25 Temmuz Çarşamba 08:20 - ÇınarcıkRize tatilim sona ereli çok oldu ama ben orada geçen günleri yazmaya ancak şimdi fırsat bulabiliyorum. Zaman kısa fakat yapılacak şey çok olunca işte böyle oluyor.
En son Ayder'i anlatmıştım sanıyorum. Ayder'in ertesi gün mahallenin sevilen bir yaşlısının cenazesinin olması nedeniyle program yapmadık. Bu arada cenazeyle ilgili ilginç bir inanışa şahit oldum. Cenaze yıkanana kadar kimse yıkanmazmış, cenaze mahalleden çıkana kadar ev temizlenmez bir şey yıkanmazmış. Allah'tan ben erkenden duşumu almıştım da bu engele takılmadım.
Evdekiler o günü cenaze evinde geçirirken biz de Rize Merkez'e giderek alışveriş yaptık. -19 Temmuz Perşembe günü, aynı zamanda da Regaip Kandili- Eve döndüğümüzde elimiz torbalarla doluydu ve alışverişi abartmıştık. ama bu kez güzel bir nedenle.
Herkese kandil hediyesi verdik. Akşam namazından sonra hacıannem ve hacıbabam için okutacağımız hatim duası için Liparit Camii'ne çıktık.
Caminin üç tarafı mezarlıklarla çevrili. Bir ara içeride sıcaktan bunalınca tek başıma dışarı çıktım. Hep gece mezarlıklardan korkacağımı düşünürdüm. Ama yanılmışım.
Ve geldik 20 Temmuz Cuma'ya...
Dayımın bizim için programı Trabzon turuydu. Hani olmasına çok ihtimal vermeden söylediğim Sümela Manastırı da programa dahil olunca yine çok güzel bir gün geçirdik.
Önce Trabzon'daki Atatürk Köşkü'nü gezdik. İçindeki tüm eşyalar Atatürk'ün kullandığı haliyle duruyor. Çok etkilendim. Wn çok da Atatürk'ün Türkiye haritası üzerinde kurşunkalemle yaptığı işaretlemelerdi. Ürperdim bir an.
İçeride resim çekmeye izin vermedikleri için maalesef görüntü veremiyorum. Atatürk Köşkü'nden sonra Trabzon'u tepeden gören Boztepe'ye çıktık. Sonra da Sümela'ya gitmek için Erzurum'a giden şehirlerarası yoldan Maçka'ya saptık.
Maçka'da sanırım geçen senelerde düşen İspanyol uçağı kurtarma çalışmaları nedeniyle yapılan Türk-İspanyol Dostluk Anıtı'nı gördük.
Sümela'da Milli Park içinde yer alıyor. Yine güzel manzaralar eşliğinde tırmanmaya başladık. Sümela'nın meşhur yürüme yoluna geldiğimizde yürümek yerine 3 km'lik araba yoluyla tepeye çıktık. Böylece dik bir yürüyüş yerine yatay kısa bir yürüyüşle manastıra vardık.
Bir yanınızda asırlık ağaçlar bir yanınızda dik uçurum yürüyorsunuz. Ağaçların kökleri artık öyle bir hal almış ki, doğal basamak olmuşlar, iç içe geçmişler.
Manastırın odalarından görünen manzara güzel olduğu kadar ürkütücü de bana göre. Orada zorla tutulduğunu düşündüğünde; gördüğün yemyeşil ağaçlar, gökyüzü ve bulutlar ve aşağıda dimdik bir uçurum. Kaçış yok.
Kilise olan bölümdeki Freskler artık alışık olduğumuz şekilde tahrip edilmiş, üzerine yazılar yazılmış. İncil’den pek çok sahnenin olduğu ve duvarların üst kısımlarında olduğu için erişilemiyenler iyi durumda. Yapının çoğu restorasyonda olduğu için sadece kilise kısmı ve girişte sağdaki bir kaç odayı görebiliyorsunuz sadece. Daha önce gidenlerden duyduğumuza göre pek çok farklı bölümü ve işkence kuyuları varmış.
Sümela’dan dönerken çıkışta gördüğümüz bir şelalede durup fotoğraf molası verdik. Bisikletli bir grubunda mola verdiği hatta tırmanıp tam şelalenin önündeki geniş kayada oturması beni de kışkırttı. Ama kayalara bakınca tereddüt edip vazgeçtim.
Ancak dayımın şelaleye inmek için hamle yapması hem bizi korkuttu hem de beni şelaleye gitmek zorunda bıraktı.
Burada küçük bir not düşmem şart. Dayım geçen sene çok ciddi bir trafik kazası geçirip, aylarca tedavi gördü. Geçen sene bu zamanlarda değil yürümek, boynundan altını hissetmiyordu. Ufak tefek bazı sorunları hala var ama bugünkü gününe Allah’a şükürler olsun.
Şelaleye dönersek beni en çok zorlayandı diyebilirim. Şelaleye inmek için toprak bir yoldan ilerledim sonra da büyük kayalarda ayağımı sağlam basıp kendimi yukarı çekebileceğim yerler aradım. Maceralıydı. Dönüş yolunda terliklerim elimde çıplak ayakla yollarda yürüyen bir tiptim.
Sümela-Trabzon turu artık herkesin son gücünü kullandığı yerdi.
Cumartesi Rize’de kaldığımız son gün...
Hacıbabamların mezarını ziyaret etmek, çay bahçelerini gezmek ve fırsat olursa bir çay fabrikasını dolaşmak için program yaptık.
Liparit’teki çaylığın başında hacıannemin en sevdiği karayemiş ağacına çıkıp karayemiş topladım. Neredeyse en tepesine kadar çıkıp en güzel yemişleri topladım annemler için. Çaylıklarda dolaştık. Dedemin oradaki çocukluğunun geçtiği evi gördük.
Temsili çay topladım. Kıvam çay fabrikasını gezdik. Çayın çay olma evrelerini gördük. -Bunu da önümüzdeki günlerde yazacağım- Hacıbabamın arkadaşı Hacı Şevki Hantal’ın oğulları fabrikayı işletiyor. Sohbetimiz sırasında Hacıbabamın internet sitesinden bahsettik ve çok etkilendiler. Bu arada onlarda da Hacıbabam’a ait fotoğraflar olduğunu öğrendim. İstanbul’a geldiklerinde vereceklerini söylediler.
Pazar sabahı 5’te evden çıkarak; 7:25’te Trabzon’dan kalkan uçakla İstanbul’a döndük.
Hayatımda ilk defa gittiğim tatilden dönerken İstanbul’u özlememiş olduğumu farkettim. Ne olursa olsun bu şehri özlemişim derdim hep, oysa bu sefer mecburen alışmaya çalışıyorum. Biraz zor olacak galiba.
Pazartesi günü kalan günlerimizi dinlenerek geçirmek için Çınarcık’a geldik. Tatile çıkmadan Çınarcık Yalova’da görülebilecek yerler listesini çıkarmıştım. Ama vazgeçtim. Biliyorum ki gördüğüm yerlerin üstüne hiç bir şey beni tatmin etmeyecek.
Ve artık dinlenmek istiyorum. Dün öğlen saatlerinde Hande beni aradığında balkondaki salıncakta uyukluyordum. Tabi bu gerçeği söyleyince Hande’den fırçamı yedim. Ama yalan söyleyemezdim ki.