Bu cumartesi kendime yoğun bir program yaparak, hayata katılmaya karar verdim.
Program 7'de başlayacaktı ama küçük bir sancı 45 dakika ertelememe neden oldu. Neyse ki sancı kısa bir uykudan sonra beni terketti.
Evde halletmem gereken işler vardı. 10:30'a kadar soluksuz onları hallettim, duşumu aldım ve 11'de 11:30'taki doktor randevuma yetişmek üzere annemle evden çıktık. (saçımı kuruttum ve şapkamı hiç çıkartmadım)
Öksürüğümün kronikleşmesi nedeniyle doktor sinüs filmi isteyince ordaki işimiz de uzadı. Ama olsun 12:30'da hastaneden ayrıldık. (Film temiz çıktı, benim öksürük alerjiğe dönmüş)
Bir sonraki durağımız Kapalıçarşı. Beyazıt yönünden girip Mahmutpaşa kapısından çıktık. Arada halletmemiz gereken bir işi daha hallettik.
Mahmutpaşa yokuşundan Mısır Çarşısı'na doğru indik. Mısır çarşısına girdiğimizde dört yol ağzında çok küçük bir tezgah var. Aslında tezgahta di'il dükkanda, sanırım 1m eninde, 2,5 m uzunluğunda camı çerçevesi olmayan sadece önden görünen bir camlı dolabın arkasından istediklerinizi veren kibar satıcısının olduğu bir aktar.
Her tür krem, bitki yağı bulabileceğiniz değişik bir yer. Ben biberiye ve hindistan cevizi yağı aldım. Daha önce de tamamen bitkisel bir kil maskesi almıştım. (10 YTL) -Tavsiye ederim. Ne varsa doğa da var. Unutmadan bir ara da kekik yağı mucizelerini anlatıyim-
Karnımız acıkmıştı. Hayatımda ilk defa Eminönü'nde balık ekmek yedik. (Yıllarca sanki sadece kavakta yenirmiş gibi bir snobluk neden yaptığımızı soruyoruz şimdi kendimize)
O kadar güzel bir düzen kurmuşlar ki, alçak plastik taburelerde oturup sadece 15 sn.'de elinize tutuşturulan lezzetli balık ekmeği 5 dakikada yiyorsunuz. Hemen yanıbaşında seyyar turşucu, balık ekmek yiyenlerin arasında "kolonyalı mendil, kolonyalı mendil" diye bağıran çocuklar.
Tamam. Balık, turşu, kolonyalı mendil ama üzerine tatlı ve çay yok. Bunlara da birer tezgah açılsa dünyanın en komple açıkhava yemek merkezi olacak.
Izgaracılar kayıkta denizde, önlerinde kıyıda parayı alanlar. "iki tane kılçıksız" demesiyle balık ekmekleri elinizde bulmanız bir.
Yemekten sonra bir kesekağıdı kestaneyle bir sonraki hedefe doğru yola koyulduk.
Beşiktaş'taki Şeyh Yahya Efendi Türbesi, Camii, Dergahı.
En son Ağustos ayındaki kandilde işten sonra gitmiştim. Son bir kaç gündür, oraya gitmek için inanılmaz bir istek vardı içimde. Cuma akşamı annemle programımı paylaşınca onun da oraya gitmeyi düşündüğünü öğrendim.
Gittiğimizde ikindi namazı okunmuştu. Camide mevlüt okunuyordu. Önce mezarlıkları gezdik, sonra ikindi namazını kılıp mevlüdü dinledik, dualara eşlik ettik.
Bu yazıyı yazmayı planlarken bütün gün kafamda; Şeyh Yahya Efendi'den bahsetmeyi düşünüyordum. Hatta fotoğraf makinem bile yanımdaydı, yani oraya da planlı gitmiştim. Ama hem içerisi çok kalabalıktı hem de ben fotoğraf çekme havamda değildim. Yazıma başlamadan önce arkadaş bloglarımı bir ziyaret edeyim, son zamanlarda herkesi ihmal ettim dedim. En son Sofi'ye uğradım. Ve aman Allah'ım o da ne? Sofi benim yazmak istediklerimi yazmış hem de çok güzel resimlerle. İnanılır gibi değil. -Bence bu da hayatımızdaki küçük mucizelerden biri-
İşte Sofi'nin kaleminden ve resimlerinden benim yüreğimden geçen Şeyh Yahya Efendi Dergahı
89'da anneannemin ölümünden sonra teyzem bir arkadaşı vasıtasıyla keşfetmişti. Onun sayesinde de biz.
Mezarlar ölümdür, soğuktur, ürkütücüdür ya. Ben oraya gittiğimde türbeyi ziyaret etmeden önce caminin girişinin solundan yukarı çıkan yolu dualar okuyarak yavaş yavaş çıkarım. Huzur ve sakinliği; içimdeki sıkıntıların orda anlamsızlaştığını hissederim.
Caminin içinde Şeyh Yahya Efendi ve irili ufaklı pek çok sandukanın yanında yine aynı huzurla oturur, dua ederim.
Ben kalabalıkları sevmem. Özellikle bu tür özel yerlerde yalnız olup; mekandaki farklı elektriği hissedip yakın olmayı isterim yaradana. Belki de onun için; bu mekanın sessiz ve sakinliğinde bunu yakaladığım içindir.
Yazın başka bir güzeldir, baharda başka, kışın başka.
Bir de böyle yerler için; "oraya gidebilmeniz için o kişinin sizi istemesi gerekir" derler. Ne kadar doğru bilmiyorum ama bazı zamanlar çok istememe rağmen 1 yıldan uzun süre gidemediğim olmuştur.
Bugün gittiğimde gördüm restorasyona girmiş. Tam bir şantiye havasında ama içindeki huzuru bozmamış.
Akşam programımda sinemaya gitmekti. Ancak gitmek istediğim film yakınlarda oynamadığı için bloguma yazmaya başladım ve saat 10 olmuş bile. Artık bu saatten sonra da arabaya binip sinemaya gitmem, belki pazartesi akşamı arkadaşlarla gidebilirim. Bakalım
Yonca, inanamıyorum, sende çok güzel anlatmışsın, ne garip yanyana otursak orda birbirimizi tanıyabilirmiydik o geldi aklıma, resimlerimi, linkimi tabiki ver mutlu olurum, ben sevdiğim her insanı kolundan tutar oraya götürürüm o hazzı yaşasın diye, ALLAH'a ve dinime en yakın, en özgür olduğum yerdir.Yine kapıdan çıkarken dua ettim, sonsuza kadar yaşasın burası diye.Aynı duyguları paylaşmak o kadar mutluluk vericiki, sana geçmiş olsun derken, sevgilerimide gönderiyorum...
YanıtlaSil