Cuma, Eylül 29, 2006
Bu Sabah
Ağaçlar yeşilden sarıya geçişte, bazıları kızılı seçmiş kendine sonbahardan. Son günlerde hissettiğim dayanılmaz yeşil kokusu özlemi son noktaya geldi.
Yok.
Yaşadığım günlük hayatta yok yeşilin kokusu. Uzaktan görüntüsü, sitelerin bahçesindeki çalılardan bile medet umar oldum ama yok. Yağmurdan sonra havayı çekiyorum içime bir teselli bulmak için.
Ben yeşili koklamak istiyorum.
Perşembe, Eylül 28, 2006
Burdayım
Malum pazar günü ramazan başladı. Tatlı telaşı her gün var. Yaz başından beri bahsettiğim tadilat bitti. Şimdi dekorasyon kısmına geldik. Her aşama bir öncekinden kolay olacağına daha mı zor oluyor ne?
Geçen hafta aldığımız koltuk takımı eve geldikten sonra ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Tamamen minderli olduğunu düşündüğünüz koltukların çok ustaca bir şekilde bu görüntüye kavuşturulduğunu görünce ciddi hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Ancak gel gör ki piyasada bu tarz koltuklar çok -artık her gördüğüm koltuğun önce tüm minderlerini kaldırıyorum-
Parası ödenmiş eve gelmiş koltukları geri almazlar diye düşünseniz de; hiç sorun çıkarmadan firma gelip koltukları geri aldı ve ödememizi de hiç sorunsuz geri verdi. Gerçi gelen koltuklardan birinin arka profilinin kırık olması da işimizi kolaylaştırmış olabilir. Ama iki ileri bir geri dekorasyon çabalarımıza devam ediyoruz. Ancak boş salona o kadar alıştım ki; eşyalara yeniden nasıl alışıcam bilmiyorum. Papağanımızda sanırım durumdan memnun ki; kafesinden çıkınca pıtır pıtır yerlerde dolaşmaya bayılıyor. Şık inişler, zarif pikeler yapıyor eşya engeline takılmadan salonda. Bi de tüyleri tamamen düzelse.
Yaz başında yaşadığımız ciddi rahatsızlıktan bahsetmiştim. Şimdilerde iyi sayılır, dökülen bölgelerdeki tüyler çıkmaya başladı. Ama diğer yandan hala başka yerlerden tüyleri dökülüyor. Bu aralar da kanatlarının üstü. Dilerim tamamen düzelir. Eski tüylü yumak günlerine döner.
Ben burdayım aslında. Ramazan nedeniyle biraz rehavet çökse de, elimden geldiğince sık yazmaya çalışıyorum. Malum akşam ancak iftar saatinde kapıdan içeri giriyorum. Sahura kalkmaktan keyif alsam da uykusuzluk anlamında bana ciddi bir darbe vurduğunu inkar edemem. İlk hafta alışma süreci; gelecek hafta düzeni kurarım herhalde.
Ayrıca haftasonu çalışıp, blogum için biraz malzeme yaratmayı düşünüyorum. Yani beni okumaya devam edin ;)))))
Cuma, Eylül 22, 2006
İstanbul Klasikleri
Buyrun...
1. Eminönü Yenicami önünde kuşlara yem verin. (en son çocukken Fatih Cami avlusunda kuşlara yem vermiştim; tabi evin camına gelenlere verdiklerimi saymazsak)
2. Eminönü'nde vapurlardan birine atlayıp Boğaz'ın tadını çıkarın. Vapurda çıtır simit eşliğinde demli bir çay için. Martılara simit atmayı unutmayın. (yolu biraz da uzun tutmak için Boğaz hattını tercih edin. Benim bu yaz tatilimde yaptığım gibi)
3. Tarihi Konyalı Restoran'da geleneksel Türk mutfağının birbirinden özel lezzetlerini tadın.(Yemekle pek aram olmadığı için ben bu maddeyi atlıyorum)
4. Tahtakale'deki tezgâhlarda satılan irili ufaklı ıvır zıvırları inceleyin. (O sokakları bana sorun, nerde ne bulabilirsiniz hepsini bilirim)
5. Ali Muhiddin Hacı Bekir'in tadına doyulmaz lokumlarını tadın. (Evet, bunu atlamışım bundan sonraki ilk gidişimde mutlaka)
6. Mısır Çarşısı'ndaki dükkânlardan baharat alın. (Her zaman)
7. Mısır Çarşısı'nın girişindeki tarihi Pandeli Lokantası'nda öğle yemeği yiyin. Patlıcan salatasını mutlaka tadın. (Hep niyetlendim ama hala gidemedim. 11:30-16:00 arası hizmet veriyor)
8. Tarihi Kurukahveci Mehmed Efendi'nin tadına doyulmaz Türk kahvesinden alın. (Mehmet Efendi yerine yürüdüğünüz yolda hemen karşınıza gelen Kurukahveci İhsan'ı öneririm. Bana da Yavuz söylemişti. Her içenin çok hoşuna gidiyor.)
9. Kapalıçarşı'nın otantik havasını soluyun. Takı ve mücevher pazarı Bedesten'e uğrayıp ilginç takılar alın. (Hala tamamını gezemedim, ama bir günü orada geçirmeyi isterim doğrusu)
10. Gülhane Parkı'ndaki asırlık ağaçların gölgesinde oturun. (Vazgeçilmezim. Sonra da Setüstü çay bahçesinde benim için bir kahve için)
11. Arkeoloji Müzesi'ni gezdikten sonra tarihi eserlerle iç içe çay bahçesinde mola verin. (Çok hevesim var ama bu da henüz yapamadıklarımdan)
12. Caferağa Medresesi'ndeki geleneksel Türk el sanatları atölyelerini dolaşın. (Ebru yapımını seyretmek büyülenmek gibi bir şey)
13. Soğukçeşme Sokağı'nda yer alan ve tarihi evlerden oluşan pansiyonlardan birinde bir gece konaklayın. (Yürümek için güzel bir sokak ama Boğaz'daki butik otellerden birinde kalmayı daha çok isterim)
14. Ayasofya Camii ve Sultanahmet Camii'nin önünde fotoğraf çektirin. (Önünde fotoğraf çektirmekle kalmayın, içine girin. Benim bu yaz yaptığım gibi)
15. Sultanahmet Meydanı'ndaki sokak kahvelerinde oturun. (Olabilir)
16 Sultanahmet'teki el tezgâhlarından gümüş kolye,küpe, yüzük gibi elişi takılar ya da nazar boncuğu alın. (Turist olmadığınızı mutlaka belli edin)
17. Yerebatan Sarnıcı'nın kafesinde soluklanıp, bir kahve için. (Bunu da yapılacaklar listesine ekledim)
18. Arasta Pazarı'ndaki Türk halı ve kilimlerine göz atın. (Oraya kadar gitmişken Büyük Saray Mozaikleri müzesine de uğramanızı öneririm. Bir de komik gelecek ama Arasta'nın tuvaletine gidin)
19. Eskinin hapishanesi şimdinin dünyaca ünlü oteli Four Seasons'ta Sultanahmet Meydanı'nın muhteşem manzarasını seyredin. (Yapılacaklar listesinde)
20. Akşam saatlerinde, Sultanahmet Meydanı'ndaki süs havuzunun etrafındaki banklara oturup Ayasofya ya da Sultanahmet'in gece manzarasını izleyin. (Çocukken yapmıştık galiba bunu ama tazelemekte fayda var)
21. Tarihi Sultanahmet Köftecisi'nin meşhur köftesini ve irmik helvasını tadın. (tadmalı)
22. Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nde nargile keyfi yapın. (Nargile de tütün içeriyor bildiğim kadarıyla ben bunu geçiyorum)
23. Cankurtaran ve Ahırkapı'daki tarihi Türk evlerinin sıralandığı sokakları gezin. (Hıdrellez'de de orada olun)
24. Beyazıt Çınaraltı'nda bir çay için. (Setüstü dururken pek cazip gelmiyor)
25. Beyazıt Sahafları'ndaki eski kitapları inceleyin. (Okul zamanı hoşuma gidiyordu da artık zevk vermiyor)
26. Laleli'deki deri satan dükkânlara uğrayın. (ilgilenenlere cazip gelebilir belki. Ama Laleli'de de eskisi gibi derici kalmadı bildiğim kadarıyla)
27. Galata Köprüsü'nde balık tutun. (İlk ve son balık tutma denememi Çınarcık açıklarında yaptım. Ama ne hikmetse hiç tutamadığım gibi, oltayı elimden bıraktığım an diğerlerinin şansı döndü. Ben doğrudan bi sonraki maddeye geçeyim)
28. Galata Köprüsü'ndeki restoranlardan birinde balık yiyin. (Mutlaka)
29. Piyerloti'den Haliç'in doyumsuz manzarasını seyredin. (eski türk filmlerini yad edin)
30. Haliç sahili boyunca sıralanan lokantalarda balık keyfi yapın. (düşünülebilir)
31. Fener ve Balat'taki yüzyıllık binaları gezin. (O binalar ve hikayeleri beni hep etkilemiştir. Hatta Fener'de geçen yüzyılı anlatan bir kaç kitap okudum son yıllarda ve Kırmızı Kilise hakkında blogumda yazmıştım.)
32. "Tarihi Eyüp Oyuncakçıları"nı ziyaret edin. (Sunay Akın'ın Göztepe'deki oyuncak müzesinde Eyüp Oyuncakları'nı satın alabiliyorsunuz. Gitmişken gezin de.)
Yazıdaki görselleri Google ve Galeri İstanbul sitelerinden buldum. Sadece biri benim çektiğim. Emeği olan herkese teşekkürler
İftar Seçenekleri
Ramazan; özlemle beklediğim zamanlarından yılın... Eski ramazanlar şöyleymiş, böyleymiş dense de; bugünün koşullarında da keyifle yaşamak özelleştirmek için bir şeyler yapmak bizim elimizde.
Yemek yemekle çok arası olmayan birisi de olsam, iftar sofralarının zevki ve hayalleri benim için vazgeçilmezdir. Şimdiden iftar programlarını yapmak, gidilecek yerleri düşünmek, sahura kalkmak düşüncesi heyecanlandırıyor, sabah işe gitmek zorunda olsam da...
Nerelerde iftar yapılabilir diye araştırırken; öğrendiklerimi herkese duyurayım istedim. Sizin de programlarınıza yardımcı olurum belki.
Seçeneklere baktığım zaman her zamanki gibi oteller mükellef menüleriyle dikkat çekiyor. Fiyatları genelde 50 -150 YTL arasında değişiyor. Bu sene Parkorman’da oteller düzeyine yaklaşmış gördüğüm kadarıyla 50-85 YTL arası 3 farklı iftar seçeneği sürüyor. Geçen sene iftarda bir akşam ParkOrman’a gitmiştik. Fasıl eşliğinde ama fazla yüksek müzik sesi nedeniyle, konuştuğumuzdan bir şey anlamamıştık.
Diğer restoran seçeneklerine baktığımda Rumeli Hisarüstü’ndeki Doğatepe Restoran var ki; manzarası ömre bedel. İftarı bilmem ama daha önce orada yediğim bir yemek için mekanın şıklığına ve zarafetine rağmen yemeklerin zayıf kaldığını söyleyebilirim. İftar menüsü 45 YTL. (Nispetiye Caddesi Duatepe Parkı No: 4-6 R.Hisarüstü Tel: 0212 257 4391)
Ulus sırtlarındaki Casbah da daha önce bizzat denediğim bir restoran. Yemekleri, manzarası ve hizmet kalitesiyle oldukça iyi bir yer. İftar menüsü diğerlerine göre daha hesaplı 35 YTL (Adnan Saygun Cad. Aydınlık Sok. No:17 Ulus Tel: 0212 287 88 75)
28 YTL'lik bir döner porsiyon fiyatıyla köşe yazarları arasında gündemdeki yerini koruyan Kanyon'daki Konyalı'da iftar yapmanın bedeli 70.YTL
Anadolu yakası seçenekleri ise;
Lacivert Restorant; Körfez Cad. 57/A FSM Köprüsü ayağı - Anadolu Yakası Kanlıca Tel : 0 216 413 42 24 / 413 37 53 (55.YTL)
Kozz Rest; İbrahim Kelle Caddesi No:36 Beykoz Tel : 0 216 323 33 13 (45 YTL)
Tekrar Avrupa yakasına dönersek; Armada Oteli Ahırkapı Lokantası'nda canlı ud musikisi eşliğinde bu lezzetleri tatmak isterseniz kişi başı hafta içi 26 YTL ve hafta sonu 32 YTL; Armada Teras veya Armada Sera'da da İstanbul müzikleri eşliğinde 45 YTL.
Bir yandan Sultanahmet'i diğer yandan Galata Köprüsü'nü izleyebileceğiniz Liman Lokantası'nda 1950'leri yaşatan dekorasyonuyla Ramazan boyunca her hafta değişen mönüde iftariyelikler, börekler ve kuzu tandır gibi farklı lezzetler yer alıyor. Mönülerin ücreti 25 YTL. Tel: (0212) 292 39 92
Değişik olabileceğini düşündüğüm diğer bir yer ise Fatih Vezneciler’de Şehzadebaşı Camii avlusundaki Şehzade Mehmet Sofrası. Özel odalarda, 800 kişilik şadırvanlı avluda, tasavvuf müziği ve sema gösterisi eşliğinde Osmanlı döneminde bir iftar yaşamak için tercih edilebilir. Normalde menüsü Osmanlı saray mutfağının değişik lezzetlerini kapsayan Şehzade Mehmet Sofrası’nın Ramazan için sunduğu fiks menüsü ben de biraz hayal kırıklığı yarattıysa da, tarihi havayı solumak için düşünülebilir. (32 YTL)
Hatta tam nostaljik ramazan gecesi yaşamak için teravih namazı Şehzadebaşı Camii’nde kılındıktan sonra Vefa’ya yürünüp –sadece bir kaç dakikada- yeni kavrulmuş leblebiler eşliğinde bol tarçınlı Vefa Bozası içmek fikri beni heyecanlandırıyor.
Son bir iftar menüsü de; annemin yemekleri ve benim yaptığım güllaç eşliğinde bizim evde –ücretsiz- :)
Perşembe, Eylül 21, 2006
Kağıt Vs.
Çarşamba, Eylül 20, 2006
Masaüstünü Fazla Dağıtmayın
Masaüstü Savaşları>>
Yaşamak
Huzurla yenen basit bir yemek, kulağında sevdiğin müzik, masadaki vazoda yazın son hanımeli dalı, içinden gelen yazma isteğini ne yazacağını düşünmeden tuşlara dokunarak ortalara dökmek. Sevdiğinden gelen bir mesaj; içinde ne yazdığı değil ondan gelmesi keyifli kılan.
Sorgulamadan, zorlamadan, akıntıya bırakıp gitmek bazen yaşamak...
Kağıt İşleri
Kağıtla yapılan el becerileri üzerine kurulu; eğlenceli bir şeyler yaratmayı hedefleyen bir yayın ve internet sitesi. Açıkçası henüz dergi elime ulaşmadı ama geldiğinde hakkında biraz daha detay verebileceğim sanırım. Ancak internet sitesini incelediğimde kağıtları nasıl sıradanlıktan kurtarıp; ilginç şeyler yaratabileceğinizi görebiliyorsunuz. Ben de heyecanlanıp ilk siparişimi verdim.
6 yaş üzeri çocukların eğlenerek becerilerini geliştirmenin yansıra büyükler için özel hediye paketleri yaratmak için de pek çok ürünü var.
Hani farklı hediyelere farklı paketler yapmak isteyenlere...
Kağıtvs>>
Pazar, Eylül 17, 2006
Seni Gidi Yaramaz
Elinde tuttuğu fincandaki suyu 3. katın balkonundan, bahçede park etmiş siyah arabanın üzerine döktü. Sonra gidip bir bardak daha doldurdu, ağır ağır yine arabanın üstüne boşalttı. İkinci ve üçüncü bardaklarla devam etti. Ama artık her döktüğü sudan sonra kimse onu görmesin diye bir süre balkonun içine sinip beklemeye başladı. Bardağı gidip içeri bıraktı. Bu kez balkondaki damacana pompasının ağzına, ağzını dayayarak ağzına doldurduğu suyu arabanın üzerine boşaltmaya devam etti. Yaptığı yaramazlıktan büyük bir keyif aldığı belliydi. Benim de onu izlemekten...
Ben ondan bir kaç kat yukarda olduğum için beni farketmesi yaramazlığın sonuna denk geldi. Bir süre gözlerini dikip bana baktı; ben de ona bakmayı sürdürdüm. Önce omuz silkti; tepki vermeyişime hatta gülmeye başlamamaysa dil çıkararak karşılık verdi. Ve içeri girdi.
Hangimiz yapmadık ki böyle yaramazlıkları; unuttuk mu nasıl keyif aldığımızı? Açıkçası ben unutmuştum. O kız çocuğunu seyrederken, suç ortağıymışcasına eğlendim. Kendi yaramazlıklarım geldi aklıma.
Cuma, Eylül 15, 2006
Farklı Hediyeler
Öyle sıradan hediyeler mutlu etmiyor beni; verdiğim şeyin farklı olması ve özel olması her zaman tercih ettiğimdir. Geçtiğimiz günlerde de böyle bir hediye alma telaşına girdim. Belki lazım olur diye adreslerini de yazayım dedim.
www.cicekpasaji.com farklı hediye seçenekleri var. Ama benim hoşuma giden istediğiniz kişinin ad ve soyadının başharflerinden oluşan bir çift kol düğmesi. Bir hafta içerisinde hazırlanıp teslim edilebiliyor.
www.gulumseyencikolatalar.com çikolataların üzerinde istediğiniz resim ve mesajın yer almasını sağlayabiliyorsunuz. Doğum günü, sünnet, düğün, bebek, anneler günü gibi farklı özel günler için de yaptırmak sizin yaratıcılığınıza kalmış.
www.curcunabaz.com daha önce hakkında detaylı bir yazı yamıştım. Sevdiklerinize kendi kuklanızı yada kendi kuklalarını hediye edebilirsiniz.
Başka keşiflerim olursa yine bu başlık altına ekliyceğimden emin olabilirsiniz.
Benim hediyeme gelince, hiç biri. Olsaydı kol düğmelerini düşünürdüm ama bir son dakika buluşması nedeniyle bir hafta vaktim olmadı.
Salı, Eylül 12, 2006
Kanyon ve Farklı Mimari Yaklaşımlar
Aslında bilmeden ilgi duyduğum alanlardan birini bana meslek olarak yakıştırmıştı. Ama ona da dediğim gibi; pek çok farklı konuyla birden ilgilenebilirim, sektörden kişilerin bilebileceği detayları yakalarım fakat o işi sonuna kadar götürebilecek sabır ve azmim yoktur. Yani kötü bir tanımla "maymun iştahlılık". Bu tanımı kendim için çok doğru bulmuyorum. Çünkü maymun iştahlılık bir şeylere büyük bir hevesle başlayıp sonra olduğu yerde öylesine bırakıp başka bir şeyin peşine koşmaktır.
Bir kere ben ne pahasına olursa olsun başladığımı bitiririm. Sonra ilgilendiğim şeyleri takip etmeye devam ederim. Aradan yıllar geçse farklı ilgilerim olsa da. Benimkine olsa olsa "çok yönlülük" denir.
Bu kadar uzun bir girişten sonra asıl yazmak istediğim konuya geçebilirim artık.
Evet mimariye ilgi duyuyorum. Pazarlama eğitimim sırasında da tüketici davranışlarını şekillendirmede mimarinin işbirliğini keşfedince ilgim biraz daha arttı. Bu nedenle de pek çok yapı ve mimarlık yayınını takip ederim. Bugün de elime çok güzel bir yazı geçti. Okuyunca paylaşmak istedim. Konu "Kanyon".
Bugüne kadar Kanyon'u şöyle güzel böyle güzel diye öven yazıların aksine gerçekleri vurgulayan önemli bir yazı.
Kanyon hakkında benim de güzel yorumlarım var. Ama tamamen duygusal nedenlerle; işyerime yakın olması, kısa zamanda istediklerimi halletmeme fırsat verdiği için, alışveriş merkezlerinin kapalı mekanlı olanlarından nefret ettiğim için, alışveriş yapmak istediğim nadir mağazaları bir arada sunduğu için vb.
Ama işletmecilik açısından bakıldığında -ki yazıda detayları bulabilirsiniz- uzun vadede hedeflerine ulaşamayabilir.
Mesela merdivenler öyle bir yerleştirilmiş ki kanalların sonunda ve başında. Gitmek istediğiniz mağazaya fazla dolanmadan kolayca ulaşabiliyorsunuz. -Yani diğer mağazalara gözünüz kaymıyor-
Yazın açıkhava iyiydi de; kışın ne olacağını hep birlikte göreceğiz.
Arabası ile gelenler için Büyükdere Caddesi'nin en sinir noktalarından biri olması da cabası. Ama bu mağazalar sadece Kanyon'un dairelerinde oturanlar için düşünüldü deniyorsa o zaman başka.
Yazı aşağıda, Radikal İki'de yayınlanmış.
Hoşuma giden diğer bir yazıda Kazakistan'da yapılan barış piramidi ile ilgili; ilgilenenler için de onun linkini koyuyorum. Barış Piramidi
Kanyon, Kanyon, Kanyon
İstanbul'da son 20 yıl içinde çok sayıda alışveriş ve eğlence merkezi açıldı. Bazıları -Tatilya, Markiz Pasajı gibi- kapandılar. Bazıları da zorlanıyor. Bu kapanan ve zorda olan yapılar, açıldıkları günlerde övgüler hatta "ödül"ler almışlardı. Oysa kapanacakları belli idi. Pazarlama amaçlı olarak, kamuoyuna genellikle birer "mimarlık olayı" olarak tanıtılan bu yapılarla ilgili nesnel değerlendirmeler, hem kamuoyunda mimarlık bilincinin doğru oluşmasına katkıda bulunabilir hem de önümüzdeki yıllarda sayıları 100'ü bulacağı bildirilen yeni alışveriş merkezi yatırımcılarını uyarabilir.
Alışveriş merkezleri, nüfus ve otomobil sayısının artması, derin dondurucuların yaygınlaşması, yaşama biçimleri ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi sonucu, 1950'lerden itibaren Amerika'da ortaya çıktı. Yıllar içinde gelişti, değişti, çeşitlendi. İlk plan şeması, bizdeki Galleria'ya benzeyen kapalı bir sokağın iki ucuna yerleştirilmiş iki "katlı mağaza"dan oluşuyordu. (Dumb-bell layout) Bu şema zamanla L, T ve kareye; sokaklar avlulara, avlular meydanlara dönüştü. Amerika dışına yayılarak, yerel koşullara adapte edildiler, Fransızlar hipermarket ağırlıklı kendi yapı tipini üretti. Giderek, temalı parklar, food-court'lar, eğlence ve spor merkezleri ile zenginleştiler. Sayıları binlere, yıllık ciroları 300 milyar dolara ulaştı.
Sadece alışveriş edilen yerler olmaktan çıkıp Amerikan halkının evlerinin dışında en fazla zaman harcadıkları, yeme-içme, eğlence, spor ve kültürel faaliyetlerinin yoğunlaştığı sosyal merkezlere dönüştüler. Böylece, bir anlamda, kent merkezlerinin geleneksel "çekim odağı" olma özelliğini paylaştılar. "Gidildiği için" alışveriş de edilen yer olma özelliği kazanmış oldular.
Bir alışveriş merkezinin ana işlevi, "hedef kitle"yi çekmek, içerde olabildiğince uzun tutmak ve bu süre içinde alışveriş etmelerini sağlamaktır. Bu sağlanamazsa perakendeciler merkezi terk ederler. Yapının işlevini yerine getirebilmesi üç parametrenin doğru kurgulanmasına bağlıdır: Alışveriş merkezinin yeri, perakendecilerin doğru seçimi ve yapının "concept"i.
Dezavantajlar
Geçenlerde İstanbul'da açılan Kanyon alışveriş merkezi, konut ve ofis blokları arasında bir kanyon gibi kıvrılarak uzanan, dört katlı alışveriş koridorlarından oluşuyor. Kuvvetli bir medya desteği ile sunulan bu yapı beklenebileceği gibi, "eşi görülmemiş bir mimarlık olayı" olarak büyük övgüler aldı. Aşamalı olarak, yabancı ve yerli mimarlar tarafından tasarlanan yapının konseptinin yabancılara ait olduğu, aynı grubun çok benzer uygulamalarına çeşitli dünya ülkelerinde rastlanmasına karşın, bu konsepte yerli mimarlarla birlikte yatırımcı şirketin de sahip çıktığı izleniyor. Konseptin özü, iç mekânlanlarla alışveriş koridorlarının 'kanyon'a benzer bir kurgu içinde doğa koşullarına açılmış olması.
Alışveriş merkezlerinin 50-60 yıllık uluslararası deneyimleri, planlama prensipleri ve yerel koşullar ışığında, Kanyon'un konumu nedir? Kanyon'un yer seçimi, "hedef kitle"nin yaya ulaşımının zorluğu açısından rakiplerine göre dezavantajlıdır. Orta-alt sınıf yerleşim bölgesi içinde yer aldığından, arka ve yan girişlerinde aktivite beklenemez.
Kanyon alışveriş merkezinin doğa koşullarına açılması, İstanbul iklimine uygun değildir. İç iklimin kontrol edilmesi ve "alışveriş konforu" sağlanması, bu yapı tipinin olmazsa olmaz koşuludur. İç mekânlarda havanın ısısı, kalitesi, ses ve ışık mevsim değişikliklerinden etkilenmeyecek şekilde tasarlanır. Yapının kanyona benzetilen iç mekânı, hakim rüzgarları çoğaltarak rahatsız edici hava akımları yaratabilecek, kış hatta bahar aylarında ciddi sorunlar yaşanabilecektir. Bu iç mekân, yaz aylarında "esintili ve çekici" olabilir, ne var ki bu yapılar yazlık yapılar değil, tersine kışlık yapılardır. Alışveriş kış aylarında yükselir, yaz ayları alışverişin düştüğü "indirim" aylarıdır. "Hedef kitle" yazın tatildedir, kent merkezleri boşalır. Yapının mimarının bir TV programında, "koridorlar tavandan ısıtılacak, müşteriler kış aylarında paltosuz gezecek" savı gerçekçi görünmüyor. Kendisi de gerçekçi bulmuyor olmalı ki, bir yandan da yapının üstünü örtmek için "B" planı yaptığı bildiriliyor. Kanımca bu da kolay bir iş değil.
Çekim merkezleri
Kanyon'da perakendecilerle ilgili sorunlar da var. Perakendeciler, alışveriş merkezlerinde büyük kitleleri "çekebilecek" katlı mağazalar (dept. store), eğlence merkezleri, hipermarket, food-court vs gibi büyük "magnet"lerle, titizlikle seçilmiş çok sayıda irili-ufaklı dükkân, mağaza vs'den oluşur. "Magnet"lerin ve küçük birimlerin seçimi ve yapı içindeki kompozisyonları, alışveriş merkezlerinin yaşamsal parametrelerinden biridir.
"Magnet"ler iki işe yararlar: Müşterileri alışveriş merkezine "çekmek" ve merkez içinde "iç trafiği" artırmak. Bunun için örneğin, katlı mağazalar sokağın iki ucuna (köşelerine vs.); food-court ya da eğlence merkezi insanların çıkmak istemediği üst katlara yerleştirilir, böylece aralarındaki gidiş gelişler, iniş çıkışlarla, küçük birimlerin önünde üç boyutlu trafik yoğunluğu, hareket sağlanır. Satışlar yükselir. Kanyon'da, hedef kitle için "çekim" yaratabilecek güçte "magnet"ler yer almıyor. Var olanlar da "iç trafiği" artıracak şekilde kurgulanmış değil.
Kanyon'un iç mimarisi, bir alışveriş merkezi yapısına uygun değil. Alışveriş koridorları tek tarafa yığılmış, karşı koridorlar zayıf ve "davet edici" değil. Gezintilerin, yani alışverişin sürekliliği için gereken "vitrinlerin devamlılığı" sağlanamamış. Bu yapı tipinde sağır duvarlar, sağır formlar istenmez. Duvarlar itici ve durdurucu etki yapar. Uzaktan hoş görünebilecek sağır formlar insanları çekmez. Müzelerde, galerilerde vs. olabilir, alışveriş merkezlerinde istenmezler. Kanyon'da merkezde yer alan küresel form, kanyona benzetilen kıvrımlarla birlikte ilginç perspektifler yaratıyor olsa da zorlama, yersiz ve gereksiz. İşlevsel değil. Projede olmaması gereken "çıkmaz"lar var.
Kanyon'un klasik bir alışveriş merkezi olmadığı, yukarıdaki değerlendirmelere sığmayacak "farklı" bir kent yapısı olduğu, "nitelikli zaman geçirmek ve keyif almak isteyenlerin, İstanbul'u ziyaret edecek bilinçli turistlerin" de ziyaret edeceği bir "kent merkezi" olduğu ileri sürülüyor. Sorun, bu "fark"ın ve projeye verilen isimlerin alışveriş merkezinin yaşamasına yetip yetmeyeceğidir.
Kanyon'un uluslararası parametrelere göre, bir kentsel tasarım projesi (urban design) olduğu tartışılabilir. Bu "kent"te sokaklar nereden gelip nereye gidiyor? Bulvardan ya da Levent'ten Gültepe mahallesine bir yaya trafiği mi var? "B" planı işleme konulup yapının üstü kapatılırsa, "kent" "yapı"ya mı dönüşecek? Dünyada şehir-yapı denemeleri varsa da Kanyon'un bunlarla ilgisi yok. Göreceli olarak küçük, tüm işlevleri içermiyor, bir ofis ve bir apartman bloku arasında 37,000 m2'lik dev alışveriş koridorları ile orantısız bir "kent" bu.
Kanyon projesinde, yatırımcı ve mimarlar "iyi bir mimari" aramışlar. Bu arayışlar saygı ile karşılanmalı. Ancak, yurtdışındaki örnekler taranırken uluslararası bilgi birikiminin ve yerel koşulların tasarımlara yansıtılmaları daha gerçekçi çözümlere olanak verecektir.
Coşkun KARADENİZ: Mimar, İTÜ, 1993-2000 arasında Cumhurbaşkanlığı Mimari Başdanışmanı
RADİKAL İKİ
Burger King ve Kedi
Yer: Beyoğlu Burger King (İstiklal'in başı)
Zaman: 11 Eylül 2006
Saat:20:00-20:30
Olay: 3 kişi girişte soldan üçüncü masada yemeklerini yemekteyken; birden bire masanın ortasına tavandan inen bir kediyle şok olurlar. Asma tavanın kırılan bir parçası ve kedi masanın tam ortasında.
Restoran: Elemanlardan biri bi kere daha böyle bir şey olmuştu der. Müdürü öyle şey söylenir diye mi onu uyarır. Ve arkadaşlarıma "yemeğinize devam edecek misiniz?" diye sorar.
Diğer Müşteriler: Yan masadaki İngiliz mahkemeye verin, ciddi tazminat alırsınız diye öneride bulunur. (Türk kanunlarını bilmediği belli)
Arkadaşlarım: Ya kedinin kovaladığı düşseydi.
Kedi: Beyoğlu'nun akşam kalabalığında izini kaybettirir.
Yaşananlar üzerine çok fazla söylenecek bir şey yok. Ama bundan sonra Burger King'e giderken bi daha düşünmenizi öneririm.
Pazartesi, Eylül 11, 2006
Kadıköy’de Lezzet Turu
Anadolu yakası yaşadığım yakadan daha çok sevdiğim bir bölgedir. Sevdiklerimin çoğunun da orada oturuyor olmasının sanırım bunda etkisi vardır. Kuzenim Aynur Abla’mla zevklerimiz birbiriyle çok örtüşür. Yaz başındaki bir sohbetimizde lezzetli limonata içemediğimden dert yanmıştım. O da Kadıköy’deki Baylan’ı söylemişti.
Fırsattan istifade Baylan’ın limonatası ve Cup Griyesi ile tanıştım, tanıştığıma çok da memnun oldum. Raflarda görünen diğer pasta ve çikolatalarsa aklımda kaldı.
Tatlıdan önce yemek için de Express İnegöl Köftecisi’ni tercih ettik. Aynur ablamın dediğine göre 20 yıldır aynı servis elemanları aynı kaliteyle lezzetinden ödün vermeden varlığını sürdürüyormuş. Ki ben tabaklarını hiç bir zaman tam bitiremeyen birisi olarak üstelik rahatsızlığıma rağmen kendim dahil herkesi şaşırtmayı başardım. Yolunuz düşerse uğrayın derim.
Küçük bir öneri mekan da nikahtan sonra uğrayıp bir kahve içtiğim; Maltepe sahilindeki Çamlık. Nikah dairesinden çıkıp sağa doğru yürüdüğünüzde otoparkın bitiminde. Cumartesi gününün sıcak havasında; adalara karşı oturup geçen vapurları, denizi ve gökyüzünü seyretmek çok keyifliydi.
Bir de Pazar günü benim katılamadığım ama Cumartesi kadromuzun kalanının gittiği Mihrabat Korusu var ki; sadece resmine bakıp iç geçirdiğim.
Ve Cumartesi....
Nikah şekeri olarak da kırmızı tül bir kese içinde isimlerinin altında gelinle damat figürünün olduğu ve üzerinde günün tarihinin yazdığı bir çift tükenmez kalem hediye ettiler. Eee damat kalemci olunca böyle hoş fikirler sadece fikir olmakla kalmıyor. Ümit yükseklisanstayken de hepimize üzerinde adımızın kazılı olduğu hoş kalemler hediye etmişti.
Allah mesut etsin, darısı bekarların başına...
Funda Arar-Kıraç Konseri
Ve konser...
Candan Erçetin konserinden sonra Açıkhava’yı bu kadar kalabalık gördüğüm –benim gittiğim- tek konser. Oturanlardan dolayı merdivenlerden inmek adeta imkansızdı. Ses düzeni maalesef kötüydü. Sahne dekoru yok denecek kadar gelişi güzeldi. Bir de orkestra elemanları kimisi hawaii gömlek beyaz pantolon, kimisi kot pantolon beyaz tişört kısacası tam bir görsel karışıklık
Ama.................
Funda Arar muhteşem bir ses, harika bir yorum. İlk bölümün ortalarında Kıraç’ta sahneye gelerek bir kaç türk sanat müziği eserini birlikte söylediler. “Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam” gibi.11’den sonra Kıraç sahne aldı. Konserin ortalarında bir anda sahnenin önünde patlayan bi şeyle herkes oturduğu yerden sıçradı. Çok kısa bir süre sonra da maytaplarla başlayan ışık seli etrafı sisle kapladığında ışık şovu başlayınca farklı bir boyuttaymış hissine kapıldım. Evet dekor kötüydü ama ışıklar çok iyiydi. Bu kez de Funda Arar sahneye gelerek; onun şarkılarına eşlik etti. 12:30’da konser bittiğinde Açıkhava hala doluydu ve kimsenin gitmeye niyeti yoktu. Bir kez daha sahneye gelen Kıraç; Funda Arar’ın da katılmasıyla 4 şarkı daha söyleyip 1’de bitirdiler konseri.
Daha iyi bir ses düzeninde tekrar dinlemeyi çok isterim.
Komşu
Kaldırımlarda yada apartman dairelerine sıkıştırılmış kafelerden nefret ettiğim için, Nişantaşı’na her gittiğimde yemek benim için büyük sorun olur. Ama bu kez bahçe içinde, ferah bir mekanda huzurlu bir yemek yedim. Sanırım bundan sonra konser öncesi favori mekanım olacak. Bahçesi kadar içinin de dekorasyonu güzeldi. Kışın da değerlendirilebileceğini düşünüyorum.
Bir de Komşu’nun Kızı’ndan -bayanlar tuvaleti- değinmeden geçemiyeceğim. Bir kaç hafta önce pazar günü Ali Atıf Bir köşesinde hijyenik pedlerin hangisinin daha iyi olduğuna dair –pazarlama açısından değil fonksiyonellik açısından- bir yazısı vardı. Onu hatırladım ve Ali Atıf Bir böyle bir şeyi keşfedemeyeceğinden bu sefer de ben haber veren olayım istedim.
Uzun lafın kısası bayanlar tuvaletinde 1 ytl karşılığında Evy Lady marka ped alabileceğiniz otomatlar olduğunu gördüm. Başarılı bir pazarlama faaliyeti. Konuyu araştırdığımda Cevahir Alışveriş merkezinde ve Reina’da da benzer makinaların olduğunu öğrendim. Orkid gibi bir pazar liderinden görmeyi daha çok umduğum bu uygulamayı yapan Evy Lady’i tebrik ediyorum.
Cuma, Eylül 08, 2006
Yine Çok Kayboldum Galiba
Hasta mısın, bi şey mi oldu sorularıyla beni yazmaya zorlayan tüm arkadaşlara ilgileri için teşekkürler.
Geçerli bir nedenim yok ama yüzlerce bahane sayabilirim.
Yılan hikayesine dönen evdeki tadilat bitti sayılır. Ama başta annem olmak üzere beni de bitirdi diyebilirim.
Onun dışında bi de elimde bir taş var. Bir türlü yerine oturmayan, oturtamadığım. Maalesef bu süreçte onun da gel gitlerini ağır bir biçimde yaşadım. Ama fark eden bir şey yok hala yerine oturmadı. Ben de vazgeçtim. Henüz elimden bırakmadım ama uğraşmaktan vazgeçtim.
Aslında benim yazmaktan kaçışım çok sıradışı bir durum değil, hepimiz günlük hayatımızda öyle bir rutinde akıyoruz ki onun dışına çıkıp da kendimiz için çok az şey yapıyor yada hiç bir şey yapmıyoruz.
İşte ben de blogumu yaparken bu rutinin dışına çıkıp, farklı bir kimliğe bürünüp zamanı ve mekanı bırakıp kendim için bir şeyler yapıyorum, paylaşıyorum, keyif alıyorum.
Aslında blogumla ilgilenmemek beni huzursuz eden diğer bir konu. Çünkü yazacak bir şeyler düşünmek, düşündüklerini beğenmemek, kelimeleri yan yana dizememek, kendini tekrarlamak korkusu stress yaratıyor.
Neyse bugün cuma. İşin sonu; tatilin başı. Akşama da güzel bir program olunca saatler daha bir keyifle geçiyor. Akşam programımı sağ alt tarafta ki yazı tahtasında bulabilirsiniz.
Bu da yeni eğlencem. Cemal'in sitesinde gördüğüm ve hemen kopyaladığım yazı tahtasına kısa notlar yazmak hoşuma gidiyor. Buzdolabına yapışmış notlar gibi. Herkes istediğini yazabilir. Sadece adını yazıp, message bölümüne de mesajını yazıp bir enter yeterli.