Yumuşatan insanın kalbini sevmek. Tanrıya duyulan aşk, çocuğa duyulan aşk ve sevgiliye duyulan aşk. Yumuşatıyor kalbini. Birinden biri azalsa sertleşmeye başlıyor ucundan köşesinden. Diğerlerinin varlığıyla hep bir yerler yumuşak oluyor. Ama bazen hayat gelip sertleşen yerlere çarpınca, darbeyi emip şiddetini azaltıp geri gönderemiyor.
Hızla sert bir duvara vurulan top eskisinden daha hızlı geri döner, yumuşak zemine vurulan top ise geri dönecek ivmeyi bile bulamadan olduğu yerde kalır.
25 Ekim'de yazdığım ama yayınlamadığım küçük bir yazım vardı, işte şimdi okudunuz.
Bu sabah Hürriyet Pazar'ı elime alınca Ayşe Arman'ın Mercan Dede ile yaptığı ropörtaj dikkatimi çekti. Tamamını okuduğumda içimde derinlere bir yerlere ulaşan sözlere rastladım. En çok etkileyenler burda ama tamamını okumak için Hürriyet Ayşe Arman'a
Sakın aşksız kalmayın...
"- Bir gün Vezneciler’de bir müzik dükkanının vitrininde bir ney gördüm. Yerden bir gazete parçası bulup camın üzerine koydum, göz kararı ölçülerini aldım. Para pul yok tabii. Gittim bir hırdavatçıdan o boyda plastik su borusu kestirdim ve eve gelip deliklerini açtım. O hayatımdaki ilk neydi. Tam bir buçuk yıl onu üfledim. Bugün hasbelkader bir sürü neyim var ama o ney benim için hálá en değerlisidir. Çünkü hiçbir engelin, aşkın önünde duramayacağının gözle görülür kanıtıdır.
- Dediler ki, "Kubbealtı Cemiyeti’nde her perşembe ney dersi veriliyor." Üç buçuk ay boyunca sürekli gittim. Hakikaten kapısı herkese açık köhne bir oda. İçeriden o kadar güzel ney sesleri geliyordu ki, utandım, içeri giremedim. Sonra bir gece yağmur vardı, çok ıslanmıştım, girmek zorunda kaldım...
...Gazete kağıdına sarılı neyimi çıkardım ve üfledim, kırık dökük üç tane ses, bütün notalar yanlış... Döndü bütün ciddiyetiyle bana dedi ki, "Bu neyi kendiniz mi yaptınız?" "Evet" dedim, "Olağanüstü güzel olmuş, zaten siz de iyi üflüyorsunuz, işin zor kısmı bitmiş. Size gösterebileceğim fazla bir şey yok, ama isterseniz her perşembe buyurun, birlikte üfleyelim." Zarafete bakar mısınız! Bunu o kadar büyük bir ciddiyet ve içtenlikle söyledi ki, o gün gerçekten elimdekinin çok güzel bir ney, kendimin de iyi ney üfleyen biri olduğuma inandım
- Bütün aşkların özü, Tanrı’ya duyulan aşk. Ama aşk, aşktır. Mevláná diyor ki: "Gönlünde aşk olsun da, neye karşı olursa olsun." Yanlış insana duyulan aşk bile, hiç aşık olmamaktan iyidir. Bir kadına ya da bir erkeğe duyduğun aşkla, Tanrı’ya duyduğun aşkı ayırmak mümkün değil. Çok sevdiğin bir insanın gözüne baktığında, onun gözünde gördüğün o ışık, Tanrı’nın yansımasıdır. Kızına duyduğun aşk da, Tanrı aşkının, 2.5 yaşındaki bir kız çocuğu manzarasında şekillenmiş hali. Kuş, ayakkabı, insan, ney... Hiç önemli değil, yeter ki duyduğun aşkın içinde samimiyet olsun...
Pazar, Ekim 28, 2007
Sessiz
Artık ne kelimeleri damıtabiliyorum, ne de sözler anlamlı geliyor.
Var sandığın şeylerin bir bir yok olduğunu, sonuna geldim derken daha yolun başında bile olmadığını, aşkı değil aşık olmayı özlediğini, bir şarkının notaları arasına süzülüp onlarla sonsuzda çınlamayı, hayalinin bile uzaklaştığını uzaktan sessizce, tepkisizce seyrediyorsun.
Var sandığın şeylerin bir bir yok olduğunu, sonuna geldim derken daha yolun başında bile olmadığını, aşkı değil aşık olmayı özlediğini, bir şarkının notaları arasına süzülüp onlarla sonsuzda çınlamayı, hayalinin bile uzaklaştığını uzaktan sessizce, tepkisizce seyrediyorsun.
Değişik
Ben bile kendimi hayretle takip ediyorum son günlerde. Hiç huyum olmayan şeyleri yapıyorum.
Dün akşam bir ayda izlemediğim kadar televizyonu, bir gecede izledim. Önce Kanal D'de başlayan Asi, ardından Star'da Takva, o bittikten sonra Hatırla Sevgili'nin sonu ve Beyaz Show'un başı. İçimden bir dürtü onu da seyret, onu da seyret diyordu. Ama bünyem itiraz ediyordu. -ki 2 senedir falan Beyaz Show'u seyretmedim-. Yani en az 5 saat hiç bir şey yapmadan tv seyrettim. Söylerken bile kendimi garipsiyorum.
Gecenin bu saatinde internetteyim.
Ve daha vahimi Facebook'a üye oldum.
Vahimi dediğime bakmayın, kötü bi şi değilmiş. Gerçekten çok uzun süredir görüşmediğiniz arkadaşlarınızla buluşma ortamı yaratıyor, hatta izini kaybettiklerinizi. Yani her araç gibi ne amaçla kullanıldığı iyi yada kötü oluşunu belirliyor.
Şimdilik şikayetçi değilim hatta mutluyum, eski arkadaşlarımla yeniden iletişime geçebildiğim için.
Dün akşam bir ayda izlemediğim kadar televizyonu, bir gecede izledim. Önce Kanal D'de başlayan Asi, ardından Star'da Takva, o bittikten sonra Hatırla Sevgili'nin sonu ve Beyaz Show'un başı. İçimden bir dürtü onu da seyret, onu da seyret diyordu. Ama bünyem itiraz ediyordu. -ki 2 senedir falan Beyaz Show'u seyretmedim-. Yani en az 5 saat hiç bir şey yapmadan tv seyrettim. Söylerken bile kendimi garipsiyorum.
Gecenin bu saatinde internetteyim.
Ve daha vahimi Facebook'a üye oldum.
Vahimi dediğime bakmayın, kötü bi şi değilmiş. Gerçekten çok uzun süredir görüşmediğiniz arkadaşlarınızla buluşma ortamı yaratıyor, hatta izini kaybettiklerinizi. Yani her araç gibi ne amaçla kullanıldığı iyi yada kötü oluşunu belirliyor.
Şimdilik şikayetçi değilim hatta mutluyum, eski arkadaşlarımla yeniden iletişime geçebildiğim için.
Perşembe, Ekim 25, 2007
Orda Bir Köy Var Uzakta
Güvenli ve hiç bir tehditin olmadığı meydanlarda elde bayrak yürümek, otoyollarda korna çalmak, sıcak evinizde ışık açıp kapatmak neye çözüm? Çok mu korktular? Bu millet birlik olmuş bizi yok edecekler diye nereye kaçacaklarını mı şaşırdılar?
Yapılmasın mı diyorum? Hayır elbette yapılsın. Ama yapılanlar gerçek değil, gerçeklere çözüm hiç değil.
Kim kalkıp burdan oralara gidiyor, otobüslere uçaklara dolup onbinler oralara gidip “evet biz gerçekten burdayız, burası da bizim” diyemiyor. Ama biz alışmışız “orada bir köy var uzakta, gitmesekte görmesekte, orası bizim köyümüz” demeye.
Uzak... Ya başımıza bir şey gelirse...
Zaten bize uzak diye başkaları oralara el uzatma cesaretini gösterebiliyor. Bizim canımız canda ölenler can değil.
Otobüsler toplanıp Anıtkabir’e gidiyor. Çünkü orası yakın, orası güvenli.
Uçak yolculuğu şart. Havayolları 15’e 35’e uçuruyoruz diye hava atıyorlar. İşte şimdi yapsınlar. Güneydoğu’ya sadece maliyetine onbinleri uçursunlar. Onbinleri meydanlarda toplayabilen birlik ruhu, Güneydoğu’da toplasın herkesi. Dosta düşmana lafta değil, gerçekten var olduğumuzu göstersek.
Yapılmasın mı diyorum? Hayır elbette yapılsın. Ama yapılanlar gerçek değil, gerçeklere çözüm hiç değil.
Kim kalkıp burdan oralara gidiyor, otobüslere uçaklara dolup onbinler oralara gidip “evet biz gerçekten burdayız, burası da bizim” diyemiyor. Ama biz alışmışız “orada bir köy var uzakta, gitmesekte görmesekte, orası bizim köyümüz” demeye.
Uzak... Ya başımıza bir şey gelirse...
Zaten bize uzak diye başkaları oralara el uzatma cesaretini gösterebiliyor. Bizim canımız canda ölenler can değil.
Otobüsler toplanıp Anıtkabir’e gidiyor. Çünkü orası yakın, orası güvenli.
Uçak yolculuğu şart. Havayolları 15’e 35’e uçuruyoruz diye hava atıyorlar. İşte şimdi yapsınlar. Güneydoğu’ya sadece maliyetine onbinleri uçursunlar. Onbinleri meydanlarda toplayabilen birlik ruhu, Güneydoğu’da toplasın herkesi. Dosta düşmana lafta değil, gerçekten var olduğumuzu göstersek.
Cuma, Ekim 12, 2007
Bayram
Bayram çocuklarındır en çok. Yeni ayakkabılar, elbiseler, çikolatalar, şekerler, harçlıklar, normal günlere göre büyüklerin daha toleranslı olduğu güzel zamanlar.
Büyüklere en çok tatil.
Hoşuna giden gitmeyen, sevdiğin sevmediğin pek çok kişiyle zoraki gülümseyerek iyi bayramlar dilediğin artık anlamını kaybetmeye başlayan bir şey biraz da. Kalabalık bir sülaleye sahipseniz odanın bir ucundan başlayıp diğer ucuna kadar aynı maskeyle yol aldığınız, bu kimin çocuğu bu kimin kocası diye kafanızda soru işaretlerinin dolaştığı garip bir seramoni. Ben artık çok sıkıldım bu seramoniden. 30 yaşına geldin, kır düzeni kendi programını yap diyebilirsiniz. Ama anne, baba ve aile büyüklerini üzmemek için katlanıyor insan.
Hep bayramların dostluk, samimiyet, kardeşlik güzellik mesajlarıyla kutlandığı pembe mesajlar gerçekten ne kadar samimi?
Ya onlarca kişiye birden gönderilen basmakalıp e-mailler ve smsler... Onlar ne kadar içten?
Yazımın başlığını "iyi bayramlar" diye koymuştum önce, ama yazdıklarıma şöyle bir bakınca karamsar bir yazıya uygun bir başlık olmadığına karar verdim.
Bayramlar güzeldir aslında; ama maneviyatını kaybetmeye başladığını düşünüyorum artık. Ve bu yüzden bana keyif vermiyor.
Oysa sabah 6:30'a kalkıp TRT 1'den yayınlanan Süleymaniye'de Bayram Namazı'nı seyredip huzur dolmuştu içim. Sarılıp kucaklaştık annemle teyzemle kardeşlerimle...
Bayram bayram kaçırmıyim keyfinizi. Ben pek keyif almasam da bu bayramdan siz keyif alırsınız dilerim.
(Bu kadar karamsar olmamın nedeni iznimin sona erip, bayram sonunda işe dönecek olmam da olabilir tabiki, endişelenmeyin benim için ;)
Büyüklere en çok tatil.
Hoşuna giden gitmeyen, sevdiğin sevmediğin pek çok kişiyle zoraki gülümseyerek iyi bayramlar dilediğin artık anlamını kaybetmeye başlayan bir şey biraz da. Kalabalık bir sülaleye sahipseniz odanın bir ucundan başlayıp diğer ucuna kadar aynı maskeyle yol aldığınız, bu kimin çocuğu bu kimin kocası diye kafanızda soru işaretlerinin dolaştığı garip bir seramoni. Ben artık çok sıkıldım bu seramoniden. 30 yaşına geldin, kır düzeni kendi programını yap diyebilirsiniz. Ama anne, baba ve aile büyüklerini üzmemek için katlanıyor insan.
Hep bayramların dostluk, samimiyet, kardeşlik güzellik mesajlarıyla kutlandığı pembe mesajlar gerçekten ne kadar samimi?
Ya onlarca kişiye birden gönderilen basmakalıp e-mailler ve smsler... Onlar ne kadar içten?
Yazımın başlığını "iyi bayramlar" diye koymuştum önce, ama yazdıklarıma şöyle bir bakınca karamsar bir yazıya uygun bir başlık olmadığına karar verdim.
Bayramlar güzeldir aslında; ama maneviyatını kaybetmeye başladığını düşünüyorum artık. Ve bu yüzden bana keyif vermiyor.
Oysa sabah 6:30'a kalkıp TRT 1'den yayınlanan Süleymaniye'de Bayram Namazı'nı seyredip huzur dolmuştu içim. Sarılıp kucaklaştık annemle teyzemle kardeşlerimle...
Bayram bayram kaçırmıyim keyfinizi. Ben pek keyif almasam da bu bayramdan siz keyif alırsınız dilerim.
(Bu kadar karamsar olmamın nedeni iznimin sona erip, bayram sonunda işe dönecek olmam da olabilir tabiki, endişelenmeyin benim için ;)
Salı, Ekim 09, 2007
Yeni Başlangıçlara
Sessiz sakin yolunda akarken nehriniz, siz güvenli kayığınızda ağır ağır yol alırsınız. Ama birden bire farklı bir yönde akan nehirde yolculuk teklif edilir. Güvenli sakin kayığında gitmek mi, yoksa yeni ufuklara açılabileceğin hiç bilmediğin başka bir nehre geçmek mi?
Bir hafta önce gündeminizde hiç böyle bir şey yokken, bir anda hayatınız değişebiliyor. Bu hafta her zamanki rutin işlerini yapacak, sıkılacak, -geçmiyor saatler- diyecek, bi akşam buluşacaktık. Rutinde her şey birbirinin aynı sıradan günler yaşayıp gidecekti.
Oysa şimdi; işlerini devretme, masasını toplama, arkadaşlarla vedalaşma, yeni hayatında neler yaşayacağının belirsizliğiyle karnında garip ağrılarla rutin olmayan günler yaşıyor.
Ben değil, Hande.
Bir anda gelişen olaylarla 7 yıldır birlikte çalıştığımız işinden ayrılıyor. Bugün yada yarın son. Neyseki ben işte değilim. Vedaları hiç sevmem; artık aynı yerde çalışmayacak her an bir araya gelip sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, umutlarımızı yüzyüze paylaşamayacak olsak da yine birlikte olacağımız şüphesiz. Öyleyse niye veda? Neye veda?
Ben yıllık iznimin bir bölümünü "Evde Ramazan" konseptinde kulanmak için aylar öncesinden plan yapmıştım. Gel gör ki kader de beni destekleyip ben orda değilken Hande'yi yeni işine uğurluyor.
Herşeyin onun için çok daha iyi olacağına inanıyorum. Ve tabiki Hande hala bizim yazarımız. Yeni ufukları umarım ilk fırsatta onun kelimelerinden okuruz.
Bir hafta önce gündeminizde hiç böyle bir şey yokken, bir anda hayatınız değişebiliyor. Bu hafta her zamanki rutin işlerini yapacak, sıkılacak, -geçmiyor saatler- diyecek, bi akşam buluşacaktık. Rutinde her şey birbirinin aynı sıradan günler yaşayıp gidecekti.
Oysa şimdi; işlerini devretme, masasını toplama, arkadaşlarla vedalaşma, yeni hayatında neler yaşayacağının belirsizliğiyle karnında garip ağrılarla rutin olmayan günler yaşıyor.
Ben değil, Hande.
Bir anda gelişen olaylarla 7 yıldır birlikte çalıştığımız işinden ayrılıyor. Bugün yada yarın son. Neyseki ben işte değilim. Vedaları hiç sevmem; artık aynı yerde çalışmayacak her an bir araya gelip sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, umutlarımızı yüzyüze paylaşamayacak olsak da yine birlikte olacağımız şüphesiz. Öyleyse niye veda? Neye veda?
Ben yıllık iznimin bir bölümünü "Evde Ramazan" konseptinde kulanmak için aylar öncesinden plan yapmıştım. Gel gör ki kader de beni destekleyip ben orda değilken Hande'yi yeni işine uğurluyor.
Herşeyin onun için çok daha iyi olacağına inanıyorum. Ve tabiki Hande hala bizim yazarımız. Yeni ufukları umarım ilk fırsatta onun kelimelerinden okuruz.
Sokak Seri İlanları
Pazartesi, Ekim 01, 2007
Şaşkın Balık
Derin denizler şüphesiz ki güzel. Orada da bir yaşam var. -"Atlantis'ten Gelen Adam" dizisini hatırlar bizim kuşak- Onun gibisi de var mı bilinmez ama bazı arkadaşlarımız bu güzellikleri benim gibi fotoğraflardan seyretmek yerine bizzat o yaşama dahil olup fotoğraflarını paylaşıyorlar.
Hakan (blogum vasıtasıyla tanıştığım eski okul, mahalle arkadaşım, aynı zamanda büyüklerimizin de ahbap olduğu yeni arkadaşım); Saroz dalışından fotoğraflarını göndermiş bana. Paylaşmak istedim.
Benim favorim şaşkın balık. Gece kulübünden çıkarken paparazzilere yakalanmış gibi.
Hakan (blogum vasıtasıyla tanıştığım eski okul, mahalle arkadaşım, aynı zamanda büyüklerimizin de ahbap olduğu yeni arkadaşım); Saroz dalışından fotoğraflarını göndermiş bana. Paylaşmak istedim.
Benim favorim şaşkın balık. Gece kulübünden çıkarken paparazzilere yakalanmış gibi.