Perşembe, Ocak 18, 2018

Ali Poyrazoğlu ve Öğrendiklerim

Davetin sonunda Ali Poyrazoğlu’nu izleyeceğiz dendiğinde, gülüp eğleneceğiz diye oturup izlemeye başladım. Evet bir iki espriyle gülmeye de başladık. Sonra kendinden ve yaptıklarından bahsetmeye başladıkça yazılmış bir hikaye mi gerçekler mi tereddütü yaşarken iş ciddileşti.

İş yaşamında insan yaşamında bir gelecek mimarı, projecisi konuşuyordu. 

Gecenin sonunda yaşadığım en büyük pişmanlık anlattıklarını not almamamdır.

Arada aklıma parça parça düşenleri yazacağım.

Eczacıymış, yurtdışında iş ve yönetim workshoplarına seminerlere katılıp sürekli kendine yenileyen zehir gibi bir insan.

Peter Drucker’dan tut ta; Avusturalya’lı bir doktorun nobel alan projesinde yer alan 200 kişiden 190.

Şirketlere danışmanlık veren, gelecek danışmanlığı yapan bir tiyatrocu.

Dünya iş konseyinin her yılki konseptlerini ve değişim trendlerini bilen, verdiği örneklerle insanı durup düşündüren, benim kalbime dokunan.

İçindeki müzik sustuğunda insanın kendine yabancılaştığını söyleyen müziğiniz susmasın diyen.

Berlin Flarmoni orkestrasında piyano çalan bir Türk provalar başlıyor, şef yönetiyor. Piyanist muhteşem çalıyor ancak adamın suratı felaket evi yanmış, dünyanın borcu üstünde, karısı kaçmış gibi. Şef diyor ki ilk gündü , ikinci gün daha iyi olur. İkinci günkü prova seyircili, piyanist yine muhteşem çalıyor ancak surat yine mutsuz umutsuz. Konserde düzelir diyor şef. Konser günü geliyor yine her şey muhteşem, herkes piyaniste hayran kalıyor ama surat yine aynı surat.

Konser bitiminde şef soruyor. Çaykovski’yi mi sevmiyorsun, hayır çok severim. Çaldığın eseri mi beğenmiyorsun, hayır. Berlin Flarmoniyi mi sevmedin, hayır. Ben mi kötü yönettim, hayır.

Eee be adam nedir bu suratının hali?

Müziği sevmiyorum.

İşini çok iyi yapan ama ruhsuz yapan insanlar mutsuz ve o kadar çok ki.

Bir de anlattığı "Deri Paslanması" vardı ki; tutkulu ve çoşkulu ilişkilerin bir süre sonra ölmesinin nedeninin deri paslanmasına bağlandığı. İletkenliğini yitiren o deri, daha doğrusu iki insanın teni birbirine değdiğinde artık birbirini hissetmemesi. İşte böylesi durumlarda oturup anlatmak, ifade etmek lazım. Bilinçaltındakileri, içindekileri sansürsüz anlatmak konuşmak. Yeniden inşa etmek ilişkiyi ölü derileri, pası atmak lazım.

İş hayatına ait bir toplantıda olduğumuz için konunun şirketlere-işe bağlanması gerekiyordu. Ki çok da güzel bağlandı; şirketlerde yaşanan atalet, iletişimsizlik, tahammülsüzlük, vurdumduymazlık.

Oturup konuşmak, sansürsüz anlatmak ve dinlemek lazım.

Dinlemek...

Ama dinledikten sonra da bir şeyleri farklı yapmak için bir şeyleri değiştirmek lazım ki; anlatan iyi ki anlatmışım demek ki konuşmak çözüme götürüyormuş desin ki bundan sonra da susmasın.


Hiç yorum yok: