Çok önemli bir konuda Mim'lenmişim ancak konuyu bilmediğim için biraz rahat hareket etmiştim. Bugün ne olduğunu öğrenince herşeyi bıraktım yazıyorum.
Mim'in amacı; olabildiğince çok kişiyi kanser hakkında erken teşhis konusunda uyandırmak. Ben de en hızlısından Sıdıka'yı, Sanem'i, Sofi'yi mimliyorum.
Kadın'ı erkekten ayıran en önemli organlar aynı zamanda kadınların en sık kansere neden olan organları ne yazık ki.
Artık kanseri her yerde her an en umulmadık olayların altından bile çıkar görünce, insan korkuyor ürküyor en ufak şeyden. Daha bi paranoyak olup titizleniyor.
Ailesinde hiç kanser hikayesi olmayan kaldı mı içimizde? Varsa Allak sağlık sıhhat versin, uzak olsun hastalıklardan.
Düşünüyorum da neden?
Eskiden bu kadar yoktu. Tek tük duyardık. Neden daha rahat yaşamak için yapılanlar yaşamımıza mal oluyor? Tüketirken kirlettiğimiz dünya; aç gözlülük, para hırsı yüzünden kabaktan karpuz, patatesten mısır yapmak kötülükten başka ne veriyor ki insana.
Sorsalar bana modern bir hayat ve hastalıklar mı; ilkel bir hayat ve sağlık mı diye...
Sanırım taş devrine gitmeye mal olsa da sonu, sağlık derdim. Teknoloji huzur vermiyor, sağlık vermiyor. Sağlık sorunlarına o teknoloji çözüm buluyor dersen. Zaten o teknolojinin ettikleri olmasa hasta olmazdım ki...
Elbette hepimiz bir gün öleceğiz ama kanserden olmamalı bu.
Neşe çok detaylı yazmış onu okumanızı tavsiye ederim. Ama naçizane benim dikkat ettiğim ve paylaşmak istediklerim şöyle.
-Oksijen olan hücrelerde kanser barınamazmış, bol bol temiz havada derin derin nefesler alın. En iyi oksijen yeşil yaylalarda bana göre; bir de Kaz Dağları'nda.
-Pozitif olun, stres kötü hücreleri besliyor (bunu diyorum ama uygulama konusunda size örnek olabilecek kadar başarılı değilim)
-Yapay ve katkılı gıdalardan uzak durun. Gazlı içeceklerdeki karbondioksitin vücudunuzdaki oksijen için iyi şeyler düşünmediğinden emin olabilirsiniz.
-Bile bile hormonlu gıdalar tüketmeyin
-Kendinizi sevin, hiç kimseyi sevmediğiniz kadar
-Vücudunuzun sesini dinleyin, ama duyduklarınızı kulak ardı etmeyin.
-Özellikle kadınlar meme, rahim, yumurtalık kanserlerine karşı her an tetikte olmalı.
Kanser herkesin kapısının ardına saklanmış pusuda bekliyor sanki; sakın kapıyı boş bırakmayın.
*Neden Cancer derseniz; sansar gibi geliyor bana.
Pazartesi, Haziran 30, 2008
Cuma, Haziran 27, 2008
Müze kuşu olmak istiyorum
İnternet üzerinden yaptığım Müze Kart başvurum sonucu kartıma bugün kavuştum. Çok mutluyum. Neden bu düşünceye kapıldım bilmiyorum ama İstanbul'da sadece 3 müzede geçtiğini sanıyordum; yanıldığımı kartla gelen broşürden öğrendim. Ona da çok sevindim.
Bakalım nerelere gidebiliyor muşum İstanbul'da?
Arkeoloji Müzesi, Ayasofya, Aya İrini, Fethiye Müzesi, Kariye Müzesi, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, İmrahor Sarayı, Galata Mevlevihanesi Müzesi, Rumeli Hisarı, Anadolu Hisarı, Yedikule Zindanları, Topkapı Sarayı, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yıldız Sarayı Müzesi, İslam Bilim ve Teknolojileri Müzesi, Adam Mickiewickz Müzesi (bunun ne olduğunu ben de bilmiyorum)
Bakalım nerelere gidebiliyor muşum İstanbul'da?
Arkeoloji Müzesi, Ayasofya, Aya İrini, Fethiye Müzesi, Kariye Müzesi, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, İmrahor Sarayı, Galata Mevlevihanesi Müzesi, Rumeli Hisarı, Anadolu Hisarı, Yedikule Zindanları, Topkapı Sarayı, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yıldız Sarayı Müzesi, İslam Bilim ve Teknolojileri Müzesi, Adam Mickiewickz Müzesi (bunun ne olduğunu ben de bilmiyorum)
Çarşamba, Haziran 18, 2008
Müze Kart
Kültür ve Turizm Bakanlığının bugün basına tanıtacağı müze karttan haberim oldu. Tanıtım toplantısı Kültür Bakanı'nda katılacağı gösterişli bir davetle Arkeoloji Müzesi bahçesinde olacak. Ne yazık ki davetli değilim :(
Önce hızlı bilgi eğer zamanınız ve imkanınız varsa, bugün saat 6'da Arkeoloji Müzesi bahçesinde ücretsiz alabilirsiniz. Daha sora ise belirlenen noktalardan 20 YTL karşılığı bu kartı alabileceksiniz. Sanırım bir de internetten, onu henüz inceleyemedim. Haberi size bir an önce yetiştiriyim diye hemen yazıyorum.
Nedir bu müze kart derseniz; yılda sadece 20 YTL ödeyerek Türkiye'nin her yerinde yüzlerce müzeye bedava girebilmenizi sağlayan bir kimlik. Ayasofya Müzesi'nin 10 YTL olduğu düşünülürse 2 müzede çıkarırsınız parasını.
Ayrıntılı bilgi için http://www.muzekart.com/
Önce hızlı bilgi eğer zamanınız ve imkanınız varsa, bugün saat 6'da Arkeoloji Müzesi bahçesinde ücretsiz alabilirsiniz. Daha sora ise belirlenen noktalardan 20 YTL karşılığı bu kartı alabileceksiniz. Sanırım bir de internetten, onu henüz inceleyemedim. Haberi size bir an önce yetiştiriyim diye hemen yazıyorum.
Nedir bu müze kart derseniz; yılda sadece 20 YTL ödeyerek Türkiye'nin her yerinde yüzlerce müzeye bedava girebilmenizi sağlayan bir kimlik. Ayasofya Müzesi'nin 10 YTL olduğu düşünülürse 2 müzede çıkarırsınız parasını.
Ayrıntılı bilgi için http://www.muzekart.com/
Perşembe, Haziran 12, 2008
Bugün Anladım...
Böyle bir şarkı sözü vardı biliyorum ama ne melodisini ne de diğer sözlerini hatırlıyorum. Hatırladığım kısmı benim için yeterli.
Bazen gördüklerini anlamazsın. Anlamak istediğini, işine geleni anlarsın. Bir an gelir aynı yerden, aynı koşularda bakarken gerçekleri görürsün.
Başıma bi şey düşmedi, beni kendime getirecek bi şey yada birisi de yok. Her şey bir anda kendiliğinden gelişti. Her zaman ki gibi düşünüyordum; öncesini sonrasını, sağını solunu, enini boyunu. Daha önce de pek çok kez göz önüne aldığım değerlendirdiğim başlıklar aynıydı.
Ama bu kez 2 kere 2; 5 yada 1 etmedi.
4 etti sadece.
Bazen gördüklerini anlamazsın. Anlamak istediğini, işine geleni anlarsın. Bir an gelir aynı yerden, aynı koşularda bakarken gerçekleri görürsün.
Başıma bi şey düşmedi, beni kendime getirecek bi şey yada birisi de yok. Her şey bir anda kendiliğinden gelişti. Her zaman ki gibi düşünüyordum; öncesini sonrasını, sağını solunu, enini boyunu. Daha önce de pek çok kez göz önüne aldığım değerlendirdiğim başlıklar aynıydı.
Ama bu kez 2 kere 2; 5 yada 1 etmedi.
4 etti sadece.
Cumartesi, Haziran 07, 2008
İyi Bir Hayat
Dün şirketimin düzenlediği kişisel gelişim seminerinde Ender Saraç'ı dinledim. Kitaplarını beğenerek okuduğum bedenle ruhunun kainatla uyumunu çok güzel ilişkilendiren bir insan.
Seminerdeki ilk cümleleri de bunu gösteriyordu zaten.
"Bu dünyada var olmanızın bir tesadüf olduğunu düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Her ruh bu boyuttaki tekamülünü tamamlamak için bedenlenmiştir. Ve o bedene nasıl isterseniz öyle davranırsınız. Sonuçta hepimiz recycle olacağız."
Aynen bu kelimeyi kullandı. Yabancı bir kelimeyle söylendiğinde bize ait değilmiş gibi geliyor.
Kitaplarında yazanlardan çok farklı bir şey anlatmadı aslında ama dinlemek keyifliydi. Önce önemli notlar; yurtdışında yeni katıldığı toplantılarda bel çevresi ölçüsünün değiştiğini söyledi.
Bel çevresi erkeklerde 94, kadınlarda 88'i geçtiğinde tehlike çanları çalmaya başlıyor. Ne yapın edin kendinize özen gösterin yağları atın vücudunuzdan kası suyu değil diye de uyardı.
En iyi enerji içeceği sade kahveymiş.
Cola, ıce tea önermediği içecekler. En iyisi maden suyu.
Vişne çok iyi bir antioksidan. İngilizcede sonu berry ile biten tüm meyveler strawberry, blackberry, raspberry-mor meyveler- en ideal reçeller. Ancak bunlarda da şeker yerine elma suyuyla tatlandırılmış olması daha uygunmuş. Bu elma suyuyla tatlandırmadan bir kaç yerde daha bahsetti bu konuyu araştıracağım. Çünkü bir meyve suyu firmasının çıkardığı ıce tea'de tatlandırıcı değil elma suyu varmış. Israrla marka vermedi ama ben bulurum :) Daha sağlıklıymış.
Dil temizliği üzerinde özellikle durdu. Bütün gece vücut çalışıp toksinleri biriktiriyor ve sabah biz de atıyoruz. Bu toksinler sindirim sisteminin başında ve sonunda toplanıyor. Sonunu anlatmama gerek yok her bünye dopal olarak bu kısmını hallediyor. Ancak sindirim sisteminin ilk noktası olan ağızda ve dilde birikenleri bir şey yiyip içmeden temizlemezsek vücuda geri dönüyormuş. İlk işim bir dil temizleyicisi almak olacak. Çünkü çok mantıklı geldi.
Hepimiz sabah kahvaltılarını simit, poğaça, peynir, ekmekle yapıyoruz. Hepsi mayalı ürünler ve ilerleyen zamanla birlikte sorunlara yol açıyormuş. Lor, çökelek gibi peynirleri, yeşil biber, zeytini öneriyor. Ve tabi mor reçelleri. 3-4 gün böyle 3-4 günde müsli gibi ürünlerle tahıllı bir kahvaltı.
Atıştırmak için her gün 3-4 tane ceviz yada 10 tane fındık yada antep fıstığı yada kaju fıstık. Ama hepsini birden değil :)
Akşam atıştırmaları için de sarı leblebi, kuru meyve kuru erik gibi mor şeyler.
Öğlenleri beyaz protein, tavuk-balık.
Akşamları haftada 2 gün bakliyat, 5 gün de sebze öneriyor. Kırmızı ete ayda sadece 3 kez izin var.
Aslında benim sırrım da böylece ortaya çıkıyor. Kırmızı eti sevmem, tavuk balığı derileriyle yağlı yerleriyle asla yemem. Sebze severim. Abur cubur da yerim ama bir iki parça çikolata, bir küçük dilim tatlı bana yeter de artar bile.
Aslında tüm yaşamı çok güzel özetliyor. İnsan bir bigisayar doğduğunda kusursuz bir programla yüklü. Zamanla iç ve dış etkenlerle kötü alışkanlıklar, kötü beslenmeyle bir takım virüsler bulaşıyor. Nasıl ki virüsler bulaştıkça bilgisayar sorunlar çıkarmaya, takılıp kalmaya başlıyorsa aynen bize de öyle oluyor.
Ne yapmak lazım? Önce iyi bir antivirüs programı yüklemek gerekiyor, kendimizi yeniden programlayarak bu yönde sistemi çalıştırmalıyız.
İyi bir antivirüs=detoks.
Öyle özel kamplara falan giderek yeşil sular içerek olması da şart değil. Zararlı şeyleri çıkarın hayatınızdan sigara, alkol, kırmızı et, un liste uzar gider. 40 gün devam edin.
Ama aynı zamanda ruha da detoks yapmak lazım. Çünkü o da zamanla kirleniyor. Kuşlara su verin, ihtiyacı olanlara maddi manevi yardımda bulunun, çocukları sevindirin.
Beğendiğim bir yorumu da bu dünyada paraya odaklanmışız ama recycle olduktan sonra iyilikleriniz sizin servetiniz olacak. Üstelik bunun için paraya ihyiyacımız bile yok. Ne en iyi üniversiteyi bitirmiş olmak, ne prezantabl olmak, ne iyi bir işin olmasına gerek yok. Sevgimizi, desteğimizi vermek yeter.
Bana iyi geldi bu seminer. Zaten son bir haftadır hayatımda ilginç deneyimler, tesadüfler, etkileşimler, enerjiler yaşıyorum. Bunun da böyle bir döneme gelmesi tesadüf olmasa gerek diye düşünüyorum. Bu süreçte yeniden yazmaya başladım. -blogumu kastetmiyorum- Defterime renkli kalemlerimle -yeni kalemler aldım- yeşil şükrettiklerim, pembe gördüğüm rüyalar, mor olmasını istediklerim için.
İlk günlerde farkettim ki bilgisayarda yaza yaza el yazısından uzaklaşmışım. Oysaki akıldan geçenler harfleri çizerek yazıya dönüştüğünde daha çok şey ifade ediyor. Tuşlara dokunan parmaklar birbiri ardına aynı hareketleri yapıyor hangi harfe bastığının önemi yok hepsi düz birbirinin aynı tuşlar. İşte o gün karar verdim, renkli kalemlerimle sakin sakin güzel güzel yazmaya. Hemen uyum sağladık birbirimize. Artık mutluyum. Şimdi kalemlerim de çantamda geziyor. İşte de evde de rengarenk ve güzel yazıyorum.
Siz de bugün bir karar verin. Bir şeyleri hayatınızdan çıkarıp yerine iyi güzel şeyleri koyun. Bu bir yiyecek de olur, bir alışkanlık da, bir duyguda, birisi de. Bir liste yapın bir tarafa hayatınızdan çıkarmak istediklerinizi, diğer yana da eklemek istediklerinizi yazın. Sonra gerçeğe dönüştürdüğünüz her ekleme çıkarmanın üstünü çizin.
Yazmak, yapmak istediklerimizde ne kadar kararlı olduğumuzun kendi kendimize ispatı aslında. Zaten kişi kendinin kurdu değil midir? Kurda kararlılığımızı göstermek lazım. Bu ekleme çıkarma fikri şimdi yazarken aklıma geldi. -Boşuna demiyorum ben yazarken kendimi keşfediyorum diye :)- Ben de uygulayacağım. Hele bi listeyi oluşturayım bakiyim, paylaşılacak gibiyse buraya da yazarım yoksa üzgünüm. Herkesin listesi kendine. Ama paylaşmak isterseniz sayfalarım herkese açık.
Seminerdeki ilk cümleleri de bunu gösteriyordu zaten.
"Bu dünyada var olmanızın bir tesadüf olduğunu düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Her ruh bu boyuttaki tekamülünü tamamlamak için bedenlenmiştir. Ve o bedene nasıl isterseniz öyle davranırsınız. Sonuçta hepimiz recycle olacağız."
Aynen bu kelimeyi kullandı. Yabancı bir kelimeyle söylendiğinde bize ait değilmiş gibi geliyor.
Kitaplarında yazanlardan çok farklı bir şey anlatmadı aslında ama dinlemek keyifliydi. Önce önemli notlar; yurtdışında yeni katıldığı toplantılarda bel çevresi ölçüsünün değiştiğini söyledi.
Bel çevresi erkeklerde 94, kadınlarda 88'i geçtiğinde tehlike çanları çalmaya başlıyor. Ne yapın edin kendinize özen gösterin yağları atın vücudunuzdan kası suyu değil diye de uyardı.
En iyi enerji içeceği sade kahveymiş.
Cola, ıce tea önermediği içecekler. En iyisi maden suyu.
Vişne çok iyi bir antioksidan. İngilizcede sonu berry ile biten tüm meyveler strawberry, blackberry, raspberry-mor meyveler- en ideal reçeller. Ancak bunlarda da şeker yerine elma suyuyla tatlandırılmış olması daha uygunmuş. Bu elma suyuyla tatlandırmadan bir kaç yerde daha bahsetti bu konuyu araştıracağım. Çünkü bir meyve suyu firmasının çıkardığı ıce tea'de tatlandırıcı değil elma suyu varmış. Israrla marka vermedi ama ben bulurum :) Daha sağlıklıymış.
Dil temizliği üzerinde özellikle durdu. Bütün gece vücut çalışıp toksinleri biriktiriyor ve sabah biz de atıyoruz. Bu toksinler sindirim sisteminin başında ve sonunda toplanıyor. Sonunu anlatmama gerek yok her bünye dopal olarak bu kısmını hallediyor. Ancak sindirim sisteminin ilk noktası olan ağızda ve dilde birikenleri bir şey yiyip içmeden temizlemezsek vücuda geri dönüyormuş. İlk işim bir dil temizleyicisi almak olacak. Çünkü çok mantıklı geldi.
Hepimiz sabah kahvaltılarını simit, poğaça, peynir, ekmekle yapıyoruz. Hepsi mayalı ürünler ve ilerleyen zamanla birlikte sorunlara yol açıyormuş. Lor, çökelek gibi peynirleri, yeşil biber, zeytini öneriyor. Ve tabi mor reçelleri. 3-4 gün böyle 3-4 günde müsli gibi ürünlerle tahıllı bir kahvaltı.
Atıştırmak için her gün 3-4 tane ceviz yada 10 tane fındık yada antep fıstığı yada kaju fıstık. Ama hepsini birden değil :)
Akşam atıştırmaları için de sarı leblebi, kuru meyve kuru erik gibi mor şeyler.
Öğlenleri beyaz protein, tavuk-balık.
Akşamları haftada 2 gün bakliyat, 5 gün de sebze öneriyor. Kırmızı ete ayda sadece 3 kez izin var.
Aslında benim sırrım da böylece ortaya çıkıyor. Kırmızı eti sevmem, tavuk balığı derileriyle yağlı yerleriyle asla yemem. Sebze severim. Abur cubur da yerim ama bir iki parça çikolata, bir küçük dilim tatlı bana yeter de artar bile.
Aslında tüm yaşamı çok güzel özetliyor. İnsan bir bigisayar doğduğunda kusursuz bir programla yüklü. Zamanla iç ve dış etkenlerle kötü alışkanlıklar, kötü beslenmeyle bir takım virüsler bulaşıyor. Nasıl ki virüsler bulaştıkça bilgisayar sorunlar çıkarmaya, takılıp kalmaya başlıyorsa aynen bize de öyle oluyor.
Ne yapmak lazım? Önce iyi bir antivirüs programı yüklemek gerekiyor, kendimizi yeniden programlayarak bu yönde sistemi çalıştırmalıyız.
İyi bir antivirüs=detoks.
Öyle özel kamplara falan giderek yeşil sular içerek olması da şart değil. Zararlı şeyleri çıkarın hayatınızdan sigara, alkol, kırmızı et, un liste uzar gider. 40 gün devam edin.
Ama aynı zamanda ruha da detoks yapmak lazım. Çünkü o da zamanla kirleniyor. Kuşlara su verin, ihtiyacı olanlara maddi manevi yardımda bulunun, çocukları sevindirin.
Beğendiğim bir yorumu da bu dünyada paraya odaklanmışız ama recycle olduktan sonra iyilikleriniz sizin servetiniz olacak. Üstelik bunun için paraya ihyiyacımız bile yok. Ne en iyi üniversiteyi bitirmiş olmak, ne prezantabl olmak, ne iyi bir işin olmasına gerek yok. Sevgimizi, desteğimizi vermek yeter.
Bana iyi geldi bu seminer. Zaten son bir haftadır hayatımda ilginç deneyimler, tesadüfler, etkileşimler, enerjiler yaşıyorum. Bunun da böyle bir döneme gelmesi tesadüf olmasa gerek diye düşünüyorum. Bu süreçte yeniden yazmaya başladım. -blogumu kastetmiyorum- Defterime renkli kalemlerimle -yeni kalemler aldım- yeşil şükrettiklerim, pembe gördüğüm rüyalar, mor olmasını istediklerim için.
İlk günlerde farkettim ki bilgisayarda yaza yaza el yazısından uzaklaşmışım. Oysaki akıldan geçenler harfleri çizerek yazıya dönüştüğünde daha çok şey ifade ediyor. Tuşlara dokunan parmaklar birbiri ardına aynı hareketleri yapıyor hangi harfe bastığının önemi yok hepsi düz birbirinin aynı tuşlar. İşte o gün karar verdim, renkli kalemlerimle sakin sakin güzel güzel yazmaya. Hemen uyum sağladık birbirimize. Artık mutluyum. Şimdi kalemlerim de çantamda geziyor. İşte de evde de rengarenk ve güzel yazıyorum.
Siz de bugün bir karar verin. Bir şeyleri hayatınızdan çıkarıp yerine iyi güzel şeyleri koyun. Bu bir yiyecek de olur, bir alışkanlık da, bir duyguda, birisi de. Bir liste yapın bir tarafa hayatınızdan çıkarmak istediklerinizi, diğer yana da eklemek istediklerinizi yazın. Sonra gerçeğe dönüştürdüğünüz her ekleme çıkarmanın üstünü çizin.
Yazmak, yapmak istediklerimizde ne kadar kararlı olduğumuzun kendi kendimize ispatı aslında. Zaten kişi kendinin kurdu değil midir? Kurda kararlılığımızı göstermek lazım. Bu ekleme çıkarma fikri şimdi yazarken aklıma geldi. -Boşuna demiyorum ben yazarken kendimi keşfediyorum diye :)- Ben de uygulayacağım. Hele bi listeyi oluşturayım bakiyim, paylaşılacak gibiyse buraya da yazarım yoksa üzgünüm. Herkesin listesi kendine. Ama paylaşmak isterseniz sayfalarım herkese açık.
Cuma, Haziran 06, 2008
Bulut
Çocukça bir alışkanlığım olsa gerek; bulutlardan şekiller çıkartırım. Gökyüzünün değişik bulutlarla kaplı olduğu günler en sevdiğim zamanlardır. Oturur sadece onları seyrederim. Bazen ressamın amaçsızca boyaları ince bir kat halinde dağıttığı şeffaf; bazen de atlıların, köpeklerin cücelerin kabarık şekilleriyle karşımda durduğu.
Bu bulut Güneyli'de bahsettiğim tepeye çıkınca bana bakan buluttu ve bana göre içinde koca burunlu koca suratlı bir dev var. Sizce?
Zekanızı 7 günde parlatın
Ana Kaynak: The Guardian-Men’s Health
7 günlük program şöyle
Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.
Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.
Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.
Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.
Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.
Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.
Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
7 günlük program şöyle
Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.
Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.
Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.
Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.
Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.
Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.
Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
Çarşamba, Haziran 04, 2008
Çanakkale-Gelibolu gezi notlarıma uzun uzun devam etmek istiyordum ancak yine aynı döngüye giriyorum. Uzun uzun yazmak için erteliyorum; aklımda onlar olduğu için de başka bi şeye konsantre olamıyorum.
Seyahatimin kalanında Çanakkale'deki Çimenlik Kalesi'ni ve Çanakkale Arkeoloji müzesini gezdik. Özellikle Truva'da bulunan milattan öncesine ait eşyalar, Hadrian heykeli, lahitler ve özellikle MÖ 2000 yılına ait afrodit heykeli çok etkileyiciydi.
Çanakkale sahilindeki sahte Truva Atı (filmde kullanılan) ve güneş saati görülebilecek diğer şeyler.
Gezimiz boyunca Çanakkale Boğazı'nın iki yakasını birbirine bağlayan tüm feribot iskelelerini kullandık. Kilitbahir, Eceabat, Lapseki karşılıkları da Çanakkale ve Gelibolu.
Çanakkale'yi gezdiğimiz gün dönüşte Lapseki üzerinden Gelibolu'ya geçmeye karar verdik. Avrupa tarafında göre çok daha düz olan yörede Çanakkale Ovasını ve pek çok meyve bahçesini gördük. Düzlüklerde seyahat etmek alabildiğince ufku görmek değişik bir duygu. Karadeniz ve Ege gibi dik yamaçlı yollardan sonra.
Gelibolu zaten konakladığımız yer olduğu için en yakını en sona bırakmıştık. Fakat Gelibolu o kadar zengin bir tarihe sahip ki, ancak bir kaçını gezebildik.
En çok görmek istediğim Gelibolu Mevlevihanesi'ydi. Gerçekten çok güzel bir yapı. Eminim orada Sema töreni izlemek çok etkileyici olurdu. Üstelik teyzemin evine yürüyerek sadece 10 dakika mesafede.
Gelibolu Hamzakoy’da bulunan Gelibolu Mevlevihanesi, Mevlevihaneler arasında en büyük alana yayılmış olduğu kadar, en büyük semahaneye de sahip olanıdır. Günümüze bu mevlevihanenin semahane-türbe binası ile iki taç kapısı gelebilmiş.
Bölgede çok sayıda türbe var. En meşhurlarından biri de Bayraklı Baba. Dileğiniz olduğunda türbeye gelip bayrak asıyorsunuz. Demek o kadar çok dilek gerçekleşmiş ki bayraklardan neredeyse türbe görünmüyor.
Aynı gün öğleden sonra da Gelibolu'nun güneş ve denizinin tadını çıkaralım dedik. Gelibolu'ya 10 km mesafede ki Güneyli'ye gittik. Saroz Körfezi'nin berrak sularında deniz sezonunu açmak gerçekten çok keyifliydi. Ayrıca koyun ucundaki küçük tepe güneş batışını seyretmek için güzel bir yer bence.
Henüz tatilciler sezonu açmadığı için, her yerde tadilat ve bahçe işleri vardı. Sanırım benim için tatil bu zamanlar demek, en güzel yerler sadece bize ait.
Seyahatimin kalanında Çanakkale'deki Çimenlik Kalesi'ni ve Çanakkale Arkeoloji müzesini gezdik. Özellikle Truva'da bulunan milattan öncesine ait eşyalar, Hadrian heykeli, lahitler ve özellikle MÖ 2000 yılına ait afrodit heykeli çok etkileyiciydi.
Çanakkale sahilindeki sahte Truva Atı (filmde kullanılan) ve güneş saati görülebilecek diğer şeyler.
Gezimiz boyunca Çanakkale Boğazı'nın iki yakasını birbirine bağlayan tüm feribot iskelelerini kullandık. Kilitbahir, Eceabat, Lapseki karşılıkları da Çanakkale ve Gelibolu.
Çanakkale'yi gezdiğimiz gün dönüşte Lapseki üzerinden Gelibolu'ya geçmeye karar verdik. Avrupa tarafında göre çok daha düz olan yörede Çanakkale Ovasını ve pek çok meyve bahçesini gördük. Düzlüklerde seyahat etmek alabildiğince ufku görmek değişik bir duygu. Karadeniz ve Ege gibi dik yamaçlı yollardan sonra.
Gelibolu zaten konakladığımız yer olduğu için en yakını en sona bırakmıştık. Fakat Gelibolu o kadar zengin bir tarihe sahip ki, ancak bir kaçını gezebildik.
En çok görmek istediğim Gelibolu Mevlevihanesi'ydi. Gerçekten çok güzel bir yapı. Eminim orada Sema töreni izlemek çok etkileyici olurdu. Üstelik teyzemin evine yürüyerek sadece 10 dakika mesafede.
Gelibolu Hamzakoy’da bulunan Gelibolu Mevlevihanesi, Mevlevihaneler arasında en büyük alana yayılmış olduğu kadar, en büyük semahaneye de sahip olanıdır. Günümüze bu mevlevihanenin semahane-türbe binası ile iki taç kapısı gelebilmiş.
Bölgede çok sayıda türbe var. En meşhurlarından biri de Bayraklı Baba. Dileğiniz olduğunda türbeye gelip bayrak asıyorsunuz. Demek o kadar çok dilek gerçekleşmiş ki bayraklardan neredeyse türbe görünmüyor.
Aynı gün öğleden sonra da Gelibolu'nun güneş ve denizinin tadını çıkaralım dedik. Gelibolu'ya 10 km mesafede ki Güneyli'ye gittik. Saroz Körfezi'nin berrak sularında deniz sezonunu açmak gerçekten çok keyifliydi. Ayrıca koyun ucundaki küçük tepe güneş batışını seyretmek için güzel bir yer bence.
Henüz tatilciler sezonu açmadığı için, her yerde tadilat ve bahçe işleri vardı. Sanırım benim için tatil bu zamanlar demek, en güzel yerler sadece bize ait.