Çarşamba, Nisan 30, 2014

Sihirli Çanta

Strong like a man, loyal like a dog, eco-friendly, reusable, chemical-free,
long-lasting, water-resistant, washable. And extremely good looking.

Güçlü bir adam gibi, sadık bir köpek gibi, çevre dostu, yeniden kullanılabilir, kimyasal madde içermeyen,
uzun süre kalıcı, suya dayanıklı, yıkanabilir. Ve son derece iyi görünüyor.

Şimdi kimin neyin tarifi bu???


Aslında basit, minik bir çanta..
.


El çantanızda cebinizde fazlalık etmeden her an yanınızda taşıyabileceğiniz, bi torbaya ihtiyaç duyduğunuzda kurtarıcınız olan üstelik de son derece güzel desenlere sahip çevre dostu bi minik kendisi...

http://www.loqistore.com/ orjinal kaynağı burası


ama ben Türkiye'de www.bonvagon.com'dan alıyorum.


Plastik poşet kullanımının azaltılması için başlatılan kampanyalar ve yasaklara destek vermek için bence herkesin çantasında bi tane olmalı.


Bizim evin tüm kadınlarının çantasında olduğu gibi ;)

Pazartesi, Nisan 28, 2014

Halı Çimler Sarı Çiçekler

yağmuru kim döküyor
ünzile kac koyun ediyor?

diyen Aysel Gurel'in sozleri Askin Nur Yengi sesiyle kulagimda

tem'de deli gibi yagmur yagiyor...

yol kenarlarindaki duzgun cimenler ve uzerine ciceklerden yapilan tablolar geliyor gozume...

goz oksuyor bir an...

sonra bakimsiz diz boyu otlarin oldugu yerlerde kendi halinde buyuyen sari cicekler degiyor gozume...

onlar gercek, sahici...

baharin geldigini, yagmurun yagdigini, gunesin actigini onlarla anliyorum...

artik o kadar az kaldilar ki bu sehirde...

yesili, ucsuz bucaksiz tarlalari seyretmek icin her haftasonu avrupa'da yapilan bisiklet yarislarini seyrediyorum...

duzgun koy yollari, planli yapilmis koy evleri sari cicekler acmis yemyesil tarlalari...

yok mu turkiye'de???

rize'de yesil var ama duzluk degil...

elbette vardir bir yerler ama nerde ve nasil???


Perşembe, Nisan 24, 2014

Minik Kedi Yuva Arıyor...


Ce eeeeee

İki gün önce akşam üzeri...

Minik bedeninin aksine 5. katın penceresine sesini duyurarak hayata tutunan bi yavru o

Bir saksıda tek başına,

Muhtemelen içsin diye yanına bırakılan süt tabağının içine düşerek kirlenmiş, ıslanmış, korkmuş ve annesiz

Bi çare...

Titrek ayakları üzerinde zar zor yürüyen bu miniği ancak bebek mamasıyla besleyebileceğimizi, çişini yapabilmesi için ıslak pamuklu poposunun silinmesi gerektiğini -annesi onu yalıyormuş hissi yaratmak için- yoksa kendi başlarına yapamayacaklarını bi çırpıda öğreniverdik.

Süt anne bulma çabalarımız, ilgisiz süt anne ve süt annenin çocuklarının miniği patileriyle saf dışı etme çabaları sonrasında sonuçsuz kaldı :((

Kendisini toparlayana biraz daha güçlenene kadar elimizden geldiğince bakmaya çalışacağız ama uzun vadede bizimle yaşaması mümkün olmayan bu miniğe sevgi verecek bir yuva arıyoruz.

Yattığı kutuya üşümesin diye koyduğumuz beze sarılmış sıcak su şişesine anne diye sarılarak emecek bir meme bulmaya çalışması yürek parçalıyor :((

Götürdüğümüz veteriner 1 aylıkdan biraz daha büyük olduğunu ve süt dışında püre tarzı mamalarla da beslenebileceğini söyledi. Sağlığı yerinde olan, iki günlük bakımla biraz daha toparlayan miniğe yuva olmak isterseniz instagram, twitter ve blog üzerinden benimle irtibata geçebilirsiniz.

Salı, Nisan 22, 2014

Kelimelerim, Cumlelerim

yazmak aslinda dunyadaki en guzel sey...

o bilinmeyen gizemli beynin, ruhun bir olup; bi el vasitasiyla fiziksel dunyaya akabildigi bi sey...

tabi ozgurse, kisitlari yasaklari yoksa...

gerci olsa bile ne farkeder ki, bi sure sonra durup dusunup kurdugun cumleler ozgurlugunu ilan edip yazana sormadan dusuyor kagida -artik cogu zaman ekrana-

ruh sagligi uzmanlari, parapiskolojik uzmanlar, melek terapistleri, kuantum uzmanlari hepsi ama hepsi yazmalarini istiyor peslerine takilanlardan...

istediginizi yazin, gordugunuz ruyayi yazin, ofkenizi yazin, hayalinizi yazin....

yazinda neyi yazarsaniz yazin...

ben simdi neden yaziyorum bunu???

cunku yazmayi ne kadar ozledigimi, eski blog yazilarimin arasinda bi seyler ararken gelisi guzel bi kac yaziyi okuyunca anladim...

sevgiliyi ozler gibi, kaleme sarilip kagida dokulmeyi; gozlerim dolarak ozledigimi anladim...

Asikmisim aslinda ben yazmaya...

Ama o da pesime dusmek yerine, sessizce yoklugunun farkedilmesini bekleyen alingan bi sevgiliymis...

anladim...

Sevgiliye aglamisligim vardir da bi gun icimde yazilmayi bekleyen kelimelere aglayacagim gelmezdi aklima...

Salı, Nisan 08, 2014

P Harfi

Bugünlerde hayatımda P'lerin yeri bir ayrı...

İlk P- Pilates

İkinci P- Pinterest

Pinterest, yıllarca instagram tarzı bir şey olduğunu düşündüğüm, tanıyınca yıllardır aradığım şey olduğunu anladığım harika bir uygulama.

Henüz internet hayatımıza girmemişken; yemek tarifleri, faydalı bilgiler, beğendiğimiz bi elbise yada saç modeli, evde yapılacak pratik egzersizler, ilginç şeyler, bigün işime yarar diyerekten dergi ve gazetelerden kestiğimiz küpürler, koparttığımız sayfaları saklardık.

İşte pinterest tam da bu ;))

Beğendiğiniz resim ve videoları pinleyip kendi oluşturduğunuz panoya kaydediyorsunuz. Lazım oldukça da açıp bakıyorsunuz. Yani gazeteden kestiğiniz küpürleri mantar panoya asıyorsunuz.

Pinterest hakkında biraz daha detay isterseniz >>buraya>>

Gelelim ikinci P'mize

Pilates...

Ama reformer aletli pilates...

Pilatese başlamak için doğru adım doğru teknik bence...

Daha önce gittiğim spor salonunda da pilates derslerine katılmıştım ama çok tatmin edici gelmediği gibi egzersiz sonrası ağrılar fenaydı.

Anladım ki ben bir şeyleri yanlış yapıyorum. Son zamanlarda artan sırt ve boyun ağrılarım, daha önce yapabildiğim hareketleri artık daha kısıtlı olarak yapabildiğimi farketmek benim için bir uyanış oldu. Amacım incelmek değil esneklik kazanmaktı. Hatta abartıp bacaklarını ortadan ikiye ayırarak oturabilmek ;)) -tamam bu biraz abartı gelebilir ama 1-2 yıl sonunda bence mümkün-

Aletli pilates olduğu için mutlaka hoca eşliğinde yapılması gerekiyor, hem makinelerin doğru kullanımı hem de vücudunuzu hareket sırasında doğru şekilde tutmanız yönünde sürekli müdahale ediyorlar.

Karnı sık, omuzları serbest bırak, bilekleri bükme, nefes ver, nefes al, kalçayı düşürme...

Bunları yapmaya çalışırken hareketi  kaçıncıya yaptığını da saymak gerekiyor...

Bi de hareketi yaparken böyle çalışmaya alışkın olmayan vücudunun beynine yolladığı sinyaller, kesinlikle bu iş hocasız olmaz dedirtiyor.

Hayatımda ilk kez yaptığım bir spora konsantre olup dünyayı unuttum, spor sonrasıysa inanılmaz keyifli ve enerjik olmak hiç beklediğim bir sonuç değildi. Üstelik yeme alışkanlıklarımda hiç  bir değişiklik yapmadan herkesin beni daha zayıf ve fit bulması, olsa olsa daha sıkı kasların sonucu olabilirdi.

Evet aletli pilates bire bir ders şeklinde olduğu için maliyet konusu en büyük handikapı ama tüm hareketleri aletlerde yapmadığınız, mat de olduğu için; 20-30 ders sonra bi kaç küçük aletle evde kendi egzersiz rutininizi oluşturabilirsiniz. Çünkü nefesinizi, vücudunuzu nasıl kullanmanız gerektiğini artık öğrenmiş ve hareketleri mükemmele yakın yapıyor duruma gelmiş oluyorsunuz.

İş çıkışı günün stresi ve yorgunluğunu bırakmak için tercih ettiğim stüdyo Akın Saatçi'nin - namı diğer Survivor Akın ;)- Levent'teki Masc Pilates oldu.




Özür

Evet hayatımın en sallama yazısını yazdım :(((

bana yakışmıyor biliyorum...

Ama onu mükemmel hale getirmek güzel notlarla birleştirip yayınlamak, Kasım'dan bugüne tam 5 aydır taslaklarda beklemesine neden oldu.

Hayalimdeki hale getirmeyi beklesem belki bir 5 ay daha belki de bir ömür taslaklarda kalmasına neden olabilecekti...

O yüzden bu sefer mükemmeli zorlamak yerine olduğu gibi bıraktım...

Bazen mükemmeli kovalarken hayatı kaçırıyoruz,

Halbuki her şey dakikalar içinde tüketilip atılıyor hayatımızdan...

Her ne kadar yazı kalıcı da olsa; kelimelerin havada uçuştuğu mesajların, tweetlerin, haberlerin bazen havada çarpışıp hedefine ulaşamadan yok olup gittiği bir dönemde yaşıyoruz...

Şartları zorlamak yerine biraz daha serbest bırakmalıyım kendimi diyerekten affınıza sığınıyorum Fener-Balat Sokaklarında...

Pazartesi, Nisan 07, 2014

Fener-Balat Sokaklarında

Çocukluğunu evinin karşısındaki kırmızı tuğladan görkemli bir şatoya bakarak geçiren bir insanın en büyük hayali, bir gün o şatonun içine girebilmektir...

Halen o duvarların içine girebilmiş olmasam da en azından bahçesine adım atma şansını bulmak da kayda değer bir hatıra...

Hayalini kurduğunuz uzaktan bütününü gördüğünüz o muhteşem yapının bahçesinde olmak ona uzaktan baktığınızdaki hazzı vermiyor...

Vermiyormuş...

Tıpkı Leyla ile Mecnun kavuşsaydı, aşkları destan olmazdı gibi...

Kırmızı Kilise olarak bilinen aslında Fener Rum Lisesi olan görkemli yapıyı da kapsayan, profesyonel turist rehberi arkadaşlarımla ;-) sevgili Sezai Gülşen hocamızla Fener Balat turu yaptık Kasım ayının bir pazar günü...

Profesyonellerle olunca gezi açılmayan kapılar, girilmeyen yerler açılınca size heyecanlanmamak mümkün değil...

Ama bu yerlerde resim çekilmediği için paylaşamıyorum sizinle...

Mesela Kadir Has Müzesi...

Bi zamanların Tekel Fabrikası...

İyi ki Has ailesi'nde...

İyi ki bu şehre kazandırılmış...

Öyle bir yeraltı hazinesinin üzerine kurulmuş ki, altında bambaşka bir dünya var...

Oralarda dolaşmak, yolun sonunda başka bir sokağa yeniden gün ışığına çıkmak ne hissettirebilir ki başka insana...


http://www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr/kentsel-anit/detay/envanter_id/60843
http://www.angelobucarelli.com/immagini/saveTheDate/kucuk/Ku%C3%A7ukMustafaPasaHamam_TR.pdf


Yukarıda Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi'nin giriş kapısını ve girişte gemi şeklinde avizesini görüyorsunuz.


İncebel sokaklarında ahşap evler...


Fener Rum Patrikhanesi'nin kilise bölümünün mütevazi binası...


iki sokağın köşesinde yer alan binanın detayı ve üzerindne geçen kablolar...


Şimdilerde Siirt'li bir ailenin yaşadığı dönemin iddialı evlerinden...


Kanlı Kilise lakabıyla anılan Moğolların Meryem'i kilisesinin altındaki ayazmaya inemesek de küçük bir delikten çektiğimiz gizemli fotomuz


Kırmızı Kilise yazmama gerek bile yok...



Azizlerin kemiklerinin olduğu cam bir sandık...





İstanbul'un fethinde Fatih'in Patrikliğe verdi fermanı gösteren bir mozaik, Patrikhane'nin yönetim binasının duvarını süslüyor...


Fener Rum Patrikhanesi'nin şatafatlı içi...








http://hagiabyzantion.blogspot.com/2011/11/panagia-vlaherna-ayazmas-kilisesi.html

İtiraf

Bu aralar kafası kuma gömülü bir devekuşu gibi hissediyorum kendimi...

Bile isteye soksam da kafamı o kuma, orda da çok mutlu değilim...

Nispeten olan biteni daha az duyduğum ve gördüğüm, kendi hayal dünyamda yaşadığım, olan bitene kayıtsız kaldığım için suçluluk da duymuyor değilim...

Ama ruh sağlığımı korumak için bu yolu tercih ediyorum...

İtirafımdır...