Perşembe, Eylül 22, 2011

Kanım Kaçmış


Demir vücudumuzdaki çok önemli minerallerden biridir. Vücudun kan üretebilmesi için yeterli miktarda demire ihtiyaç vardır. Demir, kanımızdaki hemoglobin denen maddede bulunur ki, kan vermek için gittiğinizde hemoglobininize bakıp kan verip veremeyeceğinizi söylerler. Vücuttaki demirin 2/3'ü hemoglobinde, %15'i ise dalak ve karaciğerde ferritin adıyla -depo demir- stoklanır. Ferritin stoklarınız azalmaya başladığında kemik iliğinde de kan üretilemez ve kansızlık sorunu ortaya çıkar.

Yorgunluk, halsizlik, başağrısı, kanla beyne yeterince oksijen taşınamadığından beyinsel fonksiyonlarda azalma, unutkanlık, baş dönmesi, çarpıntı, tırnaklarda kırılma, iş veriminde düşme, okul performansında azalma, konsantrasyon bozukluğu, hiçbir şey yapmama isteği, üşüme gibi belirtiler hayatınızda varlığını göstermeye başlar demir depolarınız boşalmaya başladığında...

Ancak bunlar o kadar sıradan ve günlük hayatımızda sürekli yaşadığımız şeyler ki, üzerinde durmayız bile.

Fakat biz kadınlar bu demir stokları konusunda erkeklere göre 1-0 yeniğiz. Her ay yaşanan adet kanamaları, yapılan diyetlerle yeterli kırmızı et tüketilmemesi, gebelik arada farkın açılmasına neden oluyor.

Haaa bir de benim gibi aman da kanım zor bulunur paylaşıyim faydalı oluyim insanlığa diye tıbbi süreler içinde (yılda 4 kez, 3 ayda bir) bile olsa sık sık kan vermek deponuzu bitirir.

Düşünün normali 60-100 birim, kabul edilebilir alt sınırı 30 birim olması gereken deponuzda 5 birim mal kalmışsa n'olur???

Hiç iyi olmaz :(((

Ekşi sözlüğe göre;

"5 - 6 mcg/l değerler verdiğinde kişiye, kendini çökmeye yüz tutmuş ahşap bina gibi hissettirir"


Tecrübeyle sabittir :)

Çarşamba, Eylül 21, 2011

Ateş ve Rüzgar

Daha dün dillendirdim söyledim birisine, yazmakta sıkıntı çekiyorum diye.

Oysa o andan itibaren deprem sonrası gelen tsunami gibi düşünceler hızla her yeri kaplamaya sayfaları boğmaya koşuyor.

Söylediğimin aksini ispatlamaya çalışırcasına aklıma gelip gelip giden, biriken her şey dışarı atasım var.

Haksız çıkarıcam ya kendimi...

Elimin altındaki en seri yazma aracı cep telefonum oldugu için mail taslaklarında başlanmış bitirilememiş kaç yazı var biliyor musun?

Tamamlamadan, sonu bağlanmamış cümlelerle oldukları durdukları halleriyle yayınlıycam onları da...

Neydi niyetim bu yazıya başlarken???

Kendi kendine kıvılcım çakıp duygu ormanını ateşe veren, sonra köşesine sinmiş oturan kötü niyetli kuruntu, evham, kendi kendine kurup kaldıran yangını büyütmek için hızlı hızlı üfleyip ateşi harlayan ve en sonunda içinde kendini yakan ama her seferinde küllerinden yeniden doğmayı başaran o garip duyguyu anlatmaktı.

O duygu öyle bir şey ki, cesaret hapı yutturulup ortalığa sürülen canlı bomba gibi hissettirir sana kendini.

Susup susup sindiğin, üstünü örttüğün, soramadığın, söyleyemediğin ne varsa sayıp döküp kal ya da git, sev ya da terket, başla ya da bit derdirtebilen.

Salı, Eylül 20, 2011

Kadınlar Stadı İşgal Etmiş


Bayıldım ben bu işe ;)))

Rüyalar

Geçenlerde Prof. Ümit Meriç'in konuk olduğu bi programa denk geldim. Ümit hanım başlı başına bi yazı konusu olabilecek bir insan seyrettiğim kadarıyla ama benim bahsetmek istediğim 33 yıldır rüyalarını yazıyor olması.

Son dönemde popülerleşen kuantum, melekler falan derken bu döngünün içine girenlerin rüya kartları rüyalarını düzenli olarak yazmaları da şahit olduğum şeyler.

Bazı rüyaların anlamlı olduklarını, iç dünyamızı yansıttıklarını, anlayabilene mesajları olduğunu kabul ediyorum, inanıyorum. Peygamberler, ermişler, evliyaların rüyalarının onlara yol gösterici olduğunu menkıbelerden, hikayelerden biliyoruz. Ancak rüyaların bize bir şeyler anlatması için ermiş, derviş olmaya gerek yok sadece kendi iç sesini dinleyebilmek, onun farkında olmak ve kendini ona bırakmak gerektiğini düşünüyorum.

Rüyaların sembolleri üzerine bilimsel araştırmalar yapan, onun deyimiyle aynı kollektif kültüre ait olduğumuz, ortak dili konuşup aynı tarifleri yaptığımız bu sebeple kendimi ona ve yazdıklarına çok yakın hissettiğim Carl.G. Jung bu alanda okunması gereken önemli eserlere sahip.

Ben de "kod adı Berber"in Jung'la aramızdaki ortak dili keşfettiğinde önerdiği "İnsanlar ve Sembolleri"ni okuyunca rüyaları daha iyi anlamaya ve gerçekten anlayana mesajlar taşıdığını gördüm. Tabi ki bir kitap okumakla "hah tamam, bu budur, bunu demek istiyo" denmiyo. Rüyalarınızı takip etmeniz, parçaları birleştirip mesajı sizin çözmeniz gerekiyor.

Bazen gördüğünüz rüyalar o kaaaadar uzun zaman sonra gerçekle aynı çizgide buluşuyor ki; karşınıza başka bir uyaranın çıkıp -bir nevi başınıza saksı düşmesi- sizi durdurup;

"Baaaak, gördün mü?"

demesi gerekiyor.

Geçenlerde benim karşıma çıkıp dedi de :)))

"Valla gördüm!!!"

Yalnız rüyalar özeldir, neydi, nasıldı, kimdi anlatılmaz. Ancak bir kaç gece önce öyle bir rüya gördüm ki bunun kişisel değil sosyal, toplumsal bir mesaj taşıdığını düşünüyorum.

İki yanı derin uçurum olan toprak bir yolda yokuş yukarı tırmanıyorum, ancak etraf o kadar puslu ve gri ki; yürüdüğüm yoldan etrafa baktığımda sadece fabrikalar, sanayi tesisleri var. Ve o grilikte muhtemelen onların eseri. O yokuşu tırmanmamın nedeni ise daha ironik...

Bugün bir yanı sanayi bir yanı İstanbul'un şirin sayfiye ilçesi olma özelliğini korumaya çalışan yerin sahiline inip ayaklarımı denize sokmak...

-burada uzun bir ara verip yutkunmak, düşünmek istiyorum sadece. Yazdıklarım bile o kadar ağır geldi ki bana, di'il yaşamak :(((-

Toprak yolun başına çıktığımda yine aynı grilik, yine fabrikalar...

Ne gökyüzü, ne deniz, ben nerden kıyıya inicem diye düşünürken;

Çooook derin olan uçurumun başında bekleyen deney tüpünü andıran uzun, dar ve yuvarlak bir asansöre binip aşağı inecek, bir kapıdan geçecek ve oradan denize ulaşabilecekmişim.

Gelecekte böyle bir dünyada yaşama ihtimalimizin çok yüksek olduğunu bilebilmek için rüyada görmeye gerek yok bunu elbette ama ben gördüm işte napiyim ;)))

Gökyüzü Yeri Karıştırıyor

Bir süredir ilgiyle takip ettiğim Dinçer Güner'in astroloji blogunda bugün yayınladığı Mars'ın Aslan burcuna girmesi hakkındaki yazısının daha ilk günden tutması korkuttu beni.

şöyle diyor;

- Aslan Merkezde olmayı simgeler; Mars’ın aslan burcunda ilerlemesi, Merkezde olan kişiler, Merkezde olan şehirler (Başkentler) ile ilgili stres, mücadele, gerginlik, patlama gibi gelişmelere işaret edebilir.

Peki bu sabah n'oldu?

Ankara'da şiddetli patlama



Yazının tamamına okumak isterseniz eğer;

http://solarlunarx.blogspot.com/2011/09/mars-11-kasma-kadar-aslan-burcunda.html

Pazartesi, Eylül 19, 2011

Boğaz Seyri










Resimlere bakın sadece...

Ne anlatsam ne yazsam içi boş kalacak gibi geliyor,

Keyif aldığım şeyleri sözlerle anlatmaya çalışmak yetersizlik duygusu yaratıyor bende...

Bu yüzden,

Baktığımı, gördüğümü, fotoğrafladığıma bakın...

Hissettikleriniz sizin olsun, benim yazdıklarım di'il...

Hayal Şatosu Ora'da


Disney'in masal şatosu Esenler Otogar yolunda ilerlerken karşınıza çıkarsa bugünlerde şaşırmayın...

Bayrampaşa'daki Bauhaus'un ön tarafındaki geniş araziye ORA adında bir yer yapıldı. Bir "yer" diyorum çünkü alışveriş merkezi desem di'il, otel desem di'il, fuar merkezi desem di'il, arena desem di'il, oyun parkı desem di'il.

Ama hepsi :)))

Açılışını sabırsızlıkla bekliyorum bu kadar çok şeyin bu kadar yakınımda olması çok hoş olucak gibi.



Hızla giden arabadan çektiğim resimden Paris Eurodisney'in tasarımcılarından Valerio Mazzali'nin yaptığı şato beni heyecanlandırıyor itiraf ediyim.

Disney On Ice Kahramanlar ve Prensesler gösterisi de Ora'nın ilk sınavı olacak.

Ora hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorsanız eğer

http://www.ora.com.tr/

Disney On Ice - Kahramanlar ve Prensesler'e gitmek istiyorsanız eğer

http://web03.biletix.com/etkinlik/MTDO1/ISTANBUL/tr

Cuma, Eylül 16, 2011

Eau De...

Parfume yada toilette...

Hangisi alınmalı, nerde ne zaman kullanmalı???

Kolay kolay parfüm değiştirmeyen,  zor bağlanan bir insan olarak geçenlerde tanıştığım Armani Code'la beraberim bi haftadır.



Benim ilk kullandığım eau de parfümüydü ancak verdiğim siparişi yurtdışından getiren ablam eau de toilette almış. -muhtemelen ben de alıyor olsaydım, farketmezdim-

Sıkıyorum parfümü bi süre sonra yok, koku yok; halbuki ilk sıktığım öyle miydi buram buram parfüm kokuyordu. İnceleyince şişeleri fark ortaya çıktı ;))

Ben de vesileyle toilette ve parfümü inceleyelim istedim :)))

Eau de toilette'in bire bir karşılığı tuvalet suyu demek. Zamanında tuvalet, temizlik adabını bilmeyen fransızların pis kokularını örtmek için  insanlığa yaptıkları bir hizmet olarak tarif edildiği gibi; şık gece elbiselerine de tuvalet denmesi sebebiyle bu elbiseye sıkılan koku gibi de düşünülebilir.

Eau de parfum ise, parfüm suyu. Parfümün sulandırılmış hali gibi bir şey oluyor bu durumda.

Teknik özelliklerine baktığımızdaysa;

Parfüm; kokunun en güçlü ve konsantre hali. Sürüldükten sonra 6 saat süreyle varlığını hissedersiniz. Esansın oranı %20 ila 50 arasında değişir. Esans oranı arttıkça kalıcılık artıp, fiyatı pahalanır. Kokunun en pahalı halidir.

Eau de parfüm; daha hafif kokulu ve makul fiyatlı olanıdır. 3-5 saat boyunca etkinliğini sürdürür. Alkollü suda %10-15 oranında parfüm içerir. Yani parfüm suyu...

Eau de toilette; eau de parfümün biraz daha sulandırılmış, daha uygun fiyatlısı olup etkisi 2-4 saat arasıdır. Alkollü suda parfüm oranı %3-8 arasıdır. Yani parfümünün suyunun suyu...

Eau de cologne; toilette biraz daha su katılmış, konsantresi en düşük üründür. Alkollü suda % 3 oranında parfüm içerir.  En fazla 2 saat etkisi sürer. Buna da suya parfüm damlatılmışdiyebiliriz...

Parfüm sürüldüğü zaman içinde bulunan su ve alkol vücut ısısıyla buharlaşır, dağılır ve uçar. Geriye kalan parfüm ise uzun saatler boyunca vücuttan etrafa yayılmaya devam eder. Buharlaşma hızı ve kokunun gücü parfümün nota sınıflandırılmasını kısmen belirler.

Her parfüm üst nota, orta nota , alt nota olarak adlandırılır.


1. ÜST NOTA : Parfüm sürüldükten hemen sonra hissedilen kokudur.

2. ORTA NOTA : Kalp nota olarak adlandırılır. Çok belirgin olmayan kokulardır.

3. ALT NOTA : Üst notanın tamamen ortadan kalkması ile ortaya çıkan kokunun asıl karakteristik kokusudur.

Parfüm kalıcı olması ve derin olması alt notasına bağlı.

Eau de parfüm biraz daha yoğun ve kalıcı bir kokuya sahip olduğu için gün içerisinde sıklıkla tekrarlamanıza gerek olmayan bir tür ama aynı zamanda yaz aylarında aşırı sıcaklarda günün ilerleyen saatlerinde tazeliğini kaybedebileceğinden sıcak yaz günlerinde eau de toilette kullanmak ve tazelemek iyi bir fikir gibi.

Benim notalarıma gelince;

Biri...
Üst notaları:Şakayık,ananas,pembe biber,çin tarçını,şeftali,yasemin,mango.


Orta notaları:Şakayık,misk,beyaz çay,nar,çam cinsi,yasemin,gül.

Son notaları:Maun ahşap,sandal ağacı,tonka fasulyesi,misk,tütün.
 
Diğeri...
 
Üst notalarda portakal, zencefil, armut şerbeti, arap yasemini;
 
Orta notalarda portakal çiçeği, yabani yasemin, lavanta, bal;
 
Son notalarda ise değerli ağaç karışımı ve vanilya

FNO Notları

İlk FNO deneyimim olduğu için önceki yıllarla ne yazık ki kıyaslama imkanım yok. Ancak daha önce okuduklarımdan ve edindiğim izlenimlerden geçen yıllara göre daha sönük -ciro bakımından- geçmiş olabileceğini düşünüyorum.

Nişantaşı'nda parti havası City's, Abdi İpekçi ve Atiye Sokak'ta hissedebiliyordu. O da, alışveriş yapanlardan değil elinde tepsi içki ve aperatif servisi yapan mankenlerden dolayıydı.

Mağazaların içi olabildiğince sakin sokaklar ve koridorlar şenlikliydi.

Nine West'te kasa görevlisinin telefon eden patronuna verdiği rapor durumu gayet iyi anlatıyordu aslında. "indirimdekilerde satış güzel ama yeni sezondan bi şey yok"

Eee tabi yeni sezondan ikinci ürünü alırsan %30 indirim var, ne anladım ben o işten???

Biz artık kuponla yaşayan bir millet olarak kesmez bizi bu indirimler, keeeesmeeez :)))

En özel parti Louis Vitton'daydı. Listede adın yoksa kapının önünden bile geçemiyodun. Tiffany'nin önündeki sokak partisi halka daha yakındı.

Civardaki kafelerde ayakta beklemek için bile yer yoktu.

Foto muhabirler, kameramanlar eller tetikte

Her şeyi bi tarafa bırak, etrafta dolaşan iddialı -iddialı hafif kalıyo ama- giyim ve makyajlı insanları seyretmek bile çok eğlenceliydi.

FNO'da ne giydim köşesinde fotoğraf çektirmek de FNO hatırası olarak yerini aldı. Brandroom'un önündeki genç kız grubu sayemde farkettikleri standda şekilen şekilde girdi.

Böyle bir günde o trafikte arabayla o yola girmeye cesaret edenleri takdir ettim...

Gecenin  sponsorlarından World'un yürüyen lambaları geceye ışık saçtı

Unicef'in yıldızları da Nişantaşı'na serpiştirilmiş, geceye farklı bir renk kattılar

Temizlik işçilerini de unutmamak lazım. Gece boyunca ellerinde süpürge sürekli karşımıza çıkıp durdular.

Cumartesi, Eylül 10, 2011

Ajda'yla Buluşma...

İçerdekileri bir bir dışarı çıkartmalı ki, yenilerine yer açılsın di mi ;))

Uykusuz her gece, yorgun ölesiye

Unuturmuyum seni yorulsam her gece
Masada boş bardaklar
Kirlenmiş tabaklar
Çoğalıyor önümde bitmesin sabaha kadar
Yakmıyor elimi artık bu kaynar sular
Yoruldukça kaybolur acılar,


Olmaz artık kapı açık

Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık
Bir zamanlar sen de bana acımadın
Yalnız kaldım yıkılmadım ayaktayım

Saç fırçasını mikrofon yaptığım, büyüyünce şarkıcı olucam hayalleri dönemime denk gelir.
 
Çocukken böylesine hayranken ona, ilk konserine 34 yaşında gitmem...
 
Ona da planlayıp falan di'il, öle bi anda konsere çok az bi zaman kala gitsek mi, gelsen mi, yer var mı, aldık mı biletleri derken, fikrin kimden ve nerden çıktığı belli olmadan Kuruçeşme Arena'da bulduk kendimizi.
 
İyi ki de bulduk :))))
 
Gerçi cenazeye gidecekmiş gibi kıyafeti ilk buluşmamızda hayal kırıklığı yarattı inkar edemem ;))
 
Ajda'yı Kuruçeşme'de izlemek için hala fırsat var. Üstelik bugün Grupon'da ayakta biletleri %50 indirimle 50 liradan satışta. Henüz 73 kişi almış biletleri.
 
Konser 1 Ekim'de ama Grupon'dan alınan biletler için küçük bi uyarı yapıyim. Aldığınız indirim kuponlarını bilete sadece konser alanında motorların yanaştığı arka taraftaki standda bilete çevirebiliyorsunuz ve izdiham vardı o gece orda.
 

Biz kuponcu di'il tribüncüydük :))


Bi de ateşböcekleri oluyo konserlerde :))

Merak ediyorum o konser sırasında çekilen fotoğraflar videolar sonra n'oluyo???
 
Ben çektiklerimi yayınlıyorum o da en fazla bi iki tane, ama bütün gece eli kayıt düğmesinde olanlar konseri o küçük ekrandan takip edeceklerse niye o kadar para verip geliyolar anlamıyorum
 
:))))

Cuma, Eylül 09, 2011

Kitap - Serenad



Zülfü Livaneli'nin yazdığı Serenad'ı bitirdim başka bir kitaba başladım bile...

Bazen takılıp ilerleyemediğim kitapların aksine bi gece yarısı başlayıp, hevesle kısa zamanda sonunu buldum. Düşünüyorum da en son okuduğum Livaneli kitabı sanırım Yer Demir Gök Bakır'dı. Ki o zaman lise yıllarımdaydım diye hatırlıyorum.

Uzun bi aradan sonra keyifli bir buluşma oldu benim için.

Konusu, hikayesi hakkında pek bi şey söylemiycem ama dikkatimi çeken bi detayı paylaşmak istiyorum. Kahramanın kullandığı ilaçların adını açık açık yazması uyku ilacı aldım yerine yada kargodan aradılar yerine Yurtiçi Kargo'dan aradılar...

Günümüz ekonomisi mi bizi böyle yaptı kitapta bile sanal reklam izi arıyoruz yoksa bu kitap diğerlerinden farklı mı bilemedim???

Perşembe, Eylül 08, 2011

Ne Var?

Alışamadım bloggerın yeni ara yüzüne, halbuki değişiklik çok seven biri olarak denemeler yapmam, keşfetmem lazımdı. Ama bu sefer hızımı alamayıp tembelliğimi de -alışamadım yeni sayfalara, ondan yazamıyorum- bahanesine sarıp vericem :)))

Tembellik mi?

Hayır di'il. Kafamdakileri toplayamamak...

Neler var bu kafanın içinde???

Okuduyup bitirdiğim yeni okumaya başladığım kitaplar, onlardan söyleyeceklerim var.

Kuruçeşme Arena'da gidilen ilk Ajda konseri var.

Güzel hediye fikirleri, hediyelikler var.

Pisi büyüyo, maskara oldu daha çok oyun istiyo; yavru kedileri sevebiliyorum ama büyükleri görünce hala kaçıyorum. O var.

Krizin patlattığı tükenmişlik sendromu var.

Ramazan, bayram, tatil, pms derken bütün kabloları birbirine karışan bio-sistem var.

Şimdi çıkmam lazım, programım var :))

Pazar, Eylül 04, 2011

Derz temizliği

Seramiklerin arasındaki derzlerin zamanla kirlenmesi ve koyu bir renge dönüşmesi; bu kirlenmeyi temizleyeceğini iddia eden bilumum deterjanla yapılan sayısız denemeler şimdiye kadar hiç mutlu sona ulaşamamıştı benim evimde.

Cillit Bang'i fıışt diye beze sıkıp, fııırt diye silince hiçte reklamdaki gibi olmuyor işte. Derz kalemleri ise kirin üstünü boyayla kapatmaktan başka bir şey olmadığı için hiç bir zaman sıcak bakmadım.

Bayram öncesi Migros alışverişim sırasında bilinmedik, reklamı olmayan Nazar diye bi derz temizleyicisi aldım. Bi heyecan denedim, sonuç muhteşem :)))

Döktükten bi kaç saniye sonra süngerle şöle bi üstünden geçince bütün kirleri önüne katıp götürüyo.

Evindeki derzlerle anlaşamayanlara şiddetle tavsiye ederim ;)))



Yine Pisi

Var var, bende bayağı bi ilerleme var :)))

Tahmin edin bakalım, fotoğraftaki kedi seven el kimin???



Cumartesi, Eylül 03, 2011

Pisi

 O henüz çoook küçük...
Hayatımda ilk kez bi kediyi başkası tutmadan sevdim. Ama o bi bebek ve oynamaya çok istekli elime ayağıma atladıkça ben kaçıyorum.

Perşembe, Eylül 01, 2011

Geldi Bahar Ayları

gevşer gönül yayları :))

İlkbahar gelirken söylenirmiş gibi geliyor bu sözler; ama bu da bahar sonbahar...

Benim için gevşeme değil bi titreme, arama, tarama, eşeleme, keşfetme, bulma, yok o olmaz başka bi'şey bulmalı zamanıdır bu günler.

Bir kaç istisnai yıl dışında ;)

Şimdi çoook çalışmam lazım çooook...

İçime siner, bulduğumla yaptığımla alnımın akıyla çıkarsam bu dönemden söylerim.

Yoksa hiç sesimi çıkarmadan unutur, unuttururum bu yazıyı da...

Yazı???

Ne yazısı???

Kim yazmış???

Kime yazmış???

Geceyarısı notları

1 Eylül, saat 01:13

hiç yazmayı düşünmezken, okuduğum son sayfaya ayracı koyup kapatırken; okurken aklıma gelen daha sonra bunları yazmalıyım diye düşündüğüm şeylerin üzerinden bir kez uyku silindirini geçirdikten sonra bir daha ayağa kaldıramayacağımı bildiğimden açıp bilgisayarımı yazmaya başladım.

gece oturmayı sevmeyen birisi olarak bir kitaba en başlanmıycak saatte geceyarısını geçtikten sonra başlamak bütün düzenini bozduruyor insana.

106. sayfada verdiği ilk aradan sonra yatıp uyumak yerine tuşlara basmaya başlıyor.

Okuduğum kitabı beğendiğim zaman yazarcılık oynamak istiyorum, detaylı anlatımlarla yazdıklarımı zenginleştirmek ruhumu tatmin etmek istiyorum. Ama her seferinde  renkli ayraçlarla işaretlediğim yerleri, kitap bitince topluca üzerinden geçerim dediklerim bir günden diğerine geçemiyor.

Ama bu kez öyle olmasına izin vermiyorum, tatiller de bunun için di'il midir zaten; yapamadıklarını yapabilme özgürlüğü....

Diken dikenim son bi kaç gündür...

Ama dikenlerim kimsenin farkedemeyeceği kadar içerde; söylediklerim, yaptıklarım, yapmadıklarım, tahammülsüzlüklerim, takılıp kaldıklarım sadece benim farkında olduğum ve beni huzursuz eden...

Hayatta denk gelen benzer acıların bir ailenin kaderine nasıl yazıldığını ve peşini bırakmadığını pekiştirdi beynimizdeki inanç kayıtlarını tutmakla sorumlu bölgesi...

yıllar önce genç yaşta kocasını kaybeden bir kadının 3 çocuğuyla yalnız kalması, yıllar sonra o üç çocuktan en büyüğünün babasının öldüğü yaşlarda ölmesi ve geride yine 3 çocuk bırakması;

yine başka bir kadının yıllar önce kocasını genç yaşta kaybetmesi, çocuklarıyla yaşama tutunması ardından o kadının kızlarından birinin kocasını geçenlerde aniden kaybetmesi. Yıllar önce annesinin yaşadıklarını yaşaması aynı kaderi sürdürmesi.

Kuantum, metafizik, tetafizik hepsi bu yazgılardan kendine bir pay çıkarır şüphesiz ama tüm bunlardan bağımsız garip geliyor bana bu tesadüf.

peki  nereye bağlanacak bu yazının sonu, konusu???

hiç bi yere, yazılan parçalar bile birbirinden bağımsız. benim dikenlerimle benzer acıları yaşayan ailelerinin hiç mi hiç alakası yok.

oturup kitabıma kaldığım yerden devam edebilir, sabah ezanlarında son sayfalarını bulabilirim. Ama kitabı da kitap gibi okumak istiyorum. Eline alıp makul bir miktar okuyup bırakmak, daha sonra kaldığın yerden devam etmek.

ve şimdi yatmalıyım ki, yarın kitabıma devam etmeliyim...