Kalabalık dostlarımız, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz etrafımızda az yada çok başkaları vardır çoğu zaman. Bazen sözlerimizi, dertlerimizi, sevinçlerimizi, gözyaşlarımızı paylaştığımız konuştuğumuz birileri.
Ama birisi, öyle bir ses var ki. Fiziksel olarak tek başına olsanız bile o hep vardır.
Aldığınız kararları sorgular, düşüncelerinizi irdeler, tepkinizi yargılar, siz ne yaparsanız çoğu zaman tam tersini savunur. Ama bazen de o görünmeyen eliyle sırtınızı sıvazlayıp "aferin sana" der.
Yıllardır benim ani çıkışlarımda; bana karşı beni savunan, ne istediğini bilen bir o kadar da karşındakinden emin inançla mücadele edip savunan ve hep sonunda haklı çıkan.
Bugün ondan bir ses bekliyorum.
Ama artık savunmuyor, yargılamıyor, destek vermiyor.
Küstü. Artık onun da gücü, sabrı, inancı, direnci bitti.
Pazartesi, Ağustos 28, 2006
Pazar, Ağustos 27, 2006
Cuma, Ağustos 25, 2006
Bugün Cuma
Bazı haftalar vardır ya ilk gününden itibaren sanki son günündeymişsinizi gibi gelir de; bir türlü cuma olmaz.
İşte bu hafta da benim için öyleydi. Salı'dan itibaren her gün yarın cuma sanıp durdum. Geçmek bitmek bilmedi yani. Beni çok yordu. Hatta bu sabah bile yatağımda gözlerimi açtığımda bugün cumartesi diye düşünüp çalan alarmla cuma olduğunu farkettim.
Neyse ki iş yerinde free friday uygulaması var da; haftasonu rahatlığını önceden yaşamaya başlıyoruz. Bu sabah kendimi biraz şımartmaya karar verdim ve iş yerime yakın güzel bir yerde arkadaşımla kahvaltı ettik.
Yeşillikler içinde şirin bir yer.
Levent'teki Bursa Garaj Kebapçısı'nın hemen karşısında "Saklı Bahçe". Büyükdere Caddesi'nden gelirken Gültepe Sapağı için döndüğünüzde sola dönmeyip de düz aşağı indiğinizde hemen karşınızda. Cephesinde ayvalık tostu diye küçük bez afişi görebilirsiniz.
İşte bu hafta da benim için öyleydi. Salı'dan itibaren her gün yarın cuma sanıp durdum. Geçmek bitmek bilmedi yani. Beni çok yordu. Hatta bu sabah bile yatağımda gözlerimi açtığımda bugün cumartesi diye düşünüp çalan alarmla cuma olduğunu farkettim.
Neyse ki iş yerinde free friday uygulaması var da; haftasonu rahatlığını önceden yaşamaya başlıyoruz. Bu sabah kendimi biraz şımartmaya karar verdim ve iş yerime yakın güzel bir yerde arkadaşımla kahvaltı ettik.
Yeşillikler içinde şirin bir yer.
Levent'teki Bursa Garaj Kebapçısı'nın hemen karşısında "Saklı Bahçe". Büyükdere Caddesi'nden gelirken Gültepe Sapağı için döndüğünüzde sola dönmeyip de düz aşağı indiğinizde hemen karşınızda. Cephesinde ayvalık tostu diye küçük bez afişi görebilirsiniz.
Perşembe, Ağustos 24, 2006
1453 Sultanlar Aşkına
"Ne zaman İstanbul'da gözüm yıkık surlara takılsa hep garip bir hüzün hissederim. Sadece önünden geçip gittiğimiz bu surlar hala ayakta ve hayatımızın bir parçası. Ama kimler neler yaşadılar buralarda, ne efsaneler, ne destanlar yaşandı bu surların önünde ve ardında!"
Can Atilla
Bugün DR'da alışveriş yaparken mağazanın içinde çalan müzik dikkatimi çekti. Huzur veren, dinlendiren farklı bir şeydi. Kasada ödeme yaparken etrafa bakındım "şu an bunu dinliyorsunuz" köşesinde çalanın ne olduğunu anlamak için. Diğer yandan da önümde duran cd'lerden 1453 Sultanlar Aşkına yazanı incelemeye başladım. Müzikte ben bunun içindeyim dercesine kulaklarımdan bir an uzaklaşmıyordu.
Sonunda çalanın ne olduğunu sorduğumda; o albümü oradan almadan çıkmayacağım belli oldu.
İstanbul benim için yaşadığım şehir olmaktan öte; kokusuyla, dokusuyla, rüzgarıyla, tarihiyle benim için yaşayan; benim de yaşamamı sağlayan adını tam koyamadığım canlı bir şey.
İstanbul'u, Fatihi ve fethi hissettiren bu müzikleri dinlemenizi öneririm.
Bir varmış Bir yokmuş
Herşeyde bir hayır vardı sözü kuru bir teselliymiş gibi gelse de;
Çok isteyip de kavuşamadıklarımızın yokluklarına nasıl katlanırdık başka türlü?
Yıllar geçince üzerinden dönüp geriye; iyi ki de olmamış derken hala eski teselliyi haklı çıkarmak mıdır çaba?
Hep varlara yok, yoklara var derken...
Ne kaybettiğimizin ne de kazandığımızın hakkını verebildik mi?
Yoklara savaş açmışken, varları koruyabildik mi en derinlerimizde?
Önce onları mı feda ettik yoksa, yoklar için?
Yoklar var olunca, varlar da yok,
Yeni bir savaş başlamadı mı bir türlü tatmin olmayanlar ülkesinde?
Ne sevmeyi ne de ölmeyi başarabildik
Yokları var etmeye çalışırken....
Çok isteyip de kavuşamadıklarımızın yokluklarına nasıl katlanırdık başka türlü?
Yıllar geçince üzerinden dönüp geriye; iyi ki de olmamış derken hala eski teselliyi haklı çıkarmak mıdır çaba?
Hep varlara yok, yoklara var derken...
Ne kaybettiğimizin ne de kazandığımızın hakkını verebildik mi?
Yoklara savaş açmışken, varları koruyabildik mi en derinlerimizde?
Önce onları mı feda ettik yoksa, yoklar için?
Yoklar var olunca, varlar da yok,
Yeni bir savaş başlamadı mı bir türlü tatmin olmayanlar ülkesinde?
Ne sevmeyi ne de ölmeyi başarabildik
Yokları var etmeye çalışırken....
Salı, Ağustos 22, 2006
Başlıksız
En son yazımı cuma günü yazmış olmama rağmen; sanki çok uzun süredir yazmıyormuş gibi hissediyorum.
Aslında yazacak değişik bir şeyler de yok kafamda; ama bazen öyle olur ki öylesine yazmaya başladığım bir yazı hiç ummadığım yerlere götürür beni. Daha önce farkına varmadıklarımı, gözümün önünde olup bitenleri farketmemi sağlar. Bakalım bu yazı da nerden başlayıp nerelere gidecek?
Yoğun ve yorucu günler yaşıyorum son zamanlarda. Artık yılan hikayesine dönmeye başlayan tadilatımız nihayet 14 Ağustos günü banyo duvarlarına ilk çekiç darbesinin vurulmasıyla başladı. Neyse ki koordineli bir çalışmayla bir haftada yeni banyomuza bir kaç eksik dışında kavuştuk.
İnsan tadilatı bir mimara teslim etmeden herşeyiyle kendisi uğraşınca bir sürü şey öğreniyor, bir sürü de sıkıntı yaşıyor.
Banyo tadilatında önemli olan tesisatçıymış ve onun çalıştığı bir fayansçı ustasının olması. Çünkü esas kırma işini tesisatçı yapıyor, onun döşediği tesisat üzerine seramikleri döşeyen kişiyle de uyumlu çalışması şart. Yani banyo tadilatının sonucu iyi bir takım çalışmasına bağlı.
Sırasıyla evin diğer bölümleri de tadilattan nasibini almakta olduğu için; sürekli evin içinde ustalar, toz, stress, sıcak her şeyi birbirine karıştırıp hareket ettirmesi her geçen gün zorlaşan bir hamura dönüştürüyor.
Ve bir kez geçtiğiniz yolu; bir daha ki geçişinizde aynı yerde bulamamak, tabelalar e-5'i gösterirken ve yol önünüzde akarken siz sadece durduğunuz yerden ona bakmaktan öteye geçemediğinizde hissettiklerinizi anlatmaya kelimeler yetersiz kalır.
Ki şu günlerde İstanbul'da araba kullanan kullanmayan herkesin aynı şeyi hissettiğinden eminim.
Evimizin üst tarafında yer alan eski londra asfaltı, bugünlerde londra çukuru olarak anılabilir. Çünkü yol diye bir şey yok sadece ortada meteor düşmüş gibi kocaman bir çukur ve etraftaki iş yerlerinin bahçesinden yol bulup geçmeye çalışan sürücüler için tam bir sabır testi.
E-5 derseniz yol boyunca çekilen tretuarlarla girişi kaçırdığınızda bi daha nerden yol bulup gireceğinizi kara kara düşünmenizi gerektirecek kadar karmaşık bir hale geldi.
Ama bunlar hayatımızın sıkıntıları. Trafik, hava, aşk, iş ve daha bir sürü şey...
Oysa unuttuğumuz hep görmezden geldiğimiz, ihmal ettiğimiz tek bir gerçek var.
Sağlık...
Nefes alamıyorsan, bir yerin ağrıyorsa, yürüyemiyorsan, göremiyorsan bu sıkıntıların ne anlamı olabilir ki?
Dayım yaklaşık 50 gün önce bir trafik kazası geçirdi. Dış görünüşünde ciddi bir şey olmamasına rağmen omurilik zedelenmesi nedeniyle boynundan altı bir süre hiç bir şeye tepki vermedi. Çok şükür ki yavaşta olsa iyileşme sürecine girdi. Artık yürüyebiliyor ama ellerini tam kullanamıyor. Haftasonu telefonunu kulağında tutup konuşabildiğini, acemi hareketlerle su şişesinin kapağını açabildiğini görmek hepimizi çok mutlu etti.
Boynuna aldığı darbe biraz daha aşağıya isabet etmiş olsaydı şu an böyle bir yazı bile yazıyor olamazdım.
Sağlıklıysanız her şeyin bir çözümü, her sıkıntının bir ferahı vardır.
Aslında yazacak değişik bir şeyler de yok kafamda; ama bazen öyle olur ki öylesine yazmaya başladığım bir yazı hiç ummadığım yerlere götürür beni. Daha önce farkına varmadıklarımı, gözümün önünde olup bitenleri farketmemi sağlar. Bakalım bu yazı da nerden başlayıp nerelere gidecek?
Yoğun ve yorucu günler yaşıyorum son zamanlarda. Artık yılan hikayesine dönmeye başlayan tadilatımız nihayet 14 Ağustos günü banyo duvarlarına ilk çekiç darbesinin vurulmasıyla başladı. Neyse ki koordineli bir çalışmayla bir haftada yeni banyomuza bir kaç eksik dışında kavuştuk.
İnsan tadilatı bir mimara teslim etmeden herşeyiyle kendisi uğraşınca bir sürü şey öğreniyor, bir sürü de sıkıntı yaşıyor.
Banyo tadilatında önemli olan tesisatçıymış ve onun çalıştığı bir fayansçı ustasının olması. Çünkü esas kırma işini tesisatçı yapıyor, onun döşediği tesisat üzerine seramikleri döşeyen kişiyle de uyumlu çalışması şart. Yani banyo tadilatının sonucu iyi bir takım çalışmasına bağlı.
Sırasıyla evin diğer bölümleri de tadilattan nasibini almakta olduğu için; sürekli evin içinde ustalar, toz, stress, sıcak her şeyi birbirine karıştırıp hareket ettirmesi her geçen gün zorlaşan bir hamura dönüştürüyor.
Ve bir kez geçtiğiniz yolu; bir daha ki geçişinizde aynı yerde bulamamak, tabelalar e-5'i gösterirken ve yol önünüzde akarken siz sadece durduğunuz yerden ona bakmaktan öteye geçemediğinizde hissettiklerinizi anlatmaya kelimeler yetersiz kalır.
Ki şu günlerde İstanbul'da araba kullanan kullanmayan herkesin aynı şeyi hissettiğinden eminim.
Evimizin üst tarafında yer alan eski londra asfaltı, bugünlerde londra çukuru olarak anılabilir. Çünkü yol diye bir şey yok sadece ortada meteor düşmüş gibi kocaman bir çukur ve etraftaki iş yerlerinin bahçesinden yol bulup geçmeye çalışan sürücüler için tam bir sabır testi.
E-5 derseniz yol boyunca çekilen tretuarlarla girişi kaçırdığınızda bi daha nerden yol bulup gireceğinizi kara kara düşünmenizi gerektirecek kadar karmaşık bir hale geldi.
Ama bunlar hayatımızın sıkıntıları. Trafik, hava, aşk, iş ve daha bir sürü şey...
Oysa unuttuğumuz hep görmezden geldiğimiz, ihmal ettiğimiz tek bir gerçek var.
Sağlık...
Nefes alamıyorsan, bir yerin ağrıyorsa, yürüyemiyorsan, göremiyorsan bu sıkıntıların ne anlamı olabilir ki?
Dayım yaklaşık 50 gün önce bir trafik kazası geçirdi. Dış görünüşünde ciddi bir şey olmamasına rağmen omurilik zedelenmesi nedeniyle boynundan altı bir süre hiç bir şeye tepki vermedi. Çok şükür ki yavaşta olsa iyileşme sürecine girdi. Artık yürüyebiliyor ama ellerini tam kullanamıyor. Haftasonu telefonunu kulağında tutup konuşabildiğini, acemi hareketlerle su şişesinin kapağını açabildiğini görmek hepimizi çok mutlu etti.
Boynuna aldığı darbe biraz daha aşağıya isabet etmiş olsaydı şu an böyle bir yazı bile yazıyor olamazdım.
Sağlıklıysanız her şeyin bir çözümü, her sıkıntının bir ferahı vardır.
Cuma, Ağustos 18, 2006
FESOrient'06
Yine farklı bir etkinlik keşfettim. Tanıtımlarından edindiğim bilgiye göre oldukça keyifli, kültürel anlamda doyurucu ve zevkli bir fuar olacak. FESOrient
FESorient’06 etkinliğinin amacı, kültürümüzün temel taşlarını oluşturan etnik ve otantik değerlerden esinlenerek üretim yapan ticari, sanatsal ve kültürel yönden faaliyet gösteren tüm değerlerin bir araya getirilerek günümüz estetik anlayışı ile birleştirilmesi.
Katılımcı listesine baktığınızda çok büyük bir fuar olmayacakmış gibi görünüyor ama yine de görmenin iyi olacağını düşünüyorum.
- Maison Française
- Cam Ocağı Vakfı ( atölye+defile)
- Derin Design
- Özlem Tuna – Takı Tasarımcısı
- Hülya Çelik Papuççuoğlu – Aksesuar Tasarımcısı
- Dolunay
- Mumart
- HİNDİSTAN Konsolosluğu
- MISIR Konsolosluğu
- Günseli Kato
- d.o.t.designers of Turkey
- Tokat Belediyesi - Taş Baskı
- Beypazarı Belediyesi - Telkari
- Şile Belediyesi - Şile Bezi
Tanıtım filmini de seyredince; mutlaka görmeli diyorum.
22 -27 Ağustos'ta Feshane'de. Açılış gecesi 20:00'de de defile olacakmış.
FESOrient'06
Salı, Ağustos 15, 2006
National Geographic 1.'si Fotoğraf
National Geographic'in düzenlediği Uluslararası fotoğraf yarışmasında "İnsan" kategorisi birincisi Erdal Kınacı.
Erdal Bey'in başarısını okuyunca, daha çok kişinin haberi olsun istedim. Ve okuduğum yazıdan bir kaç alıntıyla paylaşmak istedim.
İ.Ü.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mezunu ve aynı fakültenin fotoğrafçılık derneği kurucularından. İstanbul’da yaşadığı yıllarda İFSAK üyesiydi. Şimdi Mersin Fotoğraf Derneği Üyesi. 1966 doğumlu.
Sağlık sektöründe idari bir görevde bulunuyor. Çok uzun yıllar fotoğraf makinesinden siyah beyaz film eksik olmadı. Birkaç yıldır edindiği dijital makine ile renkli fotoğraflar çekmeye de başladı.
Fotoğrafta ekipmanın önemini bilmekle beraber “her şey” olmadığına inanıyor.Doğru zaman, doğru yer, doğru ışık üçlüsünü yakaladığında içine “cam negatif” yerleştirilmiş ve önüne iğne ile delik açılmış karton kutu ile çekilen fotoğrafın bile milyarlık aletleri sollayabileceğini düşünüyor.
Fotoğrafı çeken kişi olarak, fotoğrafın sizde yarattığı etki ne oldu?
O ailenin çok dramatik bir yaşamı vardı. Kullandığım fotoğraf makinası 4-5 milyar değerinde. O insanlara o makinayı doğrulttuğumda makinanın fiyatından utandım diyebilirim. Çünkü onlar için hayal edilemeyecek bir parayı, ben hobim için kullanıyorum. Bunlar kolay ifade edilecek şeyler değil.
Fotoğrafı mensubu olduğu bir sosyal yardım derneğinin çalışmaları sırasında Mersin'de görüntüledi.
Tebrikler Erdal Bey
Erdal Bey'in başarısını okuyunca, daha çok kişinin haberi olsun istedim. Ve okuduğum yazıdan bir kaç alıntıyla paylaşmak istedim.
İ.Ü.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mezunu ve aynı fakültenin fotoğrafçılık derneği kurucularından. İstanbul’da yaşadığı yıllarda İFSAK üyesiydi. Şimdi Mersin Fotoğraf Derneği Üyesi. 1966 doğumlu.
Sağlık sektöründe idari bir görevde bulunuyor. Çok uzun yıllar fotoğraf makinesinden siyah beyaz film eksik olmadı. Birkaç yıldır edindiği dijital makine ile renkli fotoğraflar çekmeye de başladı.
Fotoğrafta ekipmanın önemini bilmekle beraber “her şey” olmadığına inanıyor.Doğru zaman, doğru yer, doğru ışık üçlüsünü yakaladığında içine “cam negatif” yerleştirilmiş ve önüne iğne ile delik açılmış karton kutu ile çekilen fotoğrafın bile milyarlık aletleri sollayabileceğini düşünüyor.
Fotoğrafı çeken kişi olarak, fotoğrafın sizde yarattığı etki ne oldu?
O ailenin çok dramatik bir yaşamı vardı. Kullandığım fotoğraf makinası 4-5 milyar değerinde. O insanlara o makinayı doğrulttuğumda makinanın fiyatından utandım diyebilirim. Çünkü onlar için hayal edilemeyecek bir parayı, ben hobim için kullanıyorum. Bunlar kolay ifade edilecek şeyler değil.
Fotoğrafı mensubu olduğu bir sosyal yardım derneğinin çalışmaları sırasında Mersin'de görüntüledi.
Tebrikler Erdal Bey
Cuma, Ağustos 11, 2006
Haftasonu Önerileri
Yine yeni bir haftasonunun kapısında; açılmasını bekliyoruz sabırsızlıkla.
Kapı açıldığında güzel bir hafta sonu geçirebilmeniz için naçizane bir kaç önerim olacak...
Her sene Ağustos ayında gökyüzünde şenlik olur. Bu seneki de cumartesi akşamı.
Göktaşı yağmurlarının en tanınanlarından biri Perseid göktaşı yağmuru, 12 Ağustos gecesi 22.30-23.30 saatleri arasında en yoğun noktaya ulaşacak. Dünya, 17 Temmuz - 24 Ağustos tarihleri arasında Güneş çevresinde 130 yılda bir tur atan Swift-Tuttle kuyrukluyıldızının yörüngesinde bıraktığı kalıntıların içinden geçiyor. Çıplak gözle de görülecek bu doğa olayını kaçırmayın derim. Yıldız kaydığında dilek tutun derler ya; çıplak ayakla toprağa basarak dilerseniz dileğiniz daha iyi tutarmış.
Küçük bir hatırlatma daha. Kent yaşamındaki parlak ışıklar yıldızların doğal ışıklarının görülmesini engeller. Bu yüzden göktaşı yağmurunu iyi seyredebilmek için olabildiğince karanlık bir yeri tercih edin.
Pazar sabahı yeşillikler içinde Boğaz'a karşı yüksek bir tepede kahvaltı hiç te fena olmaz gibi geliyor. Mihrabat Korusu.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden çıkar çıkmaz Anadolu Hisarı sapağından sahile inip dümdüz yol alırsanız Mihrabat karşınızda.
Sonbahara yaklaşırken sinema salonları çok cazip olmasa da; kafa dağıtmak için Göl Evi izlenebilir bence.
İyi tatiller
Kapı açıldığında güzel bir hafta sonu geçirebilmeniz için naçizane bir kaç önerim olacak...
Her sene Ağustos ayında gökyüzünde şenlik olur. Bu seneki de cumartesi akşamı.
Göktaşı yağmurlarının en tanınanlarından biri Perseid göktaşı yağmuru, 12 Ağustos gecesi 22.30-23.30 saatleri arasında en yoğun noktaya ulaşacak. Dünya, 17 Temmuz - 24 Ağustos tarihleri arasında Güneş çevresinde 130 yılda bir tur atan Swift-Tuttle kuyrukluyıldızının yörüngesinde bıraktığı kalıntıların içinden geçiyor. Çıplak gözle de görülecek bu doğa olayını kaçırmayın derim. Yıldız kaydığında dilek tutun derler ya; çıplak ayakla toprağa basarak dilerseniz dileğiniz daha iyi tutarmış.
Küçük bir hatırlatma daha. Kent yaşamındaki parlak ışıklar yıldızların doğal ışıklarının görülmesini engeller. Bu yüzden göktaşı yağmurunu iyi seyredebilmek için olabildiğince karanlık bir yeri tercih edin.
Pazar sabahı yeşillikler içinde Boğaz'a karşı yüksek bir tepede kahvaltı hiç te fena olmaz gibi geliyor. Mihrabat Korusu.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden çıkar çıkmaz Anadolu Hisarı sapağından sahile inip dümdüz yol alırsanız Mihrabat karşınızda.
Sonbahara yaklaşırken sinema salonları çok cazip olmasa da; kafa dağıtmak için Göl Evi izlenebilir bence.
İyi tatiller
Perşembe, Ağustos 10, 2006
YONCA
Son günlerde garip bir şekilde herkeste "YONCA" arayışı var. Bilmediğim bir şey mi var?
Sayfalarımı ziyaret edenleri incelediğimde sadece "yonca" diye yazarak arama motorlarından geldiğini görüyorum büyük çoğunluğun. Sonuçta herkes istediğini arar, ama bir yıllık trendi takip ettiğimde "YONCA" aramalarında son bir aydır ciddi bir artış olduğunu farkettim.
Son olay da bugün.
yonja.com'u hemen hemen herkes bilir. Ben de bir arkadaşımın davetiyle 1 yıl önce üye olmuştum. Ama o kadar. Ne girip baktım, ne de ilgilendim ondan sonra. Ama dün akşamdan beri yonja.com'dan mesajlar yağıyor bana.
İlginin nedenini halen anlayabilmiş değilim. 1 yıldır kimsenin dikkatini çekmeyen profilim ne oldu da; popüler oldu?
Doğrusu sitenin yapısını ve işleyişini bilmediğim için; mantıklı bir nedeni olsa da ben bilmiyorum cahilliğime verin.
Ama şu bir gerçek ki herkes "YONCA" arıyor bugünlerde :)))))
Sayfalarımı ziyaret edenleri incelediğimde sadece "yonca" diye yazarak arama motorlarından geldiğini görüyorum büyük çoğunluğun. Sonuçta herkes istediğini arar, ama bir yıllık trendi takip ettiğimde "YONCA" aramalarında son bir aydır ciddi bir artış olduğunu farkettim.
Son olay da bugün.
yonja.com'u hemen hemen herkes bilir. Ben de bir arkadaşımın davetiyle 1 yıl önce üye olmuştum. Ama o kadar. Ne girip baktım, ne de ilgilendim ondan sonra. Ama dün akşamdan beri yonja.com'dan mesajlar yağıyor bana.
İlginin nedenini halen anlayabilmiş değilim. 1 yıldır kimsenin dikkatini çekmeyen profilim ne oldu da; popüler oldu?
Doğrusu sitenin yapısını ve işleyişini bilmediğim için; mantıklı bir nedeni olsa da ben bilmiyorum cahilliğime verin.
Ama şu bir gerçek ki herkes "YONCA" arıyor bugünlerde :)))))
Sultan Kayıkları
"Suda"yı yazınca Sultan Kayıkları geldi aklıma. Ve bir keresinde yapmayı çok istediğim, planladığım ama gerçekleştiremediğim hoş bir gezi.
19:30'da Dolmabahçe'den bindiğiniz Sultan Kayıkları'nın kırmızı kadife ve ipeklerle kaplı, altın varaklı koltuklarına kurulup batan güneşe doğru yol alırken; 1 saat için binbirgece masalınızın kahramanı olmaya hazırlayın kendinizi.
Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Boğaz Köprüsü, Feriye Köşkü, Esma Sultan Yalısı, Beylerbeyi Sarayı, Topkapı Sarayı,Selimiye Kışlası, Kız Kulesi, Salacak, Çamlıca dört bir yanınızda fasıl eşliğinde yol aldıktan sonra bu masalı sürderecek bir restoranın rıhtımında karaya çıkmak lazım.
Çırağan Sarayı, Kız Kulesi, Laila, Reina, Feriye, Beylerbeyi İskelesi ve Anadolu Hisarı İskelesi'ne yanaşabiliyor kayıklar. Benim planımdaki yer Feriye Lokantasıy'dı ama Kız Kulesi de olabilir.
Eylül sona ermeden, havalar serinlemeden yaşamalı bu masalı
Ve yazın kendi masalınızı... Gökten üç elmanın düştüğü...
Sultan Kayıkları
Çarşamba, Ağustos 09, 2006
Suda
Bütün iplerini suya bıraktım
Rüzgar yok havada
Suda akıntı
Kürekleri de, kürekçisi de...
Öylece duruyor durduğu yerde
Biri ipleri toplayana
Güneş yeniden doğana
Tatlı bir rüzgar çıkana dek...
Rüzgar yok havada
Suda akıntı
Kürekleri de, kürekçisi de...
Öylece duruyor durduğu yerde
Biri ipleri toplayana
Güneş yeniden doğana
Tatlı bir rüzgar çıkana dek...
Salı, Ağustos 08, 2006
Aşk
Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz.
Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
"Ölmek var, dönmek yok"tur.
***
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
Sürünür gidersiniz.
Tamamını okumak için Can Dündar'ın sitesine >>
Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
"Ölmek var, dönmek yok"tur.
***
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
Sürünür gidersiniz.
Tamamını okumak için Can Dündar'ın sitesine >>
Pazartesi, Ağustos 07, 2006
Geleneksel Candan Erçetin Konseri
Geleneksel Candan Erçetin konserimizin bu seneki ayağı yine Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda ama son konser gecesinde gerçekleşti.
Her zamanki gibi güzel, duygusal, eğlenceliydi. Ancak bu sefer benim dikkatimi orkestradaki nefesli sazlar grubu çekti. Erkut Gökgöz ve Göksun Çavdar. Şarkılarda onların da kıvırması -özellikle Erkut- , birbirlerine kaş göz işaretleri yapmaları çok hoşuma gitti.
Açıkhava'daki her Candan Erçetin konserinin ben de bir duygusu vardır. Ve her konserde daha öncekilerde hissettiklerimi, o zamanki duygularımı tekrar yaşarım. Her geçen sene daha çok şey biriktiğinden, bi de zamanlama olarak kayıp bir döneme denk gelmişse daha bir ağır geçiyor. Her konser sonrasında kaçınılmaz bir başağrısı ve karmakarışık hislerle ben başbaşa kalıyorum. Sarhoş gecenin ertesindeki başağrısı gibi...
Bu konserler beni sarhoş ediyor.
Her zamanki gibi güzel, duygusal, eğlenceliydi. Ancak bu sefer benim dikkatimi orkestradaki nefesli sazlar grubu çekti. Erkut Gökgöz ve Göksun Çavdar. Şarkılarda onların da kıvırması -özellikle Erkut- , birbirlerine kaş göz işaretleri yapmaları çok hoşuma gitti.
Açıkhava'daki her Candan Erçetin konserinin ben de bir duygusu vardır. Ve her konserde daha öncekilerde hissettiklerimi, o zamanki duygularımı tekrar yaşarım. Her geçen sene daha çok şey biriktiğinden, bi de zamanlama olarak kayıp bir döneme denk gelmişse daha bir ağır geçiyor. Her konser sonrasında kaçınılmaz bir başağrısı ve karmakarışık hislerle ben başbaşa kalıyorum. Sarhoş gecenin ertesindeki başağrısı gibi...
Bu konserler beni sarhoş ediyor.
Eyyam-ı Bahür
"Ağustos'un 1'inden 8'ine kadar geçen 8 güne, "Eyyam-ı Bahür" derler. Yani yılın en sıcak günleri. Bu günlerde sağlığın bozulmamasına dikkat edilir. Eyyam-ı Bahür içinde, şarapların sirkeleştiği, hayvanların kuvvetten düştüğü görülmüştür."
Saatli Maarif takvimlerini severim, bir de Ülkü takvimini. Ülkü'yü renkli ve içinde karikatürler olduğu için daha eğlenceli bulurum. Çocukluğumda dedem her sabah o günün yaprağını koparıp büyük bir ciddiyetle tüm detaylarını okurdu. "Kasım 150 yaz belli" sözü de ondan aklımda kalandır. Bir de henüz gelmemiş günlerin arkasını okumak için sayfaları kaldırmamız; takvim yapraklarını şişirir ve bu durum dedemin hiç hoşuna gitmezdi.
Nasıl olur da bir takvim bu kadar çok şeyi bilebilir?
Ben sayfaları günü gününe takip edemediğim için arada bir oturup topluca okurum. İşte 1 Ağustos tarihli yaprakta yazanlar bu hafta sonu yaşadığımız sıcakları açıklıyor.
Saatli Maarif takvimlerini severim, bir de Ülkü takvimini. Ülkü'yü renkli ve içinde karikatürler olduğu için daha eğlenceli bulurum. Çocukluğumda dedem her sabah o günün yaprağını koparıp büyük bir ciddiyetle tüm detaylarını okurdu. "Kasım 150 yaz belli" sözü de ondan aklımda kalandır. Bir de henüz gelmemiş günlerin arkasını okumak için sayfaları kaldırmamız; takvim yapraklarını şişirir ve bu durum dedemin hiç hoşuna gitmezdi.
Nasıl olur da bir takvim bu kadar çok şeyi bilebilir?
Ben sayfaları günü gününe takip edemediğim için arada bir oturup topluca okurum. İşte 1 Ağustos tarihli yaprakta yazanlar bu hafta sonu yaşadığımız sıcakları açıklıyor.
Cuma, Ağustos 04, 2006
Yardım mı? Bi daha düşünüyim
İnternette dolaşan maillerden gelen düşündürücü bir hikaye vardı. Çölde aç susuz sürünen bedeviye yardım elini uzatan atlının iyiliğine karşılık bedevi; adamın atını alarak dört nala uzaklaşmaya başlar. Arkasında bağırmaya başlayan yardımsever adam; "tamam git ama olanları kimseye anlatma" demiş. Şaşıran bedevi nedenini sorduğunda.
"Bir daha hiç kimse çölde durup kendisinden yardım isteyene yardım etmez de onun için" demiş.
Tüm Türkiye Çanakkale'de kaçırıldığı söylenen çocuğu aramak için seferber oldu, devlet özel ekip kurdu, baskınlar düzenledi. Maddi manevi çabalar harcandı. Ama sonunda herkes gördü ki; koca bir yalanın oyuncuları olmuş, aldatılmış.
Şimdi soruyorum, bi daha kim kime inanır da kaybını bulmak için yardım eder?
"Bir daha hiç kimse çölde durup kendisinden yardım isteyene yardım etmez de onun için" demiş.
Tüm Türkiye Çanakkale'de kaçırıldığı söylenen çocuğu aramak için seferber oldu, devlet özel ekip kurdu, baskınlar düzenledi. Maddi manevi çabalar harcandı. Ama sonunda herkes gördü ki; koca bir yalanın oyuncuları olmuş, aldatılmış.
Şimdi soruyorum, bi daha kim kime inanır da kaybını bulmak için yardım eder?
Perşembe, Ağustos 03, 2006
Vazodaki Çiçekler
Bir kaç gün önce ne kadar da güzel kokuyorlardı; baştan çıkarıcı bir şekilde ruhuna işleyen taptaze. Boyunları eğilip, renkleri solmaya başladığında vazonun içinden kötü bir koku gelmeye başlıyor. Çöp kovasına ilerlerken olabildiğince kendinden uzakta tutuyorsun, bir zamanlar güzel olanı.
Hayattaki her şey gibi...
Çiçek, dolaptaki peynir, insan, ilişkiler