Cuma, Ocak 21, 2011

(Akşam kalem kağıtla yazıp, sabah internete servis edilmiştir ;)

Adsl'de sorun var...

Yazı yazasım var...

Yani elektrikler kesildi, ders çalışamıyorum durumu...

Bilgisayara yerine kağıt kaleme yöneldim. En basit, en ilkel yönteme...

Parşömen yerine 1. hamur kağıt; hokka, mürekkep, kuş tüyü yerine kullan at dolma kalem...

Şimdi aklıma geldi, Tchibo'dan aldığım nostaljik bir yazı setim de var benim daha hiç kullanmadığım...

Kesikli yazı uçları, mührü, mühür için kırmızı bir mum ve zarif kağıtları olan...

Böyle garip zevklerim var işte :))

Bu akşam internet bağlantım yok diye kara gün dostlarımla buluşup kelimeleri yan yana dizmeye karar verdik.

Adaşım, diğer dört yapraklı yoncanız Yonca Tokbaş yazmış...

Çok yoğunum vaktim yok diye bir şey olmadığını, her zaman istediğimiz şeylere zaman bulabileceğimizi, yaratabileceğimizi esas konunun zaman yada iş güç değil gerçekten yapmayı isteyip istememekle ilgili olduğunu yazmış.

Doğru söze ne denir...

Benim yılbaşı kartlarımı son bir hamleyle hazırlayıp sevdiklerimin posta kutusunda benden bir iz bulmaları için göndermem gerçekten istememle alakalıydı; yoksa zaman az, işim çoktu...

***

Çarşamba akşamı yine toplantı için gittiğim Çamlıca'dan dönerken dolunayla karşılaştık...

Nakkaştepe sanırım doğuşunu seyretmek için ideal bir yer olurdu. Avrupa yakası uzak, Çamlıca tepesi ise tersinde kalıyor.

Köprüyü geçerken İstanbul'un sırtları ardından yükselen dolunayın mükemmel ışığı, boğazın sularında daha geniş bir alanı aydınlatarak bizimle birlikte yol alıyordu. En sonunda Avrupa yakasına geçtiğimiz sırada karanlık sularda ilerleyen sıradan bir yük gemisi, sahnede tüm spotların üzerine çevrildiği bir yıldız gibi ayışığıyla parlıyordu.

Ay ışığını güzel göstermediği bir şey var mıdır acaba?

Her dolunayda büyülenip kalırım...

Doğuşuna, yükselişine, herkes en derin uykudayken etrafı gün gibi aydınlatışına...

Hiç yorum yok: