Perşembe, Şubat 28, 2008

Sessiz Takipçiler Ses Verdi

Güzel şeyler oluyor, her gün yeni birilerini tanıyorum ve çok mutlu oluyorum.

Ne kadar çok sessiz takipçim olduğumu öğreniyorum birer birer. Blog yazmak yazdığın türe göre çok kişisel bir paylaşım olabiliyor. Yani insanların seni merak edip takip etmesi için gerçekten yazdıklarınla seninle ilgileniyor olması gerekiyor.

Şimdiye kadar aklıma geldikçe yazardım evde bir dolap defterim var harflerle doldurulmuş. Milyonlarca kelimem var. Ama kendi kendime yazıyordum. Birilerinin eline tutuşturup da "okur musun?" diyemiyor tabi insan. Sonra blogger oldum. Böylece daha fazla yazmaya başladım ama kendi kendime mi yazıp okuduğumu bir türlü anlayamıyordum. Arkadaşlarımın, yakınlarımın okuduğunu biliyordum ama fazlasından emin olamıyor insan.

Ama son zamanlarda bırakılan yorumlardan anladım ki; daha fazlası varmış.

Özgür bırak blog dünyasını gelip Facebook'ta buldu beni. Hakan var; neredeyse Rize'den akraba çıktığımız. Dün de Küheylan ve Sıdıka ses verdiler. Üstelik onlar da blog yazmaya başlamışlar.

Bi de diğer takip ve destekçilerim var ki; birbirimizle gerçek hayatta hiç temasımız olmasa bile güzel bir iletişim paylaşım kurduğumuzu düşündüğüm. Sofi, Degree, Asortik, Sanem ve diğerleri. Zaten hepsinin linkleri "Okuduklarım" bölümünde. Yakında yenilerinin de ekleneceğinden hiç şüphem yok.

Çarşamba, Şubat 27, 2008

Balık Zamanı

Biliyorum Balık zamanı geldi de geçiyor ve ben hala Balık burcu blog yazarlarını toparlayamadım. Kısa bir araştırma sonrasında ilk ulaştıklarım bunlar. Aslında kova araştırmasında bulduklarımı bir yerlere kaydetmiştim diye hatırlıyorum fakat bulamıyoru. Ama araştırıp eklemeye devam edicem.

http://ucanbalik.blogspot.com/

http://guncelanaliz.blogspot.com/

http://neolitikhanim.blogspot.com/2007/08/baln-boulmas.html (balık olmasa da güzel anlatmış balığı)

http://knittingart.blogspot.com/

http://sicakpaylasimlar.blogspot.com/

http://ersantasci.blogspot.com/

http://aykiriyim.blogspot.com/

http://diyalogyemekleri.blogspot.com/

http://breezybead.blogspot.com/

Balık


Balık ya yükselenim, burcun sembolü de iki farklı yöne giden balık.

Aynı ben.

Bazen söylediğimle yaptığım tıpkı o iki balık gibi; birbirine tamamen zıt.

Hadi şunu yapalım dediğimde içimdeki diğer taraf tam tersini istiyor aslında bir bahane çıksa da yapmasak.

Pazartesi akşamı 7’de “hayır, yapmam, mümkün değil” dediğim bir konuda bir saat sonra tam tersi yönde duygular hissettim ve yaptım. Çünkü sabaha bıraksaydım kesinlikle yapmayacaktım, üstelik neyin doğru olduğunu sorgulasam kesinlikle yapmayacaktım.

Ama tabiki bunda suç; bir balığın doğal ortamı olan suda kendini bulması bana göre. Hücreleri canlandı, kıpırdadı.

Ne karşılık geleceğini, etkisinin ne olacağını düşünmeden yaptım. Yaptım ve unuttum. Çünkü unutmak işime geliyordu ve kendimi hiç yapmamış gibi sayabilirdim.

Ertesi sabah kendimi yokladığımda, “neden yaptın?” dedi içimdeki ses. Ona da verdim cevabını “o an yapmak istiyordum, yaptım. Pişman değilim. Sen de sorgulama. Evet şimdi olsa ben de yapmazdım”

Yaptığım sadece bir mail yazmaktı. Ve hiç yanıt beklemezken, çok güzel bir cevap aldığım karşılığında.

Pazartesi, Şubat 25, 2008

Haftasonu Fotoğrafları

Cumartesi günü, geçen hafta kar yağışı nedeniyle ertelediğimiz aile içindeki doğumgünü kutlamamı gerçekleştirdik. Kuzenler bir araya geliyoruz ama benim yaşım küçük olduğu için kuzen çocuklarıyla daha iyi anlaşıyoruz :))) (Önden arkaya doğru Yağız, Mert, Hamdi)


Pazar sabahı kahvaltı için arkadaşlarımızla Galata Konak Cafe'yi tercih ettik. Her zaman başka güzel. Şansımıza hava o kadar sıcaktı ki terasta kahvaltı ettik. Hatta güneşe karşı oturduğumuz için yüzümüz bile yandı. Oraya kadar gidip kuleye çıkmama içime dert olmuştu. Bu kez onu da gerçekleştirdik. Gerçekten de İstanbul kanatlarınızın altında oluyor. Yerden 61 metre yüksek, denizdense 140 metre muhteşemdi.

Üstte kuleden yolu, altta da aynı yerden kule. Bi nevi simetrisi diyebiliriz.

Eğer kulenin etrafını dolaşırken çektiğim resimleri peşpeşe eklemeyi başarabilirsem onları da yayınlayacağım.


Galata Kulesi'nden sonra da İstanbul Modern'de sanatsal doz aşımına uğradık diyebilirim. Önerim bir günde bütün müzeyi gezmeyi denemeyin, fazla zorlayıcı olabiliyor. Ama çok da güzel şeyler vardı. Tavsiye ederim.

Ancak bu kadar birleştirebildim, en azından fikir verir Resimleri ancak bu kadar birleştirebildim soldan sağa bakmak lazım sonra alt sıraya geçin.

Pazartesi, Şubat 18, 2008

Teşekkür / Şükür

Şükrediyorum Allah'a beni sevdiği için. "En azından ben öyle olduğuna inanmak istiyorum".

Geçenlerde kar geldi gelecek, sabah 5'te gece 1'de derken; şöyle bir uğrayıp geçmişti. Ben de daha çok kar istiyorum, her yeri bembeyaz örtüyle örtsün istemiştim. Ama o zaman olmadı.


Ama bana doğum günü hediyesi olarak 3 koca gün kar yağdı. Her yeri kalın beyaz bir örtüyle örttü.


Bana gösterilen iyi niyete elbette karşılık vermeliydim. Bu öğlen beyaza koştum. Hem hasret giderdik hem yine resim çektim. Zaten blogumdaki yazı silsilesine bakılırsa 3 karlı günde 3 farklı yerde karla buluştum. Umarım iyi ağırlamışımdır onu.
Levent'te iş dünyasının sıkıcı karanlığına rağmen iki adım ötede beyaz ve neşeli bir dünyanın tadını çıkarttım.


Son aylarda zaman zaman öksürükle ilgili ciddi sıkıntılarım oldu. Ama en kötüsü de uyku sırasında gelen hain gıcıklar. Bir türlü geçmiyorlar. Kimseyi rahatsız etmiyim, uyandırmıyim diye yorganla ağzımı örterek öksürüyorum çoğu kez. Fazla zorlarsa kalkıp su içiyorum. Bu gece de öyle bir an yaşadım ama uyku halinde olduğum için, ayılamadım. Yani mutfağa gidip su almak aklımın ucundan bile geçmedi çünkü uyuyordum. Sonra birden gözümü açtım. Bir bardak suyla annem yanımda. İçine ne koyacağına karar verememiş bal mı, limon mu koysam diye sadece su getirmiş. Suyu içtim ve tekrar yattım. O an sadece ona ihtiyacım olduğunu farkettim. İşte o an ruhani bir varlıkmış gibi geldi bana. "Senin annen bir melekti yavrum" Yeşilcam repliği de olsa, gerçekti. Ve Allah'a şükrettim annem yanımda diye. Allah başımızdan eksik etmesin.


Bir dua geldi aklıma "Allahım, çocukken beni koruyup kolladıkları gibi sen de annemi babamı koruyup kolla" Amin


Pazar, Şubat 17, 2008

Karlı Pazar

Sabaha kadar her saat başı uyandım, huzursuzdum. Her an gelecek bir telefonla eğitimin iptal edilmesini umuyordum. Ama olmadı. Saat 7:00'de apartmandan ilk çıkanın ben olduğumun kanıtıdır bu resim.


2 saat süren yolculuk sonrasında Gebze'ye vardık. Ancak transfer için bineceğimiz diğer araca geçene kadar yoğun tipi yüzünden zorlandık. Bu nedenle pek fazla resim çekemedim.

Ancak derse verilen ara sırasında Esra'yla karın tadını çıkarttık.



Cumartesi, Şubat 16, 2008

Karlı İstanbul

Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Kültür Elçileri programı çerçevesinde Yerebatan Sarnıcı'nda yapılan programa katıldım. Sunay Akın'ın etkili anlatımıyla İstanbul'a ait bilmediğimiz yeni şeyleri keyifle öğrendik. Detaylara başka bir yazımda yer vereceğim.




Programdan sonra kar altındaki Sultanahmet'in keyfini çıkardık. Hiç olmadığı kadar boş ve huzur doluydu. Resimlerin arasına yazı koymamak için burada yazıyorum. İstanbul gerçekten bir masal şehri. Siz sadece yaşayacağınız masala karar verin.








Resimlere bakmak çok keyifli. Ancak soğuktan titrerken makineyi sabit tutmak, eldivenlerle düğmeye basmak, buzlu alanlarda kayıp düşmemeye çalışmak oldukça zordu. Ama değdi :)

Bu gece bu kadar malzemeye cimrice bir şeyler yazmak pek tarzım olmasa da, yatmam lazım. Çünkü yarın sabah 7:30'ta Çayırova'da alacağımız 2 saatlik eğitim için 2 saat yol gideceğim. Tabi bi de bu hava koşullarında. Son ana kadar iptal edilir ümidimizi koruduk ama ne yazık.

Sağ salim gider gelirsem belki bir kaç Çayırova fotoğrafı da koyarım :)

Doğum Günüm

doğum günü çocuğu
oya'nın aklı maçta olduğu için yarısı resme katıldı:) Ve bu seneki doğumgünü hediyem. Benim için çok özel ve anlamlı. Bana hediye almak, sürpriz yapmak zordur. Onun için çoğunlukla onları fazla zorlamamak için yardımcı olurum. Bu sene de hediyemi ben Bakırköy'de bir kuyumcuda -Yüzük Dünyası- beğendim. Sonra aynısını Metro City'deki Kafkas'da gördüm. Fakat dükkan kiraları ürünlere öyle bir yansıyor ki Bakırköy'den aldım.

Çok hoşunuza gittiyse Bakırköy'de Gür Çarşısı'nda Yüzük Dünyası yazan kuyumcuya gidin Rikardo'ya "Yonca kolye alan Yonca'dan" selam söyleyin size yardımcı olur :)

doğumgünü hediyem

Cuma, Şubat 15, 2008

Sabahtan Hande'yle bir türlü anlaşamadık. O diyor ki 31 değilsin 30'sun diye. Ben de diyorum ki hayır 31, ama senin hatrın için 30 olsun :)

Hesap kitap derken; sonunda SSK "ne zaman emekli olurum?" linki son noktayı koydu. Hande'den "Canım Ablam" diye gelen bir mesajla biz de anlaşmaya vardık.

Aslında bugün güne çok da iyi başlamamıştım. Genelde deliksiz uyuyan ben bu gece kuş uykusundaydım, beynim uyku moduna hiç geçemedi. Sabaha karşı da kabus sayılabilecek kötü bir rüya görünce 6'da kalktım. Giyinip makyajımı yaptıktan ve sevdiklerimin doğum günü hediyesi kolyemi taktıktan sonra kendime geldim.

İlerleyen saatlerle birlikte hiç tahmin etmediğim kişilerden bile aldığım kutlamalar günümü aydınlattı. Öğle arasında yaptığım bir kaçamakla saçlarımı da kestirince güneş tepeye çıktı :)

Yeni saç modelim, tebriklerin artan hızı, bloguma bıraktığınız samimi sıcak temenniler havayı iyice ısıttı. Zaten İstanbul'da yaşayanlar havanın sıcaklığından Güneş'in yine bana yakın olmaya çalıştığını farketmişlerdir :)

İş çıkışı da arkadaşlarımla keyifli bir yemek yemeyi planlıyoruz Nişantaşı Komşu'da, beni orada bulabilirsiniz :)

Gecenin Devamı...

Gırgır şamata Nişantaşı'na gittik. Hande'cimle buluştuğumuzda "Ablacııııım" diye sarıldı bana. Tam yemeğe oturacakken telefonuma peş peşe gelen tebrik mesajlarından birini daha açtım. Bir anda modum düştü. Akşamın kalanında olmak istediğimden daha az neşeliydim.

Gelmesi mi, gelmemesi mi beni daha iyi kılardı bilemiyorum. Ama beni karıştırdığını biliyorum. Fakat uyuyup uyandıktan sonra daha iyi olacağımı biliyorum. Bi debaşımda bu aralar PMS var. Anlıycağınız bazen ben bile kendime zor katlanıyorum.
3'ü 1 geçiyor artık ömür.

Perşembe, Şubat 14, 2008

Hava Durumu

Dün sabah aniden başlayan karla gündemimizin ilk maddesi hava durumu oldu. Kar ne kadar tutmuş, oraya ne kadar yağıyo, burda ne kadar olmuş? Her saat başı alternatif hava durumu sitelerini ziyaret kaçınılmaz hale geldi.

Bloguma eklediğim hava durumu penceresi de durumu sanırım daha net anlatıyor :)

E tabi http://www.meteoroloji.gov.tr/ de takip ettiğim sitelerden biri. Dün incelerken bugüne ait geçmiş bir bilgiye de ulaştım.

1975-2008 yılları arasında Şubat ayının gördüğü en sıcak gün 24 dereceyle 14 Şubat'mış. Annem hep der; halan hastaneye bizi görmeye geldiğinde kısa kollu bir kıyafet giyiyordu diye. Giyilmez mi? 24 derece ne demek? Tabi ki ertesi gün hava birden bire soğumayacağına göre, ben sıcak bir günde dünyaya merhaba demişim.

Benim geleceğimi duyan güneş; beni yakından görmek için dünyaya o zamanda olması gerekenden daha fazla yaklaşınca hava sıcaklığı mecburen artmış. Bu yüzden ben de Güneş'i çok severim.


Resmi daha büyük görmek için tıklayın

Çarşamba, Şubat 13, 2008

Bu Sabah


Levent kar yağışı altında

Salı, Şubat 12, 2008

Elinde tuttuğun, yüreğinde taşıdığın yılların güneşi, rüzgarı, fırtınasıyla öyle bi şekillenmiş ki...

Yok içini dolduracak başka bir benzeri...

Başkaları ya doldurmuyorlar içini ya da hiç uymuyor...

Yonca'lı site

Yonca'lı bir site olmasından öte, internet sitesi şimdiye kadar alıştığımızdan çok farklı. Çok keyifli ve neşeli işinize yaramıycak bile olsa farklı bir şeyler görmek isteyenlere öneririm. 2007 Altın Örümcek finalisti aynı zamanda.

www.yonca-ad.com

Not: Siteyle uzaktan yakından hiç bir alakam yoktur; sadece yapanların eline sağlık

Sevgiliye Kurabiye

Arçelik sevgililer günü için güzel bir site yapmış. Adı da sevgiliye kurabiye. Ben sevgiliye falan değil, bu blogu ziyaret edenlere, yazımı okuyanlara yaptım. Afiyet olsun.



Hani olur da siz de kendi kurabiyenizi yapmak isterseniz; http://www.sevgiliyekurabiye.com/ u ziyaret edebilirsiniz. Yalnız baştan uyarıyim, kurabiyeniz pişip fırından çıktığında üzerinden çıkan dumanı gördüğünüzde inanılmaz bir kurabiye yeme isteği duyuyorsunuz.

Cumartesi, Şubat 09, 2008

Dumanlı Nefes


Sigara bir şekilde günlük hayatımızdan çıkartılmaya çalışılıyor. Ne kadar da iyi oluyor. Ama sigara üreticileri de boş durmuyor. Daha kısa sürede içilen daha yoğun sigaralarla bağımlılarını mutlu etmeye çalışıyorlar.

Sigarayla Savaşanlar Derneği boş durmamış Philip Morris'i mahkemeye vermiş. Dava dilekçesinde suç detayını ortaya koyan maddeler durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.




"HADİSE: 1- Sanık şirket, kısa bir süre önce Türkiye’de satışa sunulan ve dünyada ilk defa Türk sigara tüketicileri üzerinde uygulanması planlanan Marlboro Intense adlı ürününü piyasaya sürerek toplum ve insan sağlığını ciddi anlamda tehlikeye atmıştır.

2-Kapalı alanlarda sigara içilmesine getirilen yasak nedeniyle bu tür alanlarda sigara içemeyen kitleyi hedefleyen daha kısa ve yoğun kompakt Marlboro'nun ilk kez Türkiye'de test edildiği 04.02.2008 tarihli Vatan ve Milliyet Gazetelerinde de Türk kamuoyu tarafından öğrenilmiştir.

3-Kıpkırmızı renkli ambalajı ve piyasada satılan ciklet paketlerini andıran büyüklüğüyle insanda ilk görüşte içme hissi uyandıran yeni "Marlboro Intense", normal Marlboro'dan 1.3 santim daha kısa olup; normalde piyasada satılan Marlboro'lar 8.5 santimetre uzunluğundadır.Ancak Marlboro Interse sadece 7.2 santimetredir. Vatan ve Milliyet gazeteleri’nin İngiliz Herald Tribune gazetesinin haberini kaynak yaparak yayımlayan gazete haberine, göre Türkiye'de test edilen yeni kompakt Marlboro’nun daha sonra Amerika hariç 50 ülkede daha satışa çıkarılacağını ifade edilmektedir.Normalde sigaraların 8 nefes ve üzerinde bittiği belirtilirken , Marlboro Intense’nin ise en çok 7 nefeste tükendiği de haberde söz konusu edilmiştir.. Şu an piyasada 4.25 YTL'ye satılan Marlboro Intense, bir satış pazarlama stratejisi olarak da diğer Marlboro türleri arasında ayrıca en ucuzu olarak piyasaya sunulmaktadır.

4-Piyasada satılan Marlboro INTENSE paketlerinin üzerinde diğerlerindeki gibi yasal uyarılar mevcut olmasına rağmen “INTENSE” sözcüğünün Türkçe’de karşılığı olan “YOĞUN” sözcüğü kullanılmayarak toplum ve insan sağlığı ciddi anlamda tehlikeye atılmaktadır. Tüm bu hususlar gözetilmeden ve öncelikle Türk insanını hedef alan işbu sigaranın derhal satışının durdurulmasına ve piyasada mevcut satılan ürünlerinin toplatılmasına ve işbu suçu işleyen sanık yetkililerin cezalandırılmasını talep etmek zarureti hâsıl olmuştur."

Perşembe, Şubat 07, 2008

Kova Hakkında

http://www.kadineliyle.com/ sitesinde astrolog Nuray Sayarı'nın burcum hakkındaki yorum çok hoşuma gitti. Tüm Kovalar ve Kova sevenlerle paylaşıyorum.

Her an karşınıza bir yenilikle çıkabilen Kova insanı, zaman ve mekanı önemsemeyerek diğer burçlar tarafından hayranlıkla ve şaşkınlıkla karşılanır. Aşkta elde edilmesi zor kişiyi oynarlar. En kalabalık ortamda bile manyetik çekimleri sayesinde kolayca fark edilirler. Ekip çalışmasını severler ve araştırma yapmaktan hoşlanırlar.Kova toplum yararına çalışmaktan zevk alır.

Zekasını ve teknolojiyi birleştirerek insanlığın yaşam standardını yükseltmeye çalışır. Toplumun geleceği ile ilgilidir; dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek ve kendisinden daha kötü durumda olan insanlara yardımcı olmak ister. Balık burcu, insanlara birebir yardım etmek isterken, Kova genel anlamda bir bütün olarak insanlığa faydalı olmak ister.

Kova insanı oldukça idealisttir. Bütün insanların ırk, cinsiyet, din ve sosyal durumuna bakılmaksızın aynı imkanlara sahip olması gerektiğini düşünür. Kova aynı zamanda kardeşlik ve dostluk burcudur. Aynı amaç için bir araya gelinen topluluk, grup, dernek ve klüplerin burcudur. Bütün burçlar içinde en az önyargılı olanıdır, her türlü insanla dostluk kurar. Önceden ne yapacağı belli olmayan eksantrik bir yapısı vardır. Statü ve marka yerine özgünlüğün peşindedir. En şaşırtıcı tipler Kova burcundan çıkar. Başkalarından farklı olmayı arzular.

Modern görünüşüne rağmen inatçı ve sabit fikirli olabilir. İlerici ama radikal fikirlere sahiptir. Sabit nitelik taşıdığından fikirleri kolay kolay değişmez. Sabit nitelikler, düzenli işleyen bilimsel bir kafa yapısı ve kesin sonuçlar alınan sistematik çalışmalar şeklinde kendini gösterir. Dikkafalı ve özgürlüğüne aşırı düşkün bir tiptir. İsyankar ve asi bir yapısı vardır.

Hem çok sosyal hem de çok bireyseldir. Gruplarla birlikte hareket etmeyi sevdiği halde bağımsızlığından asla ödün vermez. Kova burcu arkadaşlarına çok önem verir ve arkadaşlığı ömür boyu sürebilir ama kişisel özgürlüğü kısıtlandığı zaman en yakın ilişkilerini bile anında kesip atabilir. Dostlarını sevmesine rağmen arada her zaman bir mesafe bırakır, ona gerçekten yaklaşmak zordur. Başkaları ile arasına görünmeyen bir çizgi çekmeyi becerir. Genellikle kişiliğini gizler.

Aşkta sevgiliden çok dost arar. Onun kalbine giden yol da, aynı İkizler burcu gibi, kafasından geçer. Tensel tutkulara sahip değildir. Entellektüel ilgilerini paylaşacağı birini bulduğu zaman bağlanabilir. Sizi sevse bile sahiplenmeyecektir; kıskanç değildir. Evlendiği zaman tutku ve merakını tatmin etmek için yeterince özgür olmak ister.

Kova insanı felsefe, teknoloji, bilim ve yeniliklerden hoşlanan yetenekli biridir. Kendi işinde çalışırsa çok verimli olabilir. Keskin zekası ve parlak fikirleri ile başka insanları yönlendirebilir. Devrimler yaratabilir. Gelenek ve alışkanlıklarla arası iyi değildir. Tutucu sosyal kurallar ve eski adetler onu fazla bağlamaz. Geçerliğini kaybetmiş sistemleri ve kalıpları yıkıp yeni bir düzen getirmek ister. Başka etkiler almadı ise geçmişe değil geleceğe dönük yaşar. Bilimin her alanında başarı elde edebilir. Doğa bilimleri, teknoloji ve politika ile uğraşabilir. Yüksek teknoloji, bilgisayar, İnternet, uzay bilimleri, astroloji gibi alanlar ona göredir.

Faydalı Hediyeler

İkizlerin doğumgünü yaklaşıyor. Geçen yıl onlar için Tema Vakfı Antalya Ormanı'na bağış yapmış, sertifikalarını annelerine vermiştim. Bu yıl ki hediyemin detayları yazımın devamında. Bu yaştaki bir çocuğa (2 yaşına girecekler) oyuncak alsan iki oynayıp atacak, kıyafet alsam seneye olmayacak. Ömür boyu saklanacak ve gerçekten dünyaya faydası olacak bir seçim olduğunu düşünüyorum.

Hem deniz kaplumbağalarını korumanın hem de sevdiklerinizi mutlu etmenin diğer bir yolu da şirin bir peluş deniz kaplumbağası satın almak. 25 YTL ya da 35 YTL’ye alacağınız peluş oyuncaklarla, bir deniz kaplumbağası evlat edinmiş olduğunuz için sertifikanız da adresinize postalanıyor. Her 10 YTL’lik bağış ile evlat edineceğiniz bir deniz kaplumbağası yumurtadan çıkmadan önceki döneminden denize ulaştığı dönemine kadar korunmuş olacak. WWF-Türkiye’nin hazırlayacağı sevgi dolu sertifika ile de bunu belgeleyebilirsiniz.

Sevgililer günü hediye sertifikası
http://www.wwf.org.tr/ adresini ziyaret ederek bilgi alabilir, Garanti Alışveriş ve Estore'dan diğer hediye ve bağış seçeneklerine bakabilirsiniz.

Sertifika, adres bildirimi ve diğer tüm sorularınız için 0212 528 20 30’dan WWF-Türkiye’ye ulaşabilirsiniz.

Sisli Hayat

Bu resimleri ben çekmedim üye olduğum bir gruba gelmişti, resmin üzerindeki isme bakılırsa Özcan Günergök. Yaklaşık aynı yerde olduğumuz belli ama daha yukarlardan görüyor etrafı. Fotoğraflar çok güzeldi, paylaşmadan duramazdım.



Pazartesi, Şubat 04, 2008

Sisli Akşam


Çocukken buğulanmış camlara küçük parmaklarımızla yazılar yazar, resimler çizerdik. Sonra bir el darbesiyle siler suların camdan süzülüşünü izler, başka buğulu camlar bulmak için evin diğer camlarını yoklardık.
Pvc çerçeveler ve çift camlar bu çocukluk eğlencemizi de aldı elimizden. Servisin buharlaşan camına parmağımla bir şeyler yazmak istedim. Ama servisteki pek çok insanın dikkatini çekmek istemedim. O benim mahremim. Tüm diğer çocukluk anılarım, oyunlarım gibi sadece yalnızken yada kendimi yalnız hissedebileceğim kadar yakınlarımla paylaşabileceğim.
Bu akşam işten çıktığımda etraf beyaz bir dumanla kaplıydı. Plazaların ışıkları belli belirsiz, puslu en tepesi beyazlığın içinde kaybolmuş. Hatta biraz daha uzaktan bakıldığında hiç yoklar, sadece daha önce de orada olduğu gibi iki katlı alçak evler. Arkalarında yükselen göğü delen plazalar yok. Hiç bir ışıkları yok.
Ümit verdi içime.
Artık her gördüğüm plaza göğsüme demir bir çubuk saplıyor. Dünkü Hürriyet'te Mekke'nin havadan çekilen fotoğraflarını gördüğümde de aynı demir çubuklar saplandı yüreğime.
İş yada ev ne amaçla kullanıldığı önemli değil. Ruhsuz anlamsız devasa canavarlar. Duygularımızı, ruhlarımızı, yaşamlarımızı hapsediyor. Modern hapishanelerde üstelik yüksek bedeller ödeyerek yaşamak ne büyük bir tezat.
Kış bahçesi, teras bahçeler; yalancı baharlar

Cuma, Şubat 01, 2008

Edvard Munch-Çığlık

Edward Lunch - Ölü Anne ve Çocuk
Dün akşam yazı yazarken ilk aklıma gelen kareyi zaten yazıya ekledim. Ancak ben bu resmin Picasso'ya ait olduğunu düşündüğüm için Picasso - Çığlık diye aradım. Fakat her yerde Edvard Munch çıkıyordu. Öğrendim ki bu eser Edvard Munch'ınmış.

Hakkında biraz daha araştırma yaptığımda bulduklarımı paylaşmak istedim.

"Edvard Munch, 1863 yılında Loten’de, Dr. Christian Munch ve Laura Cathrine’in ikinci oğulları olarak dünyaya gelmiştir. 1864 yılında aile Christiana’ya (bugün Oslo) taşınmıştır. Burada, Edvard henüz 5 yaşındayken, annesi 1868’de verem hastalığından hayata veda etmiştir.

Edvard’ın çok küçük yaşta annesiz kalması, onu derinden etkilemiş olmalıdır. Ama onu daha da fazla etkileyen olay, kendisinden sadece bir yaş büyük olan kızkardeşi Sophie’nin de annesini alıp götüren verem hastalığına yakalanmış olmasıdır. Kardeşinin günden güne tükenişine tanık olmak, ergenlik dönemindeki Edvard için oldukça acı bir deneyim olmuştur. Sanki küçük yaştayken tam olarak anlamlandıramadığı annesinin ölümünü, Sophie’nin hastalığı süresince bu kez gerçekten yaşamıştır. Kızkardeşi, 15 yaşındayken 1877 yılında hayatını kaybeder.

Çığlık, Munch’un sanatında o zaman kadar etkili olmuş farklı konu ve üslup kaynaklarının olağanüstü bir bileşimidir. Bu, renk ve deformasyonun bir ifade aracı olarak böylesine yoğun bir şekilde kullanıldığı ilk modern başyapıt olma özelliğine sahip öncü bir resimdir. Hastalık ve ölümlerle kuşatılmış bir yetişme dönemi geçirmiş olan duyarlı bir iç yapının, adeta patlama halindeki bir dışavurumudur çığlık. Resim yüzeyini diyagonal olarak bölen köprünün ardında deniz ve kızıl gökyüzü dalgalanarak bütünleşmiş, mekan boğucu bir atmosferin tüm etkilerini yansıtacak şekilde düzenlenmiştir. Köprünün üzerinde, yoğun bir şekilde deforme edilmiş ve başını iki elinin arasına almış durumdaki figürün çığlığı bu dalgalanan, dönen atmosferde yankılanmakta ve baş döndürücü bir etki yaratmaktadır. Aslında bu atılmamış bir çığlıktır. Bireyin içinde saklı kalmış, bastırılmış, çeşitli sebeplerle dışa vurulmamış bir çığlık. Aynı zamanda bireyin, kendisini kuşatan boşluğun kuvvetli baskısına, diğer bir deyişle ‘varolmanın dayanılmaz ağırlığı’na gösterdiği bir tepkidir. “Bağırmak istedim; bunun beni hafifleteceğini biliyordum, ama utandım.”der Kazancakis. Bu ifade tam da Munch’un atılmamış çığlığına denk düşmektedir."

Diğer eserleri ve hayatı hakkında bilgi almak isterseniz aşağıdaki linkleri öneririm.

Edvard Munch 1

Edvard Munch 2