Ben H&M'i bilmem, tanımam. Ama bu aralar herkes de bir çılgınlıktır gidiyor. Moda Mutfağı blogu çılgınlar için bir hizmet yapmış, ben de aracı oluyim meraklılarına.
Bakın bakalım İstanbul H&M'de neler bulacakmışsınız?
http://modamutfagi.blogspot.com/2010/10/h-abdi-ipekci-showroom.html
Pazar, Ekim 31, 2010
Cuma, Ekim 29, 2010
Kitap Mevsimi
Yağmurlu, puslu ve soğuk bir tatil gününde yapılacak en iyi şey battaniyenin altında kitaplara gömülmek :)))
Bugün tüm gazetelerde kitap fuarı eki vardı. Yarın başlıyormuş Beylikdüzü'nde.
Fuar standları arasında dolaşmak, kitaplara dokunmanın ayrı bir keyfi olsa da şehre uzak olması o kadar kitabı bir arada bulunca sanki bi daha bulamıycakmış gibi saldırıp ne var ne yok almanın bütçedeki dayanılmaz ağırlığı beni uzak tutuyor 29. Kitap fuarından...
İş Bankası yayınları Rıfat Ilgaz'ın 100. doğum yılında bütün eserlerini yayınlıyor,
Remzi Kitabevi'nde Kluge, İnsan Zihninin Gelişigüzel Yapısı
Yazılarını hep heyecanla okuduğum Ersin Kalkan'ın "Yeraltındaki İstanbul" ilk anda aklıma gelen almak istediklerim.
Ama bunların dışında hala elimde sürünen okumayı bitiremediğim Jung'un İnsan ve Sembolleri; Edmonde De Amicis'in İstanbul, Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk.
Elimde bu kadar oyalanan kitaplara rağmen aradan sıyrılıp bir nefeste bitirdiğim, "Halvette 40 Gün" okunmaya değer.
Müslüman olan bir avrupalı kadının -üstelik psikolog- halvette yaşadığı ruh deneyimlerini anlattığı ve sonrasında bilimsel açıklamalarla yaşadıklarını yorumladığı farklı bir kitap.
Halvet deyince ilk anda cinselliği çağrıştırsa da -halvet olmak diye bi deyim var- gerçek anlamı
" tenha, tenhaya çekilme, yalnızlık ve yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvet etmek, istenilen tenha ve her şeyden boş bir mahalde, zihne takılan ve takılacak olan şeylerden kurtularak feragat köşesini her şeye tercih etmektir. Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak, biri ile tenhaca konuşmak üzere yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır. Halvete girmek, ibadet, zikir, riyazet ve murakabe ile meşgul olmak üzere yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde halvethane denilen bir hücreye, kapanmaktır. Halvete çekilmek, tenha bir yerde yalnız başına oturmaktır."
Hayat garip tesadüflerle bi'şeyleri hayatınıza katıyor demiştim ya geçen yazılarımın birinde; işte bu kitapta öyle bir silsilenin içinde Vedat'la birlikte girdi hayatıma.
Çok şey kattı bana...
Bugün tüm gazetelerde kitap fuarı eki vardı. Yarın başlıyormuş Beylikdüzü'nde.
Fuar standları arasında dolaşmak, kitaplara dokunmanın ayrı bir keyfi olsa da şehre uzak olması o kadar kitabı bir arada bulunca sanki bi daha bulamıycakmış gibi saldırıp ne var ne yok almanın bütçedeki dayanılmaz ağırlığı beni uzak tutuyor 29. Kitap fuarından...
İş Bankası yayınları Rıfat Ilgaz'ın 100. doğum yılında bütün eserlerini yayınlıyor,
Remzi Kitabevi'nde Kluge, İnsan Zihninin Gelişigüzel Yapısı
Yazılarını hep heyecanla okuduğum Ersin Kalkan'ın "Yeraltındaki İstanbul" ilk anda aklıma gelen almak istediklerim.
Ama bunların dışında hala elimde sürünen okumayı bitiremediğim Jung'un İnsan ve Sembolleri; Edmonde De Amicis'in İstanbul, Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk.
Elimde bu kadar oyalanan kitaplara rağmen aradan sıyrılıp bir nefeste bitirdiğim, "Halvette 40 Gün" okunmaya değer.
Müslüman olan bir avrupalı kadının -üstelik psikolog- halvette yaşadığı ruh deneyimlerini anlattığı ve sonrasında bilimsel açıklamalarla yaşadıklarını yorumladığı farklı bir kitap.
Halvet deyince ilk anda cinselliği çağrıştırsa da -halvet olmak diye bi deyim var- gerçek anlamı
" tenha, tenhaya çekilme, yalnızlık ve yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvet etmek, istenilen tenha ve her şeyden boş bir mahalde, zihne takılan ve takılacak olan şeylerden kurtularak feragat köşesini her şeye tercih etmektir. Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak, biri ile tenhaca konuşmak üzere yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır. Halvete girmek, ibadet, zikir, riyazet ve murakabe ile meşgul olmak üzere yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde halvethane denilen bir hücreye, kapanmaktır. Halvete çekilmek, tenha bir yerde yalnız başına oturmaktır."
Hayat garip tesadüflerle bi'şeyleri hayatınıza katıyor demiştim ya geçen yazılarımın birinde; işte bu kitapta öyle bir silsilenin içinde Vedat'la birlikte girdi hayatıma.
Çok şey kattı bana...
Perşembe, Ekim 28, 2010
Bugün bi mesaj geldi telefonuma
"Sayın Topkara, Türk Kızılay'ına bağışladığınız kan ihtiyaç sahibine iletilmiştir. Bir hayat kurtardığınız için teşekkürler"
Daha kolumun ağrısı geçmeden -öyle çok bi ağrı di'il de elim falan çarptığında ben burdayım diyo, çünkü kan hücrelerinin parçalanmaması için kanı çektikleri iğneden irice, ince bir demir çubuk resmen- yerine gitmiş.
Haber vermeleri de güzel doğrusu :))
"Sayın Topkara, Türk Kızılay'ına bağışladığınız kan ihtiyaç sahibine iletilmiştir. Bir hayat kurtardığınız için teşekkürler"
Daha kolumun ağrısı geçmeden -öyle çok bi ağrı di'il de elim falan çarptığında ben burdayım diyo, çünkü kan hücrelerinin parçalanmaması için kanı çektikleri iğneden irice, ince bir demir çubuk resmen- yerine gitmiş.
Haber vermeleri de güzel doğrusu :))
Pazartesi, Ekim 25, 2010
Bugün iyi bi'şey yaptım
Ve sağlık sorunu olmayan herkesin de bu iyi şeyi yapması gerektiğini düşünüyorum.
Kan Bağışı...
Yıllardır çok istememe rağmen zayıf oluşum nedeniyle kan veremiyordum, ne zaman ki kilo aldım elime geçen ilk fırsatta oturdum önlerine ama bu sefer de kan sayımım düşük çıktı. Kan vermek için minimum değerin 12,5 olması gerekiyordu ben 11'lerde kaldım.
Bugün bi fırsat daha geçti elime -Şirket grubumuz "ülkem için" kan bağışı günleri organize ediyor-
Yine dikildim karşılarına, "ben geldim" dedim. Geçen sefer pek bi üzülmüşlerdi mis gibi 0 rh negatifi kaçırdıkları için.
Aslında daha bi umutsuzdum çünkü geçen sefere göre bi kaç kilo daha zayıflamıştım.
Amaaa 13,8 çıktı bu sefer değerim.
5-10 dakkada çektiler kanımı, ikide bir de soruyolar iyi misiniz, iyi hissediyor musunuz?
Valla turp gibiyim.
Sedyeden kalkıp peş peşe 3 toplantı bile yaptı bu vücut.
İyilik yapmanın verdiği iyilik hali olsa gerek.
Kime giderse şifa olsun ona :)))
Pazar, Ekim 24, 2010
Kim???
Bugün bloguma bakınırken son üç aylık yazılarımın tamamını şöle bi okudum. Yazanı olarak di'il de tesadüfen geçerken uğrayan biri gibi...
İçine ne anlamlar yükleye yükleye, düşüne taşına yazdığım pek çok cümlenin aslında hiç kimseye hiç bir şey anlatmadığını farkettim.
Kimler geldi, hayatımdan kimler geçti... melodisinde notalara ne kadar hafif basmışım
Haksızlık mı ettim birilerine????
İçine ne anlamlar yükleye yükleye, düşüne taşına yazdığım pek çok cümlenin aslında hiç kimseye hiç bir şey anlatmadığını farkettim.
Kimler geldi, hayatımdan kimler geçti... melodisinde notalara ne kadar hafif basmışım
Haksızlık mı ettim birilerine????
Cumartesi, Ekim 23, 2010
6 ay sonrasına mektup
Şimdi bir oyun oynıycaz, adı 6 ay sonrası...
Bugün yayınlıycam ama bir kopyasını da 6 ay sonra otomatik olarak yayınlanmak üzere kaydedicem.
6 ay sonra neler olmuş olacak hayatımızda?
Mesela ilki önemsiz günlük hayattan bir konu...
Çağlayan'daki Adliye Sarayı'yla birlikte çevre düzeni değişmek üzere trafiği yer altına almak için İstanbul'u felç edecek bir düzenleme bugün başlıyor. Ve 6 ay sonra bitecekmiş. -Görücez bakalım-
Yaptığım işi bulunduğum pozisyonu doğrudan etkileyen bir projenin içersindeyim ama projenin sonunda ben nerde ve nasıl olacağımı gerçekten bilmiyorum. 6 ay sonra yeni bi pozisyonum, yeni bi işim ya da işim olur mu?
Sonucunu beklediğimiz devlet kapısından gelecek bi haberimiz var. Gelmiş olur mu o haber, gelirse de neleri değiştirmiş yada değiştirecek olur hayatımızda?
Esra evlilik hazırlıklarında şu aralar, evlenmiş olur mu o tarihte?
Hande'den bi bebek haberi duymuş olur muyuz?
Kaptığım gelin çiçeği bana yaramış olur mu?
SPK türev lisansını almış olur muyum?
Erguvanları boğazda kucaklıyor olur muyum?
Bugün yayınlıycam ama bir kopyasını da 6 ay sonra otomatik olarak yayınlanmak üzere kaydedicem.
6 ay sonra neler olmuş olacak hayatımızda?
Mesela ilki önemsiz günlük hayattan bir konu...
Çağlayan'daki Adliye Sarayı'yla birlikte çevre düzeni değişmek üzere trafiği yer altına almak için İstanbul'u felç edecek bir düzenleme bugün başlıyor. Ve 6 ay sonra bitecekmiş. -Görücez bakalım-
Yaptığım işi bulunduğum pozisyonu doğrudan etkileyen bir projenin içersindeyim ama projenin sonunda ben nerde ve nasıl olacağımı gerçekten bilmiyorum. 6 ay sonra yeni bi pozisyonum, yeni bi işim ya da işim olur mu?
Sonucunu beklediğimiz devlet kapısından gelecek bi haberimiz var. Gelmiş olur mu o haber, gelirse de neleri değiştirmiş yada değiştirecek olur hayatımızda?
Esra evlilik hazırlıklarında şu aralar, evlenmiş olur mu o tarihte?
Hande'den bi bebek haberi duymuş olur muyuz?
Kaptığım gelin çiçeği bana yaramış olur mu?
SPK türev lisansını almış olur muyum?
Erguvanları boğazda kucaklıyor olur muyum?
Cuma, Ekim 22, 2010
Tahta Kılıç
Kılıçlar çekilir kimi zaman, kıyasıya bir mücadele başlar.
Bilgisayar icat edilmeden, çocuklar sokaklarda büyürken plastik kılıçlar yerine iki tahta parçasından yapılan kılıçlarla oynarlardı.
Kızlar pek heves etmesede o yaşlarda bu oyuna, büyüdükçe zevk alır olduk
Tahtadan kılıçlarımızı çekip birbirimize sallıyoruz, kimsenin canı yanmıyor bolca kahkaha.
Bir biri bastırıyor diğerini, bir diğeri
Sakin, huzurlu, sorun çıkartmayan, bir dediğimizi iki etmeyen evcilik oyununda "ne dersek O'sun" dediğimiz erkekler olsun hayatımızda istiyoruz.
Arada bir de çekip tahta kılıcını "hadi gelsene, hadi gelsene" diye bizi kışkırtan yaramaz çocuklar çıkıveriyor ortaya.
Seviyorsan oyunu, sen de çekip tahta kılıcını, tak tuk sesleri arasında birbirini alt etmeye çalışırken bir de bakmışsın tahta kılıçla esir almış biri diğerini bir ömür boyu :)))
Biraz karmaşık bir giriş oldu sanırım, anlatmak istediklerime
Hikayenin aslı şu...
Türkan dizisini takip ediyorum Kanal D'de; Türkan'la Orhan Hoca'nın düelloları aklıma getirdi bunları, sonra yakın zamanda benim yaşadıklarım...
Heyecan, macera, ukalalık, iddialaşma, inatlaşma, sevgi, aşk, çekim yasası, zıt kutuplar, imkansızlıklar,
1530 işinize mutlaka yarar
İBB yeni bir hat açmış
1530
Toplu ulaşım hizmetlerinde sorunların giderilmesi, vatandaşların yönetime katılım, denetim yapması ve şikâyetlerini bildirmesi için kurulmuş bir hat.
Tüm operatörlerden 1530'a kısa mesaj gönderek şikâyetinizi, yer ve plaka belirterek -isterseniz isminizi- de yazarak iletebileceksiniz. Beyaz masaya ulaşan mesajlarımız Toplu Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü ekipleri tarafından değerlendirilecek ve gerekli durumlarda yasal işlem yapılacakmış.
İBB sitesinde yönergeler var taksi, dolmuş, servis, kamyon ve minibüslerin uymaları gereken kurallar. Detaylara linklerden ulaşabilirsiniz ama en sık mağdur olduğumuz konuları özellikle öne çıkarmak istiyorum.
Bakalım taksiciler bize nasıl davranmalıymış????
mesafe, trafik yoğunluğu ve iklim şartları gözetmeksizin yolcu çağrılarına cevap vermek mecburiyetindedir.
su, çamur sıçratmaları yasaktır
Taksi Yönergesi
Servis Araç Yönergisi
Ekran Yönergesi
1530
Toplu ulaşım hizmetlerinde sorunların giderilmesi, vatandaşların yönetime katılım, denetim yapması ve şikâyetlerini bildirmesi için kurulmuş bir hat.
Tüm operatörlerden 1530'a kısa mesaj gönderek şikâyetinizi, yer ve plaka belirterek -isterseniz isminizi- de yazarak iletebileceksiniz. Beyaz masaya ulaşan mesajlarımız Toplu Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü ekipleri tarafından değerlendirilecek ve gerekli durumlarda yasal işlem yapılacakmış.
İBB sitesinde yönergeler var taksi, dolmuş, servis, kamyon ve minibüslerin uymaları gereken kurallar. Detaylara linklerden ulaşabilirsiniz ama en sık mağdur olduğumuz konuları özellikle öne çıkarmak istiyorum.
Bakalım taksiciler bize nasıl davranmalıymış????
mesafe, trafik yoğunluğu ve iklim şartları gözetmeksizin yolcu çağrılarına cevap vermek mecburiyetindedir.
su, çamur sıçratmaları yasaktır
Taksi Yönergesi
Servis Araç Yönergisi
Ekran Yönergesi
Çarşamba, Ekim 20, 2010
Bugün günlerden ne, be kimim?
haftanın ilk günü belli, bugün günlerden ne diye sormana gerek yok.
Çarşamba-perşembe gibi boyle bir kendini bilmezlik peyda oluyor.
Bugün günlerde ne???
Pazartesi olsa n'olur cuma olsa n'olur sanki...
Çalışmaya gelmişiz bu dünyaya, sabah kalk git çalış akşam gel çalış yat. Ne farkeder hangi gün olmuş. Bitmiyor hafta daha calışacaksınız deseler makine arıza verene kadar durmak yok.
Adın ne deseler sen kimsin deseler kartvizitimi okurum, gerisi yok. Ruhum yok ki bedenimde ben bu cevapları verirken bu soruları sorarken...
O tatillerde giriyor bedenime, keyifli olduğumda geliyor.
İyi gun dostumu ne bu ruhum, hep kaçak...
Çarşamba-perşembe gibi boyle bir kendini bilmezlik peyda oluyor.
Bugün günlerde ne???
Pazartesi olsa n'olur cuma olsa n'olur sanki...
Çalışmaya gelmişiz bu dünyaya, sabah kalk git çalış akşam gel çalış yat. Ne farkeder hangi gün olmuş. Bitmiyor hafta daha calışacaksınız deseler makine arıza verene kadar durmak yok.
Adın ne deseler sen kimsin deseler kartvizitimi okurum, gerisi yok. Ruhum yok ki bedenimde ben bu cevapları verirken bu soruları sorarken...
O tatillerde giriyor bedenime, keyifli olduğumda geliyor.
İyi gun dostumu ne bu ruhum, hep kaçak...
Salı, Ekim 19, 2010
Sezonun İlk Kestanesi
Topladık kestaneleri, bu akşam da pişirdik yedik...
Tamamen doğal dalından fırına kestane :)))
Çok lezzetliler diyemiycem çünkü önümüze ne düşerse küçüğüne büyüğüne bakmadan şeker kapışan çocuklar gibi ne bulduysak topladık. İşin ilmini bilip seçici olmak gerek lezzet arıyorsak.
Tamamen doğal dalından fırına kestane :)))
Çok lezzetliler diyemiycem çünkü önümüze ne düşerse küçüğüne büyüğüne bakmadan şeker kapışan çocuklar gibi ne bulduysak topladık. İşin ilmini bilip seçici olmak gerek lezzet arıyorsak.
Pazartesi, Ekim 18, 2010
Trekking Zamanı
Karadeniz Yaylaları maceramı biliyorsunuz artık, aynı ekiple yakın İstanbul'da tepelere tırmandık, dar patikalardan, kayalardan, mağaralardan geçtik. Bir pazar günümüzü doğanın koynunda geçirdik.
Tamzara Tur'dan başkasıyla gitmem zaten böyle yerlere, güvende olmak güvenebileceğin insanlarla olmak önemli. Ee bi de artık dost olduğumuz için koşulsuz eğlence için yola çıktığını da biliyosun. Daha ne olsun.
Fatih girdi kanımıza perşembe akşamı...
Sağnak yağmur var bütün Marmara'da.Fatih diyo "hadi pazar günü tura, Kocaeli'ne Merdivenli Kayalara"
Boğuluruz, düşeriz, kayarız derken, pazar sabaha karşı gök gürültülü, şimşekli yağmura rağmen düştük yola.
Gerçi güneş gülümseyerekten "harika bir hava vaad ediyorum size" dese de tereddüt kaçınılmazdı.
Karadeniz Yaylaları'nın muhteşem üçlüsü Gülay, Yeşim, Yonca; aramıza yeni katılan ama anne-baba tarafından tam bir Rize'li Meryem'le dörtlüye dönüştü.
Israrlarımıza dayanamayıp Rize'den İstanbul'a yerleşen Fatih ve rehberimiz Şener.
Bi de bizden sonra Karadeniz'i keşfedip bu turda tanıştığımız Sibel ve kardeşi
Tur kalabalıktı ama biz çekirdek kadroyu kurmuştuk.
Arabanın en arkasında yol boyunca hiç susmayan gülen 5 kişi -Meryem,Gülay, Yeşim, Fatih ve ben- diğer tur katılımcılarının zaman zaman eminim sinirine dokunsak da çok eğlendik.
Kısa bir Merdivenli Kayalar tanıtımından sonra fotoğraflarla başbaşa bırakıcam sizi
"Kocaeli sınırlarında Samanlı Dağları silsilesinde, Kartepe’nin hemen yakınında özel bir tur bölgesi. Serindere vadisini kuş bakışı izleyebileceğiniz, yaklaşık 150 metrelik boşluk hissiyatlı manzaralar görebileceğiniz bir yer. Kocaeli dolaylarında geçen; yürüyüş, zirve, mağara, dere, yayla izlenimlerini görebileceğiniz çok keyifli bir program. Kendini İstanbul dışına atmak isteyen her doğa sever için uygun bir tur. Çok yürüyüşü olmayan, -işte bi tek burasına inanmayın, ama parkur kolay sayılır- farklı manzaralar görebileceğiniz ayrıca öğle yemeğinde lezzetli bir alabalık ziyafeti çekeceğiniz keyifli bir bölge. "
Yine mıncıracak bir köpek yavrusu bulduk
Kestane; çıktığı kabuğunu beğenmeyen kestane
Dalında kestane
Dalından elma yedik
Dereleri aştık
Mağaradan geçtik. Mağara dediysek yapay bi mağara aslında içinden su borusu geçsin diye yapmışlar. İşte biz de mağaracılık oynadık
Güneşe kavuştuğumuz an :)
Tamzara Tur'dan başkasıyla gitmem zaten böyle yerlere, güvende olmak güvenebileceğin insanlarla olmak önemli. Ee bi de artık dost olduğumuz için koşulsuz eğlence için yola çıktığını da biliyosun. Daha ne olsun.
Fatih girdi kanımıza perşembe akşamı...
Sağnak yağmur var bütün Marmara'da.Fatih diyo "hadi pazar günü tura, Kocaeli'ne Merdivenli Kayalara"
Boğuluruz, düşeriz, kayarız derken, pazar sabaha karşı gök gürültülü, şimşekli yağmura rağmen düştük yola.
Gerçi güneş gülümseyerekten "harika bir hava vaad ediyorum size" dese de tereddüt kaçınılmazdı.
Karadeniz Yaylaları'nın muhteşem üçlüsü Gülay, Yeşim, Yonca; aramıza yeni katılan ama anne-baba tarafından tam bir Rize'li Meryem'le dörtlüye dönüştü.
Israrlarımıza dayanamayıp Rize'den İstanbul'a yerleşen Fatih ve rehberimiz Şener.
Bi de bizden sonra Karadeniz'i keşfedip bu turda tanıştığımız Sibel ve kardeşi
Tur kalabalıktı ama biz çekirdek kadroyu kurmuştuk.
Arabanın en arkasında yol boyunca hiç susmayan gülen 5 kişi -Meryem,Gülay, Yeşim, Fatih ve ben- diğer tur katılımcılarının zaman zaman eminim sinirine dokunsak da çok eğlendik.
Kısa bir Merdivenli Kayalar tanıtımından sonra fotoğraflarla başbaşa bırakıcam sizi
"Kocaeli sınırlarında Samanlı Dağları silsilesinde, Kartepe’nin hemen yakınında özel bir tur bölgesi. Serindere vadisini kuş bakışı izleyebileceğiniz, yaklaşık 150 metrelik boşluk hissiyatlı manzaralar görebileceğiniz bir yer. Kocaeli dolaylarında geçen; yürüyüş, zirve, mağara, dere, yayla izlenimlerini görebileceğiniz çok keyifli bir program. Kendini İstanbul dışına atmak isteyen her doğa sever için uygun bir tur. Çok yürüyüşü olmayan, -işte bi tek burasına inanmayın, ama parkur kolay sayılır- farklı manzaralar görebileceğiniz ayrıca öğle yemeğinde lezzetli bir alabalık ziyafeti çekeceğiniz keyifli bir bölge. "
Yine mıncıracak bir köpek yavrusu bulduk
Kestane; çıktığı kabuğunu beğenmeyen kestane
Dalında kestane
Dalından elma yedik
Dereleri aştık
Mağaradan geçtik. Mağara dediysek yapay bi mağara aslında içinden su borusu geçsin diye yapmışlar. İşte biz de mağaracılık oynadık
Güneşe kavuştuğumuz an :)
Perşembe, Ekim 14, 2010
Bi masal anlat bana...
Artık her geçen akşam biraz daha karanlık çöküyor yüreğime, güneş küsüp erkenden gidiyor evine. Hatta bazı gün hiç çıkmıyor yerinden.
Sokak lambalarının yalancı aydınlığı daha da mı karartıyor günü???
Sonbahar kışı geçirmeden ilkbahar yaza gelemiyor ki insan, dayanmak lazım
Ama dayanamıyorum :(((
Şubat'ın tam ortasında doğan birisi olarak kendime ihanet ediyorum sanmayın, benim doğduğum gün baharmış günlerden ağaçlarsa çiçekli...
Daha bir düşünceli, duygusal oluyor insan bu havalarda, bir kokudan, bir kelimeden neler neleeeeer geliyor aklına...
Yağmur, güneş...
Geçen sene bi masal anlatmıştı bana...
"Sabah kalktım hava buz gibi. Kış gelmiş artık dedim direnme. Çıkar bakalım en incesinden bi kazak. Kışa adım at sen de herkes gibi. İlk kez kazak giydim. Aslında kışın geldiğini kaloriferlerimiz yandığında anlamıştım ama aldırmamıştım. Bizimkilerin işgüzarlığı her sene erkenden yakarlar zaten demiştim. Sonra bi baktım botlarımı arıyorum çıkmak üzereyken. Hava puslu ve yağmurlu kış geldi dedim kendi kendime. Tabii bunu her farkedişimde yüzüm biraz daha asılıyo canım biraz daha sıkılıyo. Tam çıkıcam annem teyid etti kış geldi artık incecik çıkma dedi:( onu da dinledim daha kalın paltomu giydim. Çıktım motorla geçicem, arabamı parkettim bu seferde soğuk rüzgar haber verdi kışın geldiğini ama güneş de açmıştı aynı zamanda sanki benim gibi o da istemiyodu kışın gelmesini direniyodu benle birlikte ama ne fayda... Motora bindim. Güneşi de aldım yanıma. Gel dedim dostum en azından eşlik et bana karşıya kadar. Halimden bir tek sen anlıyosun:) Yolu yarıladık. O da ne? Güneşin bana bir de süprizi vardı. Karşımızda kocaman bir gök kuşağı. Haliçten mi Galatadan mı başlıyo, Kabataş yoksa Beyoğlunda mı bitiyo karar veremedim. Çünkü biz yaklaştıkça ona o yer değiştiriodu. Renkleri bu kadar net ve bu kadar belirgin bir gökkuşağı ilk kez görüyordum. Manzara mükemmel. Eski İstanbul üzerinde muhteşem bir gökkuşağı. Herkes fotoğraf çekme yarışında herkes mutlu herkes çocuklar gibi gülümsüyo. Yolculuk bitti indim. Güneş ve gökkuşağı hala eşlik ediyolar bana. Güneşi hissediyorum ama gökkuşağına dönüp bakmıyorum, onun bize eşlik ettiğini kalabalığın yüzündeki gülümsemeden ve fotoğraf çekmek için birbirleriyle yarışmalarından anlıyorum. Şöyle bir iç çekiyorum.
Yine bi masal anlatsa biri bana, inansam, sarılsam...
Sokak lambalarının yalancı aydınlığı daha da mı karartıyor günü???
Sonbahar kışı geçirmeden ilkbahar yaza gelemiyor ki insan, dayanmak lazım
Ama dayanamıyorum :(((
Şubat'ın tam ortasında doğan birisi olarak kendime ihanet ediyorum sanmayın, benim doğduğum gün baharmış günlerden ağaçlarsa çiçekli...
Daha bir düşünceli, duygusal oluyor insan bu havalarda, bir kokudan, bir kelimeden neler neleeeeer geliyor aklına...
Yağmur, güneş...
Geçen sene bi masal anlatmıştı bana...
"Sabah kalktım hava buz gibi. Kış gelmiş artık dedim direnme. Çıkar bakalım en incesinden bi kazak. Kışa adım at sen de herkes gibi. İlk kez kazak giydim. Aslında kışın geldiğini kaloriferlerimiz yandığında anlamıştım ama aldırmamıştım. Bizimkilerin işgüzarlığı her sene erkenden yakarlar zaten demiştim. Sonra bi baktım botlarımı arıyorum çıkmak üzereyken. Hava puslu ve yağmurlu kış geldi dedim kendi kendime. Tabii bunu her farkedişimde yüzüm biraz daha asılıyo canım biraz daha sıkılıyo. Tam çıkıcam annem teyid etti kış geldi artık incecik çıkma dedi:( onu da dinledim daha kalın paltomu giydim. Çıktım motorla geçicem, arabamı parkettim bu seferde soğuk rüzgar haber verdi kışın geldiğini ama güneş de açmıştı aynı zamanda sanki benim gibi o da istemiyodu kışın gelmesini direniyodu benle birlikte ama ne fayda... Motora bindim. Güneşi de aldım yanıma. Gel dedim dostum en azından eşlik et bana karşıya kadar. Halimden bir tek sen anlıyosun:) Yolu yarıladık. O da ne? Güneşin bana bir de süprizi vardı. Karşımızda kocaman bir gök kuşağı. Haliçten mi Galatadan mı başlıyo, Kabataş yoksa Beyoğlunda mı bitiyo karar veremedim. Çünkü biz yaklaştıkça ona o yer değiştiriodu. Renkleri bu kadar net ve bu kadar belirgin bir gökkuşağı ilk kez görüyordum. Manzara mükemmel. Eski İstanbul üzerinde muhteşem bir gökkuşağı. Herkes fotoğraf çekme yarışında herkes mutlu herkes çocuklar gibi gülümsüyo. Yolculuk bitti indim. Güneş ve gökkuşağı hala eşlik ediyolar bana. Güneşi hissediyorum ama gökkuşağına dönüp bakmıyorum, onun bize eşlik ettiğini kalabalığın yüzündeki gülümsemeden ve fotoğraf çekmek için birbirleriyle yarışmalarından anlıyorum. Şöyle bir iç çekiyorum.
Böyle güzel gelecekse gelsin be kış :))))))))))))"
Yine bi masal anlatsa biri bana, inansam, sarılsam...
Salı, Ekim 12, 2010
Ne? Nerde?
çok işim var, çok da yazasım...
ama önce kısa bir yazı ardından işime dönücem :(((
facebook'u az ve öz kullananlardan olduğumu düşünüyorum. Öyle bahçe ekip, inek sağmıyor, pokermiş şuymuş buymuş oynamıyorum.
Bilmem neyi kaç kişi beğenmişi sen de beğen zincirlerine katılmıyorum
Dalga hareketlerine kapılıp statusumu anlamlı anlamsız ifadelerle donatmıyorum...
Bugünlerdeki moda kadınların statüsüne yazdıkları
- portmantoda
- taburenin üstünde
- yatak odasında yatağın üstünde
- kapının kulbunda
- yerde
- dolapta
- masanın üstünde
- antrede yerde
- vs vs
neymiş erkekleri merak ettirip düşündürecekmişiz, olsa olsa fantezi kurarlar.
peki amaç ????
çok ulvi çoooook
Yaklaşık bir yıl önce, Facebook'ta binlerce kadın o anda ne renk sütyen giydiklerini durumlarında (status) yazacak şekilde bir oyun oynadı. Amaç Ekim Meme Kanseri Bilinçlendirme ayını tanıtmaktı.
Bu muazzam bir başarı elde etti ve bizim o renklerle ne anlattığımızı merak eden günlerce haber yapa günlerce erkekler vardı. Bu yılki oyun ve el çantası/cüzdan ile ilgili; eve girdiğimiz an çantamızı nereye koyduğumuz.
Örneğin "Ben kanepeye koyarım", "mutfak tezgahına", "konsola" olabilir. Sadece durumuznuza çantanızı nereye koyduğunuzu yazın, başka bir açıklama veya ek yapmayın.Bu mektubu kesip kendi kız arkadaşlarınıza gönderin.
Sutyen oyunu haber olmuş, biz kadınlar gerçekten ne kadar güçlü olduğumuzu görelim hem de eğlenelim!
şimdi ben deşifre ettim hareketi :))))
normalde yazılarımı facebook'da da yayınlarım ama bunu yayınlamıycam kadınlar içlerindeki ispiyoncuyu bilmesin :)))))
ama önce kısa bir yazı ardından işime dönücem :(((
facebook'u az ve öz kullananlardan olduğumu düşünüyorum. Öyle bahçe ekip, inek sağmıyor, pokermiş şuymuş buymuş oynamıyorum.
Bilmem neyi kaç kişi beğenmişi sen de beğen zincirlerine katılmıyorum
Dalga hareketlerine kapılıp statusumu anlamlı anlamsız ifadelerle donatmıyorum...
Bugünlerdeki moda kadınların statüsüne yazdıkları
- portmantoda
- taburenin üstünde
- yatak odasında yatağın üstünde
- kapının kulbunda
- yerde
- dolapta
- masanın üstünde
- antrede yerde
- vs vs
neymiş erkekleri merak ettirip düşündürecekmişiz, olsa olsa fantezi kurarlar.
peki amaç ????
çok ulvi çoooook
Yaklaşık bir yıl önce, Facebook'ta binlerce kadın o anda ne renk sütyen giydiklerini durumlarında (status) yazacak şekilde bir oyun oynadı. Amaç Ekim Meme Kanseri Bilinçlendirme ayını tanıtmaktı.
Bu muazzam bir başarı elde etti ve bizim o renklerle ne anlattığımızı merak eden günlerce haber yapa günlerce erkekler vardı. Bu yılki oyun ve el çantası/cüzdan ile ilgili; eve girdiğimiz an çantamızı nereye koyduğumuz.
Örneğin "Ben kanepeye koyarım", "mutfak tezgahına", "konsola" olabilir. Sadece durumuznuza çantanızı nereye koyduğunuzu yazın, başka bir açıklama veya ek yapmayın.Bu mektubu kesip kendi kız arkadaşlarınıza gönderin.
Sutyen oyunu haber olmuş, biz kadınlar gerçekten ne kadar güçlü olduğumuzu görelim hem de eğlenelim!
şimdi ben deşifre ettim hareketi :))))
normalde yazılarımı facebook'da da yayınlarım ama bunu yayınlamıycam kadınlar içlerindeki ispiyoncuyu bilmesin :)))))
Pazar, Ekim 10, 2010
10.10.10 (2010)
Şarkılardan fal tutmak, ismine bakıp adam analiz etmek, genetik kodlarımıza nerden yazılmışsa yazılmış.
Bir arkadaşımın kızı yuvada sevdiği çocukla isminin aynı harfle başlamasını bir işaret olarak görmesi öğretilmiş değil tamamen dna'sal bir durum.
Kadın dna'sı :))
Yeni yüzyıla girdik gireli tarihlerin peş peşe sıralanmasından medet umar olduk. Neyse ki bu işkence iki sene sonra bitecek 2012'de.
08.08.08'di yanılmıyorsam yine herkesin o gün evlenmek için can attığı. Ama astrologlar "sakın sakın" dediler tarih şık ama gezegenler gergin sakın evlenmeyin.
Bülent Ersoy o gün evlenenlerden akibetini gördüğümüz birisi ;)))
Gelelim bugüne...
Tarih yine şık ama Venüs geri gidiyor. Merkür, Jüpiter falan di'il bildiğin aşk gezegeni Venüs.
Astrologların yalancısıyım 40 gün bi medet ummayın aşktan evlilikten, geri gidişlerin bi tek eskilere faydası olur.
Çıkarıp eski defterleri bi karıştırın isterseniz ;)))
Bir arkadaşımın kızı yuvada sevdiği çocukla isminin aynı harfle başlamasını bir işaret olarak görmesi öğretilmiş değil tamamen dna'sal bir durum.
Kadın dna'sı :))
Yeni yüzyıla girdik gireli tarihlerin peş peşe sıralanmasından medet umar olduk. Neyse ki bu işkence iki sene sonra bitecek 2012'de.
08.08.08'di yanılmıyorsam yine herkesin o gün evlenmek için can attığı. Ama astrologlar "sakın sakın" dediler tarih şık ama gezegenler gergin sakın evlenmeyin.
Bülent Ersoy o gün evlenenlerden akibetini gördüğümüz birisi ;)))
Gelelim bugüne...
Tarih yine şık ama Venüs geri gidiyor. Merkür, Jüpiter falan di'il bildiğin aşk gezegeni Venüs.
Astrologların yalancısıyım 40 gün bi medet ummayın aşktan evlilikten, geri gidişlerin bi tek eskilere faydası olur.
Çıkarıp eski defterleri bi karıştırın isterseniz ;)))
Perşembe, Ekim 07, 2010
Kıbrıs Tatili - Mavi Köşk
ETS'nin Pınar'la Migel'i varsa sizin de dört yapraklı yonca'nız var :))
Bundan çoook uzun zaman önce -en azından 10 sene vardır- bi arkadaşımın Kıbrıs seyahatinden dönünce anlattığı o günden beri de görmeyi çok istediğim Kaçakçı'nın Köşkü'ne gitmek bu seneye kısmetmiş.
Girne'ye 30-35 km mesafede Çamlıbel bölgesinde askeri bölgenin içinde çok özel bir ev burası. Kapısına gidene kadar hiç bir şekilde hiç bir yerden göremediğiniz evin seyir terasından aksine her yeri görebiliyorsunuz.
İtalyan asıllı rum olan Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılan köşkün yerini kimsenin öğrenmemesi için inşaatında çalışanların Paolides tarafından öldürüldüğü rivayeti var.
Kadın misafirleri için süt havuzu bile yaptıran Paolides'in cinsel tercihlerinin çeşitli olduğu yönünde de rivayetler var, pembe bornoz ve terlikleri midir buna sebep bilinmez.
Mavi rengin ağırlıklı kullanıldığı köşkte farklı renklerde pek çok oda ve çok şık mobilyalar var.
Çalışma odasındaki kütüphanede Paolides'in kitapları duruyor, çalışma masası ve koltuğu uzun saatler çalışmak üzere özel olarak üretilmiş.
mevsime göre renk değiştiren bukalemun derisinden içki dolabı her mevsim farklı bir renge bürünüyormuş. Son cilasının sonbahara rastlaması nedeniyle sarı kaldığı söyleniyor.
Ve evin en sevdiğim malzemesi :))
Ben de evime bu seramiklerden yaptırıcam, kaçak maçakçı ama Paolides'le ortak çok yönümüz olduğunu düşünüyorum.
Hem Kova burcu, hem Yonca sever :))))
Yemek salonunun tüm yerleri yoncalı karolardan, uzun süre ayrılamadım bu odadan :))
Bu da denge heykeli deprem habercisiymiş
Sanat eserlerine düşkün bir adam olduğu için pek çok tablo duvarları süslüyor
Gül ağacından sehpalar
Oldukça büyük Meryem Ana resminin özelliği odanın neresine giderseniz gidin gözleri, elleri ve dizleri sizi takip ediyor. Ayrıca altın rengi olan yerleri gerçek altından yapılmış
9 noktalı aynayla odanın her köşesini kontrol altında tutarak arkadan gelen saldırılara karşı kendini korunmaya çalışmış. -Paolodis paranoyakmış sürekli öldürülme korkusuyla yaşamış ve bir mafya çatışmasında İtalya'da su testisi su yolunda kırılmış 80'lerde)
Yatak odasının bir penceresi doğuya diğeri batıya bakıyor yani güneşin doğuşunu ve batışını yatağından seyredebiliyormuş
Duvarlarda ferforjeden burç sembolleri var. Ama kova burcunun sembolünü bulamadık Arzu'yla :((
Bu da mutfak-yemek odası. Bazı yerlerde taverna diye geçiyor. -resim çekmekten kaçrmış olabilirim bu bilgiyi- Herkes kaldığı odanın rengindeki masada otururmuş yemekte.
Bu da şarap sebili. Aslanın ağzından akan şarap küpe, küpten tekrar aslanın ağzına devri daim oluyormuş
Bahçedeki dilek havuzu. Bu niyetle mi yapılmış yoksa gide gele bizler mi yapmışız bilinmez
Bir de bu havuz için bir rivayet var...
Paolides üst kattaki yatak odasından havuzda yüzen kızlara elma atıyormuş elmayı kim yakalarsa geceyi onunla geçiriyormuş ama yakalamazsa bahçıvan giriyomuş sahneye.
Köşkün seyir terasında açık havada Toros dağları bile görünüyor diyorlar
En ilginç yerlerden birisi de burası. Mafya avukatı olan Paolides savunma konuşmalarını bu çemberin içinde yapıyormuş. Gerçekten çemberin içine girip konuştuğunuzda sesinizin titreşimlerini içinizde hissedip kendi kendinizi duyuyorsunuz. Ama çemberin dışına çıktığınızda her şey normal. Anlatılmaz yaşanır...
Aslında Kıbrıs'ta alışveriş edecek çok ilginç bir şey yok ama söz konusu taklit çanta olunca kadınlar adeta birbirini kırıyo. Yalnız şu saatten sonra Louis Vitton'un orjinalini verseniz almam o kadar ööö geldi yani.
Malum Yonca'yız. Gülay'da tutturdu yoncalı makina olsun, ortada dolanan görevlilere sorduk var mı yoncanız?
Ama Yonca'nın yoncaya faydası yokmuş kumarda anladım, aşkta kazanmayı bekliyoruz artık :)))
Hava çok güzeldi, denize girdik, güneşlendik. Kızlar çetesi olarak Kıbrıs'a neşe kattık.
Benim yaramaz kendi hediyesini kendi seçti. Rafa koyduğum tobleronu 3. dakkada bulup bu hale getirdi.
Gezip eğlenmeye, gördüklerini anlatmaya devam ediyor...
Bundan çoook uzun zaman önce -en azından 10 sene vardır- bi arkadaşımın Kıbrıs seyahatinden dönünce anlattığı o günden beri de görmeyi çok istediğim Kaçakçı'nın Köşkü'ne gitmek bu seneye kısmetmiş.
Girne'ye 30-35 km mesafede Çamlıbel bölgesinde askeri bölgenin içinde çok özel bir ev burası. Kapısına gidene kadar hiç bir şekilde hiç bir yerden göremediğiniz evin seyir terasından aksine her yeri görebiliyorsunuz.
İtalyan asıllı rum olan Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılan köşkün yerini kimsenin öğrenmemesi için inşaatında çalışanların Paolides tarafından öldürüldüğü rivayeti var.
Kadın misafirleri için süt havuzu bile yaptıran Paolides'in cinsel tercihlerinin çeşitli olduğu yönünde de rivayetler var, pembe bornoz ve terlikleri midir buna sebep bilinmez.
Mavi rengin ağırlıklı kullanıldığı köşkte farklı renklerde pek çok oda ve çok şık mobilyalar var.
Çalışma odasındaki kütüphanede Paolides'in kitapları duruyor, çalışma masası ve koltuğu uzun saatler çalışmak üzere özel olarak üretilmiş.
3 kat elyaftan yapılan çalışma odasının perdeleri hemen camın dışındaki havuzun sesini öyle bir kesiyor ki hayretler içinde perdeyi defalarca açıp kapatmanıza neden oluyor.
mevsime göre renk değiştiren bukalemun derisinden içki dolabı her mevsim farklı bir renge bürünüyormuş. Son cilasının sonbahara rastlaması nedeniyle sarı kaldığı söyleniyor.
Ve evin en sevdiğim malzemesi :))
Ben de evime bu seramiklerden yaptırıcam, kaçak maçakçı ama Paolides'le ortak çok yönümüz olduğunu düşünüyorum.
Hem Kova burcu, hem Yonca sever :))))
Yemek salonunun tüm yerleri yoncalı karolardan, uzun süre ayrılamadım bu odadan :))
Bu da denge heykeli deprem habercisiymiş
Sanat eserlerine düşkün bir adam olduğu için pek çok tablo duvarları süslüyor
Gül ağacından sehpalar
Oldukça büyük Meryem Ana resminin özelliği odanın neresine giderseniz gidin gözleri, elleri ve dizleri sizi takip ediyor. Ayrıca altın rengi olan yerleri gerçek altından yapılmış
9 noktalı aynayla odanın her köşesini kontrol altında tutarak arkadan gelen saldırılara karşı kendini korunmaya çalışmış. -Paolodis paranoyakmış sürekli öldürülme korkusuyla yaşamış ve bir mafya çatışmasında İtalya'da su testisi su yolunda kırılmış 80'lerde)
Yatak odasının bir penceresi doğuya diğeri batıya bakıyor yani güneşin doğuşunu ve batışını yatağından seyredebiliyormuş
Duvarlarda ferforjeden burç sembolleri var. Ama kova burcunun sembolünü bulamadık Arzu'yla :((
Bu da mutfak-yemek odası. Bazı yerlerde taverna diye geçiyor. -resim çekmekten kaçrmış olabilirim bu bilgiyi- Herkes kaldığı odanın rengindeki masada otururmuş yemekte.
Bu da şarap sebili. Aslanın ağzından akan şarap küpe, küpten tekrar aslanın ağzına devri daim oluyormuş
Bahçedeki dilek havuzu. Bu niyetle mi yapılmış yoksa gide gele bizler mi yapmışız bilinmez
Bir de bu havuz için bir rivayet var...
Paolides üst kattaki yatak odasından havuzda yüzen kızlara elma atıyormuş elmayı kim yakalarsa geceyi onunla geçiriyormuş ama yakalamazsa bahçıvan giriyomuş sahneye.
Köşkün seyir terasında açık havada Toros dağları bile görünüyor diyorlar
En ilginç yerlerden birisi de burası. Mafya avukatı olan Paolides savunma konuşmalarını bu çemberin içinde yapıyormuş. Gerçekten çemberin içine girip konuştuğunuzda sesinizin titreşimlerini içinizde hissedip kendi kendinizi duyuyorsunuz. Ama çemberin dışına çıktığınızda her şey normal. Anlatılmaz yaşanır...
Aslında Kıbrıs'ta alışveriş edecek çok ilginç bir şey yok ama söz konusu taklit çanta olunca kadınlar adeta birbirini kırıyo. Yalnız şu saatten sonra Louis Vitton'un orjinalini verseniz almam o kadar ööö geldi yani.
Ama söz konusu kumaş olunca Kıbrıs'ın kumaşları eskiden de meşhurdu. Geçenlerde Derviş Bağzıbağlı'nın ropörtajında dedesinden ve Kıbrıs'taki mağazalarından bahsediyordu. Görünce bi uğruyim dedi. Şık bir ceketlik kumaş aldım, biraz sohbet ettik, bilir misiniz benim oğlum torunum var İstanbul'da dedi.
Sonra Kıbrıs'ta başka napılır?
Kumarhane kültürüyle tanıştık, artık jeton, kol devri bitmiş. ATM'ye verir gibi kağıt parayı veriyon canavarın ağzına sonra düğmelere basıyosunn garip garip sesler çıkarıyo. Bi bakıyosun 3'e 5'e katlamışsın parayı bi bakıyosun "Game Over"
Malum Yonca'yız. Gülay'da tutturdu yoncalı makina olsun, ortada dolanan görevlilere sorduk var mı yoncanız?
Ama Yonca'nın yoncaya faydası yokmuş kumarda anladım, aşkta kazanmayı bekliyoruz artık :)))
Hava çok güzeldi, denize girdik, güneşlendik. Kızlar çetesi olarak Kıbrıs'a neşe kattık.
Bu ne derseniz?
Benim yaramaz kendi hediyesini kendi seçti. Rafa koyduğum tobleronu 3. dakkada bulup bu hale getirdi.