Çarşamba, Mart 28, 2007

Koşma

Okumuşsunuzdur pek çok yazarın kaleminden "yavaşlayın" ruhunuzla bedeniniz birlikte hareket etsin diye. Dünkü gazetede Osman Müftüoğlu yine bunu söylüyordu. "Yavaşlayın"

Yazıyı okurken kısa bir an düşünüp hızlı mıyım, nasıl yavaşlar insan diyorum; sonra yine koşmaya devam ediyorum.

Huzurun ve sessizliğin hakim olduğu bu dünyanın dışında bir yerde oturup kendimle kaldığım bir anda farkettim ki; bedenimin olduğu yerin ötesinde ruhum. Bedenim orda otururken kalkıp gittiğim zamanı yaşıyordu ruhum, ordan çıkınca taksiye bineceğim iş yerine gidicem.

Farkettim.

Durdum.

Ben hep böyleyim. O an yaptığımın hep bi sonraki adımında ruhum.

Nasıl değişir, nasıl yavaşlarım bilmiyorum ama farkettiğim anda ruhumu çektim eteğinden "gel otur yanıma gitme uzaklara" diye azarladım. O da yaramaz bir çocuk gibi sus pus olup dizimin dibine çömeldi. Yani, aslında o da çok mutlu değil önden önden gitmekten. Çünkü ilk önce o tosluyor duvarlara, yaralanıyor, bereleniyor, kanıyor dizleri.

Cuma, Mart 23, 2007

Fatih Müzikali

Bugün Ticketturk'te gördüm İstanbul'un Fethi müzikali başlıyormuş. Fatih'in ölüm yıldönümü 3 Mayıs'ta galası yapılacakmış.

Çok fazla detay bulamadım ama projede emeği geçen isimler, iyi bir şeyler seyredeceğimizin garantisi bana göre.

İlber Ortaylı, Mim Kemal Öke, Hikmet Barutçugil, Faruk Saraç, Turhan Oflazoğlu

Fatih Müzikali

Ve Kararlar Birer Kibritti

Daha önce de gelen ama bu sefer ekindeki yazıyla beni daha fazla etkileyen forward mesajlardan biri. (Teşekkürler Ayşen Abla)

***

Adamın biri bilge bir kral olmakla ün salmış kralın yanına gider. Krala şunu sorar:

-“Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?”

-Kral "Elbette" der. "Kaç bacağın var senin?"

-Adam soruya şaşırarak "İki efendim" der.

-Kral, "Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin?"

-"Elbette" diye cevap verir adam.

-Kral "O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver".

Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir.

-"Tamam" der kral "Şimdi de öteki bacağını kaldır."

-Adam şaşırır "Bu imkansız kralım" der.

-"Gördün mü?" der kral "

Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil.


Tiziano Terzani'nin Atlıkarıncada Bir Tur Daha adlı kitabında okuduğum bu küçük öykü yıllardır tartışılan özgürlük kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeme yol açtı.

Hayat gerçekten böyleydi. İlk kararı alıyordun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu. Hayat hata kabul etmiyordu. ilk kararın doğruysa işler yolunda gidiyordu ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyordu. Mesela mesleğini seçerken... Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkında olmaksızın bir meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyordun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun. Ama biliyordun ki; özgürlüğünü kullanmış ilk kararı vermiştin ve yeniden başlama cesaretin yoktu. Bazı insanlar vardı hayatta...Onlar ise her şeyi artlarında bırakıp yeniden başlayacak kadar cesurlardı. Ama sen onlardan biri olamıyordun. Bunca emek bunca çalışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atıveremiyordun. Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı. Hayat çok kısaydı ve mutsuz olduğun işlerle ! zaman öldürmek aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlıydı.

Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu. Yanlış bir karar aynı evde yaşayan iki düşman yaratabilirdi. Aşk zorunluluğa dönüşebilir ve hayatını cehenneme çevirebilirdi. İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün ama devamında senin kararına bağlı olmayan pek çok şey gerçekleşiyordu. Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti. Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak ateş, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu, yanlış yerde ateşlediğin vakit ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu.

Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi. Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekiyordu. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu. Çok daha önemli olan başka bir şey vardı. Kendini bilmek... Ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek zorundaydın. Ancak o zaman doğru kararlar veriyor ve mutlu bir hayata sahip oluyordun.

Ve kararlar birer kibritti... Ya kendini yakıyordun ya da ısıtıyordun...

Çarşamba, Mart 21, 2007

Mevsimlerden Bahar

Havalar ısınıyor, baharın çiçekleri çoktan açtı da yeşile bile bıraktı kimisi yerlerini. Ama neyseki benim çiçeklerim erguvanlar henüz açmadı.

İstanbul'un tadını çıkarmanın tam zamanı. İster Eminönü'den kalkan küçük motorlarla, ister boğaz hatları vapuruyla bir uçtan bir uca Boğaz'ı denizden seyredin.

Ya da Haldun Hürel'in İstanbul'u Geziyorum Gözlerim Açık kitabını (kitap demek haksızlık olur ansiklopedisini) elinize alıp kapatın gözlerinizi. Gözlerinizi açmadan sayfaların arasını parmaklarınızla aralayın neresi çıkarsa oraya gidin. Haldun Hürel rehberliğinde.

Ben kapattım gözlerimi, açtığımda kitabın yapraklarını "Anadolu Hisarı" çıktı.

Tamam tamam...

Hile yaptım. Gözlerimi de kapatmadım, gelişi güzel sayfaları da açmadım. O zaten vazgeçemediğim. Sevdiğim.

Tüm Bir Yaşam

Melih Kibar-Çiğdem Talu şarkılarına hayranlığımı yazılarımı okuyanlar bilir. Bir de Gülşen Bubikoğlu - Erol Evgin'in başrolünde oynadığı Renkli Dünyalar filmi.

Geçen yıl Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda Candan Erçetin, Erol Evgin, Nükhet Duru'yla Melih Kibar gecesine gidemediğim için ne kadar üzüldüğümü de.

Güzel bir rastlantı sonucu konserin DVD'sini almıştı ablam, keyifle izledik dinledik. Kısa bir süre önce de Erol Evgin'in Tüm Bir Yaşam adıyla çıkarttığı albüm çok sevdiğim şarkılarla buluşturdu beni.

Şu an yazarken de keyifle dinlediğim, bana yazma gücü veren bu güzel şarkılar. Nedendir bilmem en çok da Rüya.

"Sakın dokunmayın bana
Rahat bırakın
Sürüp gitsin bu rüya
Uyandırmayın"

Uyanmak istemediğimiz rüyalarımız, büyüsünden ayrılmak istemediğimiz masallarımız vardır. Rüyaların da masalların da gerçek olma ihtimali her zaman vardır bana göre. Ben hayallerimi de, gerçeklerimi de, masallarımı da, güneşi de, baharı da, yazı da seviyorum.

Yeter ki iste; yeter ki inan...

Cuma, Mart 16, 2007

Damıtılmış Sözler - Sevmek

Sevmek, bir başkasının hayatını yaşamaktır. (H. de Balzac)

İki kez sağızdır
Biri
Bizi
Severken (Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Seni, geceyi ve bulutları seviyorum. (Cahit Külebi)

Sevdi ve kendini buldu... Oysa bazı kişiler kendilerini kaybetmek için severler (Hermann Hesse)

Gönlümün aşk u vefadur şeref ü ünvanı
Sevenin ben kuluyum sevmeyenin sultanı (İbrahim Şinasi)

İnsanın başka işi yoksa sevmekte de bıkar. (Kemal Tahir)

Damıtılmış Sözler - Öksürük

Öksürük ile su, hatibin iki baş yardımcısıdır. (Rıfat Necdet Evrimer)

Aşk ve öksürük saklanamaz. (Ovidius Naso)

Öksürükte üç kavait vardürür
Biri ahha, biri ihhi, birisi öhhödürür. (Molla Ragıp Bey)

Sevgilim dinle, işte bad-ı hazan
Müteverrim misali öksürüyor
Hem de bir öksürük ki çok sürüyor. (Cenap Şehabettin)

İnatçı Lekeler, İnatçı Kokular; İnatçı Duygular

Öyle bir an gelir ki; şimdiye kadar varolduğuna inandığının aslında olmadığını fark edersin. Onca geçen yılda var zannettiklerinin, zannettiğinin olmadığını kabul etmek, yaşananları yaşanmamış, hissettiklerini hissedilmemiş sayabilmek bir anda...

Olmuyor.

Üzerine sinen ne yaparsan yap çıkaramadığın içine işlemiş sinsi bir koku, inatçı bir leke gibi her nefes alışında, bir şeylerin arkasından çıkıyorlar. Gitmiyor, unutulmuyor, hapsedilmiyor.

Duyguları, aşkları, ayrılıkları, sevmeyi bu kadar anlamlı kılan da aslında; inatçılıkları birazda.

Salı, Mart 13, 2007

Paşabahçe Canavarı

Zeki Alasya-Metin Akpınar'ın oynadığı çok güzel bir film vardı.

Mahallenin bıçkın abisi minibüs şöförü Metin Akpınar; biricik kızkardeşine gözü gibi bakar. Kapıda ve camda her daim ağzında ki kocaman sakızı çiğneyen ve mahallesinin abisini görünce yutmak zorunda kalan Perran Kutman filmin unutlmaz karakterlerindendir. Biraz üç kağıtçı; işsiz Zeki Alasya kızkardeşe aşık olur. Rahatça dışarıda görüşemediklerinden de damlardan atlayarak evin çatısında buluşurlar.

Damdan dama atlamalar sırasında ufak tefek kazalar, birilerinin kafasına düşen kiremitler mahalleleyi telaşa sürükler. Zeki Alasya yine bi numara çevirip ben biliyorum "Kasımpaşa Canavarı 0" der.

Konumuzun filmle hiç mi hiç alakası yok ama Paşabahçe canavarı diyince aklıma Kasımpaşa canavarı ve bu film geliyor. Şimdi kapalı havada evde oturup bu filmi seyretmek vardı...

Neyse biz Paşabahçe canavarına dönelim. Bu öyle damdan dama atlamıyor, sevdiğiyle damlarda buluşmuyor. Ama bilindik buluşma yerleri aksine Paşabahçe'de buluşup yemeğe oradan gidiyorlar. Sadece kendisi değil sevdikleri de genelde birer Paşabahçe canavarı oluyor. Ya doğuştan ya da sonradan onun sayesinde.

Cama tutkun. Her türlüsüne. Yeni çıkanları takip eden; mağazada dolaşırken kendinden geçen ve küçük bir şey de olsa asla boş çıkmayan.

Tehlikeli karışım olarak nitelendirilebilecek Aynur ablam ve ben Tepe'deki Paşabahçe'de kendimizden geçtik cumartesi günü.

Yeni cam tabaklar çıkmış. 3 renkte. yeşil, pembe, turkuaz. 3 renkten 3'er tane tam 39 parça yemek takımı yaptım keyifle. Üstelik fiyatları da çok uygun. Cam tutkunlarına şiddetle tavsiye ederim.

Paşabahçe canavarı benim :)sonra Aynur ablam sonra Yavuz

30 Yaş Pastası

1977 kışında dünyaya gelmesi beklenen iki bebek vardı Karaduman ailesinde. Mart'ta beklenen dayımın bebeğiydi. -şimdiki adıyla kuzenim Şeref- Diğeri de annemin bebeği ben. -şimdiki adıyla Yonca-.

Şeref'ten sonra ben doğacaktım. Ancak sabırsız ben 23 gün önce koştura koştura dünyaya gelmişim. Bu önceliğimi de her fırsatta -lafımı geçirmek için- "senden 23 gün büyüğüm" diye Şeref'in başına kakardım.

Cumartesi günü de 10 Martt'ta onun 30. yaşını kutladık hep birlikte.

Pastasını eşi Pelin son derece zevkli seçmişti. Benimki sıradan bir pasta olduğu için resmini çekme gereği duymadım ama bu güzel 30 yaş pastasını gösteriyim istedim.

Cuma, Mart 09, 2007

Yorumsuz

Yanlış anlamayın bakkal dükkanı değil sigarayı bırakan bir arkadaşımın çekmecesi.


Damıtılmış Sözler - Dost

Bugünün konusunu da DOST olarak seçtim. Allah eksikliklerini göstermesin.


Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas, ama her ilk tanıştığınla, hemen el sıkışıp dost olma. (Shakespeare)

Her zaman en çok eski dostlara güvenilir, tıpkı eski kılıçlara olduğu gibi. (John Webster)

Dost, rahatlık veren bir merhemdir. (Genceli Nizami)

Dost olanlar hep yüzine gülmeye
Her yüze güler kişi dost olmaya. (Zarifi - Ahmed Baba)

Dostunu hemen ölüverecekmiş gibi sev; düşmanını hiç ölmeyecekmiş gibi telakki et. (Cenap Şehabettin)

Gerçek dost, onu unutanı unutmayandır. (Assurbanipal Kütüphanesi Tableti'nden)

Kuşun yuvası, örümceğin ağı, insanın dostları vardır. (William Blake)

Lokman Hekim sarabilmez yaramı
Dost eli değmezse çare mi olur (Aşık Veli)

Perşembe, Mart 08, 2007

Saklanan

Etrafını çelikten bir zırh kaplıyor sanki; ormanın en güzel yerlerine artık kimse ulaşamasın diye kalın güçlü sarmaşıklar birbirine dolanıp yolları kapatıyor bir bir.

Arada bir duyulan müzik; görünen bir anlık önemsiz bir resim hafızadaki görüntüleri tutup kolundan ortaya doğru sürüklemeye çalışıyor. Çünkü onlar ortalığa eski yerlerine gelmedikçe zırh sımsıkı saracak, sarmaşıklar geçit vermeyecek, aşk ıssız şatonun en yüksek kulesinde kalmaya devam edecek.

Damıtılmış Sözler - AŞK

Yapı Kredi Yayınları'ndan güzel bir kitap aldım. Damıtılmış Sözler diye.

Yüzlerce konu başlığı altında çeşitli yazar ve düşünürlere ait sözler yer alıyor. Bir anlamda kaynak kitap.

Bundan sonra -mümkün olduğunca- hergün bir konu seçip; en çok hoşuma gidenleri paylaşacağım.


İçimden geçen ilk konu; AŞK


Aşk değişmeyince ölür. (Ahmet Haşim)

Aşk, boş adamın işi; meşgul adamın işsizliğidir. (George Lyttelton)

Bir katilin suçu bile; kendini saklanmak isteyen aşk kadar çabuk göstermez. (Shakespeare)

Aşk, aynı yöne birlikte bakabilmek ... (Saint Exupery)

Aşk bize sevgilinin verdiği değil; ruhumuzun yarattığı bir ihtiyaçtır. (Abdülhak Şinasi Hisar)

Aşk hiç bir zaman pişmanım dememektir. (Orhan Pamuk)

Karşılıklı aşk gibi mutluluk yoktur. (George Granville)

Aşkın gözlükleri öyle pembedir ki; bakırı altın, yokluğu varlık, gözdeki çapağı inci gibi gösterir. (Cervantes)

Salı, Mart 06, 2007

Evlilik

Evlilik olağanüstü bir kurumdur...

İki insana evlenmeselerdi tek başlarına asla karşılaşmayacakları zorluklara birlikte katlanma imkanı sağlar.

Red Kit (Daltonlar Evleniyor)

Pazartesi, Mart 05, 2007

Ertelenmiyor

Pazar günü katıldığım bir cenaze her ölüm gibi zamansız olsa da...

Doğru zamanın ne olduğunu ne zaman olacağını kimse bilmedi; bilemeyecek de.

Böyle ölümler hayatın neresinde durduğunu, aslında durmadığını hatırlatıyor insana.

21 yaşında genç bir erkek akşam duşunu alıyor; babası ile 1:30’a kadar sohbet ediyor. Odasına gidip biraz kitap okuyup uyumayı planlıyor. Uyuyor da. Ama bir daha uyanmıyor. Sabah saatlerinde odasınn ışığını yanık gören annesi gözlükleri gözünde kitabı üzerinde yatağına uzanmış uyuya kalmış diye düşünüyor. Kimin aklına gelir ki; uyuya kaldığını düşündüğün sevdiğinin bir daha uyanmayacağını.

Vefat eden hiç tanımadığım, şimdiye kadar da varlığından haberdar olmadığım birisi. Annemin İyidere’den yani memleketinden dostlarından birinin oğlu. Allah rahmet eylesin.

Ne mi anlatmak istedim?

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Sudan bahanelere dalıp zindan ediyoruz hayatı kendimize,sevdiklerimize. Canımızı sıkıyoruz en anlamsız şeylere. Pazartesi gelince ah bir Cuma olsa da bitse bu hafta diyoruz; sayılı günlerimizi tüketmeye bu kadar mı hevesliyiz? Bugün bir gün daha yaklaştık sona aslında; ama hangimiz farkında bunun?

Ben her gece yattığımda yarın sabahı görebilecek miyim diye düşünürüm; her sabah evden çıkarken annemi öperim uyuyor olsa bile. Çünkü ne benim döneceğim, ne döndüğümde onun olacağı bilinmez.

Ertelemeyin.

Hiç bir şeyi.

Çünkü yaşam erteleniyor da; ölüm ertelenmiyor.

Perşembe, Mart 01, 2007

Kanıyor

Bu sabah e-maillerime bakarken; eski yazılarımdan birine bırakılan spam maili buldum. Bu aralar eski yazılarıma bu çok oluyor. Ancak mesajın bırakıldığı yazım "Hayallerim, Aşkım ve Sen"di.

Eski yazdığımı okumak istedim. Ne yazdığımı hatırlamıyorum çünkü. Okudum. Sonra geçen Nisan'da yazdıklarımı.

Sabah sabah kendi kendimi ağlattım.

Üzerinde durmadığım, yok saymaya, unutmaya çalıştığım yaramı kanattım.

Biraz daha yazarsam bu kanı kimse durduramayacak.

Üzgünüm