, köprüler ve ışıklar...

Ama hepsi sarı ışık...

Evet bu şehirde evler yollar her yer sarı ışıklarla aydınlanıyor...


Ortalama 4 katlı, üçgen çatılı tuğla evler geniş ve yüksek pencereleri, yüksek tavanları ve dar kapılarıyla belki de gecenin ışıklarının da etkisiyle bir masalın içinde yaşıyormuşsunuz hissi veriyor.

Meydanları, heykelleri, müzeleri, sanatın ve tasarımın dokunuşlarını her yerde hissedebildiğiniz garip büyüsü olan bir şehir.


Tabi bazı otlar ve benzeri şeylerle Alice Harikalar diyarını yaşatan coffee shoplarıyla her türlü büyülü ortamın da yaratıldığı bir yer.

Yalnız o coffee shopların değil içine girmek önünden geçerken duyduğum koku bile mide bulantısıydı benim için.

Yani benim büyülü dünyam tamamen gözlerimin gördüğünün ruhumda yarattıklarındandır, yanlış anlaşılmıyim ;))

Rembrant'ın gece devriyelerini bir meydanda canlanmış ama sonra taşa dönmüş görmek ilginç bir sanat deyimiydi bana göre :)


Tabi ki Hollanda sadece Amsterdam'dan ibaret değil, Marken, Volendam, Roterdam, Delft, Lahey ve Scheveningen ziyaret ettiğimiz diğer yerler oldu.

Her yeri uzun uzun yazmak isterdim ama daha çok anlatacak şeyim var...

Hollanda sular ülkesi...

Başına ne geldiyse de bu sulardan gelmiş, sel felaketleri ve denizin yuttuğu toprakları...

Ama suyu yönetmeyi çok iyi başarmış ve yaşamak için harika bir coğrafya oluşturmuşlar. Deniz seviyesinin metrelerce altında olağanüstü bir şehir yaratmışlar. Denizle aralarına set çekip bu setleri de öyle bir hale getirmişler ki, insan yapımı olduğuna inanmak zor.

Marken ve Volendam iki şirin kasaba...

Alçak evleri, yemyeşil geniş bahçeleri, Kuzey denizinden gelen rüzgarın uğultusu, evleri önündeki minik köprülerle kanalları aşırtan bir dünya.

O köprüler üzerinden ne manzaralar çekilir bilemezsiniz.





Volendam, Marken'den biraz daha hareketli ve renkli,  Kuzey Denizi'nin mahsulü su ürünleriyle önemli bir lezzet durağı.



Bu iki kasaba arasında geçiş yolumuzdaki bir Hollanda klasiği değirmen, geniş çayırlar ve üzerinde otlayan mutlu hayvanlar.


Gülen inek diye bir peynir vardı ya hani...

Ben bu coğrafyada bunun anlamını çözdüm, göz alabildiğine yemyeşil düzlükler özgürce dolaşmak ve otlamak...

Bir inek başka ne ister ki???

Üstelik bu coğrafyada sadece inekler değil yapraklar da özgür...

Özgürce uçuyorlar, yerlere seriliyorlar, süpüren yok :))

 Ve özgür ineklerin peynirleri için Henry Willing'i ziyaretten bir kare...


Roterdam, Marken ve Volendam'ın aksine yaşayan hareketli bir şehir öğrenci ve ticaret şehri...

Dünyanın en pahalı köprüsü Erasmus Köprüsüyle tanıştık burda...


Benzerinin sadece Amerika'da olduğu kubik evler


Tüm griliğine rağmen tramvay yollarının bile yemyeşil olduğu sevimli bir şehir

Delft kobalt mavi camdan kocaman kalbiyle klasik Avrupa şehirlerindeki geniş meydan, kiliseler, şirin mağazalardan oluşan başka bir güzellik.




Lahey Adalet divanı önünde "barış" la görüşüp, ülkemizin ismini ve taşına da şöyle bir selam çakıp Kuzey'in deniziyle görüşmeye gittik.



Söylemesi zor ismiyle, zamanında gerçek Flamanlarla Fransızları ayırt etmek için söylettirilen yerin adı Scheveningen. Doğru telaffuzunu Flaman şoförümüz Hank'ten duyduğumuz için şanslıyız ;))


Hollanda ziyaretimiz Amsterdam Central Station'dan Schiphol'a yaptığımız tren yolculuğuyla, tren istasyonunda bilet kesen bir Afyon'luyla karşılaşmamızla -çok şaşırtıcı olmasa da- nihayete erdi.

Ama bu şehirde, bu ülkede yapamadığım aklımda kalan bir sürü şey olduğu için yine buluşmayı ümit ediyorum.

Ayrıca unutmadan Amsterdam'da çiçek pazarından aldığım dört yapraklı yonca soğanları ve rengarenk lale soğanları keyifli alışverişlikler oldu benim için....






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder