Çarşamba, Haziran 30, 2010

Bir Rüya Gördüm




Yoğun istek üzerine tatilimin video klibini yaptım. Yazmıycam artık diyorum ama bu fotoğraflarla uğraşmaktan, oraları düşünmekten alamıyorum kendimi.

Bilmeyenler için açıklamalar ;

Oyuncular: ben -Yonca-, Gülay, Yeşim ve Tamzara Tur ekibinden Şener Kalemci, Fatih Kocabaş, Harun Seydioğlu, Bekir Görmüş

Mekan: 0-3100 arası rakımlarda muhtelif yaylalar, şelaleler, dereler, buzul gölleri
Ayder, Hüser, Palakçur, Kavron, Avusor, Kavkaç, Palovit, Bulut, Gelin Tülü, Fırtına


İyi seyirler

Pazar, Haziran 27, 2010

En Güzel Tatil

En başta yazmam gerekeni en son yazıp rüya tatilime ait fotoğraf ve yazılarımı artık bitiriyorum. Çünkü yarından itibaren takımlarımı giyip fanustaki yaşamıma dönüp plaza insanı olucam :((

Aslında böyle bir tatili yapabilmemi sağlayan, ondan delicesine zevk almamı sağlayan da biraz plaza insanı olmam aslında...

Hayat böyle garip işte tüketirken, sağladıklarıyla arttırabiliyor da :)))

Bu sene gazetelerde erken rezervasyon fırsatları gözümüze sokula sokula, hadi gidin denize güneşe diye diye ben de bir bıkkınlık bir bıkkınlık. Ne nereye gitmek istediğimi biliyodum, ne de n'apmak istediğimi.

Bezgin hayatımda, dayatılmış deniz, güneş, bronz bir ten tatili de hiç zevk vermiyor dinlendirmiyordu da. Ama adettendir yaz tatili diyince ege, akdeniz sahillerini gösterirdi hep pusula.

Ama hayat sürprizlerle dolu, akışına bırakınca soğuk bir derenin sularında serinletebiliyor sizi.

İşte bizim tatil hikayemiz de böyle başladı...

Yüreğine Sor filminden bahsederken, Karadeniz'de ne güzeldir, ah ne özledim oraları, Ayşe Arman'ın ki gibi bir tur harika olur, yakışıklı da rehberleri vardır, dağ bayır tırmanmak keşfetmek ne güzeldir derken. "Hadi gidelim" olduk.

İnternetten araştırmaya başladık ama aklımızda Ayşe Arman'dan bir Bukla kalmıştı. Ama fiyatları da bayağı bi iyiydi. Google kardeş sağolsun "karadeniz yaylaları tur" diye arayınca :))
Tamzara'yı çıkarttı karşımıza.

Allah razı olsun

Tur programı Bukla'yla aynı ama fiyatı daha uygun. Bi de 5 Haziran'a kadar rezervasyon yaptırınca daha da bi uygun oldu. Yaşasın tatil.

Ama böyle bir tura başlarken tereddütlerimizde yok değildi. Şimdiye kadar 4.günden sonra sıkılıyor insan deniz, kum, güneş üçgeninde. Bu programsa 7 gece 8 gün. Karadeniz yağmursuz günü yoktur. Bi de uzun yürüyüşler dağ tepe, bayır. Bütün bu tereddütlere rağmen 12 Haziran sabahı sisten nerdeyse uçak kalkmaz diyebileceğimiz, bir kaç gün öncesinde yağmurdan İstanbul'u sel götürdüğü bir havada Trabzon'a uçtuk.

Yola çıkmadan önce başlayan mesaj ve telefon trafiğiyle bizi nasıl sarıp sarmalayacak bir turun içine düştüğümüzü anlamamız gerekiyordu ama daha önceki tur tecrübeleriyle kıyaslıyor insan. Uçak kalkmadan "iyi yolculuklar" dilemek için, uçaktan iner inmez "hoşgeldiniz" demek için aranmak özel hissettiriyor insana kendini.

Bilmiyorum belki de şimdiye kadar hiç butik tura çıkmadığım için ilginç geliyordu bana.

Trabzon'da yakan bir güneş, kibar bir rehber ve şoför karşıladı bizi -rehber ve şoför diyerek haksızlık etmek istemem onlara, tabi ki bu ilk karşılaşmaydı. İlerleyen günlerde o kadar çok şey oldular ki bizim için.

Bakınız >>
http://dortyaprakliyonca.blogspot.com/2010/06/tesekkurler.html

Şans, kader, zamanlama müthişti.

Hepimiz için en uygun olan tarih 12 Haziran'dı ve 16. Uluslararası Ayder Festivali'nin olduğu haftasonuna denk geliyordu. Ancak bunu Ayder'e gittiğimizde öğrendik. Odamız bir yandan Gelin Tülü şelalesine diğer yandan yaylaya bakıyordu. Böyle bir manzaraya uyanmak nasıl muhteşem bir şey anlatamam.






Festival eğlencelerini bir sis perdesi içinde kah kalabalığa karışarak, kah otelin verandasından, kah odamızın penceresinden bir nevi locadan seyrettik.


Her tarafta ayrı bir horon kurulmuş, sahnede kıyamet kopuyor. Gecenin ağır grubu Karmatte. Ertesi gün şenlikler Galer Düzü denilen daha yukarıda boğa güreşleriyle devam etti. Akşam saatlerinde korna çalarak inen kamyonun kasasında şampiyon boğa zaferini kutluyordu.

Tek sürpriz festival değildi bize. Havanın karadeniz iklimini yalanlarcasına günlük güneşlik olması da ayrı bir güzellik oldu.

Önceki fotoğraflarımızda da görebileceğiniz gibi şortlar ve tişörtlerle buzların üstünde kardan adam yaptık, kaymayı denedik.

Ertesi gün denize gitme planları yaparak çıktığımız Avusor da, Gülay'ın dört mevsimi yaşama arzusuna cevap vererek 3100 metrede şiddetli doluyla karşıladı bizi. Dolu tanelerinin çarptığı bacaklarımız soğuğun da etkisiyle kıpkırmızı olurken, dolunun etkisini yitirdiği ilk yerde sırtımızı dayayarak dinlendiğimiz kaya dünyanın en huzurlu en keyifli yeriydi.

Hayatımda ilk okey attığım yer, Kavron Yaylası'ndaki Firdevs Abla'nın Muhlama Evi'dir. Şiddetli yağmurun dışardan gelen sesiyle sıcak bir kuzinenin yanında Kaçkar mihmandarı Mehmet'in yardımıyla da olsa ilk okey oynadığım yerdir.


- Alacağın olsun Fatih! okey oynarken o kadar resmimizi çek dedik sana, ama sen o anlarda önündeki gazetede Fenerbahçe'nin son transferiyle o kadar meşguldün ki böyle tarihi bir anda fotoğrafımız olamadı. Gülay'ın dediği gibi "hepsi senin yüzünden :)"

Bu arada bu kadar çok dağcıyla bir arada olunca, onların kendi aralarındaki sohbetlerde bahsettikleri zirveler, geçitler, yollar, haritalar üzerine çizilmiş rotalar sizin de ilginizi çekiyor ister istemez. En aklımda kalan Naletleme Geçidi.

Bazen 5 saat yürüdük, tırmandık, dinlendik, fotoğraf çektik, derelerden su içtik, yatıp uzandık, bacaklarımız ağrıdı, dermanımız kalmadı ama her şeye rağmen "yorulduk daha fazla gitmeyelim" demek gelmedi içimizden. Hatta götürseler daha da yukarılara çıkmak için can atıyorduk.

Herkesten ve her şeyden uzak olmak, telefonların çekmemesi, gerçekten ama gerçekten doğayla başbaşa olmak, sadece sen olmak, o havayı, havadaki mucizevi gücü solumak; bağımlılık yaratıcı bir etkiye sahip olsa gerek hep yukarlarda oralarda olmak istiyorsun. Derinlik sarhoşluğunun, yüksekte olanı böyle bi şey sanırım.

Bir yukarı bir aşağı ine çıka basınç değişikliğinden zaman zaman kısa süreli kulak tıkanmaları, başağrıları yaşasak da; şehir hayatının antremansız vücutları 5 saatlik yürüyüş sonrası ben yokum artık dese de duş alıp çıktığınızda ya da ertesi sabah uyandığınızda "hadi bi daha, bi daha" diyecek enerjiyi ve kuvveti buluyorsunuz garip bir şekilde.

Mucizevi bir hal aslında yaşadığımız. İçindeyken "rüyadayım", döndükten sonra resimlere bakıp "evet gerçekten yaşamışım" dediğin.

Aslında sıradan olan şeyler mucize gibi geliyor da olabilir bize. Mesela musluktan akan suyu içebilmek, şişelenip satılan damacanalarla hayatımıza giren doğal kaynak suyuyla duş almak. Telesiyejle 2900 metrelik Uludağ'a çıkarken, 3100 metreye yürüyerek çıkmak, Kaçkar'ın zirvesine selam çakmak, bir bulutun içinde kaybolmak.

Ama şöyle bi ağız tadıyla düşemedim :)) düşme hareketi başlamadan bir el beni havada yakalayıp düze çıkana kadar bırakmıyordu. Çoğu kez benim düşme denemelerim gülme krizine dönüşüyor ve benim düşmekten sadistçe bir zevk almaya başladığım bile düşünülebilirdi.

Doğa her an karşınıza yeni bir mükemmel görüntü çıkarıyor, yağmurdaki örümcek ağı şimdiye kadar gördüğüm en güzel dantelden kat be kat güzeldi.

Dağ çilekleri dizildi ipe;

Mangallar yakıldı
Sazdan ipler örüldü

Ateşler yakıldı


çiçekler toplandı

Rüya bitti uyandık

Cuma, Haziran 25, 2010

Lazuttişi Karmatte

Karadeniz insanı yaratıcı, elindeki kaynakları en iyi şekilde değerlendirmeyi bilir icatlar yapar. Çok mucit vardır yörede biz de adıyla müsemma "Mucit'in Yeri"ni ziyaret ettik Ayder'e çıkarken.

Salıncakta sallanırsınız diye kandırdılar bizi götürürken :))

İki devasa ağacın arasına kurulmuş tahtı andıran koltuğuyla zevkten çığlıklar atarak göklere yükselip, hızınızı alamazsanız nehirde kendinizi bulabileceğiniz çılgın bi şey. -sıkı tutunarsanız yok öyle bi tehlike ama öyle havalanınca aklınız ilk gelen bu oluyo-


Mucit'in Yeri bölgede sık sık görmeye alışık olduğumuz bir alabalık çiftliği, restoran, çay bahçesi ekstrası hayvanat bahçesi, garip hayvan heykelleriyle sanat galerisi, elektriğini kendi üreten ve suyla çalışan ilkel -doğal- bir değirmeni olan çok güzel bir yer.




Öğlen saatlerinde Çamlıhemşin Konaklar mahallesinde çarkı sökülmüş bir değirmen görmüş nasıl çalıştığını Şener'in anlatımıyla hayal etmeye çalışmıştım. Değirmen yoktu çalışan ama deresinde kendimizden geçercesine eğlenmiştik.-Videomuzu facebooktan seyredebilirsiniz-


Ama burda çalışır durumda mısır öğüten hatta Yüreğine Sor filminde mekan olarak kullanılmış "Lazuttişi Karmatte" vardı. Türkçesiyle "Mısır Değirmeni"

Suyun şiddetiyle iki değirmen taşı dönerek yukarıdan tek tek dökülen mısır tanelerini un haline getiriyor. Yeni öğütülmüş mısır unundan aldık İstanbul'a getirdik. İşin ehli annem beğenirmi bilemediğim için çok almadım. Ama un o kadar güzel ki ekmeği de muhlaması da başka bir lezzetli.

Pazar, Haziran 20, 2010

Karadeniz Yaylaları

Karadeniz yaylalarına devam ediyoruz...

Ancak bedenim İstanbul'da ruhum oradayken acı verici oluyor :((

Palakcur, Koçbaş ve Hüser yaylalarıyla devam ettik gezmelerimize. Ama Karadeniz'in vazdeçilmezi yağmur eşliğinde.

Biraz sulu ve soğuk bir tırmanış olmasına rağmen ekibimizin ve yayla insanlarının samimiyeti ve sıcaklığıyla çok keyifli bir hale geliyordu.


Karşılaştığımız yaşlı amca geceyi onlarla geçirmemiz için o kadar ısrar etti ki; içimiz burkuldu isteğini yerine getiremeyince. Hep birlikte resim çektirdikten sonra erkekleri fotoğraf karesinden çıkartıp sadece biz kızlarla da ayrıca bir fotoğraf istedi. İlk fırsatta bu fotoğraflardan bastırıp ona göndermeyi planlıyoruz.


Yayladaki rengarenk çiçekler büyülüyor insanı. Her biri ayrı bir kokuda ayrı bir renkte...

Bu güzel çiçekleri toplayan Şener'i ve yaylaları unutmak ne mümkün?

Her taşın altından çıkan sular bazen bir tahta, bazen de kamış saplı bir bitkiyle pratik bir çeşmeye dönüştürülüyor. Doğadan geldiği gibi akan suyun altına elinizi koyup kana kana su içmek, nasıl bir zevktir Allahım...

Minik buzağılara elinizi uzattığınızda meme zannedip parmaklarınızı emmeye başlıyorlar. Gülay'ın parmakları da bu durumdan nasibini aldı tabiki :))


Cuma, Haziran 18, 2010

Teşekkürler !!!

Şener;

Hem rehber, hem lider, hem dağcı, hem sabırlı, hem çevreci, hem aşçı, hem doktor, hem mühendis, hem ayakkabı bağlayıcı, hem müdür, hem ateş yakıcı, hem laz, hem bahçıvan, hem enseden yakalayıcı, hem dereden atlatıcı, hem çiçek toplayıcı, hem romantik, hem dayı
Ondan her eve bi tane lazım

Fatih;

Onunla 3100 metreye çıkmanızı önermem. Hem gülüp, hem yürümek hem de soluğunuzu düzenlemeye çalışmak imkansız.

Sınıfta en arkada oturan haylaz öğrenciler gibi, hoca önde ders anlatırken sizi arkada kaynatır.
Dört tekerlekle geçilebilecek en zor parkurlarda üstün direksiyon hakimiyetiyle imkansızı başaran, geri viteste yokuş yukarı uçurumun kenarından gidebilen ve aynı zamanda cd değiştirebilen kaç şoför tanıyabilirsiniz? Yol bulmadaki üstün yeteneğini “doğal navigasyon” olarak adlandıracak kadar da mütevazi.

Bu arada esprili kişiliği, başarılı kısa filmleriyle gönlümüzün oscarına aday. Kurbağa yürüyüşünü bize öğreten güzel insan.

“Fatih, seni seviyoruz” Yusi (Yusuf)

53 FC 778

En sarp yollarda bizi zirveye taşıyan, üstümüzü başımızı kırmızıya boyayan, yayladan indiğimizde varlığıyla içimizi ısıtan yol arkadaşımız


Harun;

Nihat Odabaşı’sıydı tatilimizin, en ummadığınız anda en güzel fotoğraflarımızı yakaladı.

Çiçekleri, dereleri, böcekleri hiç kaçırmaz.

Justin Timberlake’in Kaçkar şubesi.

Centilmenliğiyle dağların prensi ilan ettiğimiz…

Bekir;

Bizim için Sean Penn, Fatih için “Şofpen”.

Sarp dağların cool rehberi. Çay krizi tuttuğunda dağlar düz olur. Denizi ve suyu sevmeyen nasıl bir Karadeniz uşağı bilinmez.

Ve ayrıca tüm Tamzara Tur ekibine Onur ve Cevdet'e de teşekkürler...

Heyecan devam ediyor

Doğanın insanoğlu için aslında nasıl da hayatı kolay kıldığını daha da iyi öğreniyorum burda. Dev yapraklardan doğal şemsiye yapılabiliyormuş.


Yaylalarda dolaşırken her fırsatta karşımıza çıkan dağ çileklerini nasıl sevdiğimiz avuç avuç toplayıp yememizden belli oluyordur herhalde.

Rize'ye has kemençe ve rize bezi yapımını görmek için Fındıklı'daki Halk Eğitim Merkezini de ziyaret ettik.

Sabri amca bize kemençe de çaldı.

Sevgili rehberimiz Şener'in, tanıştığımız ilk günden itibaren rafting yapmamız konusundaki teşvikleriyle sonunda onu da yaptık :))

Başta biraz korktuysam da, kazasız belasız dereye düşmeden parkuru tamamladık. Haa "bi daha yapar mısın?" derseniz...

Evet, yaparım.


Rafting bile kesemedi hızımızı, akşam da kına gecesine gittik. Kına yaktık ellerimize, darısı başımıza :))

Perşembe, Haziran 17, 2010

Yüksek Yüksek Tepeler

Karadeniz yaylalarında 3100 metreyle kişisel zirve tırmanışımı yaptım. Kavron yaylasında güneşli bir günde zorlu bir yamaçta başlayan yürüyüş, "cennet böyle bir yer olmalı" diye düşündürdü hepimize.

Tepemizde güneş, hafif bir esinti, yemyeşil çimenler, rengarenk çiçekler her yandan akan dereler. Susadıkça zevkle avuç avuç içtiğimiz.

Şiddetle akan buzlu derelerden ancak yardımla karşıdan karşıya geçebildik, dönüş yolundaysa şiddetli yağmurdan coşan derelerden geri dönmek hiç de kolay olmadı.



3100 metreye çıkmak, rakamları yazmak kadar kolay değilmiş öğrendim.

Artık zirveye yaklaşırken arkamızdan birinin itmesi yada bizi çekmesi gerekiyordu. Harun, Fatih ve Şener olmasaydı ne yapardık biz ;))

Güneşle başlayan tırmanışımız, şimşek gök gürültüsü ve yağmurla 3100 metrede yerini iri dolu tanelerine bıraktı. Bir süre kalıp dinlenmeyi planladığımız yerde tepemize yıldırım düşme tehlikesi nedeniyle sadece bir dakika kalıp süratle geri döndük. Ta ki dolu etkisini yitirene kadar.

Ancak bütün olumsuz hava şartlarına rağmen bu kısa sürede uğruna neleri göze aldığımız buzul göllerini fotoğraflamaktan hiç bir güç beni alıkoyamazdı -Şener bile :)) -
Önemli Uyarı: Aslında böyle gülerek anlattığıma bakmayın, gerçekten böyle tepelerde çakan şimşekler çok ciddi bir tehlike yanısıra olumsuz hava koşulları yüzünden başınıza gelebilecek diğer şeyler. Bu sebeple liderinizin uyarılarını mutlaka dinlemeniz gerekiyor.



Sakinliğe kavuştuğumuzda, sırtımızı bir kayaya verip bir süre dinlendik çünkü hava koşulları çok da parlak değildi. Ama her anı heyecanlı ve çok eğlenceliydi benim için.

O soğuğun üstüne, bir de dereyi karşıya geçmenin sonucu buz gibi bir havada ıslak olmak pek eğlenceli değilse de birlikte olduğun insanlarla gülmek gerçekten ısıtıyor.



5 saat süren maceranın sonunda ıslak kıyafetlerimizi değiştirip, sıcak bir kuzinenin yamacında oturmak ve çay içmek en büyük ödüldü.