Pazar, Kasım 05, 2017

Roma Günlüğü

Roma Dönüşü- 15 Ekim 2017

Bu kez “born to travel” Roma günlüğü oldu



4-5 günlük yaz havasında dolu dolu geçen bir seyahat

Rutin bir tura katılıp değil, kendi  rotamızı çizdiğimiz özgür bir seyahat

Roma Termini tren istasyonunun hemen karşısında Hotel  Agora’da konakladık. Metronun da tren garının altında olduğu merkezi bir  nokta.

Termini’ye indiğimizde garda konumlanmış mağazalar “Molesikine”, “Campo Marzio” adlı deri kaplı defter ve kalemler satan rengarenk bir  mağaza...

Allah’ım cennete düştüm 

Daha önce Venedik’e gitmiştim ama Roma’ya ilk gelişim...

Akşam 5’te kendimizi sokaklara attığımızda spontane gezgin olmanın ilk ödülü “Santa Maria Degli Angeli e de i Martini”

Michalengelo tarafından 1563’de başlanan kilise, 1564’de ölümüyle  başka mimarlar tarafından tamamlanmış, ancak onun mimarisiyle.
Kilisenin içinde Roma boyunca geçen meridyen işaretlenmiş. Meridyenin başladığı köşenin tavanla birleştiği  bölgeye baktığınızda bir delikten (aslan figürünün ağzı gibi) içeri giren güneş ışığı 21 Aralık / 21 Mart ve 21 Haziran’da çizgilerin üstüne düşüyor. Aynı zamanda dönenceler ve burçlar da mermer zemine olağanüstü şekilde işlenmiş.


Kilisenin kabartmalı kapıları muhteşemdi. Ama bildiğiniz klasik kapının üstüne yapılmış  kabartma  gibi değil de; sanki kapının içinden geçmeye çalışırken yarısı öte tarafta kalmış bir beden. Yani 3 boyutlu.



Beni büyüledi...

Güneşin batmak üzere olduğunu fark edince Emmanuel anıtının en üst basamaklarına tırmanmak, nefes nefese Roma’da güneş kovalamak muhteşemdi. Çıkabileceğim en üst basamağa hatta duvarın üstüne çıktım



Çıkışta anladım ki, kapılar 7’de kapatılıyormuş ancak 20 dakika öncesinde girişleri kesiyorlar. Yani şanslıydık ;)

Işıklar altında meşhur Trevi’yi de görelim, paramızı da atalım...

Ama  o kadar kalabalık ki, sürekli görevlilerin oturmayın, ordan geçmeyin, orda durmayın düdük seslerinden pek de havaya girip aşk dileyemiyorsunuz :)

Turistler olmasa Roma hayalet şehir olur bence. Ama İstanbul öyle mi?

Roman Forumunu gece ışıklandırmasıyla seyretmek keyifliydi. Üstelik gündüzün aksine gece sokaklar çok sakin.

Collessum’u da gece ışıkladırmasıyla gördüysek otele dönebiliriz. Zira yarın sabah yine burdayız 

Bir sonraki gün gözümüzü Collesum'da açtık. İnsan gerçekten mimarisine, o zaman ki düşünme şekline hayran olmaktan alamıyor kendini...



Colleseum, Palatino Tepesi, Roman Forumu üçlemesi adettenmiş.

Bırak parke taşını, orjinal roma yolunda yürümek nasıl güzel...



Çocukluğumun geçtiği Fener-Çarşamba'da Mesnevihane sokağının 40 yıl önceki taşlı hali. Roma yolu derlerdi o zaman. Doğruymuş. (Şu an tabiki modernleşmeye yenik düşerek parke taşı döşeli ama altında halen o eski taşlar  duruyo ;)

Dolana dolana tepenin tüm seyir teraslarında mola vererek, şehri seyredip fotoğraflayarak yürüdük.

Şehri seyrederken ne gördüm?



Binlerce yıl önce yapılan her şeyin yerli yerinde durduğunu...

Taş üstüne taş konulmadığını, beton dökülmediğini...

Ufka baktığımda görüş mesafesi kesen binalar değil, doğal tepeler yer şekilleriydi...

Ve en önemlisi şehrin siluetinde sivrilen, sadece yüzyıllar önce yapılan mabetlerin kubbeleri...

Oturulan evler, çalışılan ofisler hepsi aynı boyda, kimse kimseye üstünlük taslamadan gölge etmeden.

Ve bir de yemyeşil teraslar, balkonlar, cam önleri :)

Güneş doğanın ardında batıyor binaların değil...

Roman Forumu'nu gezmek saatler sürüyor. Ama içinde yaşıyor olmak değişik bir tecrübe...

Ve Pantheon...

İçine girip başımı yukarı kaldırıp kubbesini görene kadar etkilenmediğim yer...

Kubbenin açık olması, yağmur yağdığında nasıl olur acaba diye düşündürürken; suyun nasıl tahliye olduğuna geçtim.

Zeminde tam kubbenin altına denk gelen yerde iki göz delik ve etrafında daha küçük gözler. Kesin bunlar olmalı. Sanki hafif de bir eğim var ortaya doğru.


Novvano Meydanı, İspanyol Merdivenleri'ni de ziyaret ettikten sonra Popolo Meydanı ve Pincio terası yani Villa Borghese bahçeleri iyi bir dinlenme noktası.


Şehrin göbeğindesiniz ve harika bir mesire yerinde kuş sesleri eşliğinde dinlenebiliyorsunuz.

Küçük göletinde akşam güneşinin ışıltıları altında kayıkla küçük bir tur hoş  anılar bırakıyor. Göletin ortasında da anıt vari bir çeşme ve fıskiyeleri güzel fotoğraf kareleri vaad ediyor.



Ama en önemlisi Pincio Terası'nda güneşin batışını bekleyen kalabalık; güneş ufuk çizgisinde kaybolduğunda kopan alkış; fonda sokak çalgıcısının romantik ezgileri...


Evet Roma'ntik bir şehir Roma...

Sabahlar kahve ve kruvasanla başlıyor :)

Vatican'a gitmek için Termini'den metro...

San Pietro Meydanı'nın yarı çapı düzeyinde kuyruk, 9:30 itibariyle yarım saatte x-ray noktasına ulaştırıyor.

Aziz Petrus Bazalikası'nın içindeki şah eserlere baka baka dolanıyorsunuz. (her biri ayrı bir yazı konusu)



Pieta Heykeli -Michalengelo

Baldaken - Bernini

Zamanın acımasızlığını anlatan elinde kum saati tutan iskelet heykeli bir papanın mezar odasının kapısını süsülüyor - Bernini



Ama esas ilginç olan kubbe...

320 basamakla kilisenin içini kuş bakışı, kubbeyi ve duvardaki mozaikleri yakından görebiliyorsunuz.

Ama macera burdan sonra başlıyor...


https://www.instagram.com/p/BaMt1MTl7MU/?taken-by=dortyaprakliyonca 

Kubbenin en tepe noktasına sizi ulaştıracak yol; dar koridorlar, yukarı çıktıkça daha da darlaşan ve kubbenin eğimine uyumlanarak dik yürümenizi engelleyecek 75 derecelik açıyla yürüdüğünüz klostrofobiye 5 kala bir ortam.

Neyse ki açık havaya bakan pencereleri var da güç toplayabiliyor, yola devam edebiliyorsunuz. Toplamda 551 basamak (iphone sayacına göre 33 kat)

Ve son düzlük pardon son tırmanma, kalın bir halata tutunarak döne döne çıkılan helezonik bir merdiven.

Bu maceranın ödülü 360 derece Vatikan manzarası. Müthiş :)



Çok şükür ki, iniş ve çıkışlar farklı yollardan olduğu için kaos yaşanmıyor. Çıkışta yeniden kilisenin içinde buluyorsunuz kendinizi.

İnerken kubbelerin birleştiği eğimli bir terasta mola verebilir, tuvalete gidebilirsiniz. Üstelik aşağıda içeriye giriş için sıra beklediğiniz meydanı çevreleyen heykellerin arkasındasınız.



Bir sonraki durak...

Sistine Şapeli'ni görmek için Roma'ya gitmeden aldığımız biletlerle kuyruğa girmeden, sıra beklemeden Vatikan Müzesi'ne giriyoruz. Ama Sistine Şapeli'ne ulaşmak kolay değil.

Normal hızda yürüyerek 1 saat sürüyor. Turun başlangıcında "Sistine Chapel short tour"diye gösterilen rotanın ne anlama geldiğini işte o zaman anlıyorsunuz.





Michalengelo'nun özel bir iskele üzerinde sırt üstü yatarak yaptığı freskler karşısında insanın nutku tutuluyor.




Hala yorulmadıysanız bi de Melekler Kalesi'ne uğrayın...

Orda da güzel kareler yakalayıp, bir kalede yaşamanın hiç de bana göre olmadığını bir kez daha anlıyorum.


Melekler Kalesi'nden Capitol Tepesi'ne metroyla mı geldik yürüyerek mi, inan hatırlamıyorum :)

Zira iphone 60 kat çıktığımı söylüyordu ve dizim yeter, dur diyordu. Tükendim...

Bir sonraki gün rota, hızlı tren Italo ile 1,5 saatte Floransa (272 km).



Önceki gün 26 derecede bulutsuz güneşli gösteren hava durumuna istinaden şortla çıktığım yolda; gri, güneşsiz ve soğuk hava sürpriziyle karşılaştım. Neyse ki insan bacaktan çok üşümüyo :)

Meşhur Floransa Katedrali...

Allahım nasıl bir işçilik o cephedeki. Anlıyorum bizim Türk kadınlarının danteldeki detaycılığı ve ince işçiliği neyse; İtalya'da da mermer öyle işlenmiş.


Duomu'nun da bir kubbesi var. 460 basamak. Artık yok, dizimi orda bırakmak istemiyorum, sana çıkmayacağım :)

Üstelik şehrin üzerindeki gri buluttan kayda değer bir manzara göremeyeceğimi de düşünüyorum. Yoksa zorlayabilirdim yine de ;)

Saraylar, müzeler, heykeller...

 

Bütün sevdiklerim burda Leonardo, Galileo, Michalengelo ve diğerleri...

Yolun sonunda Ponte Vechio...

En bilindik resim...



Ama kırmızı sarmaşıklarla muhteşem bence

Şehrin sokaklarında dolaşıp zamana yenilmemiş dükkanları, evleri görmek çok keyifli...

Bakkalı, kumaşçısı, terzisi, tuhafiyecisi...

Öğlene doğru bulutlar dağılıp da güneş çıkınca şehir daha bir sevimli görünmeye başlıyor gözüme

Michalengelo Tepesi'ne çıkıp şehri seyretmek Duomu'nun kubbesine çıkmaktan daha keyifli bence.

Dönüşte Gül Bahçesi'nde bankta oturan demir adamla el ele bir kaç dakika geçiriyoruz.

Sıcakkanlı İtalyan erkeklerinden benim payıma düşen de bu :)



Galileo Müzesi ve önündeki güneş saati



Gilli Pastanesi ve tiramisu diğer ziyaret noktalarımız.

Duomo'yu bir de güneşliyken ziyaret edip gara giderken, yol üstünde harika bir maske  dükkanı ile karşılaşıyoruz.

Prof. Agostino Dessi... (Alice Masks)

İtalyan tiyatrosuna da maskeler yapan bu profesör ince telden yuvarlak çerçeveli gözlükleri, güleç yüzü ve top sakalıyla sevimli bir İtalyan.

Maskelerse muhteşem...


Hepsi el yapımı ve fiyatlar el yakıyor. Ama değer...

Bundan sonrası dönüş yolu, yarın sabah kalkacak uçağımız için hazırlık ve tatilin sonu...

Yazının bitişi - 26  Ekim 2017

(Seyahat tarihlerim 11-15 Ekim 2017)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder