Salı, Mayıs 29, 2012

Demir İlacı

Biliyosunuz bir süredir ciddi demir eksikliğinden muzdaripim,

Tabi ki tercih edilen doğal yöntemlerle eksiği yerine koymak ama insanlığa faydalı olcam diye ikide bir de kan verince hiç bi doğal yöntem boşalan depoları doldurmaya yetmiyor.

Piyasada bu takviye için bilinen bi kaç ilaç var. Hap versiyonu yutması en kolayı da olsa ben de mide bulantısı yaptı, iğne versiyonu vücuda yayılması zor olduğu için doktor tarafındna önerilmedi, sıvı olarak içileni kaldı bi tek…

Kime dediysem

“Iıııy iğrenç, öööğ, böööğ, içilmez” nidalarıyla korkuttular beni.

O kadar ön yargılıydım ki, direk burnumu tıkayıp bir nefeste içmeye niyetlendim. Halimi gören kardeşim nedir bu tantana diyip çekip aldı elimden şişeyi, kokladı –koku uzmanıdır kendisi- karamel kokuyo bu dedi.

Hakkaten de doğru o günden beri oynaya zıplaya içiyorum maltofer’i

Benim bu kadar iştahla ilacı içtiğimi gören arkadaşım hamileliğinde içemediği evde duran açılmamış bi kutuyu getirdi onu da hüpletiyim diye.

Aman Allahım o da ne iğğğğrenç

İçemedim, inşaat demiri yalamış gibi korkunç bi tat –hayatımda hiç öle bi’şi yapmadım ama-

Üşenmedim iki kutunun prospektüslerini karşılaştırdım, evet küçük bi değişiklik yapılmış terkibinde…

İyi ki de yapmışlar, Maltofer’den nefret edenler içemeyenler artık korkmadan içebilirsiniz.

Fotoraf1026

Tarih

Günün anlam ve önemine uygun olarak bi kaç gün önce siparişini verdiğim ama bugün elime ulaşmasının hoş bir tesadüf olduğu bu kitaptan haberdar etmek istiyorum sizi…

Fotoraf1027

Araştırıp kaynak taranıp değil ilk ağızdan Fatih Sultan Mehmet’in yakınında yaşayıp yazan bir tarihçinin eseri olması heyecanlandırıyor beni. Okuduğunuz sayfanın bir yanı orjinal grekçe yazı diğeri de çevirisi…

Kitap hakkında basın bültenlerinde şu cümleler var…

Özellikle İstanbul'un fethini çağdaşları içinde en güzel anlatan odur. Rumeli Hisarının yapımı, topların dökülmesi, şehri kuşatan orduda komutanların hangi noktalarda mevzilendiği, tarihte kullanılan "ilk havan topu" gibi konularda özgün ve ayrıntılı bilgiler verir.

Kritovulos'un üzerinde çok durduğu başka bir konu da İstanbul'un imar ve iskânıdır. Zaman içinde güçsüzleşen, son kuşatma ve savaşla nüfusunu yitiren, yakılıp yıkılan, yağmalanan şehri imparatorluğunun başkenti yapmak isteyen II. Mehmet enerjisinin büyük kısmını buraya harcar. Şehrin en güzel noktalarına Eski ve Yeni Saray'ı inşa eder, Yedikule'de bir hisar yaptırır, surları tamir eder, camiler, hanlar, hamamlar yaptırır ve ele geçirdiği bölgelerden İstanbul'a zorla nüfus taşır. Genç sultanın bu heyecanını en iyi anlayan Kritovulos'tur ve konuya ilişkin en ayrıntılı bilgileri de o verir.

Kritovulos'un, Sultan II. Mehmed'in saltanatının ilk on yedi yılını anlattığı bu kitabının dünyada sadece tek bir nüshası vardır. Topkapı sarayında GI 3 koduyla muhafaza edilen bu el yazması, uzun yıllar boyunca dikkatlerden kaçtıktan sonra 1870 yılında yayımlandı. İngilizceye ancak 1954'te çevrilen kitabın ilk çevrildiği dillerden biri de Türkçeydi. İzmir mebusu Karolidis Efendi, 1910'da Osmanlıcaya çevirdiği kitabı, üyesi olduğu Tarih-i Osmanî Encümeni'nin dergisinin eki olarak yayımladı.

İlber Ortaylı’nın kitap hakkındaki düşünceleri ise şöyle…

Mihail Kritovulos İmrozlu'dur ve son devir Bizans ve Osmanlı'nın İstanbul (Konstantiniyye) döneminin ilk Helen asıllı tarihçisi olup; büyük hükümdarın Helen kültürüne ve tarihine olan yakın ilgisini ve bilgisini ondan öğreniyoruz ve aynı zamanda da fethin bir dönemi kapatıp öbürünü açtığını ama medeniyetlerin bir uzlaşma içinde devamlılık sağladığını bu parlak üslupla şahid oluyoruz. Kritovulos döneminin olaylarını basit bir vakanüvis gibi değil, geriye gidişlerle ortaya koymaktadır.

Son Not: Satış fiyatı 60 TL olan kitabı  www.dr.com.tr’den 43 TL’ye alabilirsiniz

Pazartesi, Mayıs 28, 2012

Mükemmel Di’lim

En güzel keki ben yaptım

En güzel yere ben gittim

En yakışıklı benim sevgilim

Yok öyle bi’şey…

Bi sürü falsom, beceremediklerim, güzel olsun diye çırpınıp yüzüme gözüme bulaştırdığım bi sürü şey var…

Ama hep mükemmeli göstermem gerekiyormuş gibi geliyor

Artık gerçekleş yüzleşmem lazım

Zuhal Olcay’dan “Ben hiç mükemmel di’lim, belki de sıradan biriyim” şarkısını hayal edin fonda ve başarısız bir finale imza attığım kekimin macerasını okuyun…

Tarif Oktay Usta’ya ait, uygulayıcı yapımcı Dört Yapraklı Yonca…

SAM_4438 (800x600)

Malzemeler

3 yumurta

1,5 su bardağı toz şeker

1 su bardağı demli çay –soğuk olacak-

1 su bardağ sıvı yağ –ben keklerimde bu kadar çok yağ kullanmam ama ustaya saygıdan tarife sadık kaldım-

2,5 su bardağı un

1 paket kabartma tozu

1 tatlı kaşığı tarçın

1 su bardağı ceviz

SAM_4434 (800x600)

İşlem sırası aynı yumurta ve şeker minimum 5 dakika yüksek devirde çırpılır. Kalan malzemeyle hamur tamamlanır.

SAM_4435 (800x600)

İyice yağladığınız kek kalıbının her tarafı cevizle kaplanır, bu işleme mantolama deniyor.

Buraya kadar her şey normal

SAM_4439 (800x600)

Keki kalıptan çıkarttığım noktada şarkı yeniden başlıyor

“Ben hiç mükemmel değilim, belki de sıradan biriyim”

SAM_4441 (800x600)

O kadar yağlamaya rağmen belki de mantolamadan dolayı kekin yarısı kalıpta öteki yarısı tabakta…

Siz siz olun mantolu kek yaparken böyle girintili çıkıntılı kalıp kullanmayın…

Görüntü fena ama lezzet başarılı…

Sevgili tadımcılarım kusura bakmayın bu kek gönderemeyeceğim kadar dağıtmıştı kendini, bi daha ki sefere…

Pazartesi, Mayıs 21, 2012

Huzur Nerde Var?

Bir huzur kaçamağı önerim olacak bu kez size
İstanbul Bolu arası…
Hareket noktanıza bağlı olarak 250-300 km civarı bir yolunuz var
Ama yolu koyulmuşken Sapanca Gölü’nü otobandan görmek yerine Sapanca çıkışından kaçıp yakından görmek, Belediye’nin çay bahçesinde demli bir çay içmek az ilerinizde konser veren kurbağaların sesini dinlemek keyfinden mahrum etmeyin kendinizi
SAM_4243 (800x600)

Şansınıza ne çıkarsa sağ solda pazar, sergi, fuar, panayır ne görürseniz çekin arabayı kenara gezin dolaşın
SAM_4255 (800x600)
Bolu’nun kaplıcalarıyla ünlü Karacasu ilçesinden geçip Gölcük tabelalarını takip ederek keyifli bir yolculukla muhteşem bi göl ve o gölün kenarındaki o kartpostal gibi manzarayla karşılaşırsınız.

Anlarsınız ki bunca yıldır altında Abant yazan pek çok resim aslında buraya aittir.
SAM_4259 (800x600)
SAM_4274 (800x600)

Gün yağmurlu olsa bile, keyif almaksa niyet gökten düşen her bir damla su di’il bahar çiçekleri gelir sana…
SAM_4279 (800x600)SAM_4295 (600x800)

Bu kadar yol aldıktan sonra acıkmış olsanız gerek, bu mevsimde göl etrafında yemek yiycek tek yer olan kır gazinosu kapalıdır. Mangalıyla gelen piknikçilerin etrafa yaydığı koku daha bir acıktırır insanı…
Öyle çok uzağa gitmeden gölden inerken solda göreceğiniz alabalık üretme çiftliğine atın kendinizi. Tereyağında balıklarınız olurken Bolu’nun patatesli köy ekmeği, acılı ezme, tereyağına saldırabilirsiniz serbest…
SAM_4311 (800x600)
Otelinizin sıcak kucağına atıp kendinizi akşam yemeğinden sonra, üstünde dumanı tüten termal havuzda yıldızların altında yüzmenin keyfi bir başka oluyor inanın…
SAM_4326 (800x600)
SAM_4332 (800x600)
Yılın çiftiyle de otelde tanıştık zati…
SAM_4338 (600x800)
Başka kimler vardı otelimizde…
SAM_4342 (800x600)

Tavşanlar, çil horoz ve civcivleri, baba horozdan hiç bahsetmiyorum bile yavru ördekler, kazlar…
SAM_4345 (800x600)
SAM_4363 (600x800)
Sabah yürüyüşünüzü otelin arazisindeki korulukta ıslak orman kokusuyla, kuş sesleriyle huzur dağının tepesinde dolaşarak yapabilirsiniz…
SAM_4366 (800x600)SAM_4367 (600x800)
Dönüş yolunda Bolu dağının meşhur İsmail’in Yeri lokantasının muhteşem etlerini Hereke  dolaylarındaki park alanında es geçmeyin derim.
Hayatımda yemediğim kadar kırmızı eti bir haftasonunda yedim diyebilirim. Anladım ki benim zorum kırmızı etle değilmiş, lezzetsiz etleymiş…
SAM_4385 (800x600)SAM_4393 (800x600)SAM_4398 (600x800)
Bi küçük molada Sapanca gölü üzerindeki Berceste’de verirseniz otobanda bir vaha görmüş olursunuz.

Abartıp bi de google maps veriyim size
http://g.co/maps/rqtc9

Pazar, Mayıs 20, 2012

Nasıl bi tembel insan oldum ben???

Üşeniyorum yazmaya,

Bloglara bakmaya bile üşeniyodum neyse ki dün akşam biraz yendim onu

Resimleri yükledim; ilham, heves gelince ay resim yoktu, bu bilgisayarımda di'il di diye ba

-netbuğun şarjı bitti-

ben de büyüsü bozulmasın diye yazının olduğu yerde bırakıp yayınlıyorum, yani sadece benim tembelliğim di'ilmiş kader de istemiyor :)))

Cumartesi, Mayıs 19, 2012

Silmeden

Beyaz Sayfa güzel bi konu başlatmış, "Silmeden" yazın bi kere de demiş...

Silmeden yazıcam ya, konuyu iyi seçmek lazım dönüşü yok

Bİ itiraf, bi kötü söz, bi bi'şey çıkvermesin -hep kontrol hep kontrol bu nasıl bi hayat-

Aslında plansız yaşamayı da severim, akışa bırakıp önüme geleni yaşamayı da severim ama söz konusu kendimi ifade etmek, içimdekini söylemek olunca bütün kontrol butonları devreye giriyor.

bip, bip, bip!!!

-bu arada silmeden dedi, bu durumda arada eksik yazdığım harfleri hatta kelimeleri ekleyebilirim di'mi?-

bir süredir boynumun sağ yanı ağrıyor, yanlış yatmaktan, bi kadın çantasının geleneksel ağırlığından hep çantayı sağ omza takmaktan

-heyoo :)) yalan dünyanın tekrarını veriyolar, dün akşam dayanamamış yarısında koltukta uyumaya başlamıştım -hiç huyum di'ildir- arada bir yüksek sesine uyanıp tekrar izlemeye çalıştıysam da dizinin yarısında kalkıp yatağa gitmekten kaçamadım. hem yazıp hem izliiym bari-

nerde kalmıştık boynun sağ yanındaki ağrı

sonra yaptırdığım bir masajda fazlaca ezdiler dedim, yok dedim sürekli mouse kullanmaktan mouse'u geçirdim sol ele, spor salonunda ağırlık çalışırken zorladım dedim,

hepbi sebep hep bi neden o sinsi ağrı, çekme hissi ne gidiyo ne kalıyo

doktora gitsem tutcak orası ağrıyo mu burası mı ağrıyo???

yok ki öyle net tarif edebileceğim bi şey ama elim sürekli boynumda bi ovma isteği içinde

sinirlenince mi çekiyo kaslar kendini, yırttım mı acaba, notepadin minik tuşları küçük touch pedi farkında olmadan kastırıyo mu acaba?

Bilmiyorum, bilmiyorum

Bugün de kulunç mu acaba sorusu var kafamda, hani tam kürek kemiğinin üstünde civarında elle ovarken hissedilen minik yumrular mı var. İşinin ehli birisi tarafından itinayla kırılabilecek, şifa bulacak

aaaah ahh elim yetse sırtıma yapcam da kendime, olmuyo ki

ama varsa ihtiyacı olan itinayla masaj yapılır

silmeden dedik de saçmaladıkça saşmaladım sabah kadar abuk subuk yazarım artık,

nerde durmam lazım

yok devam et derseniz başka bi konuya geçiş yapıp bi bi sayfada ona silmeden yazarım

en iyisi mi bwn bu yazıyı bitiriym "Silmeden"

ve bu yazıyı okuyan herkesi kendi "Silmeden" yazılaırnı yazmalarını bekliyorum

Çilek Tarlası

Çilek nasıl yetişir merak edenlere…

Teyzem bu sene saksılarda bayağı bi mahsül yapmış, bunu da bize verdi…

Ama daha kıyamadık dalından koparıp yemeye…

SAM_4413SAM_4414SAM_4417

Perşembe, Mayıs 17, 2012

Yılın Çiftinin Arkadaşları

Bir süredir dişe dokunur bi'şi yazmamanın vicdan azabıyla bahaneler sıralamaya başlamadan hızlı bir giriş yapmalıyım...

Yılın çifti pek bi sevildi ilgi gördü; zati ben de kendilerini pek bi sevdim kanım kaynadı.

Kimbilir belki de yakın zamanda İstanbul'da akrabaları olur

Ama şimdilik ben sizi bu çiftin yakın arkadaşlarıyla tanıştırmak istiyorum...

SAM_4342 (800x600)SAM_4345 (800x600)SAM_4353 (800x600)

Perşembe, Mayıs 10, 2012

Unutkan

Bir ben miyim balık hafızalı diye dövünüp dururken, yanımda yakınımdakilerin de aynı endişeyi taşıdıklarını görünce anladım

Bir ben değilmişim...

Üstelik son günlerde karşılaştığım kitaplar, hafıza teknikleri geliştirici web siteleri, mobil uygulamalar

Bırak bizi çok ama pek çok olduğumuzu gösterdi bana...

Fotoselli hayat mahvetti bizi

Adım atıyosun ışık yanıyo, elini uzatıyosun sabun dolduruyo avucuna, musluğa gidince su akıyo, elini şöle bi geçiriyosun kağıt veriyo

bi süre sonra gittiğin her yerde aynı şeyi bekliyosun

eeee hani neden yanmadı bu ışık???

elini uzatıyosun musluğa, akmıyor su

aaaamaaaaa neden?

teknolojinin hayatımıza sunduğu her kolaylık beynimizde bi hücrenin daha iş bırakmasına neden oluyo...

bilgi depolamamayı, nasıl olsa her aradığımda internette fazlasıyla bulurum diyip önemsememekten hatırlayamadıklarımı, nasıl olsa hazırı var deyip üstüne düşmemekten diyorum

öyle çünkü

aslında bildiğime %200 emin olduğum bi şeyi hatırlayamadım az önce

"bakarım internetten" dedi içimdeki hazırcı

"hayır" dedi diğeri "sen biliyosun bunu" düşün

"eveeet, hatırladım"

Cumartesi, Mayıs 05, 2012

Anne Sütlacı

Bugün günlerden Hıdrellez, Hıdırellez, Hıdır-İlyas; neler yapılır nasıl kutlanır diye anlatmıcam…

Şimdiye kadar çok anlattım zaten…

Bugün ilk kez yaptığım sütlaçı anlatıcam size…

Nerden çıktı sütlaç derseniz, –ki çocukken pek de sevmezdim kendisini- geçen akşam Seksenler dizisinde plakçı Ergun pastanede Niyazi’ye diyeti bozdurmak için karşısında öyle iştahlı yediki sütlaçları feci canım çekti…

Malzemelerimiz:

1 fincan pirinç (neskafe fincanıyla ve tercihen kırık pirinç)

1 kg süt

1 yemek kaşığı pirinç unu

1 bardak toz şeker 

SAM_4220

Pirinci güzelce yıkayıp, süzüyor ve tencereye koyuyoruz. Üzerini bi parmak geçecek kadar su ekleyip kısık ateşte pirincin lapa olmasını sağlıyoruz. Su ölçüsünü net veremiyorumA arada bir pirinci karıştırıp dibi tutmuyacak kadar sıcak su üzerine ekleyerek pirinçler pirinçlikten çıkana kadar pişirin

SAM_4223

Pirinçler hallolunca, daha önce başka bi tencerede ısıttığınız 1 lt süt ve 1 bardak şekerden oluşan şekerli sütü ekleyin.

Kıvamını ayarlamak için bir çorba kaşığı pirinç ununu önce biraz su (2 kaşık kadar) ile kasede açıp daha sonra üzerine bi kepçe sütlaçtan ekleyerek topaklanmasını önleyerekten ekliyelim.

Son halini alan sütlaçı iyice kıvamını bulması için karıştırmaya devam ederek 3-5 dakika daha geçirin

SAM_4224

Ocaktan indirdiğiniz sütlacı kaselere boşaltırken her seferinde iyice karıştırın ki, koyusu dibinde kalmasın.

Sütlaçın lezzeti için paket sütler yerine dondurmacı lera fresca’nın dondurmalarında kullandığı ve şubelerinde sattığı sütü kullandım.

SAM_4228

Üzerine tarçın döküp servis edebilirsiniz.

SAM_4231

Yazıyı yazmadan önce lezzet testi yaptım, yaptırdım. Annemden tam not aldı, anneannemin sütlacı gibi olmuş. Gerçi tarifin kaynağı annem olduğuna göre çok farklı bi sonuç da beklememek lazım

Göz kırpan gülümseme

Umarım siz de yapar, beğenirsiniz…

Çarşamba, Mayıs 02, 2012

Küçükkuyu’nun Buzağıları

Geldik seyahatimizin son notlarına…

Küçükkuyu merkezinde 23 Nisan olması sebebiyle okul töreninden çıkmış renk, renk, model, model kostümlü çocuklar ortalıkta dolanıyordu.

Parklarda bahçelerde oturan, güneşin tadını çıkaran kadınlar, kahvelerde tavla oynayan erkekler vardı. Tatil günü olmasına rağmen kravatla tavlanın başına oturanlar olsa olsa öğretmendir diye düşündüm…

Öğle yemeğinde yine mükemmel bir balık ziyafeti

SAM_4116k

Sofradaki zeytinyağı o kadar lezzetliydi ki, salataya zeytinyağı koymayı abartıp zeytinyağına düşmüş salata yaprakları oldu salata tabağımızda…

Yemekten sonra Alp Balıköılık’ta yediğimiz zeytinyağlarının mağazası Damlıca’ya gittik. Bu arada küçük bi faydalı bilgi bütün zeytinyağı üreticilerinin internet siteleri var, taşıma derdi olmadan istediğiniz zaman sipariş verebiliyorsunuz.

Damlıca/

Özgün Zeytincilik

Adatepe Zeytinyağları

Yemekten sonra Adatepe Zeytinyağı Müzesi’ne doğru yürürken bir kamyonetin arkasına doldurulup piyasaya çıkarılan buzağıları gördük…

SAM_4117k

Ortalıkta bi 1500 tl lafı dolaşıyodu ama pazarlıkların sonuna kalamadım. Onların annelerinden ayrılmış yavrucaklar olduklarını düşünmek içimi acıttı…

SAM_4119k

Son durağımız Adatepe Zeytinyağı Müzesi’ydi…

Adım adım zeytinin tüm aşamaları hangi aletlerin kullanıldığını anlattılar. Üst katta tarihi eskilere dayanan alet edavatı görmek mümkün. Fakat beni ürküten binanın köşesinde iki katı tutacak yüksekliğe sahip altında ocağı olan sabun kazanı oldu. Kara kazanın içine bi bakiyim dedim, ödüm koptu dibi görünmüyodu. Hemen kaçtım yanından.

Bu arada bu da Refika’ymış…

Adatape köyünün en güzel kızıymış…

Müzenin alameti farikası…

SAM_4124k

Ve dalından sofraya yolculuğunda zeytinin canını çıkaranlar…

SAM_4120kSAM_4121kSAM_4122kSAM_4129k

Salı, Mayıs 01, 2012

Fincan Kek (Top Kek)

Ben alıştım bu hayata…

İki haftadır Salı günleri tatil yapıyorum, sabah ailece güzel bir kahvaltı ardından spor salonuna gidiyorum.

Kan, ter içinde kalıyorum ama taze bi enerji yüklüyo bana…

Sonra bi’şeyler yapıyorum, bi yerlere gidiyorum yeni tarifler deniyorum…

Bu sefer çilek yok…

Yok hala yiyorum da bu sefer ilk defa yaptığım bi tarif olduğu için kurban edemedim kendisini…

Veeeee fotoromanımız başlıyor…

Hamur İçin Malzemeler:

4 yumurta

2 çay bardağı toz şeker

2 çay bardağı un

1 pk vanilya

1 pk kabartma tozu

1 çorba kaşığı kakao

Pişirmek İçin Malzemeler:

8 adet çay fincanı

Fincanları içine sığdırabileceğiniz tencere

bir miktar kaynar su

fincanı yağlamak için becel tarzı yumuşak bi margarin

Sos İçin:

Para çikolata, bir miktar süt, azcık margarin

ya da hazırından bir çikolata sos ve hayalinizdeki süsleme malzemeleri

Pişirme malzemelerinden de gördüğünüz üzere sıradan bir şey değil yaptığımız…

Öncelikle fincanların içini çok iyi yağlamamız gerekiyor çünkü kekte kullanılan tek yağ fincandaki olacak.

SAM_4193

Hamur malzemeleri klasik keklerde olduğu gibi öncelikle yumurta ve şeker yüksek devirde en az 5 dakika çırpılacak

SAM_4195SAM_4196

Kalan malzemeyi eleyerek karışıma ekliyoruz

SAM_4199

Hazırlanan hamuru fincanların yarısına gelecek şekilde paylaştırıyoruz

SAM_4205

Fincanları pişirme işleminde kullanacağımız tencereye yerleştiriyor, tencereyi fincanların sapına gelecek kadar sıcak suyla dolduruyoruz.

Kapağını kapatıp altını tam açıyor, fincanların ilk tıkırdama sesiyle ocağı kısık konuma alıyor saatimizi 20 dakikaya ayarlıyoruz. 20 dakika sonunda ocağı kapatıp 5 dakika sonra tencerenin kapağını açıyoruz.

SAM_4207

Eğer fincanı güzel yağlamışsak şöle bi salladınız mı pofuduk kekleriniz tabağa düşüveriyor.

SAM_4209SAM_4211

Keklerinizi arzunuza göre süsleyip servis edebilirsiniz.

SAM_4215 

Afiyet  Olsun!