Kaldığımız yerden devam...
Öyle bir gün ki Amsterdam'da kahvaltı, Köln'de öğle yemeği, Lüksemburg'da akşam yemeği yediğim; günün sonunda şu an nerdeyim sorusunun cevabı için kısa bir süre düşündüğüm ilginç bir gün...
Şehirlerarası yolda giderken dinlenmek uyumak için iyi bir fırsatken, yol boyunca göreceğim manzaraları kaçırmamak için pür dikkat kesildiğim keyifli bir yol...
Yol da öyle bir yol ki...
Ormanların içinde ilerleyen otoyol boyunca, sivri çatılı alçak tuğla evleriyle şirin kasabalar, çayırlarda otlayan mutlu hayvanlar canlı bir pastoral tabloyu seyretmek gibiydi...
Yemyeşil yollardan sonra Köln tabi ki çok şehir, çok gri geldi.
Heybetli Dome Katedrali zamanın etkisiyle kararmış çehresiyle çok sıkıcı ve kasvetli bana, yalan söyleyemiycem. Ama görkemli ve gotik mimarinin güzel bir eseri olduğunu da göz ardı edemem.
Katedralden sonra etrafta küçük bir tur yapıp ilginç hediyeliklerin peşine düştük. Katedralin hemen yakınındaki caddede bulduğumuz el yapımı ahşap smoking man'ler gerçekten çok güzeldi.
Belinden ayrılan bu adamların içine tütsü koyup yakıyorsunuz, gövdesini tekrar üzerine taktığınızda pipo içermiş gibi ağzından çıkan duman "smoking man" oluşunu açıklıyor. Daha sonra Brugge'de bu smoking manlarden görme fırsatı buldum. Ama Köln'dekiler daha uygun fiyatlıydı. Aynı mağazada orjinal alman gümüşünden objeler de görülmeye değerdi.
Köln'ün göbeği önemli bir alışveriş caddesi...
Klarneti, akerdeonu türk vatandaşlarımız çalıp söylüyor. Şaşırtıcı değil.
Mağazalara gelince Türkiye'de ne varsa aynısı, aynı fiyata...
Öyle ki İstanbul'da bedenini bulamadığım bir anorağı Köln'den aynı fiyata -kur farkıyla 2-3 tl ucuza- satın almam durumu en güzel anlatan olay bence...
Evet alışverişten devam ediyoruz anlatmaya...
İstanbul'da yan yana alışveriş merkezlerinde aynı markaların mağazalarının olmasını anlayamama durumum, aynı caddede iki dükkan arayla aynı markanın mağazalarını görmemle çözüldü.
Yeni perakendecilik konsepti buymuş demek ki ;)))
Nihayet Lüksemburg...
Hollanda düzlüklerinden sonra, plato ve vadilerden oluşan daha yüksek, inişli çıkışlı bir şehir
Akşam üzeri vardığımız şehirde saat 6'da hayat duruyor. Gerçi öncesinde çok mu hareketli ki???
Şansımıza o gün Almanya cumhurbaşkanı, Lüksemburg'da...
Şehrin en hareketli olabileceği gün olması gerekmez mi???
Üstelik tam o sırada bir saraydan diğerine geçiş olacak, kaldırım kenarlarına demirler yerleştirilmiş başlarında birer polis...
Onlar da öylesine takılıo çünkü demirlerin arkasında bekleyen kimse yok, kimsenin umru değil...
Lüksemburg'da çok uzun kalmadık
Ertesi sabah ziyaret ettiğimiz 2. dünya savaşında ölen Amerikan askerleri için yapılmış 5000 dönümlük mezarlık, simetri, düzen, intizam abidesi adeta.
Sonbahar yapraklarıyla her yer bir başka güze, her yer ayrı bir tablo...
Mozzel nehri kıyısındaki Remich kasabasında da küçük bir tur atıp, belimizi büken Schengen vizesinin doğduğu yere de bir adım atıp Berlin duvarından gerçek bir parçayı görüp üzüm bağları arasında sonbahar renkleriyle içimizi doldurarak 5 dakikada 3 ülke turlamanın tadını çıkarttık.
Şöyle ki Lüksemburg'dasınız, Mozzel nehrini karşıya geçtiğinizde Almanya ve Fransa'dan geçerek üç ülkeyi tamamlıyorsunuz.
Fransa tarafına geçince Apache kasabasına, Eyfel'in tasarımcısı Gustav Eiffel'in muhitine geliyorsunuz. Burda küçük bir eyfel kulesi görebilirsiniz.
Apache kasabası bağları ve tabiki şaraplarıyla meşhur, yanısıra butik otelleri ve muhteşem doğasıyla keyifli vakit geçirilebilecek bir yer...
Uzun bir yolculuktan sonra Paris'e varışımız ve Paris günlüğümüzle bir sonraki yazıda görüşmek üzere ;))
Mart ayı gibi gideceğim kısmetse. şimdiden çok heyecanlıyım. teşekkürler çok işime yaradı :)
YanıtlaSil