Pazar, Şubat 08, 2009
Passiflora
Bu aralar çok çabuk kendimi kaybediyorum. Önemsiz, değersizmişim gibi hissediyorum. Yaptıklarımın yazdıklarımın hiç bir anlamı olmadığını kendi kendime konuştuğumu düşünüyorum.
Üzüntülerimin içinde kaybolmaya, bataklığın beni yavaş yavaş derine çektiği hissine kapılıyorum. Bundan bir kaç sene önce de böyle bir dönem geçirmiştim ancak o dönemde nefes teknikleriyle kendimi yukarı çekmiştim. Şimdi bu yöntemleri bilmeme bilincinde olmama rağmen, konsantrasyonumu sağlayamıyorum.
En sonunda geçen hafta psikiyatra gitmeye karar verdim. Tam o günlerde Osman Müftüoğlu'nun yazısında stresin ürettiği salgıların vücuttan atılmadığı takdirde iç organlarda kalarak zehre dahası kansere dönüştüğünü okudum. Çünkü stres durumunda vücut tehlikede olduğunu düşünüyor ve savaş hazırlıklarını yapıyor, ancak dışarda fiziksel bir saldırı olmadığı ve bizde buna fiziksel güçle karşılık vermediğimiz için aynı koltukta oturarak tehlikede olduğunu düşünen beden aynı koltukta oturarak savaşa karşılık veriyor dahası vermiyor. Salgılar da amacına hizmet edemediğinden organa zarar veriyor.
Acil müdahaleye ihtiyacım olduğuna karar verdim.
Passiflora, yan etkisi yok.
Rahatlatıcı bir bitki çayı aradım market raflarında. Doğadan Relax'ı buldum. İçinde sarı kantaron -iğrenç kokuyor-, lavanta, oğul otu, kedi otu falan filan.
Burnumu kapatarak hiç nefes almadan bir seferde içersem içebiliyorum ancak. Ama hakkını yiyemem uykularım düzene girdi. Ondan önce huzursuz uyku sendromu diye bir şey varsa ben ondandım. Bütün gece abuk subuk rüyalar, sürekli uyku ile uyanıklık hali ve sabahları bir öncekinden daha gergin bir ruh bir beden.
Bir kaç gündür çayı içmedim, passiflora'yı da sürekli içmeyi unutuyorum. Düzenli kullanım şart.
Tabi bir de son dönemlerde hayatımın antidepresanlığını yapan kişiyle görüşemiyor olmanın da, gerginliğimi arttırdığı şüphesiz. Ve bir süre daha da görüşemeyeceğimizden bunu da tolere etmenin bir yolunu bulmam gerekiyor.
Bir zamanlar bloguma yazmak, diğer blogları ziyaret etmek beni oyalayan bana zevk veren bir şeyken, şimdi bilgisayarı açtığımda ne yapacağımı bilemiyor sadece maillerime bakıp çıkıyorum çoğu zaman.
Bugün bloguma bırakılan iki yeni yorum, blogumu izlemeye alan iki yeni blog yazarı bana yazmam gerektiğini hissettirdi. Teşekkürler.
Cuma akşamı klavyenin tuşları yerine kalemimle özel defterime yazdım.
O deftere yazdıklarımı sanırım ilk kez paylaşıyorum. Üzgünüm, hepsini değil.
"Büyük yer minderlerini yan yana dizip uzanmışım, kulağımda da müzik. Uykum vardı aslında. Aklımda da O. Çalan şarkılar duygudan duyguya, iç hesaplaşmalara sürükledi durdu.
Yattığım yerde yatamadım, olan uykum da kaçtı. Kalkıp yazıyim bari dedim. Aslında yazmak kendimle yüzleşmek, onu da daha fazla düşünmek istemiyorum ama yine de gördüğün gibi yazıyorum.
İç hesaplaşmam sadece onunla değil, başka konular da var. Ev, iş, son yaşananlar, yaşamaya devam ettiklerimiz. Ama ben hep onun hakkında yazarım ya.
İçinde öyle bir paranoya yaratıyorsun ki sonra kendini sakinleştirmek umduğundan zor oluyor. Aslında bu akşam görüşmemek tercihimdi. Ama yine de görüşmediğimiz konuşmadığımız için huzursuzum. Belli olmaz belki de ararım.
-Geç bi program yaparız demiştin, yeterince geç mi? diye. Komiklik olsun.
Aradım. Meşgul :(
Zaten ben eğer düşünüyorsam mutlaka yapacağımdır. Sadece kendi kendimi haklı çıkartmak, kendime inandırmak için ısınma turları atıyorumdur. Yani her zamanki gibi diyorsam, yapıyorumdur.
Bir yandan da gerginliğimin başka şeylere dönüşüp ona patlamasından korkuyorum. Doğum günüm üzeri biraz hassas olabiliyorum, malum. Fobim var bu konuda. İki sene önce doğumgünümden 2 gün önce kırılmıştık birbirimize. Koca bir seneye mal oldu.
Ama bir sene sonra tekrar bir araya geldiğimizde dostluğumuzdan hiç bir şey kaybetmediğimizi, aksine güzel şeyler biriktirdiğimizi görmek değerdi.
Bazen de düşünüyorum. Belki de yıllardır ben suyu tarlama çevirmek için bir dal uzatarak yolunu değitirmeye çalışıyorum. Vazgeçtim desem de vazgeçmiyorum. Ruhum vazgeçse aklım geçmiyor, aklım geçse ruhum geçmiyor.
Biri bıraksa diğeri tutuyor.
Şu anda yazmak keyifli. Karanlık odada yatağın üstünde bağdaş kurmuş, defterin kenarına taktığım okuma lambasıyla karanlığın huzuru, notalardan ruhuma, ruhumdan kaleme, kalemden kağıda dökülenler iyi geliyor bana."
Sevgili Yonca, hangimiz hayatimizda inis yollarina dusmuyoruz ki, tam da her sey cok guzel derken... Bilsen benim de icimde biriken cok sey var, anlatmak isteyip anlatamadigim, hep icime attigim... ama bir sekilde hayat devam ediyor, ve guzel olan seyleri aradan cekip cikartmayi basarabilirsen inan yararini goreceksin, daha mutlu ve daha pozitif bakacaksin hayata.. yazmayi sakin birakma.. Kocaman sevgiler benden sana :))
YanıtlaSilYazdıklarını okudum.Hepimiz buna benzer şeyler yaşıyoruz.Ağlıyoruz, sıklıyoruz,gerektiğinde passiflora da içiyoruz. Benim antidepresyonum annemdi.Ama aartık o gitti. Yapabilecek bir şey yok, hayat öyle veya böyle devam ediyor. Kendimizi bırakırsak ailemizde bize ihtiyacı olan insanlar var.Bence sana ağır gelen ama bize söylediğinde belki de çok ta önemli olmayan sıkıntılarla hayatı kendine zindan ediyorsun gibi geldi bana. Kafadaki tilkiler gitmez ama olumlu şeylerle yer değiştirebilir. Bu da senin elinde.Hayatta en çok zevk aldığın bir şeyi bul ve ona yoğunlaş, tutku derecesinde o sevdiğin meşgaleye sarılırsan kendin bile kendine şaşıracaksın.Fotoğraf çekmek,doğa yürüyüşleri,fakirlere yardım,blog yapmak (ben ona sarmış durumdayım)(bunların yanında ibadet), spor daha bi çok şey bulunabilir.Sen sen ol bu gençliğin güzelliğini yaşamaya başla derim ben naçizane...O zaman belki de bana hak vereceksin.Ben senin yaşında kendime boşu boşuna yaşattıklarıma çoktan pişman oldum bile.Siz bunları kendinize yapmayın ne olur !...
YanıtlaSil