Çarşamba, Temmuz 30, 2008

Gecikmiş Yazılar

Az önce Sanem'in Afrodisias resimlerine bıraktığı yorum tetikledi beni. -Eskisi gibi yazmıyorsun- dedi. Haklı.

Oturup yazsam da bi yerlere, bloguma koymak için elim kalkmıyor. Birazdan okuyacağınız da böyle bir yazı. Temmuz'un ilk günlerinde yazılmış, yayınlanması gereken zaman çoktan geçmiş yerini bulamamış, benim gibi...

"Takvime bakarken farkettim de, 19 Temmuz’da blogum tam 3 yılını doldurmuş olacak. Yüzlerce yazı yüzlerce fotoğraf birikti hayatımdan geçen. Bir günlük tutsaydım içinde resimler olmazdı, bir günlük tutsaydım belki daha açık yazardım hissettiklerimi benden başkası okumıycak nasılsa diye kelime oyunlarıyla karıştırmazdım yaşadıklarımı. Ama o kelime oyunları hem hissettiklerimi herkese söylememi hem de taşıdığı anlamların bana kalmasını sağladı.

Yeri geldi sadece sözcüklerle ağladım, yeri geldi çığlık attım, güldüm, haykırdım. Yani o sözcükler var ya o sözcükler bana çok şey kattı.

Hele yorumlarınız bazen büyümeye çalışan yeni bir sürgüne dolanacak dal, temel kazısına destek veren istinad duvarı oldu.

Yazmak, yazdıklarını paylaşmak, okunduklarını, sevildiğini, eleştirildiğini bilmek bazen bu dünyada kendini çok yalnız hissettiğinde aslında hiç de yanlız olmadığını hatırlatıyor insana.

Büyüdüm diyemiyorsun hiç bir zaman, her gün kendinde yeni bir şey öğrenip biraz daha çözümlüyorsun kendini."

Salı, Temmuz 29, 2008

Afrodisias Antik Kenti

Blogumun sessiz takipçilerinden sevgili arkadaşım Dilek, haftasonu Aydın'daydı. Başka bir amaçla gitmiş olsa da Aydın'a, o da benim gibi her fırsatı her koşulu keşfetmek yeni şeyler görmek için değerlendiren birisi olduğundan Afrodisias Antik Kenti'ni de gezmiş.

Çektiği fotoğraflar gördüklerinin yanında hafif kalır ama bir kaçını da sağolsun bizimle paylaştı. Şüphesiz ilkbaharda muhteşem olur oralar fikrinde birleştik. Belli mi olur baharda bakmışsınız Afrodisias'ta biz :)




Teşekkürler Dilek :)

Afrodisias hakkında daha fazla bilgi için http://www.aphrodisias.info/

Pazartesi, Temmuz 28, 2008

Sokak Resimleri

Sokak Hatırası'nın sokak resimleri geldi. Yıl 2008


Roma Yolu diye bahsettiğim bir zamanlar kocaman taşlardan oluşan çukurlu yoldu. Yolun başında Mevlevihane Cami ve yanında türbesi var. Yol eskiden yukarıya doğru daha dardı ancak son yıllarda genişlettiler.

Sokaktan aşağı geldiğinizde sağa kıvrılarak devam ederseniz Camcı Yokuşu'na çıkarsınız. Fotoğrafta görünen ilk ev Emine Hanım Teyzelerin

Sola doğru kıvrılırsanız da Sancaktar Yokuşu'ndan aşağıya Fener'e inersiniz. Görünen ilk ev anneannemlerin eviydi.



Teşekkürler Aysun :)

Çarşamba, Temmuz 23, 2008

Sokak Hatırası

Zaman zaman yazılarımı nasıl yazdığım, nerden konu bulduğum gibi sorularla karşılaşıyorum. Mesela bu sabah servisle mahalle arasından geçerken yaşlı bir kadının, süpürmekten iyice küçülmüş bir süpürgeyle sokakla binaların girişi arasını süpürdüğünü gördüm...

O an aklıma Emine Hanım Teyze geldi.

Çocukluğumun geçtiği Fatih-Fener’de her bayram sabahı istisnasız başını Emine Hanım teyzenin çektiği süpürgesini kapanın geldiği çocukların büyük bir zevkle iştirak ettikleri sokak temizliği. Kapının önü değil, Mesnevihane Sokağı’ndan başlayıp Sancaktar Yokuşu’nun kesiştiği düzlüğü de içine alan koca bir sokak.

Mesnevihane Sokağı kocaman çakıl taşlarından oluşan yarı toprak yarı taş bir yoldu. Roma yolu derlerdi ne kadar doğru bilinmez. Bu yüzden çukurları çoktu. Kuytu bir sokak olması da herkesin gelişi güzel çöplerini atmasına neden olurdu. Bir dedem bir de Emine Hanım teyze sokağı temizlemeye çalışır, ardından yine çöp bulunca söylenirlerdi haklı olarak.

Bırakın sokağa çöp atanları, yediği şeyin kağıdını, çöpünü umarsızca sokağa atanları ne o gün anlayabiliyordum ne de bugün anlayabiliyorum.

Mahallede bina sahibi pek çok kiracısı olan 3-4 kadın vardı. Hepsi hükümet gibi, pek çok erkeği geri kesecek kadar yere sağlam basan. Bina sahibi dediysem tek başına değil, çocukları eşleriyle ortak ama yönetimin onlarda olduğu. Sözlerinin kanun olduğu.

Yalnız bu 3 kadının da ortak özelliği Karadeniz’li olmaktı. Rize ve Trabzon.

Anneannem, Emine Hanım Teyze, Seher Hanım Teyze, bi de Pakize Hanım vardı ama onu hiç tanımadığım için hakkında bi şey söyliyemiycem.

Konu konuyu açıyor, hatıra hatırayı çağırıyor.

Anneannem’le Emine Hanım Teyze’nin diğer bir ortak özelliği de bahçelerine dadanan çocuklarla mücadele yöntemleriydi.

Üzerlerine su dökmek. Ama aynı zamanda da anneannem mahallenin çocuklarına camdan sakız da atardı. Ama bahçede oynamak yasaktı. –Tabi ki bize değil- Sakız stokları kutu kutu TipiTip’ten oluşurdu.

Benim de bir ıslanma maceram var. Aslında sadece benim değil, Yavuz (kardeşim), Aysun (Emine Hanım Teyzenin torunu ve arkadaşımız) üçümüzün.

Hikaye komik.

Emine Hanım Teyze’lere oturmaya gitmişiz annemle, malum çocuklar oyun peşinde onlarla oturacak değiliz ya. Ablam uslu, hanım hanımcık yok öyle yaramazlık gibi bir derdi. Planımız neydi yada napıyorduk bilmem ama üçümüz bahçenin arsa tarafındaki kapısında, birimiz de tırmanmaya çalışıyor. Emine Hanım Teyze’de içine doğmuş olacak balkona çıkıyor bakıyor ki mahallenin çocukları yine bahçeyi zorluyor. İçerden su alıp her zamanki caydırma taktiğini kullanıyor.

Biz; sudan çıkmış balık.

Yukarı çıkıyoruz, ıslak.

- N’oldu size?
- Emine Hanım teyze su döktü.
- Hangi ara oldu bu iş?

Emine Hanım Teyze haklı olarak ne işiniz vardı sizin orda diyor ama bir yandan da üzülüyor.

(Aysun’cum sen de sokağın resmini çeker gönderirsen, yazıyı tamamlamış olursun)


Cumartesi, Temmuz 12, 2008

Gez de Nereye Kadar?

Bu cumartesi de öncekiler gibi bir müzeye gittim. Topkapı Sarayı'na. Çocukluğumda gitmiştim en son. O zamandan bugüne tabiki bir çok değişim geçirmiştir ancak ben sevmedim bu kez. Bir tek kutsal emanetlerin yeniden düzenlenmiş hali idare eder. O da eserlerden dolayı geçer not aldı. Mücevherlerin sergilendiği özel bölmeler bence fazla karanlık, saray mutfakları ve diğer pek çok bölüm o kadar havasız ki kendimi dışarıya zor attım. Savaş aletlerinin sergilendiği camekanların zeminleri son derece kirli görünüyor. Ya bugün ben huysuzdum, ya da gerçekten Topkapı Sarayı sınıfta kaldı. Ha bi de Konyalı'nın müze bahçesine yayılan yemek kokularını da söylemeden geçemiycem.

Yorulduğum ve sıkıldığım için bir tek Harem'i gezmedik. Onu da başka bir sefere artık.

Bu aralar anormal bir şekilde müze gezmemin nedeni tabi ki müze kart değil, çünkü karttan önce başlamıştım gezilerime. Ama artık ben de kendimden şüphe etmeye başladım, ruhumdaki bir şeyleri bu gezilerle mi örtmeye çalışıyorum acaba?

Yoksa tarihi eserlere, mekanlara sık sık gidip beni de içlerine alırlar buralardan götürürler ümidiyle onlara yakın olmaya mı çalışıyorum?

Biliyorum var aslında bir sorun, hem de uzun süredir ama neresinden tutup nasıl düzelteceğimi bilmiyorum. Çok şeyi yıkıp geçmek, yok saymak gerekiyor onun için.

Hatırlıyor musun bir liste yapalım önerisi getirmiştim. Bir yanına hayatımızdan çıkartmak istediklerimiz diğer yanına da eklemek istediklerimizi yazacaktık. Başlıkları yazdım renkli kalemlerimle, ortalarına da güzel bir çizgi çektim. Ama tek bir harf bile yazmadım eklemek çıkarmak istediklerime, yazamadım. Çünkü hayatımdan çıkarmak istediğim yok saymak istediğim öyle bir şey var ki. Çok karmaşık, çooooooooook.

Uzun zamandır kendimi pek yazmıyorum, biliyorum. Gezilerle, eğlencelerle oyalıyorum kendimi, sizi. Herşey yolundaymış gibi yapıyorum kendime, kendimle de konuşmuyorum ki bu konuları. Daha çok susan daha az konuşan biri oldum, kendimin sinirine dokunacak kadar.

Zaman tatil zamanı. Ben gitmek ama dönmek istemiyorum. Neresi diye sorarsan, orasını da bilmiyorum. Aslında gitmek de değil istediğim tam tarifini istersen, yok olmak.

Teşhis, depresyon.

Olabilir. Artık kim normal ki? Ama hepimiz normalmişiz gibi yaşıyoruz yada depresyon hayatımızın normali.

Yok yok o kadar kötü değilim endişelenmeye gerek yok ama sevildiğimi duymak iyi gelebilir.

Bi de bu aralar bana iyi gelen bi şey, biri var. Yeni bir şey değil aslında hep vardı. Son bir yıla kadar belki daha çok benden kaynaklı mutluluk ve mutsuzlukları çok uçlarda yaşamama neden olan; şimdilerde daha güzel, daha doğru, daha sakin bir yerlerde varlığını daha kuvvetli hissettiren huzur veren. Yanımda olduğunu bilmek güzel.

Pazar, Temmuz 06, 2008

Arkeoloji Müzesi

Bir iki hafta önce İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gitmiştim, yazıya dökmeye ancak fırsat buldum. İlkokuldayken okul götürmüştü o tarihten beri de gitmeyi çok kez planlanmış ancak başaramamıştım. Sonunda şeytanın bacağını kırdım :)

Bu kadar çok görülecek şey olduğunu tahmin etmiyordum doğrusu, sersemledim ve çok yoruldum. Belki her gördüğüm eserin beni millattan önceki çağlara götürüp sonra birden geriye bugüne dönmek yoruyor olabilir.


Hangi eller yapmış, kimler görmüş, kimler geçmiş önünden? İstanbul civarında bulunan eserleri ayrı bölümlerde hatta semt semt ayırarak sergiliyorlar. Yani oturduğunuz semtin geçmişinde ne varmış görebilirsiniz. Özellikle son dönemde yapılan Marmaray çalışması da müzeye pek çok yeni eser kazandırmış.

Müzenin en etkileyici eserlerinden biri İskender Lahti.

"İÖ 4. yüzyılın son çeyreğinde yapıldığı sanılan, adını üstündeki kabartmalar arasında bulunan Büyük İskender figüründen alan lahit. Osman Hamdi Bey'in 1887'de yaptığı Sayda (bugün Lübnan'da) kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenmektedir. Kime ait olduğu bilinmemekle birlikte, İskender'in olmadığı kesindir. Uzun yüzlerden birinde Yunanlılarla Persler arasındaki bir çarpışma canlandırılmıştır. Bu kabartmanın sol yanındaki, at üstünde betimlenmiş figür İskender'dir. Sırtında Herakles' in simgesi olan aslan postu vardır. Öbür uzun yüzde bir aslan ve geyik avı sahnesi yer almaktadır. Dar yüzlerden birinde ve bunun üstündeki alınlıkta birer çarpışma sahnesine yer verilirken, öbür dar yüzde bir pars avı, alınlıkta ise gene Perslerle Yunanlıların çarpışması konu edilmiştir. Eski Yunan sanatında âdet olduğu gibi, beyaz mermerden yapılmış İskender Lahti' nin de bütün kabartmaları çeşitli canlı renklerle boyanmıştı. Epeyce solmuş ve yer yer kaybolmuş olmakla birlikte, bu boyaların izleri bugün de seçilebilmektedir. "


Müzede lahtin renkli halinin nasıl olduğunun anlaşılabimesi için alçıdan bir kopyası yapılmış. Her iki halini de yukarıdaki resimlerden görebilirsiniz.

Bu da başka bir lahit
Arkeoloji Müzesi bahçesinde aslında iki müze daha var ancak onları gezmeye halim kalmadığı için onları başka bir sefere bıraktım. Nasıl olsa artık müze kartım var :)

Arkeoloji MüzesiMüze sonrası yapılacaklar olarak önerim müze bahçesindeki kafede tarihi eserler arasında karnınızı doyurmanız; ardından Gülhane Parkı çimenlerinde biraz dinlenmek.

Cumartesi, Temmuz 05, 2008

Kariye Müzesi

Müze Kart'ımın siftahını yaptım bugün. Müze girişinde kartımı gösterip, gururla tek kuruş vermeden her yer benimmiş gibi girdim müzeye. Acayip hoşuma gitti. Diğerleri 10 YTL verirken, siz kartınızı göstererek bedava girince kendinizi daha bi özel hissediyosunuz.

İlk müzem Kariye.

Edirnekapı'da bulunan müze fresk ve mozaikleri ile ünlü. Kapadokya gezimiz sırasında rehberimiz orada gördüklerimizden çok daha güzelleri için mutlaka Kariye Müzesi'ni gezmemizi önermişti. Haklıymış.

Bakmayın gezdiğime; sağ dizimde dizlik var ne yazık ki pek rahat yürüyemiyorum. Bir de sıcaklardan uzun süre ayakta kalınca ayağımın şişmesine neden oluyor. Menisküs olmuşum. 3 hafta takmak zorundayım, neyseki iki haftası bitti. Umarım sonrasında da düzelir de gündelik hayatıma dönerim. Ama kültür aşkına gezmeye devam ediyorum :)

Bundan sonrası resimlerde ben artık susuyorum.








Kariye Müzesi hakkında

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Hafta içi Kaçamağı

Hep hafta sonu kaçamağı olacak değil ya; bi de hafta içi kaçamağı yapmak lazım diyenlere bir önerim var. Tarafımca bizzat denenmiş, memnun kalınmıştır.


Bu sene İDO Boğaz Hattı'ndaki Anadolu Kavağı seferlerine bir tane daha eklemiş. Akşam 19:00'da Eminönü'nden 19:15'de de Beşiktaş'tan kalkıyor. 20:30 gibi Anadolu Kavağı'na varıyor, 1,5 saatlik beklemeden sonra 22:00'de geri dönüyor. Aradaki zamanda balığınızı yer dondurmanızı da elinize alır vapura binersiniz.

Boğaz'ın rüzgarında, gece başka bir kimliğe bulunan İstanbul'u ve ışıklarını seyreder, dertlerinizi de denizin köpüklerine atıp huzurla evinize dönersiniz.




Bu vapuru sevmeniz için bir başka neden de sakin olması. Seferlerden henüz fazla kimsenin haberi olmamasından mıdır bilinmez, toplasanız 50 kişi ancak vardı koskaca vapurda. Oysa gündüz saatlerinde güzel bir yer bulunca kaybetmemek için yerinizden bile kıpırdamazsınız.

Şu sıcak gecelerde şiddetle tavsiye ederim :)

Salı, Temmuz 01, 2008

Kusursuz Göz Makyajı İçin

Kadınlar için çok faydalı bir buluş. Göz makyajınızı seçtiğiniz desende kısa bir sürede kusursuz olarak gerçekleştirmek mümkün.


Boya gibi kimyasal bir maddeden değil, mineraller içeren göz farlarından yapıldığı yazıyor sitesinde. Online sipariş vermek de mümkün. Haberiniz olsun dedim belki lazım olur :)


http://www.coloronpro.com/